Organik dinimi geri istiyorum!
By Ekrem Senai on Eki 9, 2010 in Toplum
- Haccı istediğiniz ayda yapabilirsiniz kardeşim. İlla kurbanda olacak diye bir şart yok!
- Hocam bir izleyicimiz soruyor: Yazın çok sıcak oluyor; günler de çok uzun… oruç tutmakta zorlanıyoruz, Ramazan kısa günlere alınsa da orucumuzu rahat tutsak?
- Olur tabi. Zaten bu kameri takvimin her yıl 10 gün geriye gitmesinden oluyor…
Bilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur” diye ortaya çıkabilir. İslam kolaylık dinidir diye kuşa çevirdiler hükümleri. Bir ara şişe dibi gözlüklü karikatürlerden fırlamış bir tip çıkartırlardı. Hayreddin Karaman, kendisi için “dört beyazdan kaçının, şeker, tuz, un, Zekeriya” demişti. Adam, kurbanı horoza kadar indirmişti; kadınlara da büyük kolaylık sağlamış göğüsler fora bir şekilde namaz kılmalarına cevaz vermişti. Otel odasında porno izlediği belgelenince de “ben ibret için baktıydım, vah vah ettim o kızları görünce…” demişti. Herkesin nefsi, zaafları vardır. Ama bütün dinler bu zaaflarla mücadele edip arınmayı hedeflemez mi? Yani din konusunda bir profesörlük söz konusu ise -ki bu çok saçma- bunun kriteri emirlere uymak ve yasaklardan kaçmak konusundaki hassasiyet olmalı herhalde. Rahmetli dedemin hiç ilmi yoktu, Allah’ın buyruklarını hiç sorgulamazdı; ama (herhalde bu yüzden) tertemiz bir kalbi vardı, onun seher vakti döktüğü göz yaşlarıydı benim idealimdeki din. Hiç kendi kitaplarını referans göstermemişti, zaten ne bir kitabı ne de reytingi vardı, Allah adına konuşup helalleri, haramları eğip bükmezdi, din onun haliydi, hayatıydı, oturuşu, kalkışı, nezaketi, selamı, tebessümüydü, şefkatiydi. İyi ki dedem bir ilahiyat profesörü değilmiş diyorum kendime, yoksa büyük ihtimalle ateist olurdum.
Bir başka profesör çıkmış her şeyi şirk ilan ediyor. “Dini müzik şirktir, camide peygamberimizin ismi, halifelerin isimleri olması şirktir, şefaat istemek şirktir, türbe ziyareti şirktir, şu şirktir, bu şirktir…” Zaten bir avuç dindar Müslüman var, onları da müşrik yapıp cehenneme gönderdin mi, cennet kontenjanı ilahiyatçılara kalıyor. Din, muhabbetle yaşanan bir şey, o muhabbet eksik olunca bildikleri insanın egosuna hizmet etmeye başlıyor. Kendi dışındakileri cahiller ve gafiller olarak görmeye başlıyor. Alim dediğin insanın toplumun sıkıntılarına çözüm getiren bir insan olması gerekir. Sorun çözmek yerine ortaya yeni sorunlar getiren bir insana alim denilmez. 1400 yıldır kelam, fıkıh, tefsir, hadis, tasavvuf ilimlerinin geldiği bir yer var. Yüzlerce yıl tartışılan sorunları yeniden ısıtıp kendi fikriymiş gibi ortaya dökmenin ne alemi var? İslam’da musiki üzerine yazılmış belki bin cilt eser var. İnsanın derdi reyting almak, egosunu tatmin etmek değilse zaten böyle tartışmalara girmez.
Bir diğeri çıkmış ısrarla ibadet dilinin Türkçe olması gerektiğini savunuyor. Bu konuda Fatiha’ya mahsus fetvasının hatırına yıllardır yerin dibine batırdıkları Ebu Hanife’ye (RA) kıymet vermeye başladılar. Murat Bardakçı’nın “böyle adına kitaplar yazdığın kişiyle ilgili Neyzen’in bir şiirini istemiştin benden, bana yaz ver demiştin hani, açıklayım mı?” diye bahsettiği şiir nasıl bir şeydi bilmiyorum tabi ama Nuri’nin alnındaki soğuk terlerden içeriği anlaşılıyordu. Yine Bardakçı “sen Türkçe mi kılıyorsun namazını?” diye sorduğunda “karıştırma benim namazımı” demişti. Nedir hocam bu Türkçe ibadet aşkı? Millet namaz kılmak için yanıp tutuşuyor da bir Arapçasını öğrenemediği için mi kılmıyor? Veya namazda Türkçe okuyunca ayetleri daha fazla bir huşu mu duyuyorsun, vallahi ben denedim huzurun, huşunun bunlarla bir ilgisi yok. Ağzından çıkan kelimelerin hangi dilde olduğunun hiç bir önemi yok. İmam Malik (RA), namazın kabul olması için namaz süresince Allah’ın huzurunda olduğu bilincinde olunmasının namazın bir şartı olduğunu söylüyor. Ebu Hanife (Allah ondan razı olsun) ise namazda bir an olsun huzurda bulunduğunu hissetmen gerekir diyor. Yani namazın hangi dilde kılındığından çok hangi hislerle kılındığıymış önemli olan, öyle mi hocam? Peki bu yaraya merheminiz var mıdır? Neden ibadetleri severek yapmıyoruz da, sıkıntıyla yapıyoruz. Eksik olan nedir? Zamanında dizinin dibinde oturduğunuz Hacı Ahmed Kayhan dede gibi mi ibadet edelim, Yaşar Nuri gibi mi? Hayır bir Yaşar Nuri takıntım yok Allah’a şükür ama Yaşar Nuri stili din konusunda hassasım. Modernleşme ile birlikte herhalde bir aşağılık kompleksiyle dinde reform çabaları baş gösterdi. Fikri hayata canlılık getirmek, ayetleri, hadisleri günümüz şartlarında anlamaya çalışmak çabası takdire değer. Ama işin çivisi çıkmış durumda. Ortalık mucizeleri bilimle açıklamaya çalışanlardan tut, Kur’an’da matematiksel işlemlerle (o da dört işlem, Allah haşa dört işlemden başka bilmiyor gibi) mucize arayanlara, evrenin sırrını çözdüğünü iddia edenlerle, bize yakin geldi artık ibadet etmemize gerek yok diyenlere modernist Kur’an yorumcularıyla doldu taştı. Bunlar pozitivist eğitimle büyümüş insanlar için bir süre cazip gelebilir, ama din ne matematiktir, ne fizik, kimya, biyolojidir, ne de Allah, kendisinin ispat edilmesine ihtiyaç duymaktadır.
Geleneksel din’in de uygulamada yanlışları çoktu ama en azından samimiyet, muhabbet, teslimiyet vardı. Ben bu ilahiyat profesörlerinden de, onların icatlarından da çok sıkıldım. Aile toplantılarında din meselelerinin ortaya atılıp tartışılmasından da ikrah ettim. İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi:
“Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”
51 Yorum
Yazan:Cemali Safa Tarih: Eki 9, 2010 | Reply
Dedenizin kalbinin temizliğini dini hiç sorgulamadığına vermişsiniz ama sizin yazınız baştan aşağı bir sorgulamanın yansıması.
Dini hiç sorgulamadan kabul etmek bence dinin mahiyetine de pek uygun olmadığı kaanatindeyim.Netice de “hiç düşünmezler mi” diye ibareler vardır Kutsal Kitap da… düşüneceğiz ve sorgulayacağız… biz soruglarken dinimizi ve imanızı kaybetmekten korkmuyoruz Sevgili Ekrem Bey…
Ve değişen dünyada sevgili Ekrem Bey; insanların kafasında yeni soru işaretleri beliriyor. Belki rahmetli ve kalbi temiz dedeniz değişen dünyanın içinde pek değildi de bazı sorular kafasına takılmadı.
Bacak bacak üstüne atıp da, amuda kalkar vaziyette de Allah’ın dinini, kişiler aralarında “muhabbetle” tartışabilir. Hatta dün bir arkadaşımla din konusunda bacak bacak üstüne atmış vaziyetteyken bir şeyler söyledim… küçük bir şeyhülislam olduğumun iddiasında ve farkında olmadan.
