Türkiye-ABD ilişkilerinin değişen boyutu
By Ahmet Cem Ozen on Eki 1, 2010 in Amerika, Dış Politika
Türkiye- ABD ilişkilerinin gerildiği günler geçiriyoruz. Tüm Batı Türkiye’nin neden ekseninin kaydığını tartışırken bunu mevcut hükümete ya da Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi üyeliğe kabul etmemesine bağlayanların sayısı çoğunlukta. Ancak Türkiye ile ABD arasındaki ilişkinin çıkarlarının farklılaşması nedeniyle boyut değiştirdiği gerçeği gözlerden kaçıyor/kaçırılıyor. Son günlerde yaşanan bir kaç gelişmeyi masaya koyduğumuzda konuyla ilgili bazı ipuçları elde edebiliriz.
1- ABD’nin Mavi Marmara Vetosu
ABD’nin Mavi Marmara baskınına gösterdiği tepki Türkiye’nin beklentilerini karşılamaktan çok uzaktı. 27 Eylül 2010’da Birleşmiş Milletler’in “Gerçekleri Araştırma Komisyonu”nun 27 Eylül 2010’da açıkladığı raporda İsrail taammüden adam öldürmekle suçlanıyor ve açık bir şekilde olaydan sorumlu tutuluyordu (1). Bu rapor Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nda kabul edildi. Ancak oylamada tek bir ülke karşı oy kullandı: ABD. AB ülkeleri ise çekimser kaldı.
Ahmet Davutoğlu oylamada kabul oyu verenlere “Türkiye adına değil insan hakları adına” teşekkür etti ve ABD ile AB ülkelerine sitemlerini iletti (2). Açıkça İsrail’i suçlu bulan ve içerisinde Türk veya İsrail karşıtı üye olmayan bir komisyon tarafından yazılan Birleşmiş Milletler raporu böylelikle Batı’dan vize alamamış oldu.
2- Temsilciler Meclisi’nde Türkiye Karşıtı Karar
ABD Temsilciler Meclisi’nde lobisinin Türkiye’yi Kıbrıs’taki dini alanlar ile ilgili suçladığı tasarı bir oldubittiyle kabul edildi (3). Kararın bağlayıcılığı yok ancak Kıbrıs görüşmelerinin sürdüğü bir dönemde ve olağandışı usul uygulamalarıyla böyle bir tasarının geçmesini sadece Rum lobisinin gücüne dayandırmak akılcı olmaz.
3- Türkiye-Çin Tatbikatı
Taraf gazetesinin haberine göre Türkiye ve Çin, Çin Başbakanı Wen Jiabao’nun Türkiye ziyaretinden hemen önce, Konya’da bir hava tatbikatı yaptılar (4). İki ülke ilk kez ortak bir hava tatbikatı yapıyordu ve habere göre ABD konuyla ilgili Türkiye’den bilgi istedi. Askeri sistemi NATO’ya katıldığı 1952’den beri Amerika’ya angaje olan Türkiye’nin bu girişimi gözlemciler açısından büyük sürpriz. Bu durumun gelişimini zaman gösterecek ancak zamanlamaya bakılırsa Türkiye’nin “askeri portföy”ünü çeşitlendirmeye istekli olduğu yorumu yapılabilir.
Türkiye’nin isteklerinin ABD tarafından kaale alınmadığı, Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi üyeliğe almada ayak dirediği, ABD’nin Türkiye’nin bölgesinde tek taraflı ve yıkıcı politikalar izlediği bir ortamda Türkiye buna karşı reaksiyon gösteriyor. ABD ile Türkiye’nin çıkarları git gide çatışıyor ve ortak noktalar daha da azalıyor. ABD bu kadar İsrail destekçisiyken, Türkiye’den Afganistan’da savaşmasını isterken ve Irak konusunda Türkiye’yi etkisiz eleman olarak görürken iki ülke arasındaki ilişkinin farklılaşması gayet doğal.
Burada Amerikalıların anlamadığı şey tüm bu olanların Türkiye özgürlükçü, demokratik ve piyasa ekonomisi yanlısı bir sürece girmişken, yani “Amerikanlaşırken” gerçekleşiyor olması.
