Yargıtay yine haddini aştı!
By Ayla Chignardet on Eki 21, 2010 in Basın günlüğü, Başörtüsü Yasağı, Yobaz Laikler
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bildirisi ile TBMM’ye adeta talimat verilmeye yeltenildiğini belirterek, ”Bu bildiriyi yayınlayan makamın bildiriyi derhal geri çekmesini Türk Milleti’nden ve onun temsilcisi TBMM’den özür dilemesini bekliyorum” dedi.
Japonya’ya resmi ziyarette bulunan Şahin, gazetecilerin bildiriyi nasıl değerlendirdiğini sormaları üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bildiriyle ”TBMM’ye adete bir muhtıra verme girişiminde bulunduğunu” ifade ederek, ”Bu kabul edilemez bir durumdur” dedi. Buna hiçbir kişi ve kurumun hakkının olmadığını belirten Şahin, ”Haddi de değildir” diye konuştu. Türkiye’de millet iradesinin tecelli ettiği TBMM’nin, Türk Milleti adına, yasama yetkisini kullanan tek organ olduğunu belirten Şahin, şunları kaydetti: ”Bu yetki devredilemez, paylaşılamaz bir yetkidir. Ve bu yetki mutlaktır. TBMM’nin yasa koyma yetkisi ile ilgili yargısal denetimi Anayasa Mahkemesi yapmaktadır. Anayasa Mahkemesine yargısal denetim için başvurma hakkı da sadece Cumhurbaşkanlığı makamına ve belli sayıdaki milletvekilinin müracaatına bağlanmıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yargısal denetimde bulunma hakkı da bulunmamaktadır. Kaldı ki bir yasa yapma teşebbüsünde bulunularak ortaya bir metinde çıkmış değildir. Zaten bir yasal düzenlemede yoktur. TBMM’nin saygıdeğer üyeleri, en az bu bildiriye imza atan Başsavcı kadar anayasal düzene ve rejime bağlıdır. Cumhuriyetin temel niteliklerini korumada en az onun kadar titizdir. Yasa yaparken, başta Anayasa, Anayasanın temel niteliklerine bağlı kalmaya özen gösterir. Ve tabii ki yasal düzenleme yaparken mutlaka yargı kararlarına da inceler ve ona göre karar verir. Parlamentomuzun yüzden fazla hukukçu milletvekili vardır. Anayasa Hukuku konusunda Türkiye’nin yetiştirdiği değerler parlamentomuzda görev yapmaktadır. O nedenle o bildiriyle TBMM’ye adeta talimat verilmeye yeltenilmiştir. Bu kabul edilemez bir durumdur. Bu bildiriyi yayınlayan makamın, bildiriyi derhal geri çekmesini Türk Milleti’nden ve onun temsilcisi TBMM’den özür dilemesini bekliyorum”
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor.
Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
13 Yorum
Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Eki 21, 2010 | Reply
Bu tür başlıkları hatalı buluyorum.
Yargıtay ne had aşabilir, ne de suç işleyebilir.
Orada görevli bir memurun densizliğidir bu.
Bu tür ayıpları işleyen somut kişiler öne çıkarılmalı.
Mehmet Şahin de aynı hatayı yapmış.
Makam, savcılık vb. demeyeceksin.
Doğrudan isim vereceksin.
Yazan:logic Tarih: Eki 21, 2010 | Reply
ben de bu mantığı çok sakat buluyorum. o adam Yargıtay’ı temsil ediyor. Yargıtay deöiş işte, bunu saptırmayalım.
Bu sakat mantık çok tanıdık başka şekillerde de kullanılıyor. Mesela Ordu söz konusu olduğunda. Ordu işkence yapıyor, adam öldürüyor sonra nedense Ordu işkence yaptı, adam öldürdü olmuyor, Ordu’nun içindeki bazı bilmem neler yaptı oluyor. Ordu’yu temize çıkarmak için bunu bilmeden yapanlar da var. Geçelim beyler bunlar.
Yargıtay bunu ilk defa yapmıyor ayrıca, tüm tarihi böyle bu kurumun.
