Başörtüsü, Kadın, Eşitsizlik
By Fatma Sancak on Eki 11, 2010 in Akıl, Başörtüsü Yasağı, vicdan, Yobaz Laikler
Başörtüsü yasaklarının gündeme geldiği günlerden, bu günlere kadar geçen zaman içerisinde sadece yasak uygulamalarında eğitim ve çalışma hakkı (hizmet alma- hizmet verme) engeliyle mücadele etmek zorunda kaldığımız-kalındığı zannediliyorsa; sadece yasağın yıprattığı değil, üzerine yazan-konuşanların da yıprattığı bir süreci yaşadık. Hem haksızca ve bir dönem hukuksuzca uygulan yasakların gölgesinde bir yaşam, bir varlık oluşturmaya çalışmak, hem de yok sayma siyasetinin şekil değiştirmiş bir tezahürü olarak ‘ başörtülü kadına ‘ yönelik sorular, ortaya bir başka yok sayma gayretini çıkardı. Kamusal alanın başörtüsü nedeniyle ‘ görünmez ‘ ilan ettiği kadınlar, sivil ağızların soruları ve yönlendirme çabaları ile ikinci bir noktada ‘ düşünemez ‘ ilan edildi.
Bir başörtüsü mağduru olarak, benim için hangisi daha yıpratıcıydı derseniz, elbette ikinci uygulama. Yasağın hukuksal süreci, başörtülüleri yok sayma gayretindeyken aslında bir tehlike olmadığı halde, başörtülüleri bir tehlike olarak kabul ediyor, bu durum başörtülü bireyi ister istemez korkulan imajı nedeniyle güçlü kılıyor. Ayrıca bir başka açıdan başörtülü tercihi kamusal alan sınırları içerisinde kabul etmese dahi, bir başörtülü kadın varlığını kısmen tanıyor. Ancak bahsettiğim ikinci tutum, başörtülü kadını yorumlarken; düşünme yetisinden yoksun, din ve erkek güdümünde bir hiç, dinini dahi anlamayı başaramamış, siyasi olarak kullanılan bir madde olarak tanımladığı için bu yok etme çalışmaları arasında çok daha ağır hasar bırakabiliyor.
Peki, toplumda kadın varlığının altını çizmeye ve yaptırım gücü mevcut bir kadın yaratma gayretinde olan kadınlar, bu tutumlar ile aslında erkek egemen toplumun kadına uyguladığı baskıyı ve geri itmeyi başörtülü kadınlara neden uyguluyorlar?
Başörtüsü meselesinin gündeme gelmesiyle birlikte, yasağa karşı çıkanlar, yasağın devamlılığının gereğinde ısrar edenler olduğu kadar, ‘ ne yasak- ne şeriat ‘ başlığında üçüncü yolcular ve özgürlük başlığı ve din başlığında çeşitli sorular ile ‘ başörtüsü takabilirsiniz ancak bunun dini bir gerekçe olmadığının fakında değilsiniz ‘ diyenlerin oluşturduğu kesimler hemen ayrışmaya başladı. Son başlıkta örnekleyeceğim somut isimler, Prof. Dr. Meryem Koray ve Taraf yazarı Nilüfer Kuyaş.
Başörtüsü yasağı başlığında Meryem Koray ve Nilüfer Kuyaş özelinden devam etmek istemiyorum ancak benim de yazarı olduğum küyerel.com sitesinde, ‘ Türban- kadın- eşitlik ‘ başlıklı yazısının içeriği aslında bu yasağın halen devam ediyor olmasının nedenlerinden biri olarak -her ne kadar ‘ başörtüsü ile üniversiteye girebilirsiniz ‘ demiş olsa dahi- kendini gösteriyor. Zira bir yasağın karşısında olmak ile o yasağın gerekçelerini haklı göstermek arasında dağlar kadar fark vardır. Bir tercihin (başörtüsü) gereksizliğine vurgu yaparak, o tercihin kabul görmesini beklemek mümkün değildir. Aynı hataya düşen Nilüfer Kuyaş ise Taraf gazetesinde, Koray’ın yazısının vasatlığını yakalayabilecek derecede durumdan bihaber görüş belirtmiş.
İlk sorun bir tercih olarak başörtüsü kullanan kadınların kendilerini ifade ederken ‘ başörtüsü ‘ tanımını kullanmalarına karşın, başörtüsü yasağının devamından yana olanların, bilinçli bir şekilde seçtiği ‘ türban ‘ tanımını kullanarak, ilk hitapta dahi, başörtülü kadınları kendi ifadeleriyle dahi yok saymakla başlıyor. Ayrıca siyasi bir simge olduğunun kuvvetlenmesi sağlanıyor. Dolayısı ile başörtüsü tercihinde bulunan kadın ilk olarak, kendi tanımlarıyla kabul görmediği anda ‘ ötekileştirilmeye ‘ başlıyor. Kendini modern, laik, var gören kadın; başörtülü kadını kendine göre tanımlayarak, en baştan yok sayıyor.