Muhafazakar tavrınızı anlıyorum ama; peygaberimizin hala çocuklarınıza ok atınız tavsiyesine istinaden hala çocuklarına ok atmayı öğretmeyi düşünen biri gibi geldiniz…
Muhabbetle…
Yazan:hakan hekimhanlı Tarih: Eki 9, 2010 | Reply
Güzel tespitlerde bulunmuşsunuz Ekrem Bey, fakat herkesin dedesi sizin dedeniz gibi değil malesef bu memlekette. Örneğin benim dedelerimin dini bilgileri tam bir facia, tabi haliyle anneminki de … Örneğin annem olur olmaz birçok meseleyi bu Kuran’ı Kerim’de var, bu ayet diye size izah etmeye çalışabilir. Hayatında bir kere bile Kuran’ı Kerim okumayan annem, teyzem dedelerinden ne duydularsa hepsini Kuran’ı Kerim’de ayet sanmışlardır. Öğrendikleri duaları camilerde teravih namazlarında hocaları dinleyerek, namaz kılmayı büyüklerini izleyerek öğrenmişlerdir. Bu toplumun büyük bir kısmı dinini öğrenmekten çok taklit etmekte, özümseyerek sindirerek idrak etmekten çok yüzeysel anlamaktadırlar. Duaların Türkçe okunmasına ölesiye muhalefet edenlerin
“ihlas, nas, felak” gibi namaz dualarının anlamlarını bilmediklerini görebilirsiniz. Yazınızda da “önemli olan namazda duaların anlamını bilmek değil, Allah’ın huzurunda olduğunu bilmektir” demişsiniz. Tamam Allah’ın huzurunda olduğunuzu bilmek gerçekten çok önemlidir de, okuduğunuzun anlamını bilmekte benim için o kadar önemlidir. Okuduğum Fatiha’nın derinliğini, manasını Rabbimin huzurunda okurken tam bir teslimiyet içinde olmak çok daha değerli ve gereklidir kanaatindeyim.
Tespitlerinizin bir kısmına katılmamak mümkün değil ama dini tartışmayarak kabul edenler ile, tartışarak ve özümseyerek kabul edenler arasında genel çok ciddi farklar oluyor.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 9, 2010 | Reply
Güzel kardeşlerim yazının ana fikri sorgulamayın, ilim edinmeyin değildir. Böyle bir şey söylemiş olabilir miyim? Efendimiz, “Ümmetimin alimleri, ben-i İsrail’in peygamberleri gibidir” buyuruyor. Din ilmi tahsil etmekten daha değerli hiçbir şey olamaz. Ama yukarıda alim tanımını verdim. Alim dediğin sorun çözer, yeni sorunlar, istifhamlar oluşturmaz. Günümüz ilahiyat profesörleri ne yazık ki insanların din ile arasını açıyor. Tutup reenkarnasyonu İslam’a yamamaya çalışan bir adama ben alim demem, diyemem. Cinler elektro-bilmem-ne ışınlarıdır, burak da uzay aracıdır diyen adamdan da alim olmaz. Ama iyi fantastik bilim kurgu yazarı olur ona bir şey diyemem.
Şimdi beğenmediğin hadisi reddetmek de moda oldu ama ben yine söyleyeyim. Bir hadiste dini meselelerin münakaşa edilmesi yasaklanmıştır. Kelam ilmine, fıkha ait tartışmalar ilmin erbabınca yapılır, hiçbir ilmi vukufiyeti olmayan kahvehane erbabınca yapılmaz. Din ilmi de bir ihtisas alanıdır. İhtisas sahibi olmayanların yaptığı şeye “geyik muhabbeti” denir. Anne babalarımızın hakkını da yemeyelim. Onların wireless internet connection’ları yoktu, dizlerinin dibine çöküp ders alacakları ilim erbabının kapısında da jandarma bekliyordu. Allah diyenler, yallah hapse giriyordu.
Bunun yanında şunu söylemek gerekir ki, ilim gaye değildir. İlim bir araçtır. Seni Allah’a vasıl etmek içindir. Eğer tahsil ettiğin ilim seni Allah’tan uzaklaştırıyorsa, senin muhabbetini öldürüyorsa sen ilmi amaç haline getirmişsin demektir.
Eski alimler bir yorum yaptıklarında sonuna “Allah’u a’lem bis’savab”-“en doğrusunu Allah bilir” deyip tevazu gösterirlermiş. Şimdikiler utanmasalar “şüphesiz en doğrusunu ben bilirim” diye bitirecekler.
Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Eki 9, 2010 | Reply
Ekrem Bey’in ‘derd’ini yürekten paylaşıyorum.
Ancak ben bir parça acımasız olayım:
Bırakınız yapsınlar. 🙂
Derdi başka şey olanın muhabbeti de böyle ‘absürd’ hale gelir.
Ben bunlara “dini saptıranlar” filan bile diyemiyorum.
Kendileri üretmişler bir şey, oynuyorlar.
Bırakalım oynasınlar.
Bırakalım oyunlarına “ilim” süsü versinler.
Bırakalım “alimcilik” oynayıp oyalansınlar.
Bu işi yapanlar genellikle otuz yaş ve üzerinde.
Onlar için yapabileceğimiz hiçbir şey yok.
Yazan:suzannur Tarih: Eki 9, 2010 | Reply
“…ilim gaye değildir. İlim bir araçtır. Seni Allah’a vasıl etmek içindir. Eğer tahsil ettiğin ilim seni Allah’tan uzaklaştırıyorsa, senin muhabbetini öldürüyorsa sen ilmi amaç haline getirmişsin demektir.”
Ellerine sağlık, ne güzel söylemişsin. O kadar çok boyanmışız ki katman üzere katman her tarafımız.
Bu yazının sonuna bir şey eklenecekse şu olmalı,ki ifadelerinden çıkıyor aslında, özellikle de din üzerine konuşurken,İLLA EDEB, İLLA EDEB.
Yazan:Suat Tarih: Eki 9, 2010 | Reply
Hay ağzına zihnine sağlık Ekrem kardeşim.
Ben de benzer dertlerle müzdariplikten iki yazı karalamıştım birkaç gün önce:
http://harcialem.wordpress.com/2010/10/02/hidayet-s-tuksal-islami/
http://harcialem.wordpress.com/2010/10/08/aptal-olagelmek/
Yazan:a.genc Tarih: Eki 9, 2010 | Reply
türkçe ibadet… sorsanız hepsi sanki bakara suresi ile namaz kılıyor da anlamını öğrenmek zorlarına gidiyor… şu iletişim şu bilgi çağında üç beş kısa surenin anlamını bir türlü ezberleyememiş adamların suratında samimiyet aramıyorum artık!
Yazan:cahil Tarih: Eki 9, 2010 | Reply
“Cahil alimi tanıyamaz” denmiş ya, cüretimi hoşgörün, siz de o israil oğullarının peygamberleri gibi olanlardan biri misiniz?
Yoksa geyik muhabbeti mi yapıyorsunuz?
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 10, 2010 | Reply
Kendimi alim görür bir havam mı var? Ne yapmaya çalıştığınızı/ neyin peşinde olduğunuzu anlamadım.
Alimlerin sözlerini aktarıyorum. Kendime ait olan kısımlar evet, geyik muhabbetidir.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 10, 2010 | Reply
Suat hocam,
Senin yazdığını bilsem vallahi bir şey yazmazdım. İki gün önce Habertürk’te Bayraktar Bayraklı “Ramazan orucunu kısa günlere almaya cevaz verince” kan tepeme sıçradı, çalakalem karaladım. Din’i oyuncağa çevirdiler, Şari kendileriymiş gibi davranmaya başladılar. Ne selahiyetle din sahibinin namına çıkıp konuşabiliyorlar, hiç mi Allah’tan korkmuyorlar? Diyanet İşleri Başkanlığı ne işe yarıyor bilmiyorum. Her kendine “hoca” diyenin çıkıp fetva verememesi lazım. Bu bir kurul işidir. Farklı bir görüş varsa bu kurula delilleriyle birlikte sunar, değerlendirilir. Medya reyting peşinde. Alim, fazıl insanlar çıkıp dini anlattıkları zaman reyting getirmiyor tabi. Çünkü sorular cevap buluyor, patırtı, gürültü olmuyor. Aykırı tipler olacak, abuk subuk şeyler söyleyecekler ki reklam alsınlar, para kazansınlar. Bu hoca bozuntuları da kitaplarının reklamını yaptırıp yeni villasının taksitlerini çıkartacaklar.
Yazan:Suat Tarih: Eki 10, 2010 | Reply
Est Ekrem, hiç olur mu öyle şey:)
Ben çok daha teorik kısmına eğilmiştim, sen pratiği çok veciz bir biçimde dile getirmişsin, adeta tamamlamış. Eline sağlık tekraren.
Selam ve hürmetler.