Yazan:MY Tarih: Eki 22, 2010 | Reply
adam trafik kazasi yapmis olsa veya bir kadina tecavüz etse hakli olurdun Cengiz Bey Kardesim. “Yargitay bir kadina tecavüz etti” denmez.
Deniz Baykal’in basina gelen kamera sakasi yüzünden bütün CHP’yi suçlamak anlamsiz. Bireysel bir mesele.
AMMaaaa….
yaygitay adina bu bildiriyi yazan düdük makarnasi, onu yayan basin görevlisi vb hepsi tek bir kisi degil ki. Ekip isi bu. üstelik diyelim ki bir manyak çikti ve bu isi yapti. ötekilerin ona engel olmasi gerekmez mi?
mesela 12 eylül darbesinin tek sorumlusu kenan bey midir? yoksa ona uyan bütün saz arkadaslari midir?
“pasam biz Türkiye’yi isgal edemeyiz, burasi zaten bizim ülkemiz” deme cesaretini gösteremeyen o pasalar, albaylar vs hepsi hesap vermeli dimi hocam?
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Eki 22, 2010 | Reply
Hukuk söz konusu olduğunda “Haddini aşmak” diye bir kavram kullanılabilir mi? Yetkini aşabilirsin, yani yasayı çiğnemiş olursun. Ya da yaptığın şey yasaldır, bu birilerinin hoşuna gitmediyse yasalar çerçevesinde yine karşılık bulur.
“Haddini aşmak” demek, “had bildiren” birileri de var demektir. Devletin makamları arasındaki ilişki yasalar çerçevesinde değil de “had bilme” çerçevesinde yürüyorsa, elinde en çok güç bulunduranın herkese haddini bildirmesi de doğaldır. Bunu ordu yapınca adına darbe diyoruz mesela.
Meclis başkanının konuşmasının satır arasına “haddi de değildir” diye sıkıştırmasını hoş bulmadım. Geri kalan her kelimesine katılsam da, Türkiye’de çok sık rastlanan bir zihniyetin yansıması olan o küçük paranteze katılmam mümkün değil. Darbeci zihniyete sahip olmak demek illa CHP’li ya da bürokrat ya da statükocu falan olmak demek değildir. Had bildirmeye meraklıysanız, darbeci zihniyete sahipsinizdir.
Gün batımında büyüyen gölgesini görüp “Ben neymişim be abi!” diye ortama had bildirmeye çalışan darbeci zihniyetlere verilen şu cevabı lütfen okuyun, sonra takkeyi önünüze alıp bir düşünün:
Had bildirmekten öte bir yöntem, bir çalışma metodu biliyor musunuz, hayal edebiliyor musunuz? Edemiyorsanız, yarın kendinizi bir darbeyi alkışlarken bulabilirsiniz. Çünkü kendinize itiraf edemeseniz de, siz darbeci zihniyete sahipsiniz.
Uyarı: Bu yorumda değindiğim “darbeci zihniyet” konusu, bazı köşe yazarlarının ağızlarına sakız olan “sivil vesayet” ya da “sivil darbe” söylemleri ile alakalı değildir. Benim görüşüm, AK Parti’nin de hukuk ile arasının iyi olmadığıdır, ve bu nedenle işleri aşırı derecede insiyatif alarak ve keyfi bir biçimde yürüttükleridir. Örneğin türbanın serbest bırakıldığı hızla yasaklanmasının önünde hiçbir engel yoktur, çünkü zaten keyfi olan yasak yine bir YÖK kararnamesiyle keyfi biçimde kaldırılmıştır. Yasağı mahkeme üzerinden ve anayasanın son haline dayanarak kaldıramıyorlarsa, yarın geri gelmesine de engel olamazlar. Keza aynı şeyi Habur’da yaşanan geri dönüşlerde de gördük, itirafçılık yasasını zorla esneterek yaptıkları iş yüzlerine gözlerine bulaştı, yazık oldu. Yani AK Parti’nin sorunu sivil vesayet merakı değil, daha çok keyfi yönetim anlayışıdır bana göre. Tabii bu durum bazı kalemleri darbeci zihniyete sahip olmaktan kurtarmaz…
Selamlar,
Atılım Ateş
Yazan:MY Tarih: Eki 22, 2010 | Reply
walla ben sonu -TAY ile biten yargitay, danistay vb yerlerin kapatilmasi taraftariyim. Bugüne kadar bir ise yaramadilar, kriz üretip duruyorlar. O binalari ve adamlari korumak için, efendim çay ocaklarini isletmek, çocukalrin okula götürmek vs için de dünya kadar adama maas veriliyor. Devletin EN VERiMSiZ ve EN çOK SORUN ÜRETEN bu organlarini bir sekilde kapatmak lazim.
