Dikkat! Milli Görüş Geçiyor!
By Konuk Yazar on Kas 3, 2010 in milli görüs, necmettin erbakan
“Bir toplum ancak yaşlıları, gölgesinde hiçbir vakit oturamayacaklarını bildikleri ağaçları diktiklerinde gelişir” (Yunan Atasözü )
Saadet Partisi’nde (SP), Referandum sürecinde başlayan; Ramazan sırasında çatallı bıçaklı gösteriler şeklinde kendini gösteren yaygara, SP kongresinin yeniden toplanması ve Numan Kurtulmuş ve arkadaşlarının partiden ayrılmasıyla sona erdi. SP’nin “kendin çal; kendin oyna” tarzından, aile içinde yapılan nişan, düğün merasimlerini aratmayan kongresinde, Milli Görüş hareketinin biricik lideri Necmettin Erbakan sahneye, rahmetli Michael Jackson gibi çıkıp; sahneden, Terminatör 1 filminde iyi bir rolde oynayan ve filmin sonunda kendisini, robot olduğu için, eriten ve erirken en son baş parmağı havada kalan Arnold Schwarzenneger gibi indi. Kongre’de, Erbakan’ın oğlunun ya da kendi ekibinden yaşlı bir zatın başkan olması beklenirken Erbakan’ın bizzat kendisinin lider olması, Saadet Partisi’nde oldum olası ağır basan Gerontokratik geleneği bir kez daha gözler önüne serdi. Bilindiği üzere, Siyaset Bilimi’nde Gerontokrasi, bir ülkeyi ya da kurumu başta en yaşlı lider olmak üzere; yaşlılardan oluşan bir ekibin yönetmesi anlamına geliyor. Gerontokrasinin tarihsel örneklerine, eski Çin Komünist partisi ve yönetiminde; Kuzey Kore’de ve halen Afrika’nın bazı kabilelerinde rastlamaktayız. Buna göre, bir devletin ya da siyasi oluşumun başındaki kişi (çoğunlukla tarihsel bir kişilik), ülke ya da kurumu adına kararları kendisi gibi yaşlılardan oluşan bir heyetle beraber alıyor ve uyguluyor. Bu yaşlılar kurulunun kararları, kesin kararlar olarak sayılıyor ve kararlara itiraz edilmiyor. SP özelinde Gerontokrasi’nin başında kuşkusuz Erbakan var. Erbakan, eskiden bu yana Milli Görüş hareketini “O ne diyorsa o” anlayışıyla yönetiyor. Yani, Erbakan’ın tasvip ettiği kişiler Parti’de bir yere gelebiliyor; Erbakan’a yakın bir kişiye karşı aday olmak, bu Gerontokratik yapı içinde Parti Büyüğüne karşı gelmek oluyor; Erbakan’ın ailesinden kişilerin (oğul; kız; damat vs.) Parti’de önemli mevkilere gelmesi ya da bunlara öncelik tanınması da Lider’e duyulan bu derin saygının bir icabı oluyor. Vel hasıl kelam, “Ulu’l emre itaat” (Baştakilere İtaat Etmek) şeklindeki geleneksel anlayış, SP’de ve Milli Görüş’te pik yapmış görünüyor.
