Müslüman Aydın, kadın projeleri, sosyal inşa denemeleri üzerine
By Aliye Özkul on Eki 29, 2010 in islamcilik, Kadın, Toplum, Ulus-Devlet
Sunuş: İslâmcı bir devrim ile devirmek mi yoksa İslâmcı bir muhafazakârlık ile muhafaza etmek mi? İslâmcı / Müslüman / müteyeddin kesimlerdeki siyasî arayışları ve kafa karışıklığını irdeleyen ilginç bir yazı sunuyoruz. Cemile Bayraktar’ın kaleme aldığı “Qua Vadis Ümmet?” ve Ümit Aktaş ile yaptığımız söyleşinin de kapsamında olduğu uzun süreli bir sorgulama bu. Modern dünyanın getirdiği değişimlerin, ulus devlet ile, teknoloji ile, para ile, “öteki” ile sağlıklı ilişkiler inşa edebilme süreci. (MY)
Müslüman Aydın, kadın projeleri, sosyal inşa denemeleri üzerine
Aliye Özkul / Sosyolog
-Bir proje olarak kadın
Türkiye de diğer devletlerin aksine kadınların toplumsal dönüşümleri erkeklerin teşvikiyle başladı. Osmanlının son döneminden beri muasır medeniyetler seviyesini yakalama “arzusu” tüm benliğini kaplayan aydınlar için, istenen değişim ancak eğitimle gerçekleştirilebilirdi. Batıcısı, Turancısı ve İslamcısı için hep ideal bir insan modeli vardı. Bu insan modeline ulaşmanın yolu ise temelden bir inşayı gerektiriyordu. Ütopik düşüncelere gark olmuş aydınlar için gerekli terbiyenin yolu rahme kadar varıyor. Yani eğitim kurumları kadar çocukları ve dahi toplumu doğuracak kadınların donanımlı olması en yüksek ideal olmuştur.
Bu nedenledir ki, hangi idealize düşünce olursa olsun kadınların “olunması gereken” kutsal bir modeli olmuştur önce… kimisi kadınlarını batılılar gibi giyinen ve okuyan olmasını istemiş, kimisi Hz. Meryem Hz. Sümeyye gibi olmasını istemiş, kimisi ise hiç var olmayan Asena denilen mitsel varlığa benzemesini istemişlerdir. Arzu edilen kadın modeli -değişimciler için- hiçbir zaman annesi gibi olmamalıdır. Böylece gelenekten etkilenen değil sadece ideolojiden ve aydının “talep ettiği/kurguladığı modelden” etkilenecek kadınlar değişimin dinamosu olacaklardır. Kadınlar sadece çocuk yetiştirmekle kalmadıklarından aynı zamanda içinde bulundukları toplumun içinde değişimin misyoneri olacaklardır.
-Sınıf atlama
Aydınların değişim arzusu, kadınlara bir proje gözüyle bakmasına neden olmuştur. Bu bir ideal… Birde toplumun değişmesinde kadınların sınıf atlamasının reel sonuçları da olmuştur. Batıda kadınlar çalışma hayatına işçi olarak atılırken, değişim ve dönüşüm arzusunun etkisiyle kadınlar çalışma hayatına öğretmen ve hemşire pozisyonunda başlamışlardır. (Batıdaki örneklerde üst sınıf işler için kadın hakları savunucuları çok büyük mücadeleler vermeleri gerekmiştir). Bizde ise kadınların üst sınıftan çalışma hayatına atılması erkeklerin okuma oranlarının da birden yükselmesine neden olmuştur. Normalde kadının okuması olayına sıcak bakmayan bir toplumda, tek tük de olsa kadınların tahsil görmeye başlaması, (Sosyal denge gereği) evlenmesi muadil olarak görülen erkeklerinde tahsil görme isteğini hızlandırmıştır. Dikkat ediniz; kamusal alan denilen yerde hangi görüşten bayanlar ön plandaysa, o dönemde o siyasal görüşte tartışılan bir konu olmaya başlamıştır.
Kadınlar kamusal alanda kimliği taşımaya/temsil etmeye başladığında ve zorluklarla karşılaştığında kadın erkek tüm grup için mücadele etmeye değer bir sebepte ortaya çıkmış demektir. Bilindiği üzere sağ ve sol köy ensitütüleri ve öğretmen okullarından beslenmişler ve kamusal alana çıktıklarında birbirleriyle çatışmışlardı. O dönemde İslamcılar diye adlandırılabilecek guruplar sahnede belirsiz duruyordu. Ne zaman kızlar başörtüleriyle tahsil görmeye ve başörtüsünü geleneksel değil, bilinçli bir tercih olarak örtmeye başladı; işte o zamandan sonra sahnede Müslümanlar silik bir aktör olmaktan aktif bir aktör olmaya geçiş yaptılar.