O binalar üniversite ögrencilerine yurt yapilabilir. -TAY üyeleri de yemekhane, kütüphane vb yerlerde ögrencilere hizmet verir. Böylece hayatlarinda ilk defa bir ise yaramanin mutlulugunu tadarlar :))
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Eki 22, 2010 | Reply
SayışTAY’dan Anayasa Mahkemesi’ne üye seçilmesine itirazınız yoktu ama?
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 22, 2010 | Reply
Sayıştay’ın parti kapatmak, millet meclisinin kararlarına takoz olmak gibi bir gücü olmadığından gerek, politize olmaktan korunmuş bir yer. YargıTAY ise apaçık Kemalist ideolojinin- daha doğrusu CHP’nin bir organı.
Ama doğrusunu söylemek gerekirse memur memurdur ve ben de Mehmet gibi hiçbirini sevmiyorum. Bürokrasi ülkenin önünü kesiyor.
Bir şeriat gelmesin manyaklığı için onyıllardır bu çekişmeleri yaşıyoruz. Gelişmiş ülkelerde bu tip kurumlar hukuk, özgürlük adına hükümeti sınırlar. Bizde yasaklar, baskılar adına sınırlıyor.
Bütün siyasi partiler üniversitede başörtüsünün serbest olması konusunda hemfikir iken bir Abdüldül çıkıp “HEPİNİZİ YAKARIM” diye mesaj veriyor. Başsavcı halkın temsilcisi siyasi erkin üzerine çıkıp kral gibi ferman yayınlayamaz. Gelişmiş ülkelerde bu adamı koltuğunda bir gün tutmazlar, sonra da söylediklerini fitil fitil burnundan getirirler. Tabi gelişmiş ülkelerde böyle adamları alkışlayan faşist bir halk da yoktur. Sanırım önce bunun hallolması gerek.
Yazan:MY Tarih: Eki 22, 2010 | Reply
“SayışTAY’dan Anayasa Mahkemesi’ne üye seçilmesine itirazınız yoktu ama?”
Bütün itirazlarimi yazacak vakit bulamiyorum, yoksa ne ise yaradigi belli olmayan bir sürü kurum var. Devlet çok agir, kocaman ve hantal. Yanlis bilmiyorsam halk ortalama gelirinin %40-%50’sini devlete veriyor (gelir vergisi + KDV + zart + zurt…)
Vergi tabi lazim ama bu kadar çok hizmet almis gibi hissediyor mu kendini millet? bunu da sorgulamak lazim.
Tabi -TAY’larla ilgili mesele bu kurumlarin siyasî aktör, birer muhalefet partisi gibi davranmasi. Ordu da böyle sorunlu bir kurum. Orduyu kaldiramayiz tabi ama adam edilmesi gereken ilk kurum bu. ïsletmesi asiri pahali ve görevini yap(a)miyor, üstelik görevi olmayan seyleri yapiyor.
kalitesiz bir ordu. Bütün kalitesiz kurumlarin adam edilmesi veya kaldirilmasi lazim.
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Eki 22, 2010 | Reply
SayışTAY konusunu “TAY’ları vuralım” fikrinin aşırı kolaycı bir genelleme olduğunu anlatmak için ortaya attım.
Mehmet Bey,
Kalitesiz kurumların adam edilmesi için kaliteli iş gücü gerekiyor, nihayetinde her kurum bir iş yapmak amacıyla oluşturuluyor ve işleri yapacak ehil insanlar olmadan işinin ehli kurumlar da olamıyor.
