Anayasa Sohbetleri 4:Yerel Yönetim
By Sevan Nisanyan on Kas 1, 2010 in Anayasa Değişikliği, Özgürlükler, Yeni Anayasa
Federal sistem Türkiye’de olmaz, onu bir kere geçiniz. Federasyon yapmak için federe birimlerin şöyle üçyüz beşyüz senelik bir geçmişi, bağımsız kimliği, geleneği vs. olması lazım. Federe birim varlığını ve meşruiyetini merkezi yönetimden almaz; kendi başına zaten varolan bir organizmadır. Ezelden gelen yetkilerinin bir kısmını kendi rızasıyla merkeze devreder. Var mı Türkiye’de böyle bir şey?
Birbuçuk porsiyon sistemi de iyi sonuç vermez kanımca. De ki Kürtlere özerk yönetim hakkı verdin, İskoçya parlamentosu gibi Diyarbakır’da meclis kurdun. Bir kere Türk kamuoyu böyle bir çözümü hazmetmez, kavga çıkar. İkincisi, öbür şehirler isyan eder neden bizim böyle bir hakkımız yok diye. Sonra ister istemez Diyarbakır’da zamanla başka havalar çalınmaya başlar, memleketin tadı kaçar.
İktidarı merkezden yerele yaymak istiyorsak başka bir formül bulmalı. Buyurun, bir deneme.
MADDE: Nüfusu onbinden büyük olan yerleşimlerde Yerel Yönetim kurulur. Coğrafi olarak bitişik olan yerleşimler, halk oylaması sonucu birleşerek Yerel Yönetim kurabilirler.
Memleketin yüzünü tanınmayacak şekilde – olumlu yönde – değiştirecek bir adımdır.
Özetle ne yapıyor? Yerleşim birimi (kasaba, şehir, köy) ile belediye (idari teşkilat) arasındaki organik bağı koparıyor. Vatandaşın dilediği boyda, serbestçe yerel yönetim birimi oluşturmasına imkân tanıyor. Asgari onbini mesela diye dedim. Yirmibin de olur, hatta ellibin belki daha iyidir.
Türkiye’nin güncel trendlerine uygun üstelik. On senedir memleketin her yanında böyle sentetik belediyeler kurulmakta, bilmem farkında mısınız. Antalya’da Evren ile Seki birleşti, Evrenseki oldu. Bodrum’da Gölköy’le Türkbükü birleşti, Göltürkbükü oldu. Adana’da, Samsun’da, Konya’da bir sürü Ataşehirler, Esenyurtlar, Birlikkentler bu yöntemle kuruldu.
Bence prensip olarak üst limit koymamak lazım: canları isterse on milyonluk metropoller yaratsınlar. Yahut bütün Kürdistan’ı tek belediye yapsınlar. Her ihtimale karşı siyasi anlamda sakıncalı birimlerin ortaya çıkmasını önlemek için belki şu kayıt konabilir:
MADDE: Yeni yerel yönetimler Meclis’in onayıyla kurulur.
Yani halkoyu yetmez, meclis’in de evet demesi lazım. Daha önemlisi şu:
MADDE: Bir yerel yönetim biriminde yaşayanlar, yeni yerel yönetim kurmak şartıyla ayrılabilirler.
Tercümesi: Bitişik sahada onbin kişi toplan, oylama yap, Meclisi ikna et, ayrıl. Bu silah elinde olduktan sonra sıkıysa yerel yönetim keyfî vergi salsın, zabıta terörü kursun. Yahut çöpleri toplamaktan aciz Hacı Ağa’yı hayat boyu belediye başkanı seçsin.
MADDE: Eğitim, ulaşım, sağlık ve imar hizmetlerinde birincil sorumluluk yerel yönetime aittir. Yerel yönetim ayrıca yasayla merkezi yönetime ayrılmamış olan tüm kamu hizmetlerini üstlenebilir.