Bir başka sorun olarak başörtülü kadın, siyasi bir parti olan Ak Parti ile ilişkilendirilmeye ve hatta cemaat-tarikat yaftasına maruz kalıyor. Başörtüsü yasağı nedeniyle dahil olamadığı siyaset, siyaset yapma hakkı elinden alınmış olan başörtülü kadın bir siyasetin parçası olarak kabul edilip, ikinci bir kez muhatap alınmamaya çalışılıyor. Üstelik bunu yapanlar cemaat nedir, tarikat nedir ayrımında her hangi bir fikre dahi sahip olmayacak, toptancılık yapabilecek kadar dini yapılanmalar konusundan bihaber, bu konuyla alakalı olarak vasat, zayıf zihinler.
Bir başka sorun rol kapma gayretiyle gündeme geliyor. Özellikle 28 Şubat süreci sonrası baskın bir şekilde uygulanan kamusal alan ve sosyal yaşam kısıtlamaları (sosyal hayat içerisinde başörtülü kadınlara yapılan hakaretler; apartman yaşam kontratlarında ‘ başörtülü giremez ‘ ibaresinin yer alması) sonucunda, her türlü eylem ile yok sayılmaya, yok edilmeye çalışılan başörtülü kadının, bu yaşadıklarının görmezden gelinmesi yetmiyormuş gibi hiçbir örneği olmamasına rağmen ‘ acaba bu kadınların varlığı benim varlığımı yok eder mi? ‘ kof kuruntusundan kaynaklı olarak, kendi varlığını başörtülü kadının varlığının önüne koyma ve olmayan bir zulme karşı, olan zulmü örtüp kendini koruma, başörtülü kadından rol çalma çabası kendini gösteriyor. Yok sayılmanın ağırlığı ile mücadele ederken, yok sayılmayanların garantisi gölgesinde kalmak. Bunu her fırsatta ‘ eşitlik ‘ diye bağıranların yapmasından daha trajik bir şey olabilir mi? Susturulan kadınlara karşın, hizmet alma-hizmet verme hakkına sonuna kadar sahip kişiler, yani konuşabilen kişiler nasıl oluyor da, ‘ susturmaya çalışanlar ‘ gibi bir savunmaya sarılabiliyorlar?
Bir başka sorun, başörtülü kadınların başlarını neden örttükleri sorgulamalarıyla beliriyor. Özgürlük mü yoksa dini bir gereklilik mi? Verilen cevaplar ile konu kapanmıyor zira soru cevap almak için değil, tercihinin gerekçelerini hiçlemek için soruluyor. Başörtüsünü dinden kaynaklı örtüyorsanız, dinen başörtüsü farz değil, dininizden haberiniz yok, yahut dininiz erkek egemen ve kadınları hiçliyor, siz buna ses çıkartmazken, yasanın hiçlemesi karşısında ses verir oluyorsunuz, nasıl oluyorda bu oluyor, türünden sorular birbiri ardına yaratılıyor. Başörtülü kadının özgürlük olarak, yahut dini bir gereklilik olarak tercih ettiği başörtüsü ve kendi varlığı hiçlenirken aynı zamanda dini karalanıyor. Sorgulanıyor demiyorum, özellikle karalanıyor diyorum, zira sadece bir meal karıştırmak ile dini bildim ve üzerinde söz söyleme hakkını elde ettim (herkesin dahili olsun veya olmasın, din üzerine bilerek yahut bilmeyerek konuşma hakkı, inceleme, sorma, yorum yapma hakkı mevcuttur) diyenlerin, din üzerinden konuşma hakkıyla bir sorunu olmayan başörtülüleri, din dışı bırakmaları realitesi karşısında, olması gerektiği tondan cevap vermek zorunda kalıyorsunuz. Bu noktaya dikkat çekerim, yineleyeyim; benim yahut her hangi bir başörtülünün kimseyi din üzerine konuşmaktan alı koyma gibi bir tutumu söz konusu olamaz ancak böyle bir gereklilik, dinin başörtülü birey tarafından yapılmış yorumunu hiçe saydığından, cevap hakkı doğurduğundan ortaya çıkıyor. Öyle ise, başörtülüyü dini ile birlikte karalamaya ve hiçleme yahut istediği formu vermeye çalışanlara, Kuran ve Sünnet ahlakını harmanlamalarını, Kuran diline hakim olmalarını, tefsirleri incelemelerini, konu ayet ise sibak-siyak, nüzul sebebi, Mekki ve Medeni olup olmadıkları gibi konulara ağırlık vermelerini, tefsir usulü ve hadis usulü ve hatta hatta mezhepler tarihi başlıklı çalışmaları inceleyip o şekilde konuşmaya çalışmalarını tavsiye ederim. Zira bir tarafın bilmeyen, bilmediğini bilmediği halde inkara giden, neredeyse ısrarcı cahil olmaya gittiği bir diyalogun, çözümler adına bir faydası olamaz. Çözüm isteniliyorsa, sorulan soruların ret sorusu değil, öğrenme sorusu değil, tartışabilme sorusu olabilmesi için bir meal karıştırmaktan fazlası olması gerekiyor. Bunları söylüyorum çünkü yok sayılmaya çalışılan ve hakları uzun yıllar gasp edilen, tercihli bir kadın, bir başörtülü olarak kendi dışımda bir tercihe sahip kadınların kof eşitlikçilik bağırıntılarına mukabil, konuşabilmemiz için eşitlenmemiz gerektiğine inanan biriyim. Bu nedenle din üzerine konuşma hakkımızı-hakkınızı, dinin mevcutlarını öğrendiğiniz bir tarihe kadar saklı tutuyorum. O tarih geldiğinde başörtüsü konusunun gerekçelerini, kadının din açısından yerini ve tanımını, anlayabileceğiniz bir seviyede olduğunuzda neden olmasın, elbette konuşabiliriz. Ancak bu seviyede ancak kendi kendinize konuşmak durumundasınız. Belki üzerine düşünürsünüz diye bir not gireyim; Allah’ın güya kadınları hiçe sayan, onlara eşit davranmayan tutumu olduğunu iddia eden zihinler acaba yukarıda saydığım somut, yaşanmış ve ispatlı örneklerden yola çıkarak kendi eşitsizlikleri ve göz yumdukları adaletsizlik karşısında ne düşünüyorlar?