Ama güzide ülkemde herkes her konuda uzman, bir konuda uzmanlaşıp profesyonel hale gelmiş herkes de monşer payesi alıyor, her konunun uzmanı olma iddiasındaki insanlar tarafından hor görülüyor. Kendi bilgi birikimiyle kavgalı bir toplum haline geldik.
“Ne işe yaradığını bilmediğim bir sürü kurum var” demekle “Ne işe yaradığı belli olmayan bir sürü kurum var” demek arasındaki fark, kendi bilgi birikimiyle kavgalı bir toplum olmaya götürüyor bizi.
Ekrem Bey,
Sayıştay da gayet politize olmuş durumda, sadece parti kapatmaya yetkisi yok.
“Memur sevmiyorum” demekle “Vatandaşın işini zorlaştıran, işini doğru düzgün yapmayan memuru sevmiyorum” demek arasındaki fark, bizi kendi kendisiyle kavgalı bir toplum haline getiriyor. Öğretmen memur, zaten bize kemalist endoktrinasyon yapan öğretmeni de sevmiyoruz, ki hepsi sonuna kadar beyin yıkamacıdır. E asker de memur, zaten askeri günahımız kadar sevmiyoruz, hepsi işkenceci, hepsi faşist. İmam da memur. Olsun, diyanetin dayattığı imamı da sevmiyoruz. Biz kimi seviyoruz? Üstelik bir de şunu düşünün, memurda görüp de illet olduğunuz muhtelif davranış biçimleri sadece memurlara mı özgü? Memuriyeti bir makam olarak görüp de millete had bildirenler, analarından memur mu doğdular? Sizden benden ne farkları var?
Bakın, şunun ayrımını iyi yapmamız gerekiyor: Burada da gelişmiş ülkelerde olana yakın bir şekilde, hukuka dayanarak hükümeti kısıtlamaktan bahsediliyor. Ordu darbeleri yaparken bile kitabına uydurmak için araya bir-iki madde sıkıştırıyor. Yani hükümete dar gelen aslında hukuk bürokrasisi değil, anayasanın ve yasaların kendisi. Adam kitapta yazanı kendi ideolojisine göre uyguluyor, kabul. Peki kitabı kim yazıyor Allah aşkına? Azıcık da şu kitabı yazana çatsanız?
Hepsi bir yana, yaftalanmamak için tekrar vurgulamak istiyorum: Mehmet Ali Şahin’in açıklamasına, haddi de değildir kısmı dışında, katılıyorum. Yetkisini aşmışsa gereği yapılır, yetkisini aşmamışsa o zaman bir daha bu durumun tekrarlanmayacağı biçimde yetkisi ayarlanır. Gerisi laf salatasıdır kanımca.
Selamlar,
Atılım Ateş
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 22, 2010 | Reply
Atılım bey,
Sayıştay DA politize olduysa sayıştay DA kötü durumda demektir o halde, ne diyeyim.
Benim sevgisizliğim işini kötü yapan memurlara değil, “memuriyet” denilen şeyin kendisine. Vergimle istihdam yapılıp hizmet sağlanması fikrine karşıyım. Bu yüzden bir memur çocuğu olarak “hepsini seviyorum” ama maaşının 1/3’ünü, her aldığının %18-25’ini, aldığı benzinin tamamına yakınını ve bilumum diğer vergileri ödeyen ve ay sonunu zor eden bir vatandaş olarak rahatsızım. Devlet okulları ve hastaneler de dahil tüm kamu kurumlarının satılmasını istiyorum. Vergiye verMEdiklerimle ben hizmeti çok daha mükemmel bir şekilde alırım. Herhalde şimdiye kadar ödediklerimle zaten hastane veya okul kurmuş olurdum.
Bu kısım doğru değil. Her işine gelmeyen uygulamayı “laikliğe” yaslayıp, onu da “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” madde haline getirmek -(afedersiniz, çok özür dilerim nezaketimi bozduğum için) puştluktur.