Lider’e bağlılığın gereğini yapmayan; O’nun sözünden çıkan; aile fertlerini kilit yerlere yerleştirmeyen kişilerin Parti’de varlığını sürdürmesi asla mümkün değil. Hele ki, bu itaatsizliği ve sadakatsizliği yapan, Parti’nin mevcut Genel Başkanıysa ya da Parti içinde Genel Başkanlığa soyunan biriyse, o vakit bu kişi ve yandaşlarıyla yollar ayrılıyor ve Gerontokrasi, SP’de hüküm sürmeye devam ediyor. Bunun ilk ve en somut örneği, 2001 yılında ortaya çıktı. Fazilet Partisi (FP) resmen kapanıp; Parti, Meclis’te ortadan tam ikiye bölündüğünde; Erbakan’a bağlılık yemini etmiş; Milli Görüş anlayışının dışına çıkamayan kesimler, bugünkü SP’yi kurarak; Milli Görüş’ü sürdürme iradesini ortaya koydular. FP’nin kapanmasıyla partisiz kalan; Erdoğan liderliğindeki Reformist kesim ise, SP’ye dâhil olmayarak, kendi yollarını çizme kararı aldılar ve Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti)kurdular. Aslında bu süreç, FP Kongresi’nde Erbakan’ın Gerontokrat ekibinden Recai Kutan’a karşı Abdullah Gül’ün aday olması ve hatırı sayılır oy almasıyla net bir hal almıştı. Ancak, Gerontokratik yapıdan kurtulmak kolay olmadı. Erbakan Gerontokrasisinden kurtulmak için; Reformist Milli Görüşçülerin kendilerini yeniden tanımlamalarına ihtiyaç vardı. Bunun için, AK Parti, geleneksel Milli Görüş çizgisinden uzaklaşmayı; ve kendisine Muhafazakar Demokrat demeyi tercih etti. AK Parti’nin önde gelen liderleri, eski söylemleriyle taban tabana zıt bir politika içine girdiler. Erdoğan, Refah Partisi mensubu olduğu dönemdeki agresif ve değişime kapalı siyasi lider kimliğinden tam olarak olmasa da, önemli ölçüde sıyrıldı. Okuduğu şiir yüzünden yaşadığı süreç, O’na “Demokrasinin bir araç değil; amaç olduğunu” ziyadesiyle öğretti. Keza, Abdullah Gül, AB Üyeliğine karşıyken, Dış İşleri Bakanı olarak bizzat AB ile müzakereleri yürüttü ve Türkiye’nin “Aday” statüsü almasında önemli rol oynadı. Küreselleşme ve tarih, geleneksel bir yapıyı adeta çatırdattı ve Milli Görüşçülerin bazılarının Dünyalılaşmasını sağladı. Ortaya ise garip, ikircikli bir yapı çıktı: Bunlardan ilki, AB’ye üyelik süreci başta olmak üzere; demokratikleşme ve sivilleşme konusunda Türkiye’de liberal ya da kendisine Sosyal Demokrat diyen kişi ya da partilerden ziyade, Türkiye’yi demokratikleşme yolunda taşıyan hareketin İslami, Milli Görüş hareketi olması. Diğeri de, paradoksal bir şekilde, Milli Görüş kökenli siyasetin, aslı itibariyle demokrat bir yapıdan gelmemesi ve hatta Batı değerleriyle çatışması sebebiyle, zaman zaman savrulmalar ve sapmalar yaşaması ve demokrasiyi içselleştirememiş olması. Gerçekten de Türkiye’de demokratikleşme ve sivilleşme yolunda öncülük etmesi gereken bir Liberal ya da Sol parti zuhur etmeyince; bunu, aslında kökenleri itibariyle demokrat olmayan ya da demokrasi kültüründen ziyade, yukarıda anılan teslimiyetçi gelenekle yetişmiş kişilerin gerçekleştiriyor olması, ülkenin demokratikleşmesi açısından büyük bir kazanç olduğu gibi; ülkenin demokratik geleneği ve demokratları açısından da ayıptır.
Milli Görüş hareketinde yaşanan ilk ciddi çatırdama, siyasi ve ekonomik konjonktürün de etkisiyle AK Parti’nin başarılı olması sonucunu doğurdu. Nitekim, Erdoğan ve arkadaşları, Erbakan Gerontokrasisi içinde faaliyet göstermeye devam etseler ve SP’ye katılsalardı; şimdiye kadar çoktan tasfiye edilmiş olurlardı. SP de klasik Milli Görüşçü söylemlerini sürdüren %5-6 diliminde bir siyasi hareket olmanın ötesine geçemezdi. Erdoğan ve arkadaşları, SP içinde, ancak Erbakan’a koşulsuz biat ederek ve Gerontokrasi’nin gözetimi altında lider olabilirlerdi; bu da onların siyaseten bir yere açılamamaları anlamına gelirdi.
