Neden şu akan kanın izi, yanağındaki çiçeğin yaprağını yırtmakta?
By Tavit Kilimciyan on Eki 17, 2010 in Filistin, vicdan
Dr. Nurit Peled-Elhanan, Eylül 1997’de Kudüs’te bir intihar bombacısı tarafından öldürülen 13 yaşındaki Smadar Elhanan’ın annesi. Aşağıdaki yazı, Nurit’in bu ayın başlarında Uluslararası Kadın Gününde Strazburg’da, yaptığı konuşmadır. Kızı, şiddetli ve ayrım gözetmeyen terörist saldırının kurbanı olmuş ve elinden alınmış annenin sözlerine lütfen kulak verin.
Konuşma:
Beni bugün buraya davet ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Burada (Avrupa Parlamentosu’nda) sizlerle beraber olmak, benim için daima bir onur ve memnuniyet vesilesidir. Ancak itiraf etmeliyim ki, buraya, benim yerime bir Filistinli kadını davet etmiş olmanız gerekirdi, çünkü benim ülkemde şiddetten dolayı en fazla acı çekenler Filistinli kadınlardır. Ve, konuşmamı, Gazze Şeridi’ndeki Bet Lahiya’da, kendi tarlalarında çilek toplarken İsrail askerlerinin beş çocuklarını öldürdüğü Miriam R’aban ve kocası Kemal’e adıyorum. Bu cinayet için kimse hiçbir zaman mahkeme önüne çıkarılmayacak. Yetkililere, neden bir Filistinli kadının değil de benim buraya çağrıldığımı sorduğumda, cevap, bunun, tartışmayı çok yerelleştireceği yolunda oldu.
Yerel-olmayan şiddet nedir bilmiyorum. Irkçılık ve ayrımcılık teorik kavramlar ve küresel olgular olabilirler ancak onların etkileri daima yerel düzeyde ve gerçek olmuştur. Acı yereldir. Aşağılanma, cinsel istismar, işkence ve ölüm, ve bunların bıraktıkları izler hem de çok yereldir. İsrail hükümeti ve İsrail ordusu tarafından Filistinli kadınlara uygulanan yerel şiddetin tüm dünyaya yayılmış olduğu ne yazık ki doğrudur. Gerçekten de, devlet şiddeti ve ordu şiddeti, ve bireysel ve kolektif şiddet, ABD’deki Müslüman kadınların her zaman maruz kaldıkları kaderleridir. Bunun nedeni, sözde özgür olan dünyanın Müslüman doğurganlığından korkmasıdır.
“La liberte egalite et la fraternite” (özgürlük, eşitlik ve kardeşlik) sloganlarıyla bilinen Büyük Fransa, küçük kızların başörtülerinden korkuyor. Yahudilerin Büyük İsrail’i, bakanlarının demografik (nüfussal) bir tehdit olarak damgaladığı Müslüman doğurganlığından korkmakta. Kudretli ABD ve Büyük Britanya, kendi vatandaşlarının gözlerini sadece alçak, ilkel ve kana susamış olarak tanımladıkları Müslümanlardan korkutarak, körleştirmiyorlar, aynı zamanda da Müslümanları demokrasi-dışı, şovenist ve gelecekteki teröristlerin kitlesel üreticileri olarak gösteriyorlar. Ve, bunu, bugünkü dünyayı gerçekte tahrip edenler Müslümanlar olmadığı halde yapıyorlar. Bunu yapanlardan biri sofu bir Hıristiyan, biri Anglikan, biri de imansız bir Yahudi.
Bir Filistinli kadının her gün, her saat maruz kaldığı eziyet başıma hiç gelmedi, bir kadının hayatını bitmez bir cehenneme çeviren bir şiddet hiç yaşamadım. Temel insan hakları, özel yaşam ve onur gereksinmeleri ellerinden gasp edilerek alınmış olan kadınlara; evlerine gece ve gündüz, her an kapıları kırılarak girilen; yabancıların ve kendi çocuklarının gözleri önünde, silah namlusu ucunda çırılçıplak soyunmaya zorlanan; evleri yıkılan; geçim araçlarından ve normal aile yaşamlarından edilmiş kadınlara hergün yapılan fiziksel ve mental işkence, benim kişisel sıkıntılarım arasında değil.