Kaynaklar
(1) Raporun tamamı için: http://www2.ohchr.org/english/bodies/hrcouncil/docs/15session/A.HRC.15.21_en.pdf
(3) Kabul edilen karar için: http://thomas.loc.gov/cgi-bin/query/D?c111:2:./temp/~c111phhN3K::
(4) http://www.taraf.com.tr/haber/ordunun-ekseni-dogu-ya-kaydi.htm
… Bu makale ilginizi çektiyse…
8 Yorum
Yazan:suat ozkan Tarih: Eki 1, 2010 | Reply
ABD T.C. asla ayrı kutuplara düşmüyorlar, İSrail ve MAvi MArmara olayı Orta Doğu’ya bir medya propaganda olayıdır. BOP çerçevesinde Arap ülkeleri parçalanıp kabile cumhuriyetlerine bölünecek ve T.C. yapı değiştirip Federatif yapıya geçecek,özgürlükler sloganı çerçevesinde, Arap ülkelerinin yeni federatif prenslikleri ve Balkanlardaki Slav dışı mikro yeni devletler NEO-T.C. federasyonu ve TSK korumasında yeni emperyal yapıya hizmet edecekler.
İlişkiler bu minvalde propaganda ve görev tanımları doğrultusunda medya propagandasına göre şekilleniyor.
İYİ POLİS KÖTÜ POLİS.
KAZANAN KÖTÜ POLİS:
Kaybeden ULUS DEVLETLER ve MİLLİ ONURLAR.
Yazan:Mustafa Çorlu Tarih: Eki 1, 2010 | Reply
Eksen kaymasının boşu boşuna olmadığını anlatan güzel bir yazı. yazar arkadaşımıza teşekkür ediyorum.
Amerika’nın Türkiye’yi kaale almayan bi politika sürdürmesine karşı elbette Türkiye de kendi kozlarını oynamalıdır.
Yazan:ali yardım Tarih: Eki 1, 2010 | Reply
suat bey ulusalcı zırvaları tekrar etmiş. pkk lugatını kullanarak ülkemizden tc diye bahsetmesi biryana, Türkiye yi abdnin güdümünde gösterip Türk düşmanlarına yakışır bir senaryo yazmış.TÜRKİYE KENDİ BAŞINA BÜYÜK BİR DEVLETTİR, ÖNCE BÖLGESEL SONRA KÜRESEL SÜPER GÜÇ OLMASINA amerikan karşıtı görünmekle beraber abd yi “kadir-i mutlak” olarak gören, abd hegemonyasına iman etmiş ulusalcı bozuntuları ve bölücüler ne kadar engel olmaya çalışsalarda başarısız olacaklardı. Türkiye gibi bir devlet için “bir numara” olmaktan öte bir hedef,küçük hedeftir. MİLLİ ONUR bunu gerektirir
Yazan:ibrahim kap Tarih: Eki 2, 2010 | Reply
@ali yardım
Evet adım adım yaklaşıyoruz bunu ancak at gözlüğü takanlar göremez ülkemiz eğer demokratikleşme sürecini her bakımdan bölünmeden sağ salim atlatabilirse çok güzel noktalara geleceğiz kim hangi oyunu yaparsa yapsın biz zekamız,çalışkanlığımız ve bilgimizle bozacağız ve başaracağız ben inanıyorum.
Yazan:bsm Tarih: Eki 2, 2010 | Reply
Sayın Ali Yardım,
Bir başka yorumcunun görüşlerini “zırva”olarak nitelemişsiniz ama zırva olarak nitelendirdiğiniz görüşe tipik milliyetçi refleks dışında kayda değer bir karşı eleştiriniz de bulunmuyor.
Sizinkiyle bire bir örtüşmeyen her fikre zırva demek bir yana,”karşı fikirleri” (ulusalcı/bölücü gibi)birbirine taban tabana zıt iki kutbu aynı ortak paydada değerlendirmek,sanırım muhakeme sınırlarını hayli zorlayan kişisel bir tepkiden öte bir anlam ifade etmiyor.
Zira bir fikri akım veya ideolojinin savunucuları,hem ulusalcı hem bölücü-ikisi birden-olamaz.Olamaz çünkü böylesi kombine bir ortak ideoloji eşyanın tabiatına aykırıdır…Zira Ulusalcı diye tanımladıklarınız üniter devleti savunur, dolayısıyla da devlet yapısını kökten değiştirecek anlamda “bölücü”bir ideolojiye sahip olmaları,sözkonusu ideolojinin amacına uygun hedefler belirlemeleri pek mümkün görünmüyor.Şayet bu yönde çelişik ve tutarsız eğilimler gözlenirse,bu,”Ulusalcı”olmaktan çıkar başka bir şeye dönüşür.Aynı şekilde,bağımsız bir devleti,fedaratif ya da özerk bir yapıyı hedeflediği düşünülen PKK’da bu amaç ve emelleriyle ayrılıkçı/bölücü olarak tanımlanabilir belki ama herhalde ulusalcı/ayrılıkçı olarak düşünülemez.Ha zaman zaman benzer dili kullandıkları ve yöntemlerinde ortak benzerlikler olduğu söylenebilir belki.Misal PKK’yla Ergenekon’un örgütlenme biçimleri,yapılanma tarzı vb pek çok noktada benzerlikler arzediyor olabilir.Hatta bu iki yapının birbirini besleyip güçlendirdiği de söylenebilir.Ancak bu dikkat çekici paradoks yine de ideolojik temelde salt bir “özdeşlik”e işaret etmez.