Yazan:nedret_ Tarih: Eki 11, 2010 | Reply
Öncelikle ilahiyatçıların işine karışmayın bu bir. Ziraat Mühendislerinin işine karışmayı kimsenin aklı kesmiyorsa ilahiyat işlerine de karışmayın. İkinci olarak din problemsiz çok mükemmel bir şey değildir. Bu temel algınızı silin ve tekrar düşünün. Kuran tarihseldir demek ne kadar problemliyse tarihsel değildir demek de en az onun kadar problemlidir. Ekonomide nasıl ki 10 yıl öncenin jargonuyla yorum yapamazsanız dinde de aynıdır eski jargonla dinden konuşamazsınız. Yaşar Nuri ne kadar görüşlerini dine maletmeye çalışıyorsa sizin beyendikleriniz de aynısını yapar. Yani Hayrettin Karaman da aynısını yapar. Ama siz duygusal olarak birini tutarsınız ve bunu savunmaya mücahitlik olarak görürsünüz ama değil. Dinden bahsetmeniz için öncelikle ananızdan babanızdan duyduklarınızı unutup islamın temellerini öğrenin. Yani mesela namaz nedir niye emredilmiş hangi ayette hangi hadiste. Kader imanın şartlarında yoktur diyorsa bir ilahiyatçı bir delili illaki vardır. Ama siz hoşunuza gidene din derseniz dininizle başbaşa kalın.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 11, 2010 | Reply
nedret bey,
Kur’an’da Maide 3.ayette “Bugün dinizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim” diye buyruluyor. Siz imanınızı gözden geçirin, “din problemsiz, mükemmel bir şey değildir” sözü çok tehlikeli bir söz.
Allah, dinini eksik bırakmış, ilahiyatçılar tamamlayacaklar öyle mi? Tabi, hazır elleri değmişken 300-500 de ayet eklesinler bari!
İlahiyat elbette ihtisas konusudur. Zaten sorun da bu ya. Hiçbir yetkinliği olmayan insanlar profesör oluyor. Bir ziraatçı çıkıp “karpuz ağaçta da yetişir” derse, “eh adamın ihtisası daha iyi bilir” demezsin, “çüş bre, sen o diplomanı kasaptan mı aldın?” diye sorarsın değil mi? Çıkıp TV ekranlarında arz-ı endam eden adamların durumu bundan çok daha vahim. En vahimi de diyanet işleri başkanlığının bütün bunlara sessiz kalması.
Yazan:nedret_ Tarih: Eki 12, 2010 | Reply
Bakın işte bu sözünüz bu işte yetkin olmadığınızı gösteriyor zaten. Bizim “din” dediğimiz şey “Allah’ın vazettiği din” değildir “Allah’ın vazettiği dinden anladıklarımızdır. Mesela “din gelişmeye engeldir” demek aslında din anlayışımız gelişmeye engeldir demektir. Elbette Allah dinimi yarım bıraktım demez. Ama din ya da dini metinleri tüketemeyiz. Allah’ın kastına da ulaşamayız.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 12, 2010 | Reply
Nedret bey,
“Allah’ın kastına ulaşmanın” yolu nedir sizce?
Fıkıh alimleri bunu bir metololojiye kavuşturmuşlar. Çünkü “kişiye özel keyfi yorumlar” kişiyi bağlar. Fıkıh ise bir uzmanlık alanıdır ve her uzmanlık alanının bir usulü vardır. Günümüz modernist ilahiyatçıları ise daha çok tribünlere oynamayı tercih ediyor. Zaten dinin ikinci büyük kaynağı hadisleri reddettiğiniz zaman Kur’an’dan istediğiniz fetvayı çıkartmak mümkün. Peygamberi bir kenara iterseniz her işi “kitabına uydurursunuz”.
Bakış açısı “Allah’ın kastını anlamak” değil, Kur’an’ı kendi bakış açısına uydurmak. Modern dünyanın kriterleri baskın ve bir çelişki durumunda tercih “modernizmden yana” ve ayet ve hadisleri “te’vil” şeklinde olursa buna “Allah’ın kastını anlama çabası” denmez, ayetleri nefsine uydurma çabası denir. Yapılan budur.
Hasıl-ı kelam, in short:
Allah’ın kastını anlamanın yolu O’nun Resulüne müracaattır. O nasıl anlamış ve anlatmışsa Allah’ın kastı odur. Bir yerimizle uydurduğumuz din’e din denmez.
Yazan:cahil Tarih: Eki 12, 2010 | Reply
Önce kafanızdaki bütün nasları paranteze alıp Kurana odaklanacaksınız. Sonra hadislere en son fıkıh alimlerine döneceksiniz. Alimlerden Kuran’a değil, Kuran’dan alimlere gideceksiniz. Din münakaşası konunun uzmanlarının tekelinde olamaz. Hesap günü geldiğinde alimlerden sorulmayacak bize. Alimlerin de kendilerinden başka kimseye hayrı olmayacak. Ahiret hayatı herhangi bir alimin yorumuna bırakılamayacak kadar önemlidir.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 12, 2010 | Reply
sayın cahil,
Çok güzel söylemişsiniz. Ben de tam olarak bunu söylüyorum. Teşekkür ederim.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 12, 2010 | Reply
Yani, bir ilahiyat profesörü çıkıp “Ramazan ayı uzun günlere denk geliyorsa kısa günlerde tutulabilir” diye bir söz etmişse ne yapacakmışız:
1. Kur’an’a müracaat edeceğiz. Kur’an’da herhangi bir ay oruç tutabilirsiniz diye bir genişlik var mı?
2. Sünnete müracaat edeceğiz. Hz.Peygamber (S), Ramazan ayı dışında herhangi bir ay, farz olan orucu tutmuş mu?
3. Alimlere müracaat edeceğiz. Hiç bu şekilde fetva veren bir alim olmuş mu?
Peki bunları yapabilmek için ne gerekiyor bir bakalım:
– Kur’an’ı bilmek gerekiyor. “Bir kere okumuştum” şeklinde bir bilmek değil bu takdir edersiniz.
– Sünneti bilmek gerekiyor. En azından kütüb-ü sitte’ye vakıf olmalı, bir konu hakkında en azından hangi kitabın hangi babında o meselenin anlatıldığını bilmelisiniz ki açıp bakabilesiniz.
– Temel ilmihal bilgilerini bilmelisiniz.
Yani, değerlendirmelerinizi geyik muhabbetinden çıkartıp bir “kanaat” sahibi olabilmek için de biraz gayret sarf etmek gerekiyor. Çünkü ahiret hayatı bir alimin yorumuna bırakılmayacak kadar önemlidir ama bir cahilin yorumuna bırakılmayacak kadar da önemlidir.
Yazan:nedret_ Tarih: Eki 12, 2010 | Reply
Öncelikle “Ramazan ayı uzun günlere denk geliyorsa kısa günlerde tutulabilir” diyeni duymadım. Varsayalım ki birisi dedi. Zaten oruç tutmakta zorlanıyorsan ruhsat var birçok çeşit onlardan birini de yapabilirsin. Yani ne demişler fetva fetvadır. Fetva üstüne fetva olmaz. Dileyen bunu uygular dileyen başkasını bu kadar basit.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 12, 2010 | Reply
Nedret bey,
Siz duymamış olabilirsiniz. İki gün önce Habertürk TV’de Bayraktar Bayraklı tarafından sarfedildi bu sözler. Bugün de yazısında “kişiler kendi kafasından fetva veremez, her işlerini Kur’an’a dayandırmak zorundadır” diye yazı yazmış. Saç baş yolmamak mümkün değil.
Çok güzel buyurmuşsunuz. Tutamayan için zaten kolaylıklar var. İcat çıkarmanın ne alemi var?
Bu ilahiyat sahası, kişilerin şahsi tatminleri için değildir. Fetva isteyenler Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Alo Fetva hattını kullanıp sorularına cevap alabilirler. Bütün soruların cevabı var.
Zaten bu profesörler “hacca her ay gidebilirsiniz” dese de demese de herkes hacca ne zaman gideceğini biliyor. “Kandil geceleri yoktur, bid’attir” diye bağırıp çağırsa da bu millet hiçbir şey yapamasa bile memleketteki annesini, babasını arıyor, kandil mesajı çekiyor. Dini müzik şirktir dese de, bırak dini müziği her çeşit müziği dinliyor, seviyor. Türkçe ibadet diye zırlasa da- kendileri dahil- kimse Türkçe ibadet etmiyor.
Reyting olsun, milletin ağız dalaşına argüman olsun.
Yoksa zaten ortada bir tartışma, bir münakaşa yok. Yüzyıllar önce tartışılıp bitmiş mevzular sürekli dönüp duruyor. Cepler doluyor. Reklam gelirleri artıyor. Kitap satışları artıyor. Allah bin bereket versin.
Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Eki 12, 2010 | Reply
Öyle oluyor zaten.
Ama bu, yanlış görülene “yanlış” demeye engel değil.
Mezheplerin ortaya çıkış nedeni de bu.
Birinin gözünde diğeri ‘yanlış’tır.
Herşey herbir şekilde te’vil edilebilir.
Ve herkesin bir te’vil ölçütü var.
Sorun ölçüt sorunu.