Çocuklara uygulanan şiddet gerçekte annelere uygulanan şiddettir ve bu yüzden ben de kadınlara uygulanan şiddetin bir kurbanıyım. Filistinli, Iraklı ve Afgan kadınların hepsi benim kızkardeşlerimdir, çünkü hepimiz, kendilerine özgür ve aydınlanmış dünyanın liderleri diyen, ve bu özgürlük ve aydınlanma adına çocuklarımızı çalan aynı vicdansız suçluların pençesinde hapsolmuşuz. Gene, İsrailli, Amerikan, İtalyan ve İngiliz anneler, o kadar şiddetle körleştirilmiş ve beyinleri o derece yıkanmıştır ki, dünyada onlara yakın olan tek kızkardeşlerinin, tek müttefiklerinin; çocukları bizim çocuklarımız tarafından öldürülen, veya kendilerini bombalarla bizim kızlarımız ve oğullarımızla beraber parça parça eden çocukların Filistinli, Iraklı ve Afgan Müslüman anneleri olduğunu fark edemiyorlar. Hepsi de, politikacılar tarafından üretilen aynı virüsle akıl-hastalığına tutulmuşlar. Ve bu virüsler, Demokrasi, Vatanseverlik, Tanrı, Vatan gibi çeşitli görüntüsel adlar alsalar da hepsinin hedefi aynı. Hepsi de, zengini daha zengin, güçlüyü daha güçlü yapma amacında olan sahte ve uydurma ideolojilerin bir parçası.
Hepimiz de, çocukları ellerinden alınmış veya alınma potansiyeli olan, homojen bir grup haline getirilmişiz ve mental, psikolojik ve kültürel şiddetin kurbanlarıyız. Batılı kadınlar, doğurganlıklarının ulusal bir servet olduğuna inandırılmış, tıpkı Müslüman doğurganlığının uluslararası bir tehdit oluşturduğuna inandırıldıkları gibi. Feryat etmemeleri için eğitilmişler: ‘Onu ben doğurdum, ben emzirdim, o benim, onun hayatının petrolden ucuz olmasına, geleceğinin bir toprak parçasından daha az değerli olmasına izin vermeyeceğim,’ şeklinde bağıramıyorlar. Hepimiz, aklımızı hasta etmiş olan eğitimle terörize edilmişiz, bundan muzdaribiz; yapabileceğimiz tek şeyin, ya oğullarımızın sağ salim eve dönmeleri için dua etmek ya da cesetleriyle övünmek olduğuna inandırılmışız. Ve hepimiz, bütün bunlara sessizce katlanmak için, korku ve öfkemizi içimizde saklayacak, kaygılandığımızda Prozac alacak, ama asla herkesin önünde cesaretimizi göstermeyecek şekilde yetiştirildik. Asla gerçek bir Yahudi, gerçek bir İtalyan veya gerçek bir İrlandalı anne olmamak için yetiştirildik.