1 Yorum
Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 15, 2010 | Reply
Çözümü zorlayan sadece “cehalet” ve “kof eşitlikçilik” yaklaşımı olmasa gerek!
Şehir içinde araç kullanmaya başlayacak yeni ehliyet/araba almışlara daha eskice olan şoförlerin yaptığı artık klasikleşmiş bazı tavsiyeler vardır. Çoğu zaman bu tavsiyelerin ehliyet yazılı sınavı için çalışılan kitapçığa “Tavsiyeler” başlığı altında eklenmesi gerektiğini düşünürüm. O kitapçıkta yazılı olan trafik kurallarının çoğu uygulanmadığı için bu tavsiyeler arabada bulunması gereken ilk yardım çantası gibi acil anlaşmazlık durumlarında çok işe yarıyor.
Herhangi bir yerde trafik kuralı olarak yazılı olmayan ama çoğunluğun uyduğu bir kural gibi çalışan bu tavsiyelerden çok bilinen bir tanesi;
-Taksi ve minibüs şoförleriyle takışma!
-Neden?
-Çünkü sen haklı olduğun için bir tanesi ile tartıştığını düşünürken daha cümleni tamamlamadan etrafının onlarcası ile çevrildiğini görebilirsin. Haklıyken, tek başına kaldığın için haksız duruma düşebilirsin!
Başörtüsünden dolayı mağdur olan pek çok insanın yazdıklarını her okuduğumda nedense aklımdan hep bu kural gibi işleyen tavsiye ve gerekçesi geçer.Yazılı olan trafik kuralları uygulanıyor olsaydı böyle bir tavsiyeye kural’a riayet eder gibi uyulur muydu?
Taraf’ta Hilal Kaplan’ın köşesinde yer verdiği(14.10.2010), üniversite öğrencisi bir başörtü mağdurunun yazdıklarını okuduğumda yine aklımdan bu meşhur kural-tavsiye geçti.
Hilal Kaplan’ın yazısının başlangıcında şu satırlar yer alıyor;
Sivil Direniş Rehberi’nden;
“Arkadaşıma DOkunma Tavrı!”
Rehber aşağıdaki satırlarla nihayetleniyor;
Rehberi okuduğumda, neredeyse mezun olmak üzereyken son sınıfta okulunu bırakmak zorunda kalan başörtüsü mağdurlarını düşündüm. Peki onlar geçmişte bu rehbere uygun davranmadıkları için mi öğrenimlerini son senelerinde bırakmak zorunda kaldılar? Yoksa onlar yazılı olan kurallara riayet etmedikleri için mi öğrenim haklarından oldular? Ya da onlar haklarını bilmedikleri için yazılı olmayan kurallar mı işletildi? Haksız oldukları için mi yalnız kalmışlardı ya da yalnız bırakılmışlardı? Haklıyken, riayet etmeleri gereken hiçbir yazılı kural olmadığı halde etraflarını çeviren bir güruh yüzünden mi mağdur olmuşlardı?
Şimdi bazıları başörtüleri ile derslerine arzu ettikleri gibi girebiliyorlar ve kendilerini özgür hissediyorlar..
Yazılı olan kurallarda değişen bir şey yok ama kızlar başörtüleri ile derse giriyor!
Hocalar yine tutanak tutuyor!
Cehalet mi giderildi yoksa kof olan eşitlikçilik bağırışlarının altı sağlam argumanlarla mı dolduruldu?
Peki değişen ne oldu?
Trafikte “yolların tek hakimi biziz” diyerek ali kıran baş kesen gibi gezen taksi ve minibüs şoförlerinin sayısı mı azaldı? Yoksa birileri olması gerektiği gibi davranıp rüşvet almayıp, ihlal ettikleri her kural için kendilerine de ceza kestiği için artık “kural dışı” olmadıklarını mı öğrendiler?