Bu Pazartesi Sessiz Kalmayın!
By Aisha Benghazi on Eki 25, 2010 in Başörtüsü Yasağı, Duyuru, Yobaz Laikler
“… Ola ki önümüzdeki günlerde başörtülü bir arkadaşınızın YÖK kararına rağmen sınıftan atıldığını, rektörlüklere çekilip uyarıldığını, hakaret işittiğini, hakkında tutanak tutulduğunu görürseniz sessiz kalmayın! Sınıftan çıkarılan arkadaşınız ile siz de çıkın. Rektöre giden arkadaşınızın yanına sizler de katılın. Hakkında tutanak tutulan arkadaşınızla beraber siz de tutanak tutanların hakkında tutanak tutup bu tutanakları imzalayarak YÖK’e yollayın. Arkadaşlarınızın hakaret işitmesine, darp edilmesine izin vermeyin. Susmayın, susturulmayın, zulme, tacize, şiddete, ayırımcılığa rıza göstermeyin! Sessiz Kalmayın!…”
DUYURU
Başörtüsü sorunun ağırlıklı olarak yaşanmaya başladığı 1983-84 yıllarında üniversitelerden öğrenciler atılmaya başlandığı zaman medya eliyle yayılan etkili bir propaganda söylemi vardı. Bu kızlar Suudilerden ve İran’dan para alıyor. Türkiye’yi İran’a çevirecekler. Öylesine yaygın bir propagandaydı ki sonraki yıllarda başörtüsü ile hak talebinde bulunan genç kızlara Cumhurbaşkanı Demirel bile Suudi Arabistan’a gitmelerini söylemişti. O yıllarda yapılan laikçi yürüyüşlerin en temel sloganı “Mollalar İran’a slogan”yla “Türkiye İran olmayacak” sloganıydı.
Tam 27 yıl geçti. O günden bugüne gördük ki Türkiye İran olmadı. Başörtülü kadınlar da ne İran’a ne Suudi Arabistan’a gittiler. Ne de bu ülkelerden aldıkları maaşla (!) zengin oldular. Peki bu süre içerisinde ne mi oldu?
Bu kadınların on binlercesi belki de son sınıfa kadar geldikleri okullarından atıldılar.
Öğretmenlik, doktorluk gibi aşkla sürdürdükleri mesleklerinden
Maaşlarından, sosyal güvencelerinden,
Hayallerinden,
Oldular.
Birçoğu çok zor şartlarda yurtdışında öğrenimlerine devam etmek için didindi durdu.
Belki de en önemlisi onurları kırıldı, yara aldılar.
Bu kadınlar bu 27 yıl içerisinde kendilerini hoşt hoşt diye sınıftan kovalayan hocalarla, köpeklerine başörtüsü takıp kahkahalarla gülerek eğlenen profesörlerle, kollarını kıvıran güvenlik görevlileri ile, kampüste üzerlerine araba süren insanlarla (!) tanıştılar.
Bu kadınlar 28 şubat fırtınalarında “okuluma girmek istiyorum” dedikçe polis coplarını, üzerine sürülen panzerleri, haklarında açılan bazıları idam istemine kadar varan davaları yaşadılar.
Çocuklarını götürdükleri ilköğretim okullarında diğer erkek ve başı açık veliler okula rahatça girerken kendilerine bahçeye dahi alınmama kararları çıkarıldı.
Gittikleri konserlerden, seminerlerden, kurslardan, spor kulüplerinden hatta kiracı olmak talebi ile girdikleri apartmanlardan kovalandılar.
Başörtülü fotoğraf vermedikçe İzmir gibi illerde öğrenci pasosu alamazken başörtüsüz fotoğraf verdiklerinde de bu sefer otobüs şoförlerinin “bu fotoğraf sana benzemiyor başını aç” şeklindeki tacizlerine maruz kaldılar. Ölüm döşeğinde gittikleri hastanelere fotoğraflarına photoshop ile saç ekleterek kabul edilip öyle son nefeslerini verdiler.
Emekleri sömürüldü.
Sayısız pop sosyolojik araştırmanın, anketin, köşe yazısı hakaretlerinin, “demokratlık pazarlıklarının” konusu oldular. Hedef gösterildiler. Hakaret ve iftiraya uğradıkları gerekçesi ile açtıkları davalardan “davacı böyle bir yaşam tarzını benimsiyorsa ağır eleştiriye katlanmalıdır” cevabını alıp döndüler.
Susturuldular!