-Geleneksellik ve aydın profilindeki değişme
Anadolu’nun geleneksel yaşantısında yükselmek diye bir şey yoktu. Yüzyıllar boyunca reaya olarak yaşamış insanlara değişmeleri gerektiğini söyleyenler hep okuma şansına erişmiş olanlardı. İşin garibi son yüzyıl okuma imkanına erişenler, daha önce medreselerde yetişen hocalar gibi değildi. Bu yen, aydınlar var olan düzeni beğenmiyor ve değişmesini istiyorlardı. Halkın Medrese sisteminden alışmış oldukları hoca tipi, mevcutu muhafaza etmek isteyen, öğrendiği bilgileri aynen aktaran, rafizi eğilimleri ayıklamaya çalışan, bireylere ben dememeyi öğretmeye çalışan (nefis terbiyesi), adabı muaşeretle bireylere davranış sınırlarını bildiren bir profildi. Bu hocalar/ulemalar için sorgulama, muhakeme yoktu. Sabitlenmiş doğrular silsilesi vardı. Lakin Osmanlı toplum yapısında diğer sınıflarla (askeriye, bürokrasi) kıyaslandığında ulema halkın içinden çıkmaktaydı ve halkın içinde yaşamaya devam etmekteydi. Ve rol olarak devletin sert yüzünü değil topluma örnek olması gereken yumuşak yüzünü temsil etmekteydi. Kısacası diğer sınıflar halka yabancılaşmışken, ulema halkın içindeydi.
Modernizmin etkisiyle toplumun alışa geldiği aydın tipi birden değişti. Çağı yakalamak için zamanın gereklerini okuyan yeni aydınlar, sorgulamayı öğrendiler ve batı toplumları ile kendi toplumları arasındaki devasa farkı fark ettiler. Bizim batıyı yakalama gayreti Fransa’dan başladığı için oranın aydınlarını okuduklarında bambaşka bir aydın tipiyle karşılaştılar. Her şeyi sorgulayan ve alışılmış her şeyi değiştirmeye çalışan ve en önemlisi eskisi gibi topluma örnek olma idealini taşımayan agresif aydın tipi… Aydınlar Fransa dan ve diğer muasır medeniyetlerin fennini almaya çalışırken devrimcilikten de etkilendiler.
Böylece akıllanmak susmayla algılanan (uslu=akıllı) anlayıştan, okudukça içinde fırtınalar kopan, bu fırtınayı çevresiyle de paylaşan (akılın olumsuzlanan terimiyle, ukala)aydın tipine geçildi. Bu aydın tipi var olagelenden huzursuz, okudukça soru işaretleri artan ve mutmain olabileceği sonuç hakkında bir fikri olmayan bir aydın tipiydi.
-Muhakeme, Bunalım ve Ütopya
Şerif Mardin, medrese eğitiminde kitap basımı az olduğu için, taşranın çeşitli merkezlerinden gelen öğrencilerin; müderrislerin tedris ettiği dersi ve kitabı aynen ezberlediğini, memleketlerine döndüklerinde -kitabı götürme imkanı yakalayamadıkları için- bütün enerjilerini öğrendikleri bilgileri harfiyen uygulama ve uygulatmaya yönelttiklerinden bahseder. Batıyı yakalama gayesiyle, batılı eğitim tarzı devlet eliyle desteklenip, ufuk açıcı olarak görülen kitaplar getirildiğinde, bunları okuyan öğrenciler aynı konu hakkında birden fazla kitap okumak durumunda kaldıklarından bahseder. Bir bilgiyi kulaktan almayla, okuyarak öğrenme arasında bir fark vardır Şerif Mardin’e göre; MUHAKEME…
Muhakeme modernleşmek isteyen gençte fırtınalar doğurmuş, toplumun en kutsal kabulünü (Allah’ın varlığı) bile sorgulama süreci başlamıştır.