Ortak ölçütleri olanlar aynı mezhepte yer alıyor.
“Mezhep savaşları” boşuna yaşanmıyor nitekim.
Pisi pisine değil.
Ölçüt, bir tercih olayıdır.
Tercihiniz te’vilinizi ta’yin eder.
Yazan:nedret_ Tarih: Eki 13, 2010 | Reply
Ha tamam anladım. siz dini düşüncelerimizde tereddüt olmasın istiyorsunuz. Ne güzel yaşayıp gidiyoruz. Elbette din hurafedir aslında. Yani Büyüklerin kabirlerine beşik asmak, düğüm bağlamaktan başlar, namaz kılmak, oruç tutmak, dost olmak, insanlara yardımcı olmak, dua etmek, kavga etmek vs. böyle devam eder. Hepsinde de dini bir duygulanım, dini bir his, dini bir tat vardır. Ancak ilahiyatçılar işi ise maalesef bozmaktır. Yapısöküm yani. Sürekli yapının kendilerine göre esnek yerlerini yıkıp yeniden yama yaparlar. Bu yüzden de dini araştırma zaten sizin bahsettiğiniz organik dinin tabiri caizse köküne kibrit suyu döker. Bu hep böyledir. O zaman en iyisi Cübbeli Hoca gibileridir. Onlar organik dine su taşır dururlar.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 13, 2010 | Reply
Merhum Ahmed Yüksel Özemre’nin (Allah ondan razı olsun, bizleri şefaatine eriştirsin) güzel bir sözü vardır:
“İlimde demokrasi olmaz”… Gerçek, gerçektir. Kimin hangi değirmene su taşıdığı değil burada tartışılan. Kimse din’e sonradan bir şey ilave edemez, eksiltemez de. Çünkü din’in sahibi Allah’tır. Allah’tan sonra din konusunda en büyük otorite Hz.Peygamber’dir (S). O dahi hiçbir zaman “bana göre din…” diye bir söz sarfetmemiştir. Bana göre, sana göre diye din olmaz. Din’e yama da yapılmaz, sökü de yapılmaz. Kimse din’e inanmak zorunda değil, Allah din’i senin zevklerini tatmin etmek, gönlünü hoş etmek için indirmedi. O’na kul olmaya gönül vermişsen, aşkın varsa yazın sıcağında oruç tutacaksın, cebindeki paraya kıyıp en az kırkta birini muhtaç olana vereceksin, her gün 5 vakit namazını kılacaksın… Oyunun kuralları belli. 1400 yıldır insanlar bu dini aynı şekilde yaşıyorlar. Din öyle fizik gibi hamamda tas yüzdürürken “Eureka! Buldum, buldum, namazı kaldırma kuvvetini buldum, artık namaz kılmanıza gerek yok!” denebilen bir alan değil.
Mucit olmak isteyen gitsin anti-maddeyi araştırsın, ışınlanmayı bulsun. Benim orucumu, namazımı mıncıklamasın.
Yazan:nedret_ Tarih: Eki 13, 2010 | Reply
Ben neden bahsediyorum siz neden neyse biz iki ayrı telden çalıyoruz. Siz mutluysanız yola devam.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 13, 2010 | Reply
nedret bey,
Meramınızı daha açık bir şekilde ifade ederseniz daha kolay anlaşırız. Siz hangi telden çalıyorsunuz?
Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Eki 13, 2010 | Reply
Pek bir ‘nezaketlice’ görünen bu söze aynı karşılık verelim :
Siz mutluysanız buradaki tartışmalar sizi ilgilendirmiyor. Bildiğiniz gibi yapmaya/düşünmeye/inanmaya devam edin.
Yazan:nedret_ Tarih: Eki 14, 2010 | Reply
Tamam ama siz anlamak istemiyorsunuz.
“Kimse din’e sonradan bir şey ilave edemez, eksiltemez de. Çünkü din’in sahibi Allah’tır. Allah’tan sonra din konusunda en büyük otorite Hz.Peygamber’dir (S). O dahi hiçbir zaman “bana göre din…” diye bir söz sarfetmemiştir. Bana göre, sana göre diye din olmaz. Din’e yama da yapılmaz, sökü de yapılmaz.”
Tamam da din nedir? Yani siz şunu anlamıyorsunuz din, Allah’ın hükümleri, Peygamberin sünneti soyut bir nesnedir. Ona ulaşmaya çalışırız. Ama tamamı yorumdur. Yani “Hamd alemlerin rabbinedir” cümlesi Kur’an’da geçiyor. Ama bu cümle aslında benim yorumum. Kelimeler canlıdır ve hep manaları değişir. Metnin dışında konsept, zaman, ne için söylenmiş vs. bunları elimizde tutamadığımız için de metni sırf harflerle sıkı tutamazsınız. Kur’an değiştirilmemiştir tabi ama harfleri sadece. ELbette konsepti, zamanı, o zamanki anlayışlar, o zamanki kelimelerin insanların zihinlerinde oluşturduğu anlamlar hepsi maalesef elimizde değil. Tabi az buçuk elimizde olanlar da var. Ama asla metni tüketemeyiz. Ben siz bilmiyorsunuz derken hakaret amacıyla söylemiyorum. Herkes herşeyi bilmez. Ben mesela sizin gibi yazı yazamam. O kabiliyette değilim. Ama az buçuk tefsirin temeli olan dilbilim okumuşluğum var. Ama bu işe hiç girmeyenlere anlatmak biraz zor oluyor.
Tefsire Giriş kitapları:
Doğan Aksan – Her Yönüyle Dil
F.Saussure – Genel Dilbilim Dersleri
Wittengenstein – Tractatus
Tabii dini metinlerin farklı bir boyutu da vardır. Onun için de,
F.Ferre – Din Dilinin Anlamı
Zeki Özcan – Teolojik Hermönötik
Yazan:Tuğrul Paşa Tarih: Eki 14, 2010 | Reply
Reformist din ya da geleneği savunan günümüz Müslüman kesimde da iki eğilim vardır. Bir kesim tarihin topluma yüklediği gelenekleri terk etmeyi ayıp sayarken, başka bir kesim modernist çağın belirlediği ve modern gelenekler olarak tanımlayabileceğimiz değerlere sırt dönmeyi ayıp sayar. Tarihi geleneklere yada modern çağın değerlerine duyulan sevgi pratikte İslami yapıyı rafa kaldırırken, teoride mekan hala islamın olmaya devam eder. Yani günümüz Müslümanlarının çoğunda islama tabi oluş teoriktir ve teoride övülen değerler eylemde ayıplanır…
Gelenekler, modern çağ ve İslam konusu yakından analiz edildiğinde, özellikle davetlerde, düğünlerde, bayramlarda, törenlerde, merasimlerde vs. izlenen prosedür, takınılan tavır, talep edilen yada sunulan şeyler İslam ilkelerine pratik hayatta saygı duyulmadığını bize ispatlıyor. Bozuk din müslümanı; ” ALLAH ne der yerine el alem ne der ” düşüncesini eylemde uygular…
İslam bir bütün olarak ne gelenekleri nede moderniteyi reddeder. Ancak içinde bulunduğumuz dünyanın tabi olduğu ilkelerin büyük bir kısmı islamın ruhu ile çelişmektedir. Bu sebeple İslam günümüzde yaşatılmaya çalışılan geleneklerin ve modernist çağ ilkelerinin çoğuna düşmandır.Müslümanım diyen bir insanın, teoride islamı kutsaması ama eylemde tarihi gelenek ve modernizmin isteklerini yerine getirme aşkı ile yanıp tutuşması bir çelişki değilmidir? Evet, bence bir çelişkidir…
Günümüz müslümanı büyük oranda teorik müslümandır, yani çelişik bir inanca sahiptir. Kuran düşüncesinde vardır ama gerçek hayatında yoktur. Çünkü el alemin gözündeki itibarı ve mevkisi onun benliğini sarmıştır. O kendisi değildir, inancına yabancılaşmış bir ötekidir.Meseleye dair düşündüklerim bunlardır.Siz kalkıp hala bundan sonra; karşınızdakini alt etmek için de istediğiniz tefferruat misallerini verebilirsiniz.Ancak ben teferruatlar ile ilgilenmiyorum,meselenin özünü anlatmaya çalışyorum.İstediğiniz gibi algılayıp değerlendirme yapmak size kalmış…
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 14, 2010 | Reply
Nedret bey,
Nereden sizi anlamak istemediğim sonucuna ulaştınız bilmiyorum. Ama sizin beni anlamadığınız ortada. Elbette kelimelerin manaları değişir, hakikat Kur’an’da mecazlarla anlatılmıştır. Yüzbinlerce cilt tefsir Kur’an ayetlerine farklı yorumlar yapmıştır. Ben bunları tartışmıyorum. Bu farklı yorumların arkasındaki saikten bahsediyorum. Eğer amaç Allah’ın muradını anlamaksa zaten bu sizi yanlış yorumlara götürmez. Hatta hadisin ifadesiyle “İçtihad edip de doğruyu bulsa iki sevap var. Hata etse bir sevap var”. Yeter ki kişi gerçeğin peşinde olsun.