Bu bağlamda,PKK ve Ulusalcılar arasında karmaşık bir ilişki ağına dikkat çekmek ile yüzeydeki basit bir detayı olayın merkezine alıp karşı tez olarak kullanmak birbirinden oldukça farklı şeylerdir.
Sizinki sanırım ikincisi olmuş.Katılmadığınız fikirleri ulusalcılar,bölücüler vs gibi ithamlarla sınırlayarak kolaycı suçlamalara geçmişsiniz.
Misal Türkiye Cumhuriyeti’nin kısaltılmışı olan T.C yazmayı tercih etti diye muhatabınızı PKK’yla bir özdeşlik mantığı kurmuşsunuz.Tıpkı pe-ke-ke yerine PKK(Pe-ka-ka)diyenlerin PKK ideolojisini benimsemiş sempatizan takımınca Kürtler’e “ihanet”anlamına yorulduğu gibi.Sanki pe-ke-ke denirse akan sular duracak,her türlü açık,gedik kapanacak:)Yani kusura bakmayın ama bu tür basit detaylardan çok daha fazlası var derinlerde.Ve eğer ülkemiz için gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsak çıtayı yükselterek bu reflekslerden kaçınmamız gerekir.
Yine buna benzer bir itirazınız daha var:ABD’nin her iki grubun dilinde bir güç fetişizmi algısı yarattığına dikkat çekmişsiniz.Bilemiyorum,yeri geldiğinde her iki grup da pek anti-Amerikancı kesiliyor ama her iki grubun da yeri geldiğinde ABD’nin bizdekine benzer derin güçlerden yararlandığı ve gizli kapaklı ilşkiler içerisinde oldukları da bir gerçek.Dolayısıyla bu derin ilişkilere kafa yormak gerekirken,sahte Anti-Amerikancı söylemlerden ABD’yi “kudret timsali”görme yargısına varmak sizce ne kadar isabetli bir analiz olabilir.Evet söylemler kimi yerde örtüşüp kimi yerde ayrışır gibi görünürken perde arkasında sandığımızdan çok daha fazla dolaplar dönüyordur kuşkusuz.Ancak “en büyük Türkiye” demek varken “amman ABD’nin gücü çok abartılıyor”diyerek bundan bir Türkiye düşmanlığı/karşıtlığı çıkarmak da oldukça naif bir düşünce olsa gerek.Bir kere ABD küresel bir güç,bunu kabul etmek gerekir.Ha,kayıtsız şartsız bu güce teslim olunsun demiyorum.Elbette bu hegamonik,saldırgan ve işgalci güce karşı doğru yer ve zamanda mücadele edecek en etkili ve doğru yöntemler geliştirilmeli ve bu boyunduruktan kurtulmanın yolları aranmalı.Lakin ABD’nin kendi ulusal çıkarlarına denk gelen kirli politikalarını,çevirdiği entrikaları,türlü oyunları vs eleştirmek demek bu küresel güce pozitif anlamlar yüklemek demek değildir.Hele hele Türkiye düşmanlığı ve karşıtlığı hiç değildir.Çok çok abartılı komplo teorileri tartışılıabilir.Ki çıkış noktanız da buydu sanırım.Fakat olur olmaz her olay ve olguyu abartılı biçimde komplo teorilerine yoranları eleştirirken varolan gerçekleri de ıskalamamak gerekir diye düşünüyorum.Zira beğenelim beğenmeyelim,ABD küresel bir güçtür ve halihazırda dünya konjöktüründe etkili bir güce sahiptir.Başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde çevirdiği dolaplar da ayrıca kuşkulanmak adına birer nedendir.
Bundan hareketle ABD hiç de küçümsenecek bir güç değildir.Askeri ve ekonomik olduğu kadar siyasi ve diplomatik olarak da gerçek buna işaret ediyor.BM’den NATO’ya,uluslar arası finans kuruluşlarından,dünyanın dört bir yanına kurduğu askeri üslere,nüklerer santrallere,dünyanın iplerini elinde tutan lobilere sahip olmasıyla,evet,dünyaya hükmediyor.İşte Irak örneği,Filistin,Balkanlar,Kafkaslar…Hangi taşı kaldırırsanız altından ABD çıkıyor.Filistin sorununu yedekte tutmasını neyle açıklayacağız?İsterse 24 saatte çözer ama çözmüyor,joker olarak elinde tutuyor ve dahası sorunu canlı tutmak için her yolu deniyor.