Ben, devlet şiddetinin kurbanıyım. Bir anne olarak doğal ve medenî haklarım ihlâl edildi ve hâlâ da ediliyor çünkü, 18. doğum günü geldiğinde, oğlumun, Sharon, Bush, Blair gibi ve onların kana-susamış, petrole-susamış, toprak gaspetmek için hırslı generallerinin çetesi gibi suçluların elinde oyuncak olmak üzere benden alınıp götürüleceği günün korkusu içinde yaşıyorum. Yaşadığım dünyada, yaşadığım devlet içinde ve yaşadığım rejim içinde, Müslüman kadınlara, yaşamlarını nasıl değiştirecekleri konusunda fikir vermeye cüret edemem. Başörtülerini çıkarmalarını veya çocuklarını değişik şekilde eğitmelerini istemiyorum; onları ve onlar gibileri aşağılayan Batı demokrasilerinin gölgesinde, Demokrasiler kurmaları için onları teşvik etmeyeceğim. Yalnızca, alçakgönüllülükle onlardan kızkardeşlerim olmalarını isteyeceğim ve, azimli oldukları için, yaşamlarını sürdürmede gösterdikleri cesaret için, çocuk doğurdukları için ve benim dünyamın onları yerleştirdiği zorlu koşullara rağmen onurlu bir aile yaşamı sürdürmeye devam ettikleri için kendilerine duyduğum hayranlığı belirteceğim. Onlara, hepimizin aynı acıyla birbirimize bağlandığımızı ve, aynı çeşit şiddetin kurbanları olduğumuz halde, benim ödediğim vergilerle palazlanan benim devletim ve onun ordusu tarafından kötü muamele gören ve bu yüzden de çok daha fazla eziyeti çeken tarafın onlar olduklarını söylemek istiyorum.
İslâmın kendisi, tıpkı Judaizmin kendisi veya Hıristiyanlığın kendisi gibi, ne bana ne de bir başkasına bir tehdit oluşturmuyor. Fakat Amerikan emperyalizmi oluşturuyor; Avrupa’nın kayıtsızlığı ve işbirliği oluşturuyor; İsrail ırkçılığı ve zorba işgal rejimi oluşturuyor. İsrailli askerleri, güvenlik neden gösterilerek, Filistinli kadınlara silah zoruyla çocuklarının gözü önünde soyunmalarını emretmeye götüren şey, ırkçılık, eğitimde yapılan propaganda ve aşılanmış yabancı-düşmanlığı ve yabancı korkusudur; Amerikan askerlerine Iraklı kadınların ırzına geçme izni, ve İsrailli gardiyanlara, genç kadınları insanlık-dışı koşullarda tutma, gerekli hijyenik yardımdan, kışın elektrikten, temiz su ve temiz yataktan yoksun bırakma, ve onları emzirdikleri ve henüz yeni yürümeye başlayan çocuklarından ayırma yetkisi veren; onlara hastane yollarını kapatan; eğitim almalarını engelleyen; topraklarını istimlâk eden; ağaçlarını köklerinden söken; ve tarlalarını işlemelerini önleyen şey; en hafifinden, ‘öteki’ne duyulan derin saygısızlıktır.
Filistinli kadınları veya onların çektikleri eziyetleri tam olarak anlamam olası değil. Tüm dünyanın bu kadar aşağılamasına, bu kadar saygısızlığına maruz kalarak yaşamımı nasıl sürdürürdüm bilmiyorum. Bütün bildiğim, bu savaş-felâketine uğramış gezegende, annelerin sesinin uzun süreden beri boğulmakta olduğu. Annelerin sesi duyulmuyor çünkü bunun gibi uluslararası forumlara davet edilmiyorlar. Bildiğim sadece bu kadar, ve bu da gerçeklerin çok azı. Ama bana, bu kadınların kızkardeşlerim olduklarını, onlar için sesimi yükseltmem gerektiğini ve onlar için vereceğim savaşa lâyık olduklarını hatırlatmaya yetiyor. Onların çocukları çilek tarlalarında, iğrenç kontrol noktalarında ölürken; okul yolunda sevgi ve merhametin ırk ve dine bağımlı olduğunu öğrenmiş İsrailli çocuklar tarafından vurulurken yapabileceğim tek şey onların ve ihanete uğramış bebeklerinin yanında durmak, ve kadın ve çocuklara şiddet uygulayan bir diğer rejim altında yaşayan bir diğer annenin, Anna Akhmatova’nın sorduğu soruyu sormak: Neden şu akan kanın izi, yanağındaki çiçeğin yaprağını yırtmakta?!
1 Ağustos 2010, Pazar
Nurit Peled-Elhanan[Hijabvogue.blogspot.com adresindeki İngilizcesinden Hatice Aksoy tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]