Yazan:Atılım Ateş Tarih: Eki 22, 2010 | Reply
Ekrem Bey,
Son dediğinize katılıyorum, otu çöpü değiştirilemez maddelere bağlamak gibi kötü bir kestirme yol kullanılıyor sıkça.
Memuriyetin çerçevesinin daraltılmasını istediğinizi anlıyorum son yorumunuzdan, ki buna da katılıyorum. Ancak merkeziyetçi devlet mentalitesiyle devlet mekanizmasını küçültmeniz mümkün değil diye düşünüyorum. Bakın şimdi tartışma yepyeni bir mecraya giriyor: Merkeziyetçi mentalite nasıl değiştirilir? Ya da belki şunu tartışarak başlamalıyız: Merkeziyetçi mentalite neden var?
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 22, 2010 | Reply
Atılım bey,
Merkeziyetçi mentalite var çünkü her gelen iktidar, güçlü olmak istiyor. Muhalefetteyken itiraz ettikleri şeyleri, iktidardayken kendileri yapıyor. YÖK’ün kaldırılması konusunda olduğu gibi. Herkesin birlik olup bu 12 Eylül ürünü kurumun kapatılmasını savunması lazım. Ama kimin elindeyse kendisi için faydalı bir enstrümana dönüştürdüğü için bu menfaatini kaybetmek istemiyor. Sonra iktidarını kaybettiğinde ağlamaya başlıyor. Kısır döngü…
Sol kesim biraz akıllı olsa liberalizme kayar, geniş bir kesimin desteğini alır ama o kadar aptallar ki bu fırsatı göremiyorlar; hala başörtüsüyle, resepsiyonla, abuk subuk işlerle uğraşıyorlar. Geçen birisi “CHP beyin fırtınası yapıyormuş” dedi. Ne güzel, o fırtınanın üstüne birkaç damla da yağmur yağsa bari. Kardeşim neden mesela “12 Eylül kurumu olan YÖK kaldırılmalıdır, bu konuda partimiz olarak tüm partilerle destek turlarına başlıyoruz” diye bir atraksiyona girmiyorsun. Çünkü, YÖK 28 Şubat’ta iyi iş çıkardı, hep onlara çalıştı, yadigar, olur ya hasbelkader bir koalisyon olur yine onların olur… Çok akıllılar ya…
Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Eki 22, 2010 | Reply
Logic ve Mehmet Beyler,
Yanlış anlaşılmış olduğumu sanıyorum.
Kişi adı yerine kurum adını kullanmayı hatalı görmemin nedeni, kurumu ya da kurumun diğer üyelerini temize çıkarmak düşüncesi vb. değil.
Bu sahte aklama girişimine soyunan çok ama onlardan biri olmam sözkonusu bile olamaz.
Benim dediğim aslında tam karşıt yönde bir şey.
Kurum adını kullandığımızda kişiye olan vurgu kayboluyor.
Oysa suçu işleyen, kişidir.
Kurumu, makamı vb. öne çıkardığımızda suçun faili (ya da failleri) bulanıklaşıyor.
Ekip ile kurum aynı şey değil.
Örneğin Yargıtay evrensel bir kurum.
İsmine takılmayalım, Türkiye’deki kuruluşu 1868.
Bundan önce de kuşkusuz bu işi öyle ya da böyle yapan mekanizmalar bulunmuştur.
Bir süredir birilerinin işgalinde olması bu kurumu gereksiz yapacak birşey değil.
Deyim yerindeyse ‘kadim’ müesseseler bunlar.
Yıpranmaları filan sözkonusu değil ki “yıpratmayalım” türünden şeyler söyleyelim.
Şimdi bu isimler altında yapılan işler isimleri bağlamaz.
Mantıken bağlamaz yani.
Bu isimleri eleştirmek taktik değil teknik bir hata.
Ve bu bence bir ayrıntı değil.
Peki ne olur?
Yargıtay vb. zorunlu kurumların yıpranacağı filan yok.
Bu isim altında iş çevirenlere odaklanmak yerine maske olarak kullandıkları isimlere odaklanmış oluruz.
Bu da onların işine gelir.