Ulaşım, sağlık, imar kolay. Eğitime de geleceğiz. Okulları yerel yönetime bağlayıp, merkezi yönetime sadece standartları belirleme işini bırakacağız.
Esas hadise ikinci cümlede. Belediyenin üstlenebileceği devlet fonksiyonlarının sınırını iyice esnek tut diyor. Kendine güveniyorsa girişsin, güvenmiyorsa ya da canı istemiyorsa girişmesin. Vatandaşın da tercih hakkı olsun: az vergi az devlet, çok vergi çok devlet.
Belki daha radikal gidip, “yasayla merkezi yönetime ayrılmamış olan tüm kamu fonksiyonlarını ÜSTLENEBİLİR” yerine “… ÜSTLENİR” demek lazım, emin olamadım.
Ortaya çıkabilecek dengesizlikleri merkezi yönetim sosyal destek politikalarıyla bir ölçüde giderecektir mutlaka. Fakir belediyelere devletin bir miktar koltuk çıkmasına kimse itiraz etmez herhalde. Yeter ki işin ölçüsü kaçmasın, belediyeler devlet çiftliğine dönüşmesin.
Peki: yerel yönetim ordu kuramasın, para basamasın. Yabancı ülkelere elçi göndersin mi? Göndersin tabii. Devir değişti, Paris’in, New York’un birçok ülkede resmi temsilcisi var. İstanbul da şu Kültür Başkenti işi yüzünden yabancı ülkelere heyetler gönderdi, bürolar açtı.
Polis teşkilatı kursun mu? Olabilir, emin değilim. Alt düzey mahkeme kursun mu? Kesin şart. Güneydoğu’da herhangi bir savcıya veya hakime sorun bakalım, ahali kendi yerel duyarlıklarına yabancı olan mahkemeleri nasıl boykot ediyor.
Üniversite kursun mu? Mükemmel olur. Tapu idaresi kursun mu? Merkezin belli ölçüde denetimi yasayla sağlandıktan sonra, neden olmasın?
MADDE: Yerel Yönetimin yetkileri, halk oyuyla kabul edilen koşul ve kurallara bağlanabilir. Halk oyuna sunulacak kurallar yasaya aykırı olamaz.
ABD’de citizens’ initiative dedikleri şey bunun bir çeşididir. Kaliforniya’da 1978’de halk oyuna sunulup emlak vergilerine %1 sınırı koyan Proposition 13 ilk örneğiydi. Bir çeşit yerel anayasa hukuku oluşturmanın ön adımıdır. Misal, falan köyü, filan kasabasıyla birleşip belediye kurmadan önce belediye başkanlığının dönüşümlü olmasını şart koşabilir. Ya da belediye meclisinde en az şu kadar üyeyle temsil edileceğiz diye dayatabilir. Yahut ne bileyim, yeni liseyi X alanında kurarsak hastaneyi de Y alanında kurma şartı getirebilir.
Arada enteresan fikirler de doğabilir. Mesela federal yapıda belediyeler icat edilebilir. Evren ile Seki birleşip Evrenseki olurken diyebilirler ki biz aslında eski kimliklerimizi büsbütün kaybetmek istemiyoruz. Ayrı ayrı yerel meclisler kurup sadece bazı yetkileri ortak belediyeye devredeceğiz.
Yasayla sınırlamak gerekir ki işler zıvanadan çıkmasın, “Hacı Ağa ömür boyu belediye başkanı olacak” ya da “beş vakit namaz kılmayanlar belediye memuru olamaz” gibi öneriler gelmesin.
Müthiş bir reform olur kanımca. Yerel koşullara göre farklı nitelikte yerel yönetimlerin kurulmasına olanak tanır. Yönetimde yeni fikirlerin, değişik modellerin denenmesini sağlar. Rahmetli Mao’nun deyimiyle bin çiçek açar, bin fikir çatışır. Komşu belediyenin modeli güzel sonuç veriyorsa sen de benimsersin. Olmadı isyan bayrağını açıp o beldeye katılırsın.