Bu muhakeme sürecinde geleneksel din ve toplum anlayışından taban tabana zıt kopmalar gerçekleşmiştir. Birinci kopan gurup içinden çıktığı toplumun tüm unsurlarının topyekün yanlış olduğu düşüncesiyle batıda gördüğü her şeye sahip olma arzusuyla dolmuştur. İbn-i Sina’yı menşei yapmak istemez ama Avesenna’yı batılılar okuduğu için sever. (Avesenna İbni Sinanın batılılarca tanınan ismi) Diğer bir gurup ise toplumun İslam kimliğinin illaki reddedilmesinden yana değildir ancak geri kalmanın hıncını kendisine en yakın guruba atarak kendini güçlü hissetme ihtiyacı içersindedir. Bu nedenle “Türk milletinin faziletleri (!) görmezden gelinmiş olduğuna kızar. Ve ilgisini diğer kavimlerin kötü yönlerini bulup, Türklerin üstün özelliklerini bulmaya) adamıştır. Geleneksel din ve toplum anlayışından en son kopan gurup ise İslam’ı yeniden okuma çabası içersinde olanlardı.
-İslam’ı yeniden okuma çabaları: klasik İslam’dan kopup yeni bir toplum tasarımına gitme.
Türkiye’deki geri kalmanın faturası zamanı yakalayamadığı için ulemaya kesilmişti. Netice olarak klasik İslam tedrisi, okumuşlar cihetinde önce saygınlığını yitirdi, sonrada tamamen ortadan kaldırıldı. Ancak taşra ulemasının sözel kültür üzerindeki yüzlerce yıllık işlevi her şeye rağmen devam ediyordu. Şehirlerdeki itibarları ve öğretme imkanı ellerinden alınmış son medreseliler, tarikatlarla işbirliği içine girip “dini” en minimum düzeyde insanlara öğretmeye devam ettiler. Ancak din eğitiminin birincil eğitim kurumlarında değil yan oluşumlarda öğretilmesinin bir yan etkisi vardı: hızla büyüyen hurafeler…
İşte bu Türkiye içindeki dindar kimliği taşıyan aydınları İslamı batıcı düşüncelere karşı savunma durumundan, halkın ve kesin doğrular silsilesine sahip geleneksel din anlayışının kabullerini sorgular duruma getirdi. Bu durum Şerif Mardin’inin işaret ettiği gibi kulaktan öğrenme ile kitaplardan öğrenme arasındaki farkı dindarlarla tanıştırdı. 80’li yıllara gelindiğinde bu kez mevcut durumdan rahatsız olan, ezber bozmak isteyen Müslümanlardı. İslam’a dair olan tüm birikim ve kalıplaşmış gündelik yaşamla karışmış geleneksel İslam tüm yönleriyle yeniden okunmalıydı.
-Kritik soru: bizim İslam olarak bildiğimiz şey İslam mı?
Doğrusu bu eğilimlerin çıktığı merkez Türkiye değil… İslam’ın yeniden okuma girişimleri İngiliz sömürgesi altında ezilen Müslümanlardan neşetetti. Doğuda Hindistan Müslümanları, yakında Mısır alimlerinin tabu kırıcı ve İslam’ın ilk kaynaklarına inme gayretleri Türkiye dindarlarından yüzünü birazcık dışarı çıkarabilenleri etkilemişti. Birde İran İslam devrimi sadece kendi toplumunda devrim yapmadı. Dünyanın pek çok yerinde Müslümanların zihinlerinde de devrim yapmıştı. Tevekkül ve itaat kültürü devrimci ve şüpheci İslami canlanmayla karşı karşıyaydı. Yeni Müslüman aydının hesap sorması gereken iki merci vardı.
1. Müslümanları bizzat ezen kafirler 2. 1400 yıl boyunca dinin içine hurafeler karıştırarak Müslüman kimliğini edilgen hale (zalime/firavuna baş kaldıramayan)getirenler
İslam’ın içindeki hurafeler ayıklanmalı ve 1400 yıl hiç geçmemiş gibi asrı saadeti şirke ait bütün kalıntılar “LA” süpürgesiyle süpürülerek çiğden yeni bir toplum inşa edilmeliydi.