Yukarıda eleştirdiğim konu ise bu saikin gerçeği bulma değil, konforu bulma arzusu olması. Günümüz ilahiyat profesörlerinin handikapı bu. Mesela Bayraktar Bayraklı, haccın yılın her zamanı yapılabilmesi fetvasına gerekçe olarak “milyonlarca hacının aynı günde Arafat’ta toplanmasının izdihama yol açması”nı veriyor. Bu bir çıkış noktası olamaz. Çünkü belki Allah milyonlarca hacının aynı günde Arafat’ta toplanmasını istiyor olabilir. Kime soracağız, konfor isteyen nefsimize mi, Kur’an ayetlerine mi?
Yaşar Nuri, Kur’an’daki “siz ölüydünüz, sizi diriltti, sonra yine öldürecek ve O’na döndürüleceksiniz” ayetini reenkarnasyona delil gösteriyor. Hadi geniş düşünelim de, abiciğim reenkarnasyon gibi sakat bir düşüncenin İslam’la neresinden, nasıl ilişki kuracaksın? Yani her absürdlüğü “olabilir canım, neden olmasın?” genişliğiyle kabul mü etmeliyiz?
Bir kısmı da Vehhabi zihniyetiyle her gördüğüne şirk diyor. Bunların çıkış noktası da, tam tersi, ayetlerin sınırlanmasından neş’et ediyor. Kur’an’da ne yoksa şirk. Halbuki Allah’ın haram etmediklerini kimse haram edemez. Eskiden tasavvuf ehli bunlara “zahid” ismini takmış. Nutuklarında çok güzel tariflerini yapmışlar. Bu adamların çıkış noktası da İslamiyeti hukuktan veya matematikten ibaret zannetmeleri. Allah’ı haşa, engizisyon celladı, işkence sevdalısı zanneden ruhsuz, muhabbetsiz insanlar. Hz.Ali’ye (R) karşı Kur’an ayetlerini mızraklara sokup harbeden Haricilerin modern versiyonları. Bütün bu anlayışsızlıkların kaynağında da Hz.Muhammed’i (S) tanımamak var. Bu mevzu da derin, ayrı bir yazının konusu…
Ülkemizde her konuda sürekli cepheleşmeye alıştığımız için maalesef mantıklıca tartışma imkanımız kalmıyor. Modernizmi eleştirdiğiniz zaman hemen bir savruluşla “ne yani sen ilkelliği mi savunuyorsun?” noktasına getiriliyorsun. İlahiyat profesörlerini eleştirdiğin zaman bir bakıyorsun “ilme, araştırmaya karşı mısın sen?” noktasına çekiliyorsun. Kocakarı imanının saflığını savunduğun zaman “ne yani hiç sorgulamayalım mı?” köşesine yatırılıyorsun.
Bahsettiğiniz gibi kelimeler, her kafada ayrı anlamlara bürünüyor. Çünkü muradı anlamaya çalışan yok…
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 14, 2010 | Reply
Tuğrul bey,
Teşekkürler. Çok güzel ifade etmişsiniz.
Yazan:nedret__ Tarih: Eki 14, 2010 | Reply
1- Allah’ın Kastı olarak Kur’an ve Sünnet
2- 1.Maddeyle İlgili olarak Bizden Öncekilerin Yorum ve Algılayışları.
3- Bizim bu algılayışlar çerçevesinde oluşturduğumuz din anlayışımız
*2 ve 3. maddeler zamanın şartlarına ve yeni algılayışlara göre oluşturulmuştur. Yani modernite dediğimiz şey İmam Şafii döneminde de vardı. Yeni olgu ve olaylara göre dini yeniden yapılandırmak zaten müceddidin işi. Burası anlaşılmışsa devam edeceğim.
Yazan:nedret__ Tarih: Eki 14, 2010 | Reply
Eğer amaç Allah’ın muradını anlamaksa zaten bu sizi yanlış yorumlara götürmez. Hatta hadisin ifadesiyle “İçtihad edip de doğruyu bulsa iki sevap var. Hata etse bir sevap var”.
Bu söylediğiniz düşüncenize tam ters. Doğru birdir yanlış yapsanız da yani Yaşar Nuri yanlış yapsa da 1 sevap var. Kendi kendinizi yalanlıyorsunuz.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 14, 2010 | Reply
nedret bey,
Ben 17.yüzyılda ortaya çıktı zannediyordum halbuki.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Modernite
Gerçekten ayrı telden çalıyormuşuz!
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 14, 2010 | Reply
Tersinden yazayım, belki böylece anlaması daha kolay olur. Herkes kendisi için içtihad edebilir. Başkasına teşri edemez. Amacı murad-ı İlahiye ulaşmak olmayan adam hata yapsa da, doğru yapsa da günahı var. Çünkü ameller niyetlere göredir. Namazı jimnastik niyetiyle yapan adamın namazdan anladığı neyse Kur’an’daki İslam diye sağa sola höykürüp egosunu şişirmeye çalışan adamın içtihadından hasıl olan netice de aynıdır. Tabi namazı spor niyetiyle kılan adamın zararı sadece kendisine. İçtihad eden adam ise kendisine her tabi olanın günahını yükleniyor.
Daha açık nasıl anlatabilirim bilemiyorum.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Eki 14, 2010 | Reply
Katılımcılar bağışlasın,meramımı anlatmak adına biraz konunun dışına çıkacağım.
Mesela aklıma ilk etapta şu soru geliyor:Acaba farklı dinlere mensup ülke ve topluluklarda da bizimkine benzer dini tartışmalar mı yaşanıyor?
İlahiyat alanına giren akademik çalışmaları,makaleleri kasdetmiyorum.Yani bizdeki gibi futbol tartışmaları formatında tv.lerde magazinleştirilerek mi tartışılıyor dini mevzular?
Ha,tartışılmasın demiyorum.Her şeyi tartışalım.Fakat kendi içinde tutarlı olması kaydıyla.Yani birisi çıkıp reenkarnasyondan konuşsun,bir diğeri dini inancın soyut bir kavram olduğundan dem vursun ya da birbirinden farklı felsefi görüşler ortaya atılsın…Gerekirse inançsızlık düşüncesi de(bizdeki karşılığıyla ateizm)tartışmadaki yerini alsın,bunu sorun yapmayalım.Hepsi iyi hoş.Lakin dediğim gibi savunulan fikirle tutarlı olması gerekir ortaya atılan argümanın.
Dolayısıyla ibadete yeni şekiller verme,hac mevsimi,oruç günleri falan değiştirme önerileri;kader,cennet-cehenem,ahiret vb.ne reenkarnasyon yorumları getirilibilir.
Ucu başı olmaz bu işin.Birer fikirdir,tezdir.Ortaya atılır,antitez getirilir.Katılır veya katılmayız,bir ikna zemini oluşur veya oluşmaz.
Sonuçta insanların zihin ve inanç dünyasıdır.Pranga vuramazsanız,kelimelerle her şeyin yerini değiştirmek,deyim yerindeyse yeniden modife etmek gayet basit.
Ne yaparsınız?Madem izdiham olmasın diye hac mevsimi değiştirilebilir,bir sürü maddi külfet getiriyor diye “daha yararlı amaçlara harcansın”diye ortaya bir tasarruf fikri atar toptan kaldırılması da önerilebilir!Öyle ya,işin içine akıl ve rasyonalite girince yap boz,ilave yap,eksilt,yeniden şekil ver…Sınır yok!Oruç da öyle,namaz da,kelimei şahadet de.Oruç sıcak ve uzun yaz günlerinden kurtarılıp kışa getirilecekse,”ne diye boşuna eziyet çekiyoruz”deyip bambaşka bir şekle sokar ya da topyekün kaldırılıverir,”gereksiz”liğine kanaat getirilir!Gerekçe de sunulur:önemli olan nefsin terbiye edilmesidir der geçilir.Namaz keza;vakit,rekat gibi kurallara takılıp kalmak yerine sabah bir,akşam bir 45 dakkika tempolu yürüyüşle değiştirilir!Kelime-i şahdet ise “nasılsa kalben inanılmış”diyerekten külliyen ihtiyaç duymaz!
