Ada’nın Sıkıcı Siyaseti
By Konuk Yazar on Eki 4, 2010 in CHP, Dış Politika
Süleyman Bilgesoy
İngiltere’de siyasi hayat Türkiye’dekine göre oldukça sönüktür; bizde gündemde zor yer bulabilen ya da gündeme bir anda çıkıp bir solukta tüketilen, akabinde hemen unutulan bir konu burada günlerce tartışılabilir. O yüzden özel bir ilginiz yoksa İngiliz politik hayatını takip etmek de oldukça sıkıcıdır.
Ama buna rağmen inatla takip ederseniz bazı pratiklerin Türkiye’den biri için oldukça şaşırtıcı olduğunu görürsünüz. Örneğin geçtiğimiz genel seçimlerde (6 Mayıs 2010) muhalefete düşen İşçi Partisi’nin yeni lideri bol adaylı ve oldukça çekişmeli bir seçim sürecinin ardından Ed Miliband oldu. (25 Eylül 2010)
Burada gayet normal algılanan bu süreci biraz deşersek benim gibi henüz 2-3 senedir Birleşik Krallık’ta yaşayan biri için ilginç noktalara ulaşırız: başlangıç olarak seçimi kaybeden partinin genel başkanın ortada bir kaset bile olmadan istifası şaşırtıcıdır, Gordon Brown seçim sonuçlarını çeşitli istatistik cambazlıkları ile yorumlayıp devam kararı almamış, istifa etmiştir. Oysa malum bizdeki siyasi anlayış parti istisnası olmaksızın “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” temelinde yükselmektedir. Ha oldu ki istatistikî cambazlıkla kapatamadığın, tevil edemediğin bir sonuç aldın; çıkış basittir: halk anlamamıştır, cahildir ya da okyanus ötesi tarafından tasfiye edilmeye çalışılıyorsundur. Hatta baktın o da olmuyor “istifa” edersin ve bir müddet bekleyip delegenin yoğun isteği-ısrarı(!) üzerine “milletin çağrısına” kulak tıkayamayıp bu “ağır tarihi sorumluluğu” tekrar üstlenirsin. Koskoca parti bırakılır mı?
Sonrasında yapılan parti içi seçimlerin seyri de ilginçtir. Pek çok adayın yarıştığı demokratik bir süreç sonunda yumruklar konuşmadan, sandalyeler fırlatılmadan ve de iftarlar basılmadan seçim gerçekleşmiştir. Kongre sonucu hazmedilmiştir, Gordon Brown’ın ya da başka bir eski liderin oğlu çıkıp babasının partisi hakkında demeçler vermemiştir. Oysa partinin iyisi babadan oğula devredilenidir.
Yeni lider Ed Miliband yaptığı konuşmada ise “İnanıyorum ki hatalıydık. Britanya’yı savaşa sokmakta hatalı idik ve bu konuda dürüst olmamız gerekir” gibi iri laflar söylemiştir, tamam bunun şimdi mazlum Irak’lıya faydası yok ama partinin yakın geçmişinin en hayati kararlarından birini sorgulamak, kendini eleştirmek de neyin nesi? Bizde buna reddi miras derler ki hiç hoş karşılanmaz siyasi hayatta. Kaç sene önce yapılmış olursa olsun partinin tüm hatalarını canla başla savunacaksın. Savunamıyorsan faturayı başkalarına keseceksin: medya, halk, dış mihraklar gibi suçlanabilecek o kadar odak varken özeleştiri de nereden çıktı?
Peki, tüm bunları niye anlatıyorum? Bir köşe yazısı yüzünden, içinde ‘İngiltere’ geçtiğinde ister istemez kulak kabartıyorum:
“Bir mektup gönderilmesi söz konusu CHP Genel Merkezinden Londra’ya İngiliz İşçi Partisi Genel Merkezine. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu imzasıyla İşçi Partisi başkanlığına seçilen Ed Miliband’ı kutlamak üzere.
İngiliz İşçi Partisi ne de olsa, ideolojik olarak kardeş parti.
İşçi Partisinin kongresini CHP’den bir Parti Meclisi üyesi izliyor. Aynı üye daha sonra Almanya’ya geçiyor, bu kez Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD) kongresini izliyor.” (Doğan:29/09/2010)
CHP İngiliz işçi partisi ile ne kadar ideolojik kardeştir bu tartışılır; malum sosyal demokrat kimliği, Sosyalist enternasyonel üyeliği de Baykal döneminde oldukça tartışma konusu olmuştu.
Yeni lideriyle birlikte yeni dönemde parti içi çekişme Kemalist/Ulusalcı kimlikle Sosyal demokrat kimlik arasında bir çatlama yaratacak mı, bir dönüşme veya bölünme yaşayacaklar mı bunları hep beraber izleyeceğiz; ama şurası kesin kongreyi izlemek için birini göndermeleri gereksiz olmuş.
Buradaki kongreler oldukça sıkıcı dediğim gibi.
Doğan, Yalçın (29/09/2010), “Kılıçdaroğlu Amerika’ya gitmeli”, Hürriyet