-Suçlu arama
Geride kalan önde olana özenmiştir hep… batıya ilk gidenler batılıların başarısını ve onların yaşantısını, ülkenin bir alt sosyo ekonomik sınıfa mensup olan bir üst sınıfın sosyal ayrıcalıklarını özenmiştir. Tüm toplum olarak psikolojik yapımız domino taşı gibi devamlı birbirini tetikler ve zorlar… Buna mukabil geride kalmanı hıncı, ideal bir modele özenme ile kendi içinden suçlu arama arasında gidip gelmiştir. Suçlamada da böyle bir zincir vardır. İlk modernleşen(!) cumhuriyet elitleri halkın köylülüğünü ve yobazları, ülkenin sol entelijansiyası sağcıları (faşistleri!), sağcılar ve milliyetçiler Arapları ve komünistleri suçlu ve hakir görmüşlerdir. Muhafazakar veya İslamcı diyebileceğimiz kesinde kendi içindeki guruplaşmalarda diğerini benzer bir hakir görme eğilimindedir. Bütün guruplar birbilerine karşı itici davranmış ve en doğru Müslüman profilinde diğerinin önerdiği modeli, Müslümanların başına gelenleri sebebi olarak görme eğilimindedir. Kimisi diğerini tedbirsiz davrandığı için, kimisi diğerini cesur olmadığı için, kimisi diğer gurubu paraya olan zaafı yüzünden, kimisi diğerini eleştirmekten başka bir şey yapmadığı kitlelere sosyal hizmet sunmadığı için, kimisi diğerini yapılan ibadetleri düşünmeden ve öğrenmeden yaptığı için, kimisi diğerini her şeyi öğrenip sorgulayacağım derken ibadetlerinde feyzi kaybettiği için suçlu bulur ve hakir görür…
-Toplumu yeniden inşa etme isteği
Eğer bir zaman diliminde bir toplum kendi içinden değil de zamanın rüzgarları etkisiyle savruluyorsa değişmesi gereken zaman gelmiştir. Rüzgarın karşısında yapacağı savunma, ipleri (yönetimi) ele alıncaya kadar rüzgarı hesap ederek tavır almaktır. Dünyadaki batıdan gelen değişim rüzgarı da batılı olmayan tüm toplumları savunmada bırakmış, özellikle de Müslüman toplumlarda travmalara sebep olmuştur.
Eğer dikkat ederseniz dünyada batı hangi kültürel eğilimle güçlü görünmeye başlarsa Türkiye de ve belirgin İslam ülkelerinde, zamanın rüzgarlarına karşı doğru tavrı almaya çalışan müfessir, o dönemin argümanlarıyla İslam’ı savunmaya çalışmıştır. Mesela pozitivist dönemde ortaya çıkan tefsirler ve “yeniden İslam okuması denemeleri” İslam’ın bilimle çelişmediğini ispatlamaya çalışan denemelerdir. (Batı 1930’lu yıllarda doğa’ya ve dine karşı zafer kazanmış olmakla övünmekteydi. O dönemde doğa da din kadar olumsuz bir şeydi batı için). Ama 2. Dünya savaşı batının bilime karşı tapınmasını sona erdirecek sonuçlarla bitti. Sanayi doğayı kirletti. Savaş makineleri kitleler halinde insanları öldürdü. Liberalizm işçiyi ezdi. Ve batı 1940’lardan sonra yavaşça kendini eleştirme sürecine girdi. Komünist hareketler hızlandı ve zalime karşı başkaldırma bastırılmaya çalışıldıkça güçlenen bir fikirler ve eylemler moda haline geldi. İşte böyle bir dönemde İslam dünyasında da tevhid şirk kavramları çokça okunmaya ve tartışılmaya başlandı. Elbette bu süreç bizim ülkemize de yansıdı.
Böylece İslam’ı yeniden yorumlama çabaları, onarımcılıktan mühendislik içeren yapıya dönüşmüştür. İslam’ın siyasal-sosyal bir model önerdiği, bu model için cihadı öngördüğü, bunun için uğraşmayan (kendini tamamen değiştirmeyen) Müslümanların münafıklık yaptığı ve geleneği putlaştırdığı yönünde bir anlayış yayılmaya başlamıştır. Bu özelliği ile düzenin tamamen değişmeden insanların mutlu olmayacağını varsayan sosyalizm gibi siyasal İslam’da devrimci bir karaktere bürünmüştür.
-Savunmacı/itaatkar ve cihatçı/şüpheci: ortak özellikleri her ikisi de tevekküle karşı, toplumun tembelliğinden şikayetçi
Savunmacı/itaatkar ve cihatçı/şüpheci İslam’ı okuma biçimleri yöntem olarak ayrı yöntemler benimseyen ama özde toplum için değişimi kodlayamaya çalışan eğilimler… (Burada şu doğru bu yanlış demek benim haddim değil) Bu çabaların; en gelenekseli bile aslında değişim istiyor. Ve bu ideali gerçekleştirmek için bir şekilde Müslümanların bilgi donanımlarını artırmaları gerekmekte… Türkiye de ise eğitim tekelden gerçekleştiği için okumuş gençlerin Müslüman kimliğini diğerleriyle karıştırmadan öğrenmesi çok zor… işte bu noktada İmam-hatip Okulları bir can simidi oluyor. Hem dünya ilimlerini hem de “dini 32 farzdan ibaret sanma” ezberinden kurtulup ihtiyacı olan bilgiyi kitaplardan araştırmayı öğrenmiştir.