İyi de bunların islam diniyle,kurallarıyla ne ilgisi var?Neden islam inancıyla ilşkilendiriliyor?sorun burada.Mantık silsilesiyle yön verilecekse anlarım,kişi yaşamına karşılık gelecek türlü fikri tasarruflara sahip olabilir.?Ha,islam adına yapıldığında da birilerinin kolayına geldiği için kabul de görür.Lakin ordan burdan kırpma işi belki bir fikirdir ama bunun islamiliği,dini yönü,ilahıyatı kalmaz başka bir şeye dönüşür.Faize bir kulp,harama başka bir kulp.Olmadı kötülük etme özgürlüğü de icad edilir ve toptan hayat kolaylaştırılmış olur.
İşte bu noktada itirazım var.Benim gibi dini inancı gelişmemiş biri kendine yukarıdakine benzer bir pusula belirler ve yaşamını bunun üzerine kurar.Günahı,sevabı,sorumluluğu…her ne ise üstlenir.Yani yaşam felsefesi bu doğrultudadır,bir şeylere inanır veya inanmaz.İbadet gereksinimi kendince başka pratiklerde arar,reenkarnasyona inanır ya da maddeciliğe.İdalist olur,realist olur,evrim teorisine inanır ya da metafiziğe.
Dolayısıyla müslümanlık iddasında olup da bu tür revizyonlarda bulunmanın mantığını anlayamıyorum.O gereksiz,bu değiştirlebilir,şu inanç şekli sorgulanabilir deniyorsa bu nispeten anlaşılabilir.Zira kişi kendince doğru olduğuna inandığı şeyi diliyle ikrar etmese de kimseye bu algı ve düşüncesinden ötürü hesap verme zorunluluğu yoktur.Sonuçta kendi benimsediği yoldur ve hiçkimse bu düşünceleri silmeye ya da engelemeye vakıf değildir.İnanç bir iman işidir;nasıl yön verileceği kişinin insiyatifindedir ve bu insiyatifin sınırları da kalpte,benlikte başlar,orada biter.Yani fiziki sınırlar/yasaklar konsa da insan denen varlığın iç dünyasını sınırlamak mümkün değildir.Engel de konamaz.Kısacası kendi tercihidir,nasıl inanacağına ancak kendisi karar verecektir.
E peki Beyaz hocanın başını çektiği medyatik takımı nereye koyalım?Bu adamlar ilahiyat pröfesörü,islam alimi diye yola çıkıyor ama en pespaye,en cıvık magazin programlarında arzı endam ediyorlar.O halde çıkıp adam akıllı dini sorgulayıp karşı çıksınlar.En azından böyle bir tavır daha dürüst ve tutarlı olur.Ne diye dini tekellerine alarak buduyorlar ki?Yani öyle islam alimi ayaklarıyla ortalıkta zırvalamakla olmuyor bu işler.Ve sanırım dünyanın hiçbir ülkesinde,hiçbir inanç topluluğunda bu denli sulandırma,ikiyüzlülük,kepezalelik yaşanmıyordur.
Bu bağlamda Ekrem beyi yürekten kutluyorum.Bu soytarılara birilerinin söyleyecek sözü olmalıydı ki Ekrem bey de bunu yapmıştır.
Sonuç olarak İslam kisvesi altında saçmalayıp kesesini dolduran ucube tiplerden gına geldi.Adamlar resmen,içini boşaltarak/saptırarak dini çıkarlarına alet ediyorlar.Üstelik toplum enayi yerine konarak pervasızca yapılıyor bu.Bu şaklabanlar ortalıkta cirit atıyorken bence sorgulanacak bir şey varsa o da bu pespaye,istismarcı zihniyet merkeze alınarak yapılmalı.Yoksa Ekrem beye, gerçekleri söyledi diye din dersi vererek olmamalı.Bırakınız insanları inancı kendisini bağlasın,kim olursa olsun,neye inanmışsa inansın.
Din dersi vermeye pek de hevesli olanlara sormak lazım:Siz ortalıkta alim diye geçinen sahtekarlardan haber verin:yaptıkları doğru mudur değil midir?Sorgulamaya bir de buradan başlamayı deneseniz diyorum.Din istismarcılarına işaret edilirken savunmaya geçip gocunmanın manası nedir doğrusu anlamış değilim.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 14, 2010 | Reply
Aziz bey,
Sakın yanlış anlaşılmasın. Ben bu adamlar çıkmasın, konuşmasın demiyorum. Elbette fikirlerini özgürce ifade edebilmeliler. Ama Tuğrul bey’in bahsettiği gibi modernleşmenin etkisiyle insanlar dinle bağlarını giderek daha fazla minimum düzeyde tutmaya çalışıyorlar. Bütün dünyada böyle bir trend var. Yani fazla ibadeti, mükellefiyeti olmasın, ama ruhsal boşluğumu doldursun. Günlük yaşantımda bana ayak bağı olmasın, imajımı bozmasın ama mevzusu açılınca o konuda mangalda kül bırakmayayım, iki satır öğrendiğimle de havamı atayım.
Bir dini mensubiyeti olmayanlar bile bu sahtekarlığı farkediyor. Daha önce sitede bir yazıda vardı bu hikaye: “… ateşe tapan zata demişler ki, “Ne kadar zaman böyle yaşayacaksın, gel Müslüman ol, şehadet getir…” O da demiş ki; “Ben şehadet getirdiğim zaman, sizler gibi mi olacağım, yoksa Bayazıd-ı Bestami gibi olabilecek miyim? Yani ben bir kere şehadet ettiğimde, hemen Bayazıd-ı Bestami gibi olabilecek miyim?” deyince, demişler ki; ” Hayır, olmaz, sen imana gelirsin ama, Beyazıd-ı Bestami Hz. çok büyük bir zattır, o fevkalade bir zattır, bizim ulumuzdur.” Bunun üzerine; “Sizler gibi olacaksam, aynı kalmaya razıyım” diyor Mecusi…
Şimdi bu “Türkçe Kur’an”, “ona cevaz buna cevaz”, “o şirk, bu şirk”çi ilahiyat profesörlerine bakıp kim şehadet getirir ben bilemiyorum…
İslam’dan ne kadar çok bahsedersek o kadar çok dindar oluruz gibi bir aldanma var. Din’in insanın üzerinde ayna gibi parlaması lazım değil mi halbuki? Tevazu, cömertlik, feragat, fedakarlık, incelik, hilm, takva, sevgi, şefkat… İnsanı “insan” yapan, Allah’ın halifesi makamına yükselten bu aynalık vazifesi değil mi? Bir velinin sözüyle “insan ona derler ki iç dışa çevrildiğinde utanılacak bir şey olmaya…”
Birçok agnostik, kendisini müslüman olarak gören bu insanlardan daha çok anlıyor din’in ne olduğunu. İman ile paranın kimde olduğu belli olmaz diye bir söz var. Mahşer yerinde iç dışa çevrildiğinde çok büyük sürprizlerle karşılaşacağımızı düşünüyorum.
Modernizme o kadar eklemlenmişiz ki, “leküm diniküm veliye’din” sırrını anlayamıyoruz. Karşı olduklarımızla kendimizi konumlandırdığımız bir müslümanlık bu. Sürekli nefsimizi, egomuzu besleyen bir şey, din değil bu. Din bu değil.
Yazan:ç-z Tarih: Eki 14, 2010 | Reply
“leküm diniküm veliye’din” sırrını anlayabilmek için bilmeden ahkam kesen gibi de anlaşılmadan ifade edebilmeyi umut ettiğim bir sorum olacaktı. Egoyu besleyen şeyin din olmadığını yazmışsınız.
Sizce din insanın üzerinde parlaması lazım gelen mi? Yoksa tevazu, cömertlik, feragat, fedakarlık, incelik, hilm, takva,sevgi,şefkat…gibi insanı “insan” kılacak yönleri açığa çıkartmak için izlenmesi gereken yol mu?Dinin tavsiye edip,yasakladıkları insanın, insanlığına ulaşıp,muhafaza edebilmesi için yaptığı bir tür temizlik değil midir?
Mesnevi’de, Çinli ve Rum ressamlarla aracılığı ile anlatılandaki gibi. Rum ressamlar duvarı ayna gibi olana kadar parlattılar. Parlatmayı nasıl ne ile yaptılar?
Din insanın üzerinde ayna gibi parlaması beklendiğinde birileri çıkıp onu “kostüm, rozet, nişan gibi” üzerine iliştirmez mi? Parlamakta olanın parlaklığı ile yetinip, cilalamayla uğraşmamak!
Dini bir tür aksesuar gibi takan, kostüm gibi giyen, “takabilen/giyebilen” olduğunu düşünerek egosunu beslemiş olmaz mı?
İnsanın üzerinde parlayarak görünmesini beklediğimiz mi din yoksa insanı halife sıfatına uygun parlaklığa ulaştıran mı din?
İnş.anlatabilmişidmdir!
Yazan:Tuğrul Paşa Tarih: Eki 15, 2010 | Reply
Sn Ekrem bey…
Estağfirullah efendim.
