Avni’den Fırat’a; Fırat’dan Hanzala’ya
By Konuk Yazar on Eki 16, 2010 in Çocuk, Karikatür
Çocuklarla gülmek, çocuklarla hüzünlenmek…
Yayımlandığı dönemde Gırgır’ın en meşhur karakterlerinden Avni’nin bir karşılığı vardı; ezilen, dayak yiyen, saf ama kimi zaman hınzır ve kurnaz bir kenar mahalle keloğlanı. Bir çocuk-kahraman olarak dergide de müstesna bir yere sahipti. Dönüp bugün tekrar Avni’ye göz attığımızda belki sadece nostalji hevesiyle bir tebessüm kaplıyor suretimizi. “Kahkaha” karşılığı oldukça zayıfladı artik o naifliğin, saflığın; şimdi yalnızca belli bir yaş üstü gruba dâhil insanların hatıralarında kaldı. Bir popüler kültür anlatısı olarak dönemine mahsustu, dönemini anlattı ve döneminde güldürdü. Artık bir popüler kültür klasiği haline gelmiş durumda.
Fakat popüler kültür ikonlarının sıkça başına geldiği gibi kendi bağlamından kopartılıp başka bağlamlarda da dolaşıma sokuldu-tüketildi. Avni, çizilme amacında, yaratılma surecinde siyasi bir yön olmasa da belki de nihayetinde zalim padişaha, hain vezire, kudretli devlere kurnazlıkla karşılık veren saf-alaycı sevimli bir keloğlan karakteri olması nedeniyle sisteme direniş noktaları zaman zaman Avni’yi sembolleştirdi. Nükleer karşıtı kampanyalardan, ırkçılıkla mücadele kampanyalarına; savaş karşıtı yürüyüşlerden Troçkist gruplara dünyanın değişik bölgelerinde bir ikon olarak kullanıldı; örneğin Avni’nin Avrupa’daki bazı sol hareketlerce kullanılmasının hikâyesi oldukça ilginçtir:
“Birçok solcu genç gibi, 1980 darbesinden sonra Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan Yiğit Bener, Avanak Avni’yi ilk kez 1984 yılında, çalışmakta olduğu gazeteye renk katmak için kullanmış.
Avni’nin bundan sonraki macerasını Bener’den dinleyelim: ’12 Eylül’den önce ben de düzenli bir Gırgır okuyucusuydum. Darbeden sonra Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldım. Brüksel’de yaşamaya başladım. O dönemde, Dördüncü Enternasyonal’in Belçika’daki biriminin gazetesi ‘La Gauche’ta yazı işlerinde çalışıyordum. Gazetemizi kuru buluyor ve renk katmak istiyordum. Toplantılarımızda, karikatür kullanmamız gerektiğini savunuyordum. Karikatür çizecek halim yoktu. İşte o zaman bende, Avni’yi araklamak gibi haince bir fikir doğdu.’
Yiğit Bener bunları tasarlarken, Avni’nin gençlik hareketlerine mal olacağını aklından bile geçirmiyordu.
La Gauche, Dördüncü Enternasyonal’in yani dünya Troçkist gençlik hareketinin gençlik örgütü JGS/SJW’nin, ‘Sonbaharın sıcak geçeceğini’ ilan eden reklamında Avni’yi kullanınca, yıllarca orak çekiçleri, çarkları, yumrukları kullanarak kitlelere ulaşmaya çalışan sol hareket, kendisine yeni bir sembol buldu: Avni.
Yiğit Bener, Avni’nin kendi denetiminden çıkış öyküsünü şöyle anlatıyor:
‘Avni çok tuttu. Avni, iyiyi, işçiyi, sosyalist genci temsil eder oldu. Özellikle gençler arasında. Gazetede yayınlandıktan bir süre sonra baktım örgütün gençlik kolları da Avni’yi sahiplenmeye başladılar. Kendi gazetelerinde kullanıyorlardı. Derken Avni, gençlik örgütümüzün bildirilerinde de boy gösterir oldu. Artık Avni sadece Oğuz Bey’in değil benim de kontrolümden tamamen çıkmıştı. Gazete Avni’den vazgeçtiği dönemlerde bile gençler onu terk etmemişlerdi. Avni, sadece onlara aitti. Avni’yi rozetlere taşıdılar. Füzelere karşı yapılan kampanyada, Avni füzeleri tekmeyle geri yolluyordu. Bu rozetler binlerce sattı. Avni hızla çok daha geniş kitlelerin simgesi haline geliyordu. 1980 sonlarında Brüksel’de, 400 bin kişinin katıldığı barış yürüyüşünde Avni bu kez savaş karşıtlarının taşıdıkları pankartlarda yer alıyordu.’ Tınç (5/6/2005)
Ben bunla bir şey yaparım ki…
Avni’nin üzerinden çokça zaman geçti, mizah dergileri-çizgi roman tüketicileri olarak şimdi bir başka dönemde farklı bir çocuk-kahraman ile gülüyoruz, avunuyoruz; köklerini Avni’de bulabilsek bile yeni bir zamanı anlatıyor Fırat.