Milli Görüş hareketinde ikinci çatırdama, Numan Kurtulmuş ve arkadaşlarının partiden ayrılarak kendi partilerini (Halkın Sesi Partisi-HAS Parti) kurmalarıyla ortaya çıktı. Bu çatırdama, kuşkusuz ilk etapta Erdoğan ve arkadaşlarının ayrılmasındaki hava ve etkiyi yaratmayacaktır. Ayrıca, 2001’deki büyük çatırdamanın koşulları da ortada değildir. 2001’deki ayrışmada -yukarıda da ifade edildiği gibi- Milli Görüş Meclis’te temsil edilmekteydi; Meclis’teki milletvekillerinin yarısı SP’yi tercih ederken; diğer yarısı AK Parti’yi oluşturdu. Ülkede siyaset bitme noktasındaydı; ekonomi, bazı iyileşmeler göstermekle beraber, kötü durumdaydı ve halkın mevcut siyasilerden sıdkı sıyrılmıştı. Bu nedenledir ki; Cem Uzan gibi hiç bir politikası ve kadrosu olmayan; tamamıyla parasal imkân ve propagandasıyla faaliyet gösteren bir siyasetçi ve kurduğu parti, iki ayda %7 oy aldı. Dolayısıyla, tüm konjonktür yeni bir siyasi hareketten yanaydı ve AK Parti, bu fırsattan çok iyi yararlandı. Milli Görüş’teki büyük çatırdama, zamanla AK Parti’nin eski merkez-sağ oyları ele geçirmesine; geleneksel çizgisinden şaşmayan SP’nin ise, marjinalleşmesine yol açtı. SP, klasik içe kapanmacı; tam bağımsızlıkçı; Batı ve AB karşıtı söylemiyle, bir dönem kendisinden en fazla çekinen Kemalist kesimle neredeyse aynı şeyleri dile getirmeye başladı. Hatta, gelinen nokta itibariyle SP’nin temsil ettiği Milli Görüş’e, “Laik Olmayan Kemalizm” desek, her halde yanlış olmaz.
Numan Kurtulmuş’un gelişiyle SP’de yaşanan hareketlilik, ilk sonucunu Parti’nin oylarını %5’e yükselttiği 2009 Yerel Seçimleri’nde gösterdi. Kurtulmuş’un, Erbakan’dan farklı olarak; daha kitleleri kucaklayan; yapıcı tavrı ve aklı selimi temsil eden davranışları, siyasi mahfillerde Kurtulmuş’un Erdoğan sonrası potansiyel bir lider olması ihtimalini doğurdu. Ancak, Parti içinde yaşanan kargaşa ve Kurtulmuş’un ayrılmak durumunda kalması; zaten çatırdamış ve küçülmüş olan Milli Görüş’te şimdi yeni bir çatırdamaya işaret ediyor. Erdoğan’ın AK Partisi’nden farklı olarak, Kurtulmuş’un HAS Partisi, hali hazırda pastadan daha küçük bir pay alma talebinde görülüyor. Yukarıda anılan konjonktürün şu an Kurtulmuş’tan yana olmaması da, kısa vadede HAS Parti’nin büyük bir başarı sağlamasını güçleştiriyor. Ancak, mantıklı ve istikrarlı politikaların izlenmesi halinde, Erdoğan sonrası dönemde AK Parti’den gelecek oylarla yeni bir iktidar ortağı ya da siyasi arenada kilit role sahibi bir lider olabilir Kurtulmuş ve HAS Parti.