Zat-ı aliniz gibi değerli insanların yanında acizane bir şeyler karalamaya çalışyoruz.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 15, 2010 | Reply
ç-z,
Çok güzel bir tespitte bulunmuşsunuz. Din de kişinin elbise gibi üzerine giyip taşıyacağı bir şey ise bu da egoyu besler. Bu yüzden giyilen şeyi bir ayna olarak olarak tarif etmişler; artık giyilen bir şey mi desek, yoksa zaten üzerinde mevcut olup parlatılan bir şey mi desek oraya aklım ermez. Bir kudsi hadiste “Mümin Mümin’in aynasıdır” diyor. Cumartesi günü dersine bir flashback yapalım. Ne ifade ediyor bu kudsi hadis?
Aslında yaratılma sebebimiz aynalık. Cenab-ı Hak, kendi güzelliğini aksettirecek bir ayna yaratmak arzu etti ve insanı yarattı. Allah’a en mükemmel ayna da kerremna tacının sahibi, Habib-i Ekrem Muhammed Mustafa’dır (S). Neyse şimdi bu konuya girip çıkamamak tehlikesi var. Bunlar sohbet ehli büyüklerimizin anlatacakları şeyler. Burada site yorumlarında geçiştirilecek şeyler değil. Sohbetten nasibi olan mecrasını bulur.
Katkınız için teşekkürler.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Eki 15, 2010 | Reply
Ekrem bey,
Est.düşünce hürriyeti konusundaki tutumunuzdan asla şüpheye düşmedim;ne bu yazınızda ne de ilgiyle takip ettiğim diğer yazı ve yorumlarınızda.Bu yönden müsterih olun sizi gayet iyi anlıyorum.
Ayrıca bu yazınızda bizlerle paylaştığınız tesbitler konusunda sizinle hemfikirim zaten.Ben de düşünce ve ifade özgürlüğünden yanayım.Sadece çarpıtmaya,-bilerek ya da bilmeyerek -insanların yanlış yönlendirilmesine karşıyım.Hele bu yönlendirme bir takım egolara alet ediliyorsa.
Kısacası,istismar boyutu beni rahatsız ediyor.Aslında kişisel olarak rahatsızlık duymam da belki bir itiraz gerekçesi teşkil etmiyordur.Sonuçta katılmadığımız her bir görüş beğenmesek de bir fikirdir.Lakin mesele sizin,benim tepkimle sınırlı kalmıyor.Bu yönlendirme gayreti toplumu olumsuz yönde etkileyerek hukuki bir dönüşümün önünü tıkıyor.Adeleti engelliyor.Hak ve hukukun üstün kılınması önünde bir barikat oluşturuyor.
Misal başörtüsü yıllardır çözümsüzlüğe terkedilmiş bir sorun olarak dayatılıyor bu topluma.Paranoyak bir kaç rejim kaçkınının keyfiyetiyle insanlara zulm ediliyor,hakları ellerinden alınıyor.Öyle bir raddeye ulaşmış ki,başörtüsü adeta ülke güvenliğiyle,rejimle vs.ilişkilendirilerek bir tehdit unsuru olarak lanse ediliyor.Peki bu köhnemiş zihniyete can veren,sürekliliğini kısmen sağlayanlar kimlerdir?
Hadi kendilerini toplumun inancından,dininden,ahlakından sorumlu tutan,kendilerini ülkenin tek sahibi ve yetkilisi gören “rejim bekçileri”neyse de,islam alimi geçinen zatlara ne oluyor?Topluma enjekte edilen türlü korkuları yatıştıracak,toplumu uzlaştıracak yerde en azılı jakobenin diliyle konuşuyor bu zatlar.Ellerinden gelse örtünmenin Kur’an’da yeri olmadığını ıspatlayacaklar.Ne için?Elbetteki rejimden nemalandıkları için.Bu yaltaklanma nedensiz değildir.Kişisel hırs ve çıkarları bu sapkınlığa itiyor böylelerini.Alim,ilahiyat profesörü sıfatı ve bunun sağladığı ikna gücüyle habire zulmü meşrulaştırıyor bunlar.Kafayı ideolojilerle yemiş islamofibiklere de gün doğuyor tabi.Canlarına minnet,zaten kör ideolojilere saplanıp kaldıklarından dine/inançlılara düşmanlar,eh din bezirganları da onların telinden çalınca tablo tamamlanmış oluyor.Dolayısıyla,bu kafa karışıklığı çözüm bekleyen sorunların aşılmasında bir handikaptır.Önümüzde bekleyen tüm sorunların temelinde bu “toplum mühendisliği”yatıyor.Ki,alim geçinen zatlar bu mühendisliğin dini ayağıdır.
İşte ben bu anlayışa karşıyım.Kişi kendisiyle sınırlı tuttuğu sürece inancında,fikrinde hürdür.İstediği kadar dini yaşamına uydurmaya çalışsın,modernizmin nimetlerinden(!)yararlansın.Ama o nimetlerden faydalanayım derken manipülasyon yoluyla her türlü adeletin,eşitliğin,insanca ve onurluca yaşamın önüne takozlar koyuyorsa iş bireysellikten başka bir mecraya kayar.Zira toplumumuzun büyük bir kesimi bu adamları yol gösterici bilirler.Yaşar Nuri ve benzerlerinin yaptığı da işte bu duyguları sömürmektir.Statükoyu dini söylemlerle ayakta tutma bekçiliğne soyunmuşlardır.Sakat olan anlayış da budur.
Biri kalkıp komünizm adına başka telden çalsa tepkim yine aynı olacak.Liberalizmi başka bir kılıf altında sunsa yine öyle.Kısacası beğeniriz beğenmeyiz her fikir,inanç ya da ideolojinin savunucusu önce kendi içinde tutarlı olacak,samimi olacak.Böyle olacaksa günün 24 saati dini de konuşalım,siyaseti de.Ne varsa sorgulayalım,derinleştirelim,daha ileriye taşıyalım.Bunu yapalım ki hakikate,doğrulara ulaşalım.Ama öyle kendine yontarak değil.Bu adamlar maalesef bu yönde epey kuşku yaratıyor kafalarda.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 15, 2010 | Reply
Aziz bey,
Fevkalade açık bir dille anlatmışsınız ve çok doğru bir noktaya parmak basmışsınız. Bu profesörler sisteme entegredir, kendilerinden beklenileni yaptıkları için sürekli göz önünde tutuluyorlar. Bunu anlamak için destekleyicilerine ve alkışlayanlarına bakmak kafi. Başörtüsü konusundaki tavırları çarpıcı bir örnek haklısınız. Onurlu bir insanın, ortada bu haksızlıklar varken ekran ekran dolaşıp “başörtüsü İslam’da yoktur” diye fetva vermek yerine; “bu haksızlıklar ortadan kalkana kadar bu mikrofona konuşmayı reddediyorum” diyebilmesi gerekir. Çünkü mesele İslam’da başörtüsünün olup olmaması değil; mesele bu haksızlık ortadayken nedret beyin tabiriyle “kimin değirmenine su taşıdığın”dır.
Dün Ülke TV’de bir programa denk geldim, tekrarı olursa izleyin. Güzel bir söz vardı: “Aldanmak, aldatmaktan daha aşağılıktır” diye. Yalanın, ikiyüzlülüğün kokusunu yüz metre öteden alabilmeli insan. Muhabbetsiz, zevksiz bir din anlatıyor adam. Din bile değil, anlattığı kendisi. “Ebu Hanife’nin okuduklarını ben de okudum, ne yani!” diyor adam. Okumuşsun ama hiçbir şey anlayamamışsın ki. Din, ilimle caka satmak değil. Bilmekse önemli olan oryantalistler senden, benden daha iyi biliyorlar İslam’ı. Bunların eline versen İslam’da ilk yapacakları değişiklik ruhban sınıfı ihdas etmek olur, sonra da kendilerini papa ilan ederler.
Yazan:nedret__ Tarih: Eki 15, 2010 | Reply
Size inat sizin gibilere inat sigdusunce.com diye bir internet sitesi kuracağım o zaman demokrasiyi, liberalliği, çoğulculuğun ne demek olduğunu anlayacaksınız. Siz yobazsınız kusura bakmayın, taasupçusunuz, ama işinize gelince yani bir şey size dokunursa liberal kesiliyorsunuz.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 15, 2010 | Reply
nedret bey,
Valla çok isabet olur. Sitenizin ilk yazısı da “İmam Şafii de modernistti” olsun, yakışır! Nedense bize liberalliği, çoğulculuğu hep faşistler anlatmaya çalışıyor. Siz biraz tahammüllü olmayı öğrenin. Bir papazın güzel bir sözü var: “Don’t raise your voice, raise your argument”. Biraz daha okuyun, kendinizi geliştirin, farklı insanlarla birarada olun, ufkunuz açılır. Bir de “taassupçu” denmez, mutaassıp denir, güzel Türkçemizi katletmeyelim lütfen.