İmam-hatip okulları Türkiye dışındaki yeni İslam okumalarına ulaşabilmek içinde bir kapı olmuştur. Böylece artık elindeki bilgiyle yetinmeyen ve bunun oluşturduğu huzursuzlukla toplumu yeniden inşa etmek isteyen yapı oluşmuştur.
Kadının evden kamusal alana geçişi
Yazının başında kadınların toplumun üst basamaklarına yükselmesinin erkeklerin teşvikiyle gerçekleştiğinden bahsetmiştik. Geleneksel kültür kadınların okumasından yana değildi. Kadınlara kuran tilaveti öğretilir ama erkeklere mektup yazar endişesiyle yazı öğretilmezdi. Batıcılar Türkiye’de bir halk modernleşmesini kurguladıklarında, eski dönemden kalan medreselilerin erkek evlatları ya asimile olmuş (Münir Nurettin Selçuk- Timur Selçuk örneğindeki gibi) yada Kemalistlerin mahalle baskısı altında hiç seslerini çıkarmadan kendi kimliğini (!) muhafaza etmeye çalışmıştır. Bunun sonucu ise özgüveni eksik bir kimlikle yaşamak olmuştur. O dönemde şekillenmiş İslami hareketler yinede sözel kültüre yaslanarak insanlara bir şeyler öğretmeye çalışmış ancak üzerindeki kompleksi atamamışlardır. Cumhuriyetin ilk kuşak muhafazakar erkekleri bu ikilemin ağırlığı altında ezilirken muhafazakar kadınların evin dışına bakan yüzleri olmadığı için bu ağırlıktan münezzeh olmuşlardır. Bu noktada yazı yazmalarına kerhen izin verilen kadınlar eskiden gelen (sözel) hafızayı bir sonraki kuşağa geçirmede erkek kardeşlerine kıyasla daha rahat olmuşlardır.
Geleneksel kadınların erkeklere nazaran bu süreci kolay atlatmasının sebebi, henüz “ben” merkezli düşünmeyi öğrenmemiş olmalarıdır. Modernleşme sürecimizin elindekini beğenmeme ve daha fazlasını istemeyle başladığını düşünürsek bunu anlamamız kolaylaşır. Müslüman kadının dönüşümü ise tamda bu noktadan sonra başlamıştır.
Geleneksel kadınlar bütün dünyası evken en sonunda sıralarla tanışmış ve imam hatip okulu öğretmenleri tarafından idealize edilen hz. Meryem(bilge kadın modeli) ve hz. Sümeyye(mücahide kadın modeli) gibi olmaya çalışmışlardır. İmam hatiplerde yetişen kız öğrenciler, kuran kursunda yetişenlerden farklı olarak erkek öğretmenler tarafından yetiştirilmişlerdir. Kız Kuran kursları azla yetinmeyi öğreten yapılarını 80’li yıllara kadar korurken, aynı dönemde imam-hatip liselerinde öğretmenler, kendi içlerinde de tartıştıkları meseleleri öğrencileriyle de tartışmış, bilgi konusunda azla yetinmemelerini öğretmişlerdir. İmam hatipli kız öyle biri olmalıdır ki, biri yanlış bir şey söylediğinde kaynakçasını sorabilecek donanımda, çok okumuş, geleneksel kadın gibi eşyaya düşkün olmayan, makyaj gibi suni şeyleri reddeden, gerektiğinde evde oturacağına cihadeden biri olmalıdır. Ki bu kamusal alana/ evin dışına çıkması demek…
Sosyal projelerin teorideki halleri pratikteki sonuçları
Muhafazakarlık ve İslamcılık her ikisi de toplum için modeller kurmaya çalışmıştır. İtaatkar kültürden gelen eğilim sistemle direkt çatışmak yerine sınıf atlayıp kültürü artırmayı ve gücü elde etmeyi idealize etmiştir. Bu gurup fen bilimlerine ilgi duymuş, tarihi tamamen reddedenler karşısında aynı ölçüde kutsallaştırarak savunmuşlardır. Hafızayı kaybetmemeye çalışan muhafazakarlar amaçları mevcut kültürü korumak olsa da körükörüne bazı şeylere düşmanlık yaparak amaçlarından uzaklaşmışlardır. Çünkü batının ilmini fennini alalım ama kültürünü almayalım fikriyle, liberalizme ilk intiba eden gurup olmuştur. Cumhuriyet elitlerine olan hınçları onlara karşı hem düşmanlık hemde onların sahip olduğu şeylere özenmeyle sonuçlanmıştır. Ve muhafazakarlar farkında olmadan toplumun bizzat alışveriş alışkanlıklarını değiştirmişlerdir. Muhafazakarlar için çalışkanlık sahip olunamayan yüce bir idealdir. Aydın için karşı tarafa/komünistlere karşı kaybedilen her durumdan muhafazakar gençleri tembelliği etkilidir. Ancak içte yukarıdan aşağıya doğru yönelen “yeteri kadar iyi” olmama ithamı, yine aynı hocalar tarafından “kol kırılsın yen içinde kalsın” diye örtbas edilmiştir. Aslında bu bütün siyasal eğilimler için geçerli, agresif aydın bir şekilde kendi toplumundan memnun olmadığı için kendince bir yönü beğenmiyor ve kafasında olması gereken insan modeli hayal ediyor, hayatında başına gelen olumsuzlukları da buna yoruyor.