Ama yok olmadılar. Konu komşu sohbetlerinde, sokaklarda, hat tezhip kurslarında yalnız değildiler; toplumun içerisindeydiler. Ama ne zaman yolları devlet kapısına, iş başvurularına, eğitim öğretim kurumlarına düşse beraber gülüp beraber sohbet ettikleri insanlardan yolları ayrıldı. Başı örtülü olmayan arkadaşları ve erkekler o kapılardan girerken kendileri kapıların önlerinde kaldı.
Ne zaman “beraberce” okula doğru yol almaya başlasalar diğer arkadaşları kapıdan kimliğini gösterip girerken onlar bir kabin içinde ya da kapı arkasında, hatta çalılar arasında saçlarını açtı, peruk taktı ya da başlarına şapka geçirip hızlı ve mahcup adımlarla kafaları önde sınıfa koştular. Mahcuptular çünkü kendilerine uygulanan şiddetin, hakaretin ve tacizin dik alasıydı. Her gün bir kapıdan geçerken bedenine görünmez eller uzanıyor ve göstermek istemedikleri bir uzvunu zorla açıyor, rızası olmadan çevresindeki insanlara teşhir ediyordu.
Başlarına taktıkları şapkalar ile belki de 1930 ların Almanyası’nda göğsüne yasa zoruyla sarı yıldız taktırılan Yahudiler kadar kendilerini damgalanmış hissediyorlardı.
Hak talep ettiklerinde yaşadıkları küçümsendi. Demokratlıkları, ahlakları sorgulandı, “bu kadar dert, insan hakkı ihlali varken neyse şimdi öff, ya onlar da…” cevabı aldılar. Yüksek hedeflerin, büyük kavgaların yanında cızırtıları ile can sıkan dilencileriydiler belki de STK ların! Ne de pis ajitasyon yapıyorlardı, ne de beter kendilerini acındırıyorlardı. Hem artık Jeeple de gezmeye başlamışlardı ya hani utanmasak bi ohhh olsundu!
Kalabalıklar arasındaydılar ama bir çok zaman yalnızdılar.
Vardılar ama farkında mısınız bilmiyoruz çoğu zaman da yoktular.
…
Şimdi YÖK’ün başörtülü kızlar sınıftan atılamaz en fazla tutanak tutulabilir kararı ile beraber bazılarımız için “varolma” savaşımı yeniden başlamış görünüyor. Bu karar ile beraber oluşacak fiili durumun yarınlarda başörtülü kadınları tekrar 28 Şubat karanlıklarından koruyup korumayacağını bilmiyoruz. Bu karar ile birlikte yarınlarda mezun olabilen kadınların mesleklerini yapıp yapamayacaklarının, iş, aş hakkına erişip erişemeyeceklerinin muğlak olduğunun, güvencesinin olmadığının da farkındayız. Başörtülü kadınlara sormadan başörtülü kadınlar üzerinden yapılan üniversitelerde serbest bırakalım ama başka şey istemesinler gibi tüm ahlaksız ve onur kırıcı pazarlıklara rağmen talep etmekten, onurumuza, insanlığımıza sahip çıkmaktan da vazgeçmeyeceğiz.
Ama gelinen bu aşama önemlidir. Okulunu bitiren, hayallerine kavuşan aşağılanmadan ezilip büzülmeden okuyabilen bir genç kızımızın bile hayatı küçümsenemez bir kazanımdır. Bu günlerde bir arada olabilmeyi, bu sürece destek vermeyi, mücadele etmeyi ve bazılarımızın hayatına kabus gibi çöken bu karanlığı beraberce aşabilmeyi çok önemsiyoruz.
Çağrımız bu toplumun vicdan sahibi insanlarına:
Ola ki önümüzdeki günlerde başörtülü bir arkadaşınızın YÖK kararına rağmen sınıftan atıldığını, rektörlüklere çekilip uyarıldığını, hakaret işittiğini, hakkında tutanak tutulduğunu görürseniz sessiz kalmayın!
Sınıftan çıkarılan arkadaşınız ile siz de çıkın. Rektöre giden arkadaşınızın yanına sizler de katılın. Hakkında tutanak tutulan arkadaşınızla beraber siz de tutanak tutanların hakkında tutanak tutup bu tutanakları imzalayarak YÖK’e yollayın. Arkadaşlarınızın hakaret işitmesine, darp edilmesine izin vermeyin.
Bir medya mensubu iseniz, önünüze gelen başörtülü bir kadının yaşadığı mağduriyet ile ilgili bir haberi, teklifi, yardım çağrısını gündemin sıcaklığına kurban edip görmezlikten gelmeyin.
Susmayın, susturulmayın, zulme, tacize, şiddete, ayırımcılığa rıza göstermeyin!
Sessiz Kalmayın!
Buluşankadınlar
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor.
Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.