Irak’a gelirsek,bakın bilmem kaç bin km uzaklıktan gelerek bu ülkeyi işgal etmiş,yakıp yıkmıştır.
Peki Türkiye ya da bir başka ülke aynı müdahalelerde bulunabilir mi?Demek ki ortada ABD’den yana büyük bir güç dengesi var.Bu gerçeğe işaret etmenin Türkiye’yi,”milli onuru”küçük düşürmekle ilişkilendirmek ne kadar gerçekçi olabilir sizce.
Yazan:sungur Tarih: Eki 3, 2010 | Reply
bir akademisyen tv programında şöyle demişti.”hitler kolay bir düşmandı aslında çünkü dünya kamuoyuna hitlerin zalim bir diktatör olduğunu anlatmak zor değildi, saddamda bu tipten bir düşmandı” valla amerikalıların en iyi bildiği iş bence dünya kamuoyunun algı yönetimidir. yemediği nane yok, ama hal özgürlük savaşçısı onlar, hele bir abd ye gidince iyice büyüleniyor adam… ee diyor özgür bir ülke, adamlar haklı olarak bu ülkeyi teröristlerden koruyorlar.
bizim mavi marmarada israilli adamlar vatandaşımızı öldürüyor, dünya kamuoyu türkiyenin eksenini tartışıyor. en nihayetinde ihh-el kaide gibi bir bağıntı uydur(bkz.ırakta KİT iddiası) iş dinci teröristlere kalsın. arkadaş yıllardır yahudi soykırımını konuşuyor dünya, filistinde misket bombaları patlarken. auswich i düşündürüp lieberman’ı aklayacak hale getirdiler dünya kamuoyunu. zulum heryerde zulumdu ama. bu “ama” nın ötesinde söylecek çok şey var, benim tavsiyem abd ye en azından kalben buğz edin ki, zulme iştirak edenlerden olmayın. kalbinize iyi bakın;masum görünen bir sempatinin yanında stokholm senromu yuvalanmış olabilir.
Yazan:hakan hekimhanliı Tarih: Eki 3, 2010 | Reply
türkiye abd ilişkilerindeki değişim; 20 Mart 2003 geçmeyen tezkere ile başladı. abd’nin bütün savaş politakasını etkileyen bu karardan sonraki ikinci darbe; gürcistan-rusya savaşında boğazlardan abd savaş gemilerinin geçmesine verilmemesi ile oldu. sonraki süreçte iran ile yapılan anlaşma ile sorun zirve yaptı derken bir de üstüne bm’de yaptırım kararlarına “hayır” diyerek stratejik ortaklığın sözde kalmış bir durum olduğunu görmüş olduk. ayrıca aynı süreçte afganistana abd’nin çok ısrar etmesine karşın daha fazla asker gönderilmemesi, mavi-akım projesine verilen destek, bölgede suriye-iran dostluğu derken abd’nin bölgedeki ögörülerinde çok hızlı bir değişim yaşandı. öyle bir hal aldıki türkiye karşıya alınmaması gereken bir devlet halini aldı. israil’le yaşanan gerilimlerden de arada abd nasibini aldı… temsilciler meclisinde çıkan kararların bir bağlayıcılığı yok! türkiye’yi bu basit ayak oyunları ile sıkıştırmaları mümkün değil. bizim elimizi zayıflatan 3 konu var; biri ermeni sorunu, iki pkk sorunu, üç kıbrıs sorunu. türkiye’nin bu sorunlar dışında bir sorunu yok uluslararası camiada. şöyle bir geçmişe doğru gider olayları irdelerseniz bu üç başlıkta da vakti zamanında abd’nin parmağı olduğunuda anlarsınız. kıbrıs harekatını durduranlar, 1980 darbesi sonrası güneydoğuya “barış elçileri” adı altında binlerce ajan yollayarak insanları ayrıştıranlar, ermeni lobisine en büyük desteği verenler hep aynı ülkede yaşıyor; ABD… yani türkiye’nin bu sorunları acilen çözmesi ve artık yoluna tökezlemeden devam etmesi gerekmektedir…
Yazan:Mustafa Çorlu Tarih: Eki 4, 2010 | Reply
değişimin temelinde türkiyenin geçmişten gelen politikaların sorgulanması olabilir. soğuk savaş döneminde amerika’ya bağımlı dış politika artık türkiyenin yoluna engel oluyor.
artık türkiye’nin ulaşabileceği bir coğrafya var. bundan dolayı amerikadan bağımsız ve bölgesinde etkin olmalıdır.