Ya Tüm Bunlar Koca Bir Fiyaskoysa?
By Özlem Yağız on Kas 9, 2010 in Adalet, AKP, PKK, Terör
Geçtiğimiz bir buçuk sene içerisinde Kürtlere yönelik hükümetin açılım ismini verdiği politikanın en çok çıkmaza girdiği ve umutların sönmeye yüz tuttuğu dönüm noktası diyebileceğimiz olayları düşündüğümüzde iki eylem ön plana çıkıyor. Bunlardan birisi Reşadiye baskını ile bir anda öfkeye dönüşen milliyetçi dalga. Diğeri de KCK operasyonları.
7 Aralık 2009 tarihinde Tokat’ın Reşadiye ilçesinde pusu kurularak öldürülen 7 askerden sonra hükümet uzunca bir süre Kürt sorunu ile ilgili yapmaya çalıştığı şeylerde geri adım atmak zorunda kalmıştı. O zamanda oluşan öfke ve hayal kırıklığı dalgasında varolan durumu tam olarak teşhis edememiştik çoğumuz. Son Taksim saldırısı ile bu topraklarda barışı tesis etmenin handikapları ise bir kez daha belirginleşti sanki. Bugüne kadar PKK dediğimiz yapının yanında Tunceli Grubu, TAK gibi yeni isimlerle karşılaşır olduk git gide. Reşadiye ve Taksim saldırısı, yıllardır umutların tırmanışa geçtiği zamanlarda oluşturulan kanlı eylemler ve ardından gelen milliyetçi ve militarist söylemlere esir oluşumuz şeklinde süre giden kısır döngüyü görünür kılan örnekler. Artık derin devletin iyice yıpranmış, ifşa olmuş, inandırıcılığını yitirmiş ama eski bir alışkanlık olarak vazgeçemediği bir yöntemini işaret ediyor bizlere. Ve PKK içerisinde bir başka “PKK” nın da varolabileceği gerçeğini göz ardı etmemek gerektiğini. Her şeye rağmen Reşadiye ve Taksim saldırısı gibi eylemler ‘Türk’ kamuoyunun ilgi ve hassasiyetlerini halen Kürt sorunu konusunda manipüle edebilen yegane geçerli yöntem aynı zamanda.
Açılım günlerinde Kürt halkı ile hükümet arasında en ciddi kopuşun yaşandığı ikinci olay ise kuşkusuz KCK operasyonlarıydı. Bu operasyonlarda Kürt halkının seçimle iş başına gelmiş kimi temsilcilerinin de tek sıraya girmiş, elleri kelepçeli görüntüleri ve aylarca başlamayan yargı süreci kolektif hafızalarda doksan yıllık bir güvensizliği ve yaşanan kimi acıları tazeledi. Başbakan’ın da Dolmabahçe’de kadın STK temsilcilerine yönelik yaptığı toplantıda ‘Bu görüntüler bizim hükümetimiz dönemine yakışmamıştır” şeklinde ifade ettiği gibi pek çok insanın başından beri içini bulandıran, şüphe ile karşıladığı bir şeyler var bu operasyonlarda. Hem zamanlaması hem yarattığı menfi etki hem de kafamızda bir türlü bir yere oturtamadığımız “suç” delilleri bakımından.
Öte yandan KCK operasyonu diye bildiğimiz operasyonlar hala sürüyor ve yeni tutuklamalar bu operasyonlara yönelik şüphe bulutunu daha da yoğunlaştırıyor:
01.10.2010 tarihinde Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü aracılığı ile başlatılan ve basına ” KCK operasyonu” olarak yansıtılan operasyon ile göz altına alınan 25 kişiden, 17 kişi serbest bırakılırken, aralarında BDP Urfa İl Eş başkanları İbrahim Ayhan ve Adile Fidan’ın ve kadın aktivistlerin bulunduğu 8 kişi tutuklandı.
Urfa E Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan SES Yönetim Kurulu üyesi Aynur Şahin, BDP Kadın Meclis Üyesi Azize Yağız, Urfa BDP İl Eş Başkanı Adile Fidan, Diyarbakır BDP Kadın Meclisi üyesi Mansure Engin, Viranşehir Belediye Meclis Üyesi Fadime Silgir ve Nevrez Alataş bir çetenin elinden kurtarmak için uzun süre mücadele ettikleri G.E isimli kadının yaşamından endişe ettiklerini söyledikleri bir mektup gönderdiler basına. Bu mektuba göre:
“Yapılan operasyonda gerekçe gösterilen Gülistan E.’nin yaşadıkları yaşının kat be kat üstünde. Babası 36 yıl müebbet hapis cezası alan ve annesini de geçirdiği trafik kazasının ardından kaybeden Gülistan E., annesi ve babası olmadığı için 14 yaşındayken 2 kardeşi ile yakın akrabalarının yanına yerleştirilir. Gülistan E. henüz 14 yaşında iken yaşadığı akrabaların yanında cinsel istismara maruz bırakılır. Gülistan yaşadığı istismarın ardından uzun bir süre sonra kendine kurtuluş yolu olarak internet üzerinden tanıştığı Urfa’da ikamet eden Ö. İ.’ın yanına kaçmayı görür. Uyuşturucu madde bağımlısı olan İ. ise, Gülistan ile yaşamaya başladıktan kısa bir süre sonra Gülistan’ı da uyuşturucu bağımlısı olmaya zorlar. Yaşadıkları bununla da sınırlı kalmayan Gülistan, daha sonra uyuşturucu bağımlısı İ. tarafından uyuşturucu parası karşılığı fuhuşa zorlanır. Yaşadıklarını daha fazla kaldıramayan Gülistan, yaşadığı sıkıntıları son çare olarak komşusu olan kuaföre anlatmakta bulur. Kuaför ise Aynur Şahin’e durumu aktarır. Bunun üzerine Şahin, olanları bizzat dinlemek için kuaföre gider. Anlatılanlar üzerine tepkisiz kalamayan Şahin ise, harekete geçerek Gülistan’ı da yanlarına alarak ayrılır. Gülistan daha sonra Diyarbakır’da bulunan kadın kurumlarına yönlendirilir. Diyarbakır Devlet Hastanesi’ne götürülüp, sağlık taramasında geçirildikten sonra uyuşturucu madde tedavi merkezi olan UMATG ‘a götürülen çocuk, daha sonra ise tedavisin yapılması için Elazığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne sevk edilir. Burada kısa süren tedavisinin ardından ise yaşı küçük olduğu gerekçesi ile Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube tarafından Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu’na (SHÇEK) yerleştirilir.