Fırat’ın da çocukluğunda bir taraftan televizyon ile tanışmış ve bilgisayar oyunlarına bulaşmış bir taraftan da ucundan kıyısından “mahalle”de yaşamış son nesil için (ki bu popüler mizah dergilerinin şu anki tüketicilerine tekabül eder) bir karşılığı var. Ya da salçalı ekmek yiyerek, tellerden-terliklerden kendi oyuncağını kendi yaratanlar (“ben bunla bir şey yaparım ki”) için… Bu yüzden de bu kadar popüler, bu yüzden seviyoruz Fırat’ı.
Ama Levent Cantek’in dediği gibi sadece güldürmüyor Fırat; sıkıntılarıyla, kafa karışıklığıyla, travmalarıyla hüzünlü bir katmanı da var:
“Fırat, salça ekmek yiyerek dolaşan, orta ve orta-alt sınıftan okura ‘aynı ben’ dedirten aşina bir yakınlıkta duruyor. Fırat’ta televizyonlarda, yerli dizilerde rastlanılmayan bir çocukluk betimleniyor. Edepli, psikolojisi hesap edilen, aradan çıkmamış, doğumu tasarlanmış orta ve orta-üst sınıfın çocuklarından değil çünkü. Mizah dergileri yaramaz çocukları sever; Fırat, Ömercik ya da Yumurcak değil mesela… Kötü Kedi Şerafettin, Garfield’i nasıl sevmiyorsa… Onlar televizyonun yalanı. Fırat’ın annesinden tokat(lar) yiyeceğini biliyoruz, Batı Avrupa’da olsa ebeveynlik hakları elinden alınacak bir anne karşımızdaki. Anneler, memlekete benzetilmez mi hamaset edebiyatında? Sadece ayaklarını, bazen poposunu, aralıklarla oğluna fırlattığı terliklerini gördüğümüz mutsuz bir anne işte… Yoksul, öfkeli, tahammülsüz… Fırat’ın naif komikliği onu tolere edebiliyor. “Travmayla yaşanmaz ki. Aile ailedir. Tokadı da yersin, terliği de” demiş bir röportajında Gürsoy. Büyüyünce hatırlanacak değil unutulacak küçük travmalardan söz ettiğini vurgulamış.” Cantek(20/8/2010)
Herhangi bir çocuğun yaşayabileceği, sıradan, sonradan hatırlayıp gülebildiğimiz travmalar bunlar; “banyo korkusu” gibi. Tek fark bu travmalar Avni döneminde bugünün okuyucusu için oldukça renksiz-kuru gelebilecek sade bir kâbus gibi işlenirdi.
Oysa travma aynı olsa da televizyon ve sinema ile bilenmiş günümüz tüketicisi Hollywood’dan edinilmiş bir “Hayali Arkadaş” sosu ile işlenmiş şizofrenik bir hikâyeye ilgi gösterebiliyor ancak.
Diken diken saçlar…
Bir de unutulmayacak büyüklüklerde travmalar yaşayan çocuklar var başka coğrafyalarda ve bu çocukların hikâyesini anlatan başka çizgi romanlar da var… İçinden çıktıkları toprakların taşınamaz yüklerinin şekil verdiği çocuk-kahramanlar; Hanzala gibi.
Avni’den bile yaşça büyük olmasına rağmen yeni tanıştık sayılır onunla. Daha geçen sene Türkçe bir albüme kavuştu.