AK Parti’nin şu anda ciddi bir yıpranma döneminde olmadığı görülüyor. Hatta, önümüzdeki seçimlerde yeniden tek başına iktidar olması kuvvetle muhtemel. AK Parti’nin oyları, %40-45 diliminde. Pastadan en büyük payın alındığı bu oy oranı, Kurtulmuş ve HAS Parti’nin Erdoğan sonrası dönemde yönelmesi gereken kitleye işaret ediyor. Kurtulmuş, her ne kadar Erdoğan gibi geleneksel Milli Görüş çizgisinden uzaklaşıp; kitle lideri olmaya yönelecek olsa da; Kurtulmuş’un Erdoğan’a göre Milli Görüş’e daha sadık bir siyasi olacağı da kesin. Zira, Kurtulmuş, Erdoğan’a göre, dışarı açılmaya karşı daha temkinli ve daha içe kapanmacı bir siyasi kişilik. Bu da, AK Parti’nin aldığı dış desteği almasının zor olduğunu gösteriyor. Ayrıca; ılımlı ve mantıklı konuşan bir kişi olması, her ne kadar bir çok kişi tarafından memnuniyetle karşılansa da; insanlar, oy vermeye gelince Kurtulmuş’u tercih etmeyebilirler. Bu durum en azından, halen CHP’ye vb. oy veren seçmen kitlesi için geçerlidir. Bu da, Kurtulmuş’u, ister istemez AK Parti tabanından oy almaya mecbur kılmaktadır. Kurtulmuş’un önümüzdeki 4 yıllık süreçte atacağı adımlar da çok büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede, mutlaka Erdoğan sonrası dönemi beklemeli; ilk seçimlere kesinlikle katılmamalı ve klasik bir muhalefet yapmaktan kaçınmalıdır. Referandum’da “Evet”‘i desteklemesi, Kurtulmuş’a esasında, uzun vadede çok şeyler kazandırmıştır. Kurtulmuş, kitlelere daha fazla hitap etmeye; sabırlı ve kararlı olmaya; saygın kişiliğini korumaya ve yapıcı muhalefet yapmaya devam ettiği sürece, Erdoğan sonrası dönemde (2015) başarılı olabilir. Bunun için, içine girdiği süreci doğru ve iyi yönetmesi ve kadrosunu zenginleştirmesi gerekiyor. Bu süreci yönetemez ve aceleci davranırsa, Kurtulmuş’un HAS Partisi de kurulan diğer ufak partilere benzer ve sadece Milli Görüş’ün %2-3 civarındaki oyunu SP ile paylaşan bir konuma düşer. Tıpkı, 2002’de büyük umutlarla kurulan İsmail Cem’in Yeni Türkiye Partisi’nin, ayrıldığı Demokratik Sol Parti ile hemen hemen aynı oyu (%1) alması gibi.
Önümüzdeki dönem, yeni oluşumlara; liderlere gebe. Siyaset henüz tıkanmadı; ama ileride tıkanırsa yine kendi içinden bu tıkanıklığı açacak kişi ve partiler çıkacak. Bu süreçte; değişimi ve dünyalaşmayı tercih edenler, karlı çıkıyor; buna karşın değişime direnen; sabit fikirlerini değiştiremeyenler, büyüyemiyor ve zamanla siliniyorlar. Bir yerlerde birileri yeni bir şeyler yapmaya çalışıyor; kimileri de bu çabaları yersiz ve boş buluyor. Onlar, Gulu Gulu Dansı yapıyorlar, tıpkı Gerontokrat Erbakan’ın bir dönem Susurluk karşıtı “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemi yapanlar için söylediği gibi….
1 Yorum
Yazan:simeranya Tarih: Kas 6, 2010 | Reply
Bir noktayı hatırlatmak lazım. 28.mart.2004 seçiminde SP oy oranı 3.87’dir. Kurtulmuş başkanlığındaki 2009 seçiminde oylar sadece yüzde 1.20 yükselmiştir. Belediye başkanlığı oy dağılımı ise değişmemiştir. Rakamları doğru kullanırsak daha doğru analizler yapabiliriz.
Farklı seçimlerin sonuçlarını karşılaştırmak bize yanlış bilgi verir. Yanlış bilgi ise yanlış yola götürür. Yüzde 2’den 5’e çıkan oy oranı demek elimizdeki sonuçlara aykırıdır.