Yazan:durhat Tarih: Eki 16, 2010 | Reply
@nedret,
zahmet edip site kurmanıza gerek yok.demokrasi,çoğulculuk vs.den ne anladığınızı gayet güzel izah etmişsiniz.eminim her okuyan;demokrasi ve çoğulculuk konusunda feyz alacaktır bu engin görüşlerinizden:)
yalnız sorması ayıp,çoğulculuk/demokrasi biraz da farklı görüşlere tahammül göstermek değil midir?siz daha kendi düşünceleriniz dışındaki farklı görüşleri sindiremiyorsunuz.bu hazımsızlıkla mı demokrasiyi anlatacaksınız?
kusura bakar mısınız,bakmazsınız bilmiyorum ama bu tutum çoğulculuktan maada faşizmi çağrıştırıyor bilesiniz.
tenzih ederim faşistsiniz demiyorum ama demokrasi ve çoğulcu düşünceye örnek olma iddasındaysanız bence ekrem beyin söylediği gibi tahammüllü olmayı öğrenmekle başlayın işe.
yanlış anlamayın benimkisi sadece bir tavsiye.bu naçizane tavsiye,çoğulcu anlayışınıza ters düşmemiştir umarım.
Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Eki 16, 2010 | Reply
Türkiye’de sizin mezhebe mensup olmayıp da ‘yobaz’ olmayan var mı?
Bence yok.
Çünkü sizin mezhebiniz ‘yobaz’ olmayan yegane mezheptir.
Dolayısı ile belirtmenize hiç gerek yok.
Türkiye’de iki tür insan yaşar zaten: Kemalciler ve ‘Yobazlar’.
Biz ‘yobaz’ olalım, kemalcilik sizin olsun.
Yazan:OLCAY kılıç Tarih: Ağu 17, 2012 | Reply
evrim teorisi deyişini kullanmayın kullanılan kelimeye yazık için fiziki boyutu tamamen uydurma olmasına rağman manevi boyutu açısından değinilmeyen bir savsatadır:bir kaç somut olayla anlatacak olursam maymunda da olması gereken maneviyet,akıl,düşünme takva,şuur,ölecegini bilme yaşadığının farkında olma,zamanı kavrama,yaşamı idrak etme……..v.s gibi insanda olan bu özellikler nasıl gelişmiştir.MAYMUN denilen zavallı hayvandan bunlar nasıl evrimleşmiştir?bir sorun bakalım evrimci zebatlara……
Yazan:leyl Tarih: Nis 24, 2013 | Reply
Ekrem Bey, ben sol görüşlü (solun ateşli kısmında) bir arkadaşıma islami anlatan bir kitap almak istiyorum. çünkü gerçek islamı bilmiyor. din adına yapılan her türlü kötülüğü, kadınların aşağılanmasını gördüğü için aklına başka bir tasvir gelmiyor. sizin kitabınızı böyle bir araştırma yaparken gördüm. arkadaşıma faydalı olabilir mi ilk defa böyle bir kitap okuyacağı için başka bir tavsiyeniz var mı?
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 26, 2013 | Reply
Sevgili leyl,
Yukarıdaki 53 kitap indirin linkinin altındaki Mehmet Yılmaz kitaplarını, özellikle Derin İnsan’ı ve yine aynı sayfanın altındaki Ahmed Yüksel Özemre’ye ait kitapları haddim olmayarak tavsiye ederim.
Yazan:leyl Tarih: May 3, 2013 | Reply
sağolun Ekrem Bey. yalnız netten bakıyorum ama bir türlü derin insan kitabının satışını yapan biryer bulamadım. Yine de büyük kitapçılarda arayım. Tekrar teşekkür ederim.
Yazan:my Tarih: May 3, 2013 | Reply
sayin leyl, kitabi e-posta adresinize yolladim
bir aksama olursa bu linkten indirebilirsiniz,
http://www.derindusunce.org/img/derin_insan.pdf
kitaplarimizin tamami ücretsiz ama DD ekibi ve okurlari için bir dua ederseniz itirazimiz yok 🙂
Yazan:Ekrem Tarih: Şub 23, 2015 | Reply
Halkı dinî bakımdan bilgilendirme ve irşâd etme iddiası ile ikrah ettirici bahisleri “dinî mesele” diye gündeme getiren ve “din bilgini”, “İslâm araştırmacısı”, “bilmemne âlimi” gibisinden unvanlar takınıp saçmalayanlar mevcut, hattâ bunların sayıları giderek artıyor.
Ama aynı işi aksi tarafından yapanlar da var!
Asırlardan buyana riayet edilmiş bazı kuralların yanlış olduğunu iddia edip “Gerçi öyle biliyorsunuz ama işin aslı öyle değil, böyledir! Falanca işin yapılması, siz yasak zannetseniz de İslamiyet’te günah falan değildir! Feşmekân bahisler eskiden hep yanlış anlaşılmış ve hatalı yorumlanmıştır, dolayısı ile geçmişteki ulemanın söylediklerine bakmayın, benim dediğimi yapın!” diye konuşup gazete sayfalarında ve ekranlarda arz-ı endâm edenlerden bahsediyorum.
HARAMI FARZA ÇEVİRMEK
Birkaç örnek vereyim:
Hazreti biri çıkıyor, “Kur’an, kadınların başlarını örtmelerini emretmez” buyuruyor… Bir diğeri “Ölene dua falan edilmez, vaktinizi boşuna harcamayın” diyor,
Beriki “Hanımlar ibadetlerini belli günlerinde de yapabilirler, mahzuru yoktur”, “Cihad denen şey din yolunda savaş değil, savaşı önleme politikasıdır”, “Ramazan bir ay değil, sadece bir gündür; dolayısı ile oruç sadece bir gün tutulur” gibisinden Karakuş’u bile kahkahadan devirecek fetvalar veriyor.
Bu fetvalara geçen gün bir yenisi daha ilâve edildi: Hazreti Muhammed’in resmi çizilebilirmiş ve çizimde yüzünü göstermenin mahzuru yokmuş!
Dikkat ederseniz, böyle nevzuhur fetvaların hep aynı temelde verilmiş olduklarını görürsünüz: İfrat yahut tefrit çizgisinde! Bir kesim Vehhabîleşmiştir, camilerde değil Peygamber’in, ilk dört Halife’nin ve Hazreti Hasan ile Hüseyin’in isimlerinin yazılı olduğu hat levhalarının bile kaldırılmasını ister, hattâ asırlardan buyana okunan ilâhilerin güftelerini “küfür” sayar… Diğer kesim ise zamâne Martin Luther’i olmuş, haramı farza, farzı da harama çevirme hevesine kapılmıştır.
Aslında değil, hem de hiç değil ya, bu zevâtın söylediklerinin bazılarının doğru olduğunu kabul edelim…
1400 SENE CAHİL Mİ KALDIK?
İşte burada unuttuğumuz çok daha önemli bir husus var: Din bir kaideler manzumesi, yani kurallar bütünüdür ve uygulamada kuralların yanısıra geçmişi asırlar öncesine uzanan geleneklerin yeri de çok önemlidir. Geleneğin temeli, meselâ üzerinde peygamberin yahut din büyüklerinin isimlerinin yazılı olduğu bir hat levhasının camiye veya mescide asılmasının sebebi o isme tapınma değil saygıdır; levhanın eskilerin tâbiri ile “muhabbeti arttırma vesilesi” olmasıdır. İlâhî emir gelenekle biraraya geldiğinde inancın yanısıra “kimlik” hâlini alır ve şimdi kalkıp da “Size şunu sakın haaa yapma diyenler hata etmişlerdi, yasak dediklerini yapmanızda bir mahzur yokur!” gibisinden ahkâm kesenler kafaları karıştırmalarının yanısıra yerleşmiş kimlik ile de oynamaktadırlar.
İnanırsınız veya inanmazsınız, sadece size aittir ve zamanı geldiğinde sizinle hesap soracak arasında olan bir meseledir…
Ama, asırlardan buyana devam edegelen itikadı ve gelenekleri değiştirmeye çalışmanın bir başka mânâsı daha vardır: Adamlar “Bu kuralları koymuş olan geçmişin âlimleri aslında öyle dinden falan anlamazlardı. Çoğu cahildi; Kur’an, hadis, vesâireyi bilmezlerdi, dolayısı ile 1400 senedir pekçok şeyi hatalı yorumladılar ve sizlere de yanlış öğrettiler, işin doğrusunu şimdi bizden öğrenin” diyorlar!
14 asırdan buyana devam eden karanlık bunların sayesinde sona erecekse nûra gel nûraaaaaa!
Kaynak: http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1035899-zamane-fetvalari