Naci el-Ali’nin Filistinli kahramanıdır Hanzala, karikatür değil örselene örselene barış umudu kalmamış bir coğrafyanın doğurduğu çığlıktır. Mizah yapma gibi bir derdi olmadığı gibi zaten buna mecali de yoktur. Bu yüzden siyasi mizah yapmanın banalleşme riskinden de sıyrılır; saf mücadele haline gelir. Yaratıcısının deyimi ile gürbüz, sağlıklı, mutlu bir çocuk değildir Hanzala; çıplak ayakları, diken diken saçları, yamalı giysileri ile bir mülteci kampı çocuğudur.
Hanzala’nın çizgisinde bir olağanüstülük-çarpıcılık yoktur; paneller genellikle karanlıktır ya da gece vakti geçmektedir. Kullanıla kullanıla tükenen kavramlar oldukça yoğundur: kesilen ağaçlar – biten fidanlar, ikiye ayrılan-yırtılan bayraklar, vurulan insanlar, parçalanan bedenler, zincirler, dikenli teller, güvercinler, akan kan ve gözyaşı…
Naci el-Ali’nin karikatürleri gücünü ne çizgisinden ne de içeriğinden almaktadır aslında.
Etkisini Hanzala’nın sırtı bize dönük olarak tüm olan biteni izlemesinden almaktadır; elimizden izleme dışından bir şey gelmemesinin zorluğunu yüzümüze çarpar her karikatürde. Nadiren eline yerden bir taş alır, olup-bitene aktif olarak katılmaya çalışır ama ekseriyetle yalnızca izler. Hanzala izledikçe biz de onu izleriz; sayfalar ilerledikçe rahatsızlığımız artar.
Ve bu rahatsızlık öyle boyutlara ulaşmıştır ki yaratıcısının karanlık bir suikasta kurban gitmesine neden olmuştur.
Hanzala büyümeyecektir bundan sonra.
Olur da bir gün Filistin-İsrail meselesi çözülürse bile başka diyarlarda başka mücadeleler verecektir sırtı bize dönük olarak.
Tesadüf odur ki Avni de bilmeden siyasete bulaştığında benzer bir büyümeyen çocuk portresi çizmiştir:
“Fransızların AB Anayasası’na ‘Hayır’ dediği referandumunun ardından, bütün gazetelerin ilk sayfalarında onun fotoğrafı vardı.
Kapağında ‘Non (Hayır)’ yazan ‘Rouge (Kızıl)’ adlı dergiyi havaya kaldırmış, slogan atıyordu. Küçük bir ayrıntı, birdenbire Türk basınının dikkatini bu fotoğrafa çevirdi. Genç kızın tişörtünde, Oğuz Aral’ın tiplemesi ‘Avanak Avni’, Naziler’in de kullandığı gamalı haçı kırıyordu.
Paris Jussieu Üniversitesi’nde tarih eğitimi gören Helene Dufresne, üyesi olduğu Devrimci Komünistlerin Birliği (LCR) gençlik kolundan arkadaşlarıyla 29 Mayıs gecesi Bastille Meydanı’ndaki ‘Hayır’ kutlamalarına katılmış ve tesadüfen de o tişörtünü giymişti.
DHA, Türkiye gündemine oturan Dufresne’i Paris’te buldu. LCR’lilerin buluşma noktası La Breche kitabevinde sorularımızı yanıtlayan genç kız, tişörtü İspanya’da katıldığı uluslararası genç komünistler kampından aldığını anlattı.
‘Avanak Avni’nin, bir Türk karikatüristin kahramanı olduğunu bilmiyordu. Avni’yi ona, ‘bir türlü büyümek istemeyen, çocuk kalmak isteyen’ bir tip olarak anlatmışlardı.” Oruç (3/6/2005)
“Büyümek istemeyen, çocuk kalmak isteyen” tiplerle hem gülüyor hem hüzünleniyoruz.
Yakında Fırat’ı da siyasi bir eylemde görürseniz şaşırmayın.
Cantek, Levent (20/8/2010), “Nohut Kadar Çocuğun Şizofrenik Dünyası”, Radikal Kitap
Oruç, Saadet (3/6/2005), Milliyet
Tınç, Ferai (5/6/2005) , “Avanak Avni Avrupa’ya işte böyle çıktı” , Hürriyet
2 Yorum
Yazan:emilio santos Tarih: Eki 17, 2010 | Reply
Hanzala, ah Hanzala. Büyümeyen ve tüm insanlığa küsen Hanzala. Yüzünü ne zaman göreceğiz Hanzala
Yazan:orkun Tarih: Oca 2, 2011 | Reply
avni iyide fıratı andırmaz…