*
İl ve ilçe yönetimini de unutmayalım. Sayın valimiz yeni sistemde ne iş yapacak?
MADDE: Valiler Başkan tarafından atanır ve il düzeyinde Başkanı temsil eder. Kaymakamlar Başkan’ın onayıyla Vali tarafından atanır ve ilçe düzeyinde valiyi temsil eder.
MADDE: Vali ve kaymakamlar, merkezi yönetime bağlı kamu kurum ve görevlileri arasında eşgüdümü sağlamakla görevlidir. Acil haller dışında doğrudan idari görev üstlenmezler; kamu kurum ve görevlilerine doğrudan emir veremezler.
Şaşırttım sizi, değil mi? Ama düşünürseniz en sağlıklı çözüm herhalde budur.
İstisnaları bilemem, ama bana öyle geliyor ki vali ve kaymakamlar halen Türk idari mekanizmasının en çürük halkasıdır. Kâğıt üzerinde yetkileri sonsuzdur, ama pratikte herhangi bir ciddi işe yaramazlar. Ekonomik alana müdahaleleri cehaletle karışık göz boyamadan ibarettir; genellikle fiyaskoyla sonuçlanır. Güvenlik alanına müdahaleleri polisi sinir eder. Hemen her ilde vali ile belediye başkanı kavgalıdır.
Öyleyse valileri halk seçsin? O da gerçekçi değil. Bürokratik yapının mantığına aykırıdır. Geleneğe aykırıdır. Üstelik paralel bir yetki alanı yaratıp yerel yönetimi çıkmaza sokmaktan başka sonuç vermez.
O halde gelin, Britanya’daki lords lieutenant gibi bir formül düşünelim. Direkt idari yetkileri olmasın. Dolayısıyla emir değil ikna ve uzlaşı yoluyla iş görmek zorunda olsunlar. Ama Başkan tarafından atanıp doğrudan Başkan’a karşı sorumlu olsunlar ki, gerekirse Ankara vasıtasıyla pazu gösterebilsinler. Kamuya uzun süre hizmeti dokunmuş, olgun, efendilikleriyle göz dolduran bürokratlar için ideal bir park yeri olur. Bayramlarda ve ulusal günlerde törenleri yine onlar yönetir.
Başkan ne diye sormayın şimdi, sırası gelecek.
Bölgesel yönetim?
Yazının buraya kadar olan kısmını bu işlerden anlayan bir arkadaşım okudu, “bölgesel” yönetimi gözardı etmemi eleştirdi. Avrupa Birliği’nin 1975’ten beri yürürlükte olan Bölgesel Politikasını hatırlattı, Türkiye’nin istese de istemese de buna ayak uydurmak zorunda kalacağını savundu. Meğer Devlet İstatistik Enstitüsü bu konuda kapsamlı çalışmalar yapmış, “Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısı” veto yemiş ama 2006 tarihli ‘Kalkınma Ajansları Hakkında Kanun’ da bu yönde ciddi bir adımmış.
“Kim sever ellibin nüfuslu yerel yönetimi?” diye kibarlaştırabileceğim bir soruyla mevzu özetlendi.
Vallahi çok iyi bildiğim konular değil, ama bana öyle gelir ki bölgesel yapılanma bizim burada bürokratik yapıyı bir nebze rasyonelleştirmek dışında çok büyük bir amaca hizmet etmez. Bir şekilde oluşturulacak “Kürdistan” bölgesel yönetimi de, isterse 17 veya 26 bölgeden biri olsun, memlekete baş ağrısından başka şey getirmez, üzgünüm.
Küçük başla. Küçüklere büyüme şansı ver. Bekle. Daha iyi bir formül sanki.
”Türkiye’nin en iyi haftalık gazetelerinden biri olan Agos’a abone olmak için +90 212 296 23 64′u arayın.”