İslamcılar ise muhafazakarların itaatçı kültürünü, halkın geleneksel din kültürüne karşı çıkıp tamamen Kurana göre şekillenmiş bir toplum hayal ediyor. İran İslam devrimi ise bu hayalin uzaktaki somut halini teşkil ediyor. İranın yaptığı devrim ne kadar gerçek olsa da Türkiye’de yaşayan mücahit için flu görünen bir somutluk… Türkiye’deki İslamcı zannediyor ki, devrim olunca tüm sorunlar hop diye çözülecek… sorunlarının kaynağı olarak ta, mevcut işleyen toplumsal yapının bütününü görüyor. Geleneksel olan her şey yanlış ve değişmesi gereken şey, oluyor. Tabi bu devrimciliği idealize ederken bütüncül bir analiz yapmak kimsenin aklına gelmiyor.
-Selamet partisi olgusu
Türkiye’de oluşmuş farklı fikirlerin ve eğilimlerin birbirleriyle travmatik bir biçimde çatışmasında siyasetin bu olguları sorumsuz bir biçimde kullanmasının etkisi çoktur. İslamcılık‘ta da Necmettin Erbakan Müslümanların taleplerini devlete taşıyan bir lider olarak, itaatkar/savunmacı ve şüpheci/cihatçı eğilimleri (insan gücü olarak) işine geldiği kullanması belirli bir tutkuyla toplumda rol almak isteyen tüm gençlerin kafa karışıklığını daha da karıştırması ve “kol kırılır yen içinde kalır” kabul etmek zorunda bırakması, Müslümanların özgüveninin kazanılmasını geciktirmiştir.
-Yüksek beklentiler, kadın ve aile
80’lerden 98’e kadar olan süreçte (az bilgiyle yetinmeyeceğim diye) farkında olarak veya olmayarak yavaşça sınıf atlayan Müslüman kimliği ön planda olan gençlik, kendisinden önce batıcıların ve Turancıların düştüğü girdabın içine doğru gitmekteydi. Yüksek beklentiler…
Müslüman erkekler Müslüman kadınlardan çok şey beklerken, evde görmeye alıştığı kadının unvan elde etmiş halini nasıl yorumlayacağını bilememiştir. Okullarda kız öğrencilerin her konuda fikir üretmesi için devamlı konuşmaya sevk eden hocalar, başörtülü kadınların kendilerinin ev içi rolleriyle ilgili kabulleri sorgulamalarından ürkmüşlerdir. Müslüman kadınların ise erkeklerin beklentilerini karşılama, kendi kendinden beklentilerini karşılama konusunda oldukça azimli olmuştur. (bu azim arzu elden bir şeydi hatırlarsanız) Kulaktan dolma bilgilerle yüklü olmayacağım derken, ayaklarımın üzerinde kendim duracağım derken, kendi değişimi için tasarlanan modelde kendisi için çelişkili olan yönleri de sorgulamışlardır.
Böylece İslamcı kadınlar feminizmle tanıştı. Erkekler kadınların değişimini kıyamet alameti olarak yorumladı. Yüksek idealler taşıyan İslamcılık pratik anlamda ev içinde davranış eğitimi ve pedagoji içermediğinden İslamcı aileyi reel sorunlardan koruyamadı. Kadınlar bütün suçu erkeklerde, erkekler kadınlarda aradı. Başörtüsü sorunu ve 28 şubat tuzu biberi oldu ve İslamcı gençlik buhranlarla /depresyonla tanıştı.
Peki İslamcı/muhafazakar hareketlerin sorunu neydi? Değişmek gerekliliği doğru tespit edip toplum analizi yapmamak.
Değişme zorunluluğu karşısında Müslümanların yaşadığı şaşkınlık, Müslümanların yeniden fikir üretmesi yönünde hayırlı sonuçları oldu. Eğer 1400 yılın İslam sonunda kanıksanmıştı ve ona zamanın sorunlarını çözmek için bakmak gibi bir dertleri yoktu Müslümanların… Eğer fırtınaların ortasına çekilmeseydi Müslüman topluluklar değişme talebi ortaya çıkar mıydı acaba? Geleneksel İslam’ı sorgulamak ve Kuranı araya giren aracılar olmaksızın okuma çabaları, Müslümanların ihtiyacı olan özgüven kazanmada önemli bir adım olmuştur. Batıya karşı İslam’ı savunma girişimlerinden klasik İslamı sorgulamaya varan tüm eğilimler kendi toplumları için ideal bir toplum tasavvuru kurmaya çalışmışlardır. Bu tasavvurları hayata geçirmek bu gurupların hedefleri olmuştur. Bunu sağlamak için tüm eğilimler aynı yöntemlerle olmasada müntesiplerinde okumayı ve çok çalışmayı idealize etmişlerdir. Bunun neticesi ise Türkiye de Müslümanların sınıf atlaması olmuştur. Sınıf atlayan Müslümanlar, Müslümanların hep silik olmasına alışmış kesimleri şaşkınlığa uğratmıştır.
Ancak şöyle bir problem var. Muhafazakar ve İslamcı tüm guruplar doğru yöntemin ancak kendi yöntemlerinde olduğu ve diğerlerinin yanlış olduğu şeklinde, siyah beyaz bir mantığa sahiptiler. Bu gurup merkezli bakış açısı, kendi guruplarının yöntemini herkes benimsediğinde toplumun tüm sorunlarının hop diye değişeceği algısını taşımaktaydı. Birde toplumu yeniden inşada eskiye dair ne varsa topyekün hepsini yanlış olarak kabul edip yepyeni bir toplum kurulabileceğini düşünmekteydiler.
Halbuki toplumların alıştıkları tüm kurumlarda eskime ve yozlaşma olmasını kabul etme ve bu konuda Kuran’dan feyz alarak çözüm üretme başka şey, eski olan her şeyin topyekün yanlış olduğunu ve alışılmış olan her şeyin tersini yapma başka şey… ihtiyaç olan değişimi gerçekleştirmek için bir binayı tamamen yıkıp yenisini yapmak mı daha kolaydır, yoksa var olan binayı mundar olan şeylerden arındırıp tamir etmek mi daha kolay… aslında her ikisinde de yapılacak şey öncelikle var olan binayı öğrenmektir. Yani yepyeni bir toplum tasarlamak için bile eski yapıyı analiz etmek gerekir. Eski toplum yapısına ait ne varsa anlamadan hepsini reddetmek değil…
Türkiye’deki değişimin aktörü olan tüm eğilimler sadece kendi doğrularını tek doğru kabul etme ve diğerlerini yanlış ve Müslümanları geri bırakan unsur olarak görmeleri toplum içinde oynadıkları olumlu rollerinde görünmez olmasına neden olmaktadır. Ayrıca Türkiye içinde oluşmuş bu eğilimlerin hiçbirinin toplumun tüm kesimlerini kapsayan bir çerçeveleri yoktur.
İşin garibi bu eğilimlerin hangisine gitseniz eleştirdikleri konularda haklılıklarını kabul etmek durumunda kalırsınız. Çünkü hepside toplumun bir kesiminin sorunundan yola çıkmış ve Kuran’a o sorun üzerinden bakmıştır.
Sorun olan şey şudur; eğilimlerin değişme taleplerinde haklıdırlar ancak değiştirmek istedikleri toplumu analiz etmemişlerdir. Bu nedenledir ki Müslümanlar filin farklı bacağını tutmuş körler gibi hakikati aramakta ancak bütünlüğü göremedikleri için vahdeti gerçekleştiremekteler…
🙂 mukafazakar/İslamcıların iktidarda olması durumuna şimdilik girmiyoruz… 🙂
… Bu konu ilginizi çektiyse …
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Müslüman’ın Zaman’la imtihanı
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
5 Yorum
Yazan:cb Tarih: Eki 29, 2010 | Reply
Aliye hanım selamlar,
Derin Düşünce sitesindeki ilk yazınız hayırlı olsun, bereketli olsun, en kısa zamanda devamını bekliyorum.
çok başarılı buldum, arada küçük eleştirilerim olacak, şimdilik bir eleştirim olacak; bu denli geniş serüvenin başlıkları tek bir yazıya sıkıştırılmak yerine 3 bölümlük başlıkta irdelenseydi daha iyi olurdu diye düşünüyorum.
Yazan:ezop Tarih: Kas 1, 2010 | Reply
çok güzel bir analiz olmuş. yüzyılda bir gezinti yaptık. 🙂
Yazan:ismail hakkı Tarih: Kas 2, 2010 | Reply
Öncelıkle bizim için gurur vesilesi olabilecek niteliklere sahip oldugun için sana teşekkür ediyor RABBİMEDE şükrediyorum.ilkinide,sonrakileride zevkle okumaya devam edecegim.lakin yazılarının ayrıcalıklı olabilmesi için (kamusal alan,islamCILIK)gibi gerçek anlamını yansıtmayan kelimeleri kullanmassan daha kaliteli bir yorum olacagını zannediyorum.Konunun genişligi açısından deginemedigin kısımlarıda işleyecegini(egitim sistemine yeni bir soluk getiren şu an en batının bile üzerinde çalıştıgı örnek proje gençlige gülümseyen bir proje)ümid ediyor,başarılarının devamını diliyorum.
Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Kas 4, 2010 | Reply
Aliye Hanım
Aramıza hoş geldiniz… Elimde olmayan sebeplerden dolayı yazınızı geç de olsa ilgiyle okudum. Devamını beklerim.
Yazıda ilginç ve yerinde tespitler olmakla beraber, şerh koyacağım noktalar da mevcut.
Bugün olan şey bir başka deyişle şudur : Dini bir otorite buhranı ve korkunç bir anarşi içindeyiz. İtiraf etmeli ki bu anarşinin tohumları bugünün eseri değil, bu eserin tohumu 1926’da atıldı. Medereselerin kapatılması bunun ilk adımı olduğu kanaatindeyim.
Medreselerin kapatılmasını kınamıyorum, ve kabul ediyorum ki bu müesseseler son devirde saplandıkları ıskolastik tedrisat üzerine, faydalı değillerdi.
Daha önceki yazımızda bu konuya değinmiştik:)
Osmanlıların yıkılışında Tekke ve Zaviyelerin Rolü Varmıydı?
Fakat medereseler kapatıldıktan sonra, eğitim kurumlarımızda dini bir tahsil müessesi kurulmalıydı. Ya da Bediüzzaman’ın işaret ettiği Medresetüz-zehra projesi devreye konulmalıydı. Tabi zorlama ile değil. İsteyene bu eğitimler verilmeliydi. Ancak Kemalist Laiklik ilkesine aykırı bulundu.
Tabi bana İHL ve İlahiyat fakültelerinden bahsedenleriniz olacaktır. Bunu kabul etmiyorum. Zira laik milli eğitime ve de laik üniversitelere bağlı fakülteler din alimi değil, din tenkitçisi yetiştiriyor. Bir kısmını tenzih ederim küçük istisnalar da oluyor ancak büyük tablo maalesef bu.
İmam hatip liseleri konusunda da çok iyimser değilim. Bu okullar dinin yalnız elementer bilgilerini öğretmekle kalıyor. Yara derin maalesef…
Anlayacağınız hala devrimlerin yarasını sarmakla meşgülüz…
Saygılarımla…
Yazan:Aliye Özkul Tarih: Kas 8, 2010 | Reply
teşekkür ederim mehmet bey
öncelikle şerh koymanız beni sevindirdi. medreseleri değerlendirirken, kesinlikle medreseleri küçümseyen bir yaklaşıma sahip değilim. bunun nedeni kendim imam hatipte okurken medrese kökenli aile büyüklerimle devamlı irtibat halinde olmamdı. hep şu soruyu sordum kendime; medreseden ihlye geçişte ip nerede koptu. kuşaktan kuşağa bilgi ve hafıza akışında ciddi kopukluklar var. bu nedenle hep içinde yetiştiğim imamhatip olgusunu, hem toplumdaki rolleri işlevsizleştirilen şehirli medreselelilerin anlam dünyasını anlamaya çalıştım.
medreselerin yapısal olarak çok eskidiğinin farkındayım. medzehra gibi önerilerin toplumsal yapıyı yeniden dizayn etmekte iyi bir fikir olacağı kesin ama buna fırsat tanınmadı. şehirli dindarların çocukları kemalistlerin içinde eridi. imam hatip bu kesintinin toplumda oluşturduğu yoğun talepten kaynaklandı. kurulduğunda ise eski ile yeni arasında köprü olmak yerine metropol ve varoş kültürünün ürünü olarak tamda cumhuriyetin eseri oldu.