Tutuklu kadınların mektubu şu cümleler ile sona eriyor:
“Kadın olarak doğmanın günah sayıldığı bir yerde tecavüz kültürünün yaşamın her alanını istila etmesine seyirci kalmamak suç ise, ‘evet’ biz bu suçu işledik. Küçük yaşta düşürülen G.E’ye sahip çıkılsın çağrısı yapıyoruz. Ben insanım diyen herkesin vicdanlarına sesleniyoruz. Bu anlattıklarımızın bir suç olduğuna inanıyorsanız, siz de bu oyunun parçasısınız. Yok, eğer inanmıyorsanız o zaman üzerinize düşeni yapın. Dosyamız bir suç duyurusu bilinsin.”
Gülistan basından en son takip edebildiğim kadarı ile KAYIP ve hayatta olup olmadığı sağlık durumu hakkında hiçbir şey bilinmiyor. (Taraf Gazetesi 5.11.2010 KCK davasının kilit ismi Gülistan nerede)
İçişleri Bakanı Beşir Atalay tutuklamalardan yaklaşık bir hafta sonra yaptığı basın toplantısında olayın bir KCK operasyonu olarak başlamadığını bir kuaför dükkanının camlarını kıran bir şahsın “Kuaför, 18 yaşındaki imam nikahlı eşimi PKK kampına katılmak için dağa göndermek istiyor” ifadesini vermesi üzerine başladığını daha sonra bahis konusu kadının emniyette “Kuaför PKK’yla bağlantılı, örgütün şehirdeki işlerini yürütüyor. BDP İl Başkanı beni evine götürdü, iki gün orada kaldım. Uyuşturucu işi de yapıyorlar ve beni dağa götürmek istiyorlar” ifadesini vermesi ile tutuklamaların yapıldığını belirtti.
Olayın Gülistan’ın hayatı ile ilgili endişe verici boyutu bir yana bir de cezaevinde yaklaşık bir buçuk aydır yatmakta olan kadınları ilgilendiren boyutu söz konusu. Beşir Atalay ne kadar bu mesele KCK davası olarak başlamadı derse desin eğer olayın ardında bu kadar çok soru işareti ve resmi kurumlara bu kadar giriş çıkış başvurusu olmasa idi yani hikaye Gülistan E. ve “kocasının” verdiği ifade doğrultusunda gelişseydi elbette bu bir KCK davası olacak ve basında “dağa zorla adam kaçırmaya çalışan KCK lılar” olarak yer almaya devam edecekti. Ancak olayın gelişimi esnasında resmi kurumlara yapılan başvurular görülüyor ki iddiaların o yönde gelişmesinin önünü kesmiş ve mesele adli bir vaka haline evrilmeye çalışılmakta.
Yaşanan olay bana bundan 10 sene kadar önce Uğur Mumcu’nun failleri yakalandı denilerek canlı yayında uzun uzun bombalama hadisesinin nasıl gerçekleştirildiğine dair tatbikat yaptırılan zanlıların durumunu hatırlattı. Tutuklamaların ardından tesadüfen zanlılardan birinin düğünün Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü gün İstanbul’da yüzlerce insanın gözünün önünde yapıldığının ve zanlılarında o sırada düğünde olduğunun anlaşılmasıyla dava Mumcu davası olmaktan yavaşça örgüt davası olmaya evrilmiş ve tutuklular yine de 3-4 yıl hapis yatmaktan kurtulamamıştı.
Urfa’da tutuklanan kadınların davasının bu kadar büyük bir komplo ve delil oluşturma mantığı ile işlediğini zannetmiyorum. Yine de tutuklanan şahısların Gülistan için bunca resmi kuruma başvuru yapılmışken ve bizim tanıdığımız PKK nın zorla yardım haraç toplama gibi marifetlerinin yanı sıra henüz zorla dağa adam kaldırma gibi bir vukuatı bilinmezken alelacele gecenin bir vakti derdest edilen 25 kişinin durumu bu olayda psikolojik bazı faktörlerin olduğu düşüncesini aklıma getiriyor. KCK davalarında oldukça eleştirilen ve zan altında kalan emniyet ve yargı belki haklılığını ispat etmek için bulduğu her delil görünen şeyin üzerine boncuk bulmuş gibi atlamaya başlamış olabilir.
Uyuşturucu müptelası olduğu söylenen ve şu anda hapiste yatmakta olan bir kişinin ve kendisi kayıplara karışmış büyük ihtimalle tehdit altında olan Gülistan’ın ifadesi ile bunca insanın içeride yatırılmasını hangi akli ve hukuki delillere dayandırabiliriz başka türlü.
Peki kolaylıkla araştırıp, mağdureyi de güven altında tutabilecek bir yöntemle böyle bir olayı daha sağlıklı çözmek gibi bir yol varken bir gece baskını ile alelacele tutuklanan ve basına KCK operasyonu olarak yansıyan sekiz kişinin davası yarın koca bir fiyasko ile sonuçlanırsa hükümet düşeceği durumların farkında mı acaba?
İnsanların hayatlarından yok yere aylar belki de yıllar çaldıktan sonra dönüp Kürt meselesini layıkıyla halledeceğiz bize güvenin demenin zihinlerde ne gibi bir karşılığı olabilir.
20 Yorum
Yazan:asuman özbey Tarih: Kas 12, 2010 | Reply
zaten vicdanlarda hiçbir inandırıcılığı olmayan bu davanın ayrıntıları, karşılaştığımız sorunların ne kadar can yakıcı ve çözülmesi için hemen harekete geçilmesi gerektiğini gösteriyor. özellikle sivil toplum örgütlerinin devreye girmesi halkı ve iktidarı uyarmasının zamanı çoktan geldi.
umarım herkes bu yazıyı okur!!!
Yazan:mrtnrn Tarih: Kas 12, 2010 | Reply
her ne kadar ülkemizdeki hukuk sisteminin son dönemlerde ortaya koyduğu facia icraatlar kendisine olan inancımızı sarsmış olsa da, sadece hukuku eleştirerek KCK davasının boş olduğunu ortaya çıkarmak da bir faciaya neden olur.
bir de diğer pencereden bakalım… daha okula başlamamış çocukları molotof atmak amacıyla sokağa döken, belediye başkanın emrindeki bir hizmetliden talimat aldığı, kendisine ait yerel yargı kurumlarının meydana getirildiği iddia olunan bir yapının varlığı ne kadar meşru olabilir? ve bu yapıyı halkın temsilcileri olarak addetmek mantıkla nerede bağdaşabilir?
düşünün belediyenin kamu hizmeti vermek için açtığı ihaleyi usülsüz olarak harcamak zaten suçtur. buna ek olarak bu parayı dağda mayın döşeyenlere aktarmak ne olarak ifade edilebilir? her gün sokakları birbirine katan, molotof atan çocukları (evet onlar sadece çocuk, kabul ediyorum)sokaklara dökerek huzurumuz bozan ve o çucukların hayatını karartan yapı bir terör örgütü değil midir?
diğer taraftan KCK’nın dağdaki örgütsel yapının şehre indirilmesi ve şehirde milis faaliyetlerinin oluşturulmaya başlanması şeklinde, yukarda ifadeler doğrultusunda, okumak mümkün değil midir? büyükşehirlerde yakalanan bombalar bunun en bariz göstergesi değil midir?
tamam haklısınız kürtçe savunma en temel haklardan biridir.
ancak bunun haricinde KCK davasını insan hakları sosuyla bezenmiş siyasi bir dram olarak sunmayalım.
dağda şehit olan askerimizi, sokakta taş molotof atan çocuğumuzun hayatının kararmasını ne kadar istemiyorsak, bunu gerçekleştiren yapının da cezalandırılmasını o kadar istemek durumundayız…
en azından vicdan bunu ister…
Yazan:özlem Tarih: Kas 12, 2010 | Reply
mrtnrn dikkat ederseniz ben KCK davaları fiyaskodur diye iddialiı bir yazı yazmadım. Buna hakkım yok. Bunu söyleyebilmek için hem bölgeyi hem de bu davanın dosyasını çok iyi biliyor olmam, kamunun genelinden daha fazla bilgiye sahip olmam lazım. Ancak olayların gelişimine ve basından takip ettiklerime bakarak bir şüphemi dile getirdim.
KCK tutuklamaları ilk başladığı günlerde benim gibi batıda yaşayan ve bölgeyi bilmeyen insanlar tutuklamaları oldukça şaşkın ve sessiz karşıladılar. Tek sınra halinde tutuklanan bir grup insan vardı ve çoğu insan acaba PKK nın ergenekonu mu tutuklanıyor gibi biur şüpheye sahipti. Ancak şunu gözlemledim PKK yı açıkça eleştiren kimi Kürtler dahi bu tutuklamalardan sonra oldukça öfkelendiler ve hem hükümete hem de devlete olan eleştirilerinin dozunu kat kat arttırdılar. Özellikle referandum öncesi günlerde kimi Kürtler KCK tutuklamaları sebebi ile inanılmaz öfkeliydi. Şimdi toplumun bir kesiminde böylesine büyük bir öfke yaratan bir davada çok sağlam ve ciddi suçlamaların dellillerin öne sürülmesi beklenir. Ben davaya vakıf değilim ama takip edenlerin belirttiği kadarı ile (mesela Taraf gazetesinhdeki son Neşe Düzel balıkçı röportajı) iddialar şiddet eksenli eylemler üzerine değil daha çok örgüt bağlantıları üzerine kurulu. imiş. Kim kiminle görüştü hangi telefon görüşmeleri yapıldı hangi “şifreli” sözcükler söylendi gibi.
Son olarak yazıda bahis konusu etti gim. G.E ile ilgili olan meselede ise tamamıyla sırıtan bir şeyler övar. Kimse dağa bir kadını Esirgeme kurumuna yatırarak, bir sürü resmi kuruma başvurarak göstere göstere kaçırmaz. Hele ki bir partinin il başkanı. Sizce de tuhaf değil mi? Bunlar araştırılması çok zor şeyler değil. Apar topar 25 kişi gece evinden alınıyor. Benim şüphem şu: KCK tutuklamaları olduğunda tutuklamanın şekli sebebi ile iç işleri bakanlığı soruşturma açtı. Açıkça başbakan şekil olarak yaşananları eleştirdi. Dava başladıktan sonra git gide bu tutuklamalar ile ilgili basında eleştiriler artmaya başladı. Suç delili olarak sunulan bazı şeyler eleştirildi. Bazen batmaya başladıkça daha çok çırpınırsınız. Acaba bu son yaşanan 8 kişinin davası bir nevi bu davada meşruiyet arayışı için fazlasıyla aceleci bir ‘delil’ toplama girişimi mi? eğer böyle bir aymazlık üzerinden yol alınıyorsa bu bir fiyaskodur ve AKP nin inandırıcılığına da bu ülkenin umutlarına da zarar verir. Ben bunu hiç arzulamam. Hem açılım sürecini hem de referandumu başarılı olması ümidiyle destekleyenlerden biriyim.
Büyük şehirlerde yakalanan bombalar büyük şehirlerde böyle bir potansiyelin olduğunun göstergesi. Direk KCK ile ilgili suç delilleri vucut bulmadan bunun sebebi KCK dır diyemem ben. Bir de şunu düşünmek lazım o büyük şehirlerde vücudunu patlatacak insanların sırtını sıvazlayıp meydanlara sürenlere de bizzat devletin kürt meselesinde uyguladığı haksızlıklar tarihine yenilerini ekleyerek fırsat vermemek için kat kat dikkatli olmak zorunda bu hükümet. Eğer gerçekten bir şeyler iyiye gitsin istiyorsa.
bir de herşeyden önemlisi Gülistan davasında insanlar haksız yere mağdur ediliyorsa insan olarak buna duyarsız kalmamak neler oluyor diye sormakla yükümlüyüz. Kimse birgün bu şekilde bir olaya kurban gitmeyeceğini bilemez bu ülkede. Olmayan şey değil.
Yazan:mrtnrn Tarih: Kas 13, 2010 | Reply
İlk olarak ben de sizin gibi davanın her haliyle doğruluğunu ya da tamamen facia olduğunu iddia etmedim. Sadece farklı bir pencereden de olayın değerlendirilmesini istedim. Buna ek olarak “davaya vakıf değilim, ama…” diyerek bir konuyla başlamak o vakıa hakkında yanlış yorumların oluşmasına neden olabilir. Bunu da göz ardı etmemenizi isterim.
İkinci olarak davanın şiddet ekseninden ziyade daha çok örgütsel yapı üzerine kurulu olduğunu belirtmişsiniz. kabul edilir ki her eylemin şiddet olması ya da her operasyonda bomba, silah bulunmaması o yapının masum olduğunu göstermez. Örnek olarak ilk cevabım da söylediğim gibi KCK tarafından kurulan mahkeme tarzı yapılar ve şahısların buralarda cezalandırılması yine gösterilebilir. Sizce hangi ülkede böyle bir yapıya müsaade edilebilir?
Üçüncü olarak, ben de sizin gibi Kürt açılımını destekliyorum. Ancak farkım, bahse konu üzerine az çok kafa yormuş biri olarak, iddia olunan ve KCK denen yapının mevcut olduğu bir ortamda Kürt açılımının gerçekleştirilemeyeceğidir. Kürt açılımında en önemli gerçekleştirilemeyeceğinin birisi de bölge halkına sağlanacak temel hak ve özgürlükler ve ek olarak bölgede mevcut sorunla ilgili PKK haricinde farklı görüşlerinde yer bulabilmesidir. Bölgede yapılan bilimsel çalışmalar da bu ihtiyacı ortaya koymaktadır. ancak bu amacın gerçekleşebilmesi için KCK ve benzer yapıların bölge halkı üzerindeki etkinliğinin kırılması gerekir.
Dördüncü olarak, sokaklarda yapılan eylemlerin ve büyük şehirlerde yakalanan bombaların KCK ile irtibatlı olmadığını düşündüğünüzü belirtmişsiniz. Dikkat ederseniz bahse konu dava ile ilgili tutuklamalar yapıldıktan sonra korsan sokak eylemlerinde bir azalma yaşandı. Bu durum KCK’nın bu eylemler ile irtibatının bir anlamda göstergesidir. Ayrıca bombalarla ilgili olarak iddianamede KCK’nın PKK ve HPG’nin de üstünde bulunan kendi içerisinde yasama, yargı organlarının mevcut olduğu bir yapıdır. Kabul edersiniz ki Kuzey Irak’tan İstanbul’a gelen bir bombanın böyle bir yapının iradesi haricinde gelmesi mümkün değildir.
Yazan:özlem Tarih: Kas 13, 2010 | Reply
mrtnrn ben bu konuda bugüne kadar birçok insanı okumaya dinlemeye çalışıyorum. Sonuçta KCK PKK ilişkisini kimse inkar edemez. Ancak yine benim takip edebildiğim kadarı ile KCK nın silahlı eylem, bombalama olayları ile ilgili direk irtibatı olduğuna suç delillerinin subut ettiğine dair de elimizde şu anda inandırıcı deliller yok. Benim bu tür durumlarda daima söylediğim bir şey vardır. Suçu kanıtlanana kadar herkes suçsuzdur derler. Ben bunu doğru bulmam. Bir insan bir suçu işlemiş olabilir, katil tecavüzcü olabilir ancak deliller ile ispat edilmediği sürece onu cezalandıramazsınız. Bir suç ile irtibatlandırmak mutlaka kuvvetli delillere ihtiyaç duyar. Onun ötesinde deliller bulunamadığı halde kişi o suçu işlemiş olamaz mı. Gayet de güzel olur. Ancak hukuk böyle işlemez. Gerek ilahi gerekse seküler hukuk maddi delillere bakar şüphe ve kanaatlere değil. Ben KCK bu işlere karışmamıştır demedim. DeLiller vücut bulana kadar bu eylemlerde KCK nın rolu vardır diyemem dedim..
siz iddialarınızı her ne kadar kesin konuşmuyorum da deseniz çok kesin tarzda dile getiriyorsunuz. Benden daha fazla şey bildiğinizi varsayarak devam ediyorum.
KCK ve PKK gibi yapıların bölgede kırılmasını kim arzu etmezki. Ancak bu polisiye tedbirlerle ve militarist yöntemler ile olsaydı şu ana kadar bin kere olurdu. Olmadı. Ben bir şekilde PKK nın silah bırakması gerçekleşirse bunun gerçekleşebileceğini düşünüyorum. Birçok arkadaş bunun çok safça olduğunu söylüyor. silahtan başka bir şey bilmeyen bir örgütvs. Ben öyle düşünmüyorum. PKK birden demokratik bir örgüt olmak istediği için değil Dünyadaki konjonktür gereği ve iç siyasetin artık buna zorlaması sonrucu bırakacaktır bırakacaksa diye düşünüyorum. Ve bu olduğu zaman sıra Kürt halkına gelecek. Mesela her gece saat beşten sonra neden elektriklerinin gittiğinin çöplerinin toplanmadığının da hesabını vermek zorunda kalacak BDP li politikacılar. Sadece kimlik meselesinin değil.
ben KCK dan sonra eylemlerin azaldığını düşünmüyorum. 31 mayıstan sonra bal gibi de tekrar hız kazanmıştı. Ancak sonrasında gelişen süreç bir şekilde durumu şu andaki haline getirdi. Dediğim gibi doğru ya da yanlış ama sağlam delil ister böyle şeyler. Yoksa birileri de çıkar bak gördün mü TC bütün bu yapılanların üstüne sizin seçilmiş belediye başkanlarınızı nasıl dizip aşağıladı nasıl haksız yere cezaevine tıktı. Silahlı mücadeleden başka şans var mı der gencecik beyinlere. KCK nın yapısı falan da kırılmaz. Korkarım ki artar.
Yazan:özlem Tarih: Kas 13, 2010 | Reply
Bu arada Gülistan ve ona sahip çıkan BDP li kadınların hapse düşüş hikayesi de tüm bu KCK davasının hikayesi içerisinde erimez umarım. Bunca şüpheli bir şeyi sorgulamak ilgisiz kalmamak da bir tür insanlık görevidir diye düşünüyorum. Ben Uğur Mumcu cinayeti ile ilgili tutuklananların davasına katılanlardan duymuştum. Bir celsenin sonunda bazı insanlar ismini vermeyeyim Mumcu nun bir yakınına bu insanların suçlu olduğuna inanıyor musunuz deliller aksini gösteriyor demişler. Bahsettiğim kişi hayır inanmıyorum ama fark etmez onlar da aynı zihniyetin insanları cevabını vermiş. Bunu utançla anıyorum. Yazıda konu edindiğim olayların üzerine o dönemde bazı STK lar ve gazeteler gitseydi bu insanları mağdur etmek o kadar kolay olabilr miydi. Bazen özellikle medya bir şeyleri duyuyor ve duymazdan geliyor. Bize göstermek istedikleri kadarını görüyoruz. Üzerinde durmuyoruz. Tekrar sorarsam bu Gülistan davasında siz(ler)in içinizi kemiren bir şeyler yok mu?
Yazan:özlem Tarih: Kas 13, 2010 | Reply
Pınar Selek davasında olmuş muydu?
Hülya tarman
Ahmet kaya
Hrant dink hedef gösterilirken olmuş muydu?
Uğur Mumcu katilleri diye canlı yayında tatbikat yaptırılan insanları gördüğünüz zaman olmuş muydu?
yoksa hep bu mağduriyetler yaşandıktan sonra mı bizler tespit edebildik a burada bu insanlara bir şeyler yapılmış dedik. Bakın Mısır Çarşısı bombalanması olayı her türlü bilir kişi raporu ile fiyasko çıktığı halde Pınar selek hala bu ülkeye dönemiyor gördüğü işkenceler ve içeride yattığı yıllar da cabası.
Yazan:ali duman Tarih: Kas 13, 2010 | Reply
bu davayı açanlar, bu davanın yargılanları olacaklar, özellikle de anadil “kürtçe” konusuda takınılan ırkçı ve faşist yaklaşımları nedeniyle. bu dava, davayı açanların kutsalında derin bir darbeye yol açacaktır, zira bu davanın sınırları ne bölge ile ne de diyarbakırla sınırlı kalmayacaktır, kalması da mümkün değildir. anadil çığlığı bu dava ile tüm dünyaya ulaşacaktır.
Lozan’ı bir zafer diye yutturanların bu davada maskeleri düşmüştür, Lozan’ı zafer diye yutturanlar, iş Lozan’ın içeriğine girmeye gelince “Lozanı bir kenara bırakalım, o ayrı bu ayrı” diyerek bu işin içinden yırtamazlar, yok öyle nağme… Hem Lozanı bir zafer olarak yutturacak, hemde Lozan’ın içeriğine girmeyeceksiniz,yok öyle nağme, deniz bitti dimi? kofluğunuza gömüleceksiniz, bundan böyle artık yargılayamaz, yargılanırsınız, kck davasında da böyle olacaktır ve bu müesses nizam ve onun içi kof ideolojisi için yolun sonu bitmekle kalmadı, hesap verme dönemi de açıldı, hayırlı uğurlu olsun ülkeme ve ülkemin güzel insanlarına
Yazan:mrtnrn Tarih: Kas 13, 2010 | Reply
aslında temel konularda ortak şeyleri konuşuyoruz. her makul insan sanıkların o şekilde görüntülenmesini, masum insanların hedef konumuna getirilmesini, hrant dink’in ve ahmet kaya’nın hedef gösterilmesini kabul edemez.
ancak ortada bir suç varsa eğer, bunun doğru dürüst bir şekilde yargılanmasına neden itiraz edelim? ancak ali duman beyin ifadeleri doğrudan yargılamayı ortadan kaldırıyor. benim bu noktada itirazım da buraya… davanın haksız olduğu kadar şu haliyle örgütsel bir şova dönüştüğü ortada… amacım başka bir pencereden bakmak…
ayrıca demişsiniz ki polisiye çözümlerle sona erdirilemez… bu zamana kadar yakın tarih bunu acı bir şekilde gösterdi. ama bu demek değildir ki bomba patlatanları affedelim? o zamanda ayrı bir siyasi ve toplumsal sorunu başımıza bela ederiz…
aslında sorunun temelinde de bu anlayış yatıyor. bu zamana kadar her Kürt’ü terörist olarak gören bir zihniyet sorunu bu boyutlara taşımıştır. terörist ile vatandaşı birbirinden ayıramama gafleti bizi bu hale getirmiştir…
sonuca bağlarsam, yargılama eksikliklerle doludur, belki de yargılama neticesi bir şey çıkmayacak… ama demezler mi hırsızın hiç mi suçu yok?..
Yazan:ali duman Tarih: Kas 14, 2010 | Reply
sn. mrtnrn
“hırsızın hiç mi suçu yok” evet tamda çuk oturmuş çok doğru bir tanımlama.
bugüne dek kürtleri aşağılayan, kürtçeyi yasaklayan, kürtleri yok sayan, kürtleri diyarbakır işkencehanelerinde ölüme yatıranların hiç mi suçu yok???
çok doğru “hırsızın hiç mi suçu yok” derken, bu konuya tamda bu noktadan, kürtler ve kürtçe noktasından bakılması gerekir, müesses nizamın baktığı türklük noktasından değil, ben de türküm ama ben sizin baktığınız noktadan bakamıyorum, zira o noktadan bakmak bani nazizmi çağrıştırıyor. zira türklük ve kemalizmde fazlasıyla bir hitler almanyasının, nazizmin izlerini bulmak mümkün. (bu konunun detayı icin bugünkü taraf’ta ayşe hür’ün yazısını tavsiye ederim.)
bu sitede sürekli pkk’yı eleştirdim, hatta bdp’yi de çok eleştirdim, bdp’yi kürtlerin chp’si pkk’da kürtlerin ittihat/etö’sü olarak görmekteyim, ancak burdaki konu başka, bu dava siyasi bir davadır, yapılan yargılamanın adilane olduğunu söyleyemeyiz. dağ’dakileri ovaya davet edip, ovadakileri içeri tıkmanın bir açıklaması yok, bu yargılama evrensel hukuk kurallarını tanımayacak şekilde yapılıyor, kürtçeye “bilinmeyen bir dil” muamelesi yapılmak suretiyle, kürt halkının kanıyla, canıyla elde etmiş olduğu tüm kazanımlar yok sayılıyor, kürt halkı yine “kart-kurt” dönemine, yok sayıldığı döneme geri dönülüyor, bilmem bunu anlayabiliyor musunuz? yargı eliyle kürt halki bir kez daha tahrik ediliyor, kürt halkı bir kez daha ötekileştiriliyor, bir kez daha isyana davetiye çıkarılıyor.
kürt halkının ana dillerinde konuşma konusundaki kararlılıkları onlara analarının ak sütü gibi helaldir, işte bu yüzden onları yargılayanlar kaybedeceklerdir, kaybetmeye de başladılar bile, “bilinmeyen dili”, “kürtçe olduğu anlaşılan…” diye değiştirmeleri kaybetmeye ve yargılayanların yargılanmaya başladığına bir kanıttır.
hak, hukuk, suç, suçlu gibi kolaylıklar bizi ırkçılığın cazibesine kaptırmasın, ANA DİLİNİ konuşmak, konuşabilmek her insanın en tabi ve en insani hakkıdır, ana dilini yargılamaya kalkanlar, haklı dahi olsalar, haksız duruma düşmekten kurtulamayacaklardır, tarih onları yargılayacaktır.
ancak ne varki bu ülkede -içinin kofluğuna rağmen- kemalizm idelojisi hakim ideoloji olduğu sürece müsesses nizam adına yapılan her türlü hukuksuzluk, yapanın yanına kar kalıyor, baksanıza hala diyarbakır işkencecilerini yargılayamadık, faşist cuntacıları, darbecileri (12 mart, 12 eylül, 28 şubat) kürtçeyi yasaklayanları yargılayamadık, ancak ne var ki elbette bu böyle sürgit devam etmeyecektir, hani bir laf var, keser döner,sap döner, bir gün gelir hesap döner, o günlerin ayak sesleridir, yaklaştığını duyduğumuz sesler.
selamlar.
Yazan:bsm Tarih: Kas 17, 2010 | Reply
Ben de Ali Duman beyle aynı fikirdeyim.Yani hadisenin siyasi boyutu ayan beyan ortadadır.Bunun için Kürt Sorunu olarak bilinen bildik sorunun “uzmanı”olmak da gerekmiyor.Zira ortada bir dolap dönüyor dedirtecek bariz kuşkular var ortada…Bir kere devletin bir yandan-önceden seçilmiş/hazırlanmış geçici bir yargı kuruluyla-örgütün silahlı mensuplarına yasal kovuşturma yapılmaması ama diğer yandan sırf BDP’li olduklarından ötürü yüzlerce sivilin kelepleçelenerek tek sıra halinde tutklanmasının hiçbir mantıki açıklaması yoktur.Gerçi açılım süreci sekteye uğramasın,bir provokasyon yaşanmasın diye Habur’da gösterilen “titiz çalışmanın”ardından da bu insanlar hakkında soruşturma açılıp tutuklanmalar başladı,yani bu olayda da devlet içinde çok başlı bir yargı olduğu kuşku götürmüyor.
Peki bu garip olayların ardındaki sır nedir?Ali beyin çok da anlaşılır biçimde belirttiği gibi dağdakiler ovaya indirilmek istenirken,ovadakilere duyulan bu tahammülsüzlüğün bir açıklaması olmalıdır.Bu da birilerinin,gizli bir elin bu sorunun barışçıl bir şekilde çözülmesini var gücüyle engelleme çabası içinde olduğunu gösteriyor.İşte bu kısmı işin siyasi boyutudur.Ancak hadisenin diğer bir boyutu da yabancısı olmadığımız hukuk yanlışlarına,hatalı yargı kararlarına çıkıyor.Şemdinli’yi hatırlayalım:Suç üstünde yakalananlar “iyi çocuklar”diye aklanırken davayı takip eden savcı Ferhat Sarıkaya HSYK tarafından meslekten ihraç edilmişti.Bir gecede nasıl olduysa dava sivil yargıdan askeri yargıya devredilerek bildik hukuk skandallarına bir yenisi eklenmişti.İşin ilginç tarafı “iyi çocuklar”bir de mükafatlandırıldı,savcı Ferhat Sarıkaya’nın ise Ankara’nın bir semtinde odacılık yaptığı anlaşıldı aradan yıllar geçtikten sonra.
Bu skandalın bir diğer benzeri de”Yüksekova Çetesi”ni ortaya çıkaran astsubayın hikayesidir…JİTEM,KORUCU VE İTİRAFÇILARDAN oluşan uyuşturucu şebekesini ortaya çıkardı diye bu zat şu anda çobanlık yapıyor.Çetenin elebaşılarından biri ise zırhlı Mercedesiyle mahkemeye ifade vermeye gidiyor.
Diyeceğim o ki,sanki dört dörtlük bir hukuk devletinde yaşıyoruz da,biri “kral çıplak”dediğinde “nayır,n’olamaz”diye hemencecik itiraz ediyoruz.Oysa öyle ibretlik olaylar yaşandı ki bu ülkede,yargıya da,medyaya da,siyasilere de güvenmeyecek sayısız neden vardır.
Son olarak,bahsi geçen asker zırhlı Mercedesli emeklisi zat”konuşamam,konuşursam ülkede deprem olur”gibilerinden beyanat verdi ama ne hikmetse Kürt halkını tahrik etme amacıyla insanları tek sıra halinde dizen yargı mensuplarınından çıt çıkmadı;adam bu sözlerine karşın zırhlı aracıyla geldiği gibi gitti evine.Bir takım kirli dolaplar döndüğüne dalalet değil midir bütün bunlar?Ya da üzerinde derin derin düşünmeye değmez mi acaba?
Kısacası kimse suçlulara musamaha gösterilsin demiyor.Ama bir tarafa sağırlara oynarken-siyasallaşan yargıdan sözediyorum- diğer taraftan şovlar düzenleyip barış sürecini baltalamanın sanırım”adil yargı”adına savunulaacak bir yanı bulunmuyor.
Yazan:logic Tarih: Kas 17, 2010 | Reply
bunun yargıyla ilgisi yok. AKP’nin politika değişikliğiyle ilgisi olmasın ?
Yazan:bsm Tarih: Kas 17, 2010 | Reply
YÜKSEKOVA ÇETESİ’ne dair bazı notlar:
Son anda öldürülmekten kurtulan Necip Baskın, yıllardır bu konudaki suskunluğunu ilk kez bir haber ajansına verdiği beyanlarla bozar.Baskın, asıl amacın kendisine PKK’lı süsü verilerek öldürülmek olduğunu; ancak olayın duyulması üzerine bundan vazgeçtiklerini söyledi. Bugüne kadar hiçbir örgüt ve parti ile bağlantısının olmadığını anlatan işadamı Baskın, öldürülme planını şöyle anlatıyor: Özel Harekat Tim’i ile 9 korucu beni alacaklar, daha sonra para gelecek. Bana gerilla kıyafeti giydirilerek, serbest bırakılacak. Bu sırada başka bir grup ateş edecek, benimle birlikte beni almaya gelen bizim aileden birkaç kişi vurulacak. Sonra ‘PKK ile askerler arasında çıkan çatışmada öldürüldüler’ denilerek bizi PKK’lı olarak gösterip suçlayacaklar, diğer yandan parayı almış olacaklar.”
Necip Baskın, açıklama yaptığı haber ajansına ayrıca,”çete denilerek işin içinden çıkıldığını; ancak bunun her tarafa uzanan çok daha organizeli bir yapı olduğuna dikkat çekiyor.Bu kuşkularını ise şöyle dile getiriyor:Beni aldıktan sonra ‘operasyonlar burası ile sınırlı değil’ dediler. Bir komutan ‘şu an Ankara’da operasyonlar yapılıyor. Hatta banka soygunları ve saldırılar olacak.’ dedi. Gerçekten aynı gece Ankara’da bir sürü operasyonlar yapıldı. Otellere roketatarlı saldırılar oldu. Lojmanlara saldırılar oldu.
Necip Baskın, yaşadıkları ile bugün Türkiye’de ortaya çıkan bazı planların büyük benzerlikler gösterdiğine dikkat çekiyor. Bu fotoğrafı bugün çok daha net gördüklerini anlatan Baskın:Özellikle Erzincan’daki olaya çok benziyor. O günlere bakıyoruz bugün çıkan şeylerle hemen aynı. Senaryo yazmışlar ve hayata geçirmişler. Yani bir insan önce suçlu ilan ediliyor, sonra kılıf uyduruluyor. Masum insanları çok kolay bir şekilde harcayabiliyorlar. Üstelik bunu vatan, millet, laiklik ve cumhuriyet adına yaptıklarını söylüyorlar.
Yüksekova’da, bugün ülkede uygulanmak istenen kirli komploların hepsini gördüklerini,ancak o dönem bu gerçeklere kimseyi inandırmanın mümkün olmadığını söyleyen işadamı Baskın:
Olaylar çok farklı. Senaryolar var. Biz hepini gördük, yaşadık. Biri çıktı ‘PKK’ya yardım eden işadamlarını biliyoruz listeleri elimizde’ dedi. Bunun üzerine herkes kendine göre bir liste hazırladı. Bu en büyük talihsizlik açıklama oldu. Bu karanlık güçler de bu karanlık ortamda kendi listelerini oluşturdular. Ergenekon gibi bir yapı vardı. Bağlantıları hala ortadadır. Gidip nerelere dayanıyor. O dönemde JİTEM diyorduk, ‘yok’ deniyordu ama vardı. Biz bunu biliyorduk. Kimseden çekindikleri bir şey de değildi. JİTEM komutanı olarak biliyorduk. Büyük bir organizasyondu.
15 yıl önce bunları konuşmuş olsak, herkes ‘bunlar ne kadar hayalci, komplocu insanlar’ diyecekti. İnandırmamız mümkün değildi. İyi komutanlar bile inanmadı. ‘Böyle bir şey nasıl olabilir?’ diye inanamadılar.
O dönemde bu olaylar haber yapılsa çarpıtma, uydurma ve senaryo diyeceklerdi.
Biz o fotoğrafı o gün çok net gördük ama ne biz anlatabildik, ne kimse anladı. Ama bugün Türkiye’de ortaya çıkan fotoğrafta bu olaylar netleşiyor. Çünkü her şey yerli yerine oturuyor. Biz kurtulduk ama bizim kadar şanslı olmayan faili meçhuller var. Kaymakam, komutanlar ve istihbarat birimleri bir araya geldi. Olay öyle dağıldı ki bu sefer baskılar olmaya başladı. Ki konu fazla dağılmasın, duyulmasın. ‘Sakın üstünü fazla gitmeyin’ dendi. Bir başsavcıya, Ankara’dan arayıp bu konuyu gündemden indirin şeklinde baskılar oldu.
Babası Abdullah Canan’ın öldürüldüğünde üniversite öğrencisiyken bugün mali müşavir olan Teyyüp Canan da büyük engellerle karşılaştıklarını söyledi. Canan, ailesi özellikle mahkeme aşamasında büyük zorluklarla karşılaşmış. Teyyüp Canan, yaşadıklarını şöyle anlattı: “Mahkemeye gitmemizi bile engellediler. Biz kontrol noktalarında iki saat bekletilirken, başkalarına ‘geç’ deniyordu. Amaç bizim mahkemeye gitmemizi engellemekti. İnsanlar geldi, ‘babanızı bulabiliriz’ diye bizden parayı aldıktan sonra kayboldu. ‘Babanız, JİTEM’in merkezi olan Elazığ’da Cem Ersever’in yanında’ dediler. Bizim dosyayı soruşturan savcı 5-10 günlüğüne izne çıkarken, dosyada neler var, ne tür şikayetler yer alıyor gibi tüm bilgileri alıyorlar. Çünkü ona göre ifade veriyorlar. Şahıslar ifade bile vermek istemediler. Başsavcı, bugün olduğu gibi bir uzman çavuşu ya da yüzbaşının ifadesini alamıyordu. Dava sonuçları bize tebliğ edilmiyordu. Yani bu insanları aklamak için her yol denendi.”
Canan, Ergenekon’un soğuk yüzü ile o dönemde karşılaştıklarını söyledi. “Ergenekon’un temeli bu dönemde atıldı.” diyen Canan, “Biz Ergenekon’un asıl yüzünü gördük. Yüksekova’da temelini attılar ama başarılı olamadılar. Bu konuda en başarılı il Batman’dır. Adamlar uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapıyorlar, adam öldürüyorlar. Zaten Yüksekova davası uyuşturucu, bombalama ve adam öldürmekten oluşuyor. İş yerlerini bombalıyorlar. Ergenekon ve Balyoz’da geçen planlar, burada hayata geçirildi. Hak ve adalet yoktu. Adamlar, dileğince at oynattılar. Terör estirdiler adeta. Devlet görevlilerine bile iş yaptırmadılar. Kaymakamlar, savcılar iş yapamıyordu. Davalara bakan savcılara, ‘bugünün gecesi de var’ diyerek tehdit ediyorlardı.
***********
‘Yüksekova Çetesi’ davası 1996’da itirafçı Kahraman Bilgiç’in jandarma istihbarat astsubay Hüseyin Oğuz’a verdiği ve Meclis Susurluk Komisyonu tutanaklarına geçen ifadeleri üzerine açıldı. Bilgiç, Diyarbakır DGM’de alınan ifadesinde, ‘bölgede PKK adı altında para toplama faaliyetlerinin yürütüldüğü, uyuşturucu kaçakçılığına yönelik operasyonlarda şahsi çıkar karşılığında kanunsuz uygulamaların yapıldığını, bölgenin ileri gelen aile mensuplarının kaçırılarak fidye istendiği’ açıkladı. Albay Hamdi Poyraz, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul, Üsteğmen Bülent Yetüt, Korucubaşı Kemal Ölmez, PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç, Özel Harekâtçı polis memuru Enver Çırak ile bazı belediye yöneticileri çete ”cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, teşekkül halinde otel roketlemek, meskun mahalde patlayıcı madde atmak ve devlete ait araçlarla uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapmak’ suçlamasıyla yargı önüne çıkarıldı. Çeteye atfedilen suçlar arasında CHP 22. Dönem Hakkari Milletvekili Esat Canan’ın yeğeni Abdullah Canan’ın öldürülmesi dahil, 9 faili meçhul cinayet ve haraç toplanması da yer aldı. Diyarbakır DGM’deki duruşmalar büyük gizlilik içerisinde basına kapalı olarak yapıldı. 5 asker, 1 özel harekâtçı, 1 belediye başkanı ile şoförü, 1 kurum müdürü, 1 terör örgütü itirafçısı ve 3 geçici köy korucusu hakkında toplam 553 yıl 4 ay hapis cezası istendi. Sanıklardan Albay Poyraz, 1997’de cezaevine konuldu, ancak bir ay sonra tahliye edildi.
Mahkeme heyeti, 22 Mart 2001’de yapılan karar duruşmasında, sanıklardan terör örgütü PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç’e 24 yıl 22 ay ağır, 4 yıl 2 ay hapis olmak üzere toplam 30 yıl, korucubaşı sanık Kemal Ölmez’e 12 yıl 16 ay, Binbaşı Yurdakul’a 17 yıl 9 ay 10 gün ağır, 7 yıl 4 ay 26 gün hapis olmak üzere toplam 25 yıl 2 ay 6 gün, Özel Harekâtçı olan sanık Enver Çırak’ı 3 yıl 8 ay 13 gün, Üsteğmen Bülent Yetüt’ü 7 yıl 4 ay 26 gün hapis cezasına çarptırdı.
YARGITAY 6. DAİRE İKİ KEZ KARARI BOZDU
Temyize giden dosyayı Yargıtay 6. Ceza Dairesi, yaklaşık 11 ay sonra kara bağladı. Daire, 8 Şubat 2002’de, 5 sanığın çeşitli hapis cezalarına çarptırılmalarına ilişin kararı “eksik inceleme ve soruşturma” gerekçesiyle bozdu. 8 sanık hakkında verilen beraat kararlarını onadı. Yurdakul ile Ölmez hakkındaki gıyabi tutuklama kararlarını kaldırdı.
Daire, TCK’nın, “cürüm işlemek için teşekkül oluşturma” fiilini düzenleyen 313. maddesine ilişkin suçların DGM’lerin görev kapsamından çıkarılmasını dikkate alarak, dosyanın Diyarbakır DGM’deki esası kapatıldıktan sonra, Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesini kararlaştırdı. Bu kararın ardından 5 sanık Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi’ne yeniden yargılandı. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin, “Yüksekova Çetesi” davasında verdiği bozma kararına, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yaptığı itirazı kısmen kabul etti. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 7 Mayıs 2002’de yaptığı toplantıda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun 6. Ceza Dairesi’nin, söz konusu davada verdiği karara yönelik 7 farklı noktada yaptığı itirazı sonuçlandırarak 4 konudaki itirazı kabul etti.
Bunun üzerine dava yeniden Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü ve ikinci karar Kasım 2003’te verildi. Bu tarihte emekli edilen binbaşı Yurdakul 29, yüzbaşı Yetüt 7, özel timci Enver Çırak 4, korucubaşı Kemal Ölmez 14 ve Kahraman Bilgiç de 31 yıl 4 ay hapse mahkûm edildi. Mahkeme, Kurmay Albay Poyraz ve eski Yüksekova Belediye Başkanı Ali İhsan Zeydan’ın da aralarında bulunduğu diğer sanıkları beraat ettirdi. Bu karar yine Yargıtay’a gitti ve 6. Ceza Dairesi’nce bozuldu. Böylece dava üçüncü kez başladı.
Hakkari Ağır Ceza’da görülen Yüksekova davası, Kasım 2005’te sürpriz kararla bitti. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi, daha önce hapse mahkûm edilen emekli binbaşı Yurdakul, üsteğmen Yetüt’ün de bulunduğu sanıklar hakkında beraat kararı verdi. Davada ceza alan tek sanık ise ünlü PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç oldu. Aynı suçlamalardan dolayı 8 yıldır cezaevinde bulunan Bilgiç’e 10 yıl hapis cezası verdi. Bilgiç, cezaevinde kaldığı süre göz önünde bulundurularak tahliye edildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Aralık 2007’de beraat kararı gerekçesiyle Yüksekova Çetesi davasından Türkiye”yi 103 bin Euro ödemeye mahkûm etti.
Yazan:bsm Tarih: Kas 18, 2010 | Reply
Katılıyorum,hükümet Kürt sorununu çözmede ikilem yaşıyor dolayısıyla da bu noktada dediğiniz gibi politika değiştirdiğine dair ciddi ip uçları bulunuyor.Zaten ben de bu hususta hükümet çok tutarlı bir çizgi izliyor demedim.
Ancak olan bitenin yargıyla bir ilgisinin olmadığına nasıl kesin hüküm verebiliyorsunuz doğrusu anlamış değilim.Ya da şöyle sorayım izninizle:Benim yargının tarafsızlığına dair ciddi kuşkularım var-önceki yorumlarımda yeterince açıklık getirdim-peki siz neye dayanarak yargının bu işlerle igisinin olmadığını söyleyebiliyorsunuz?Öyle ya bu kadar kesin konuştuğunuza göre sağlam argümanlarınız olmalı.
Yazan:özlem Tarih: Kas 18, 2010 | Reply
Bence yargının ilgisi yok denilemez ama sanırım soruşturmaların açılması emniyetin bu insanları toparlaması vs. en azından emniyetin bu konuda gayretkeşliğinin olduğunu gösterir. bu gayretkeşlik bizzat hükümetin tavır değiştirmesinden mi kaynaklanıyor yoksa balıkçı röportajında denildiği gibi birileri hükümeti bu konuda yanılttı KCK ya Kürtlerin ergenekonu diyerek yönlendirdi mi yoksa başka şeyler mi var doğrusu ben de bilemiyorum.
Yazan:mrtnrn Tarih: Kas 19, 2010 | Reply
biraz bekleyip de yazmak iyi olmuş…
dedim ki, ‘davanın her haliyle doğruluğunu ya da tamamen facia olduğunu iddia etmedim’…
dedim ki, ‘tamam haklısınız kürtçe savunma en temel haklardan biridir’
dedim ki, ‘ben de sizin gibi Kürt açılımını destekliyorum. Ancak farkım, iddia olunan ve KCK denen yapının mevcut olduğu bir ortamda Kürt açılımının gerçekleştirilemeyeceğidir. Kürt açılımında en önemli gerçekleştirilemeyeceğinin birisi de bölge halkına sağlanacak temel hak ve özgürlükler ve ek olarak bölgede mevcut sorunla ilgili PKK haricinde farklı görüşlerinde yer bulabilmesidir. Bölgede yapılan bilimsel çalışmalar da bu ihtiyacı ortaya koymaktadır.’
ama bunları okuyarak olayı ferhat sarıkaya’ya taşımak, davanın ergenekon tarafından yürütüldüğüne getirmek hangi mantıkla açıklanır?..
dağdan inip ovada siyaset yapmanın, bu ülke için temelde hak ve özgürlükler sorunu olan bir sorunu çözmenin tek yolunun siyaset ve demokrasi olduğuna, demokratik açılımda sorunun çözümü için atılan adımlara tüm kalbimle katılıyorum… ancak ‘dağdan inmek ovada siyaset yapmak’tan kasıt terörü şehre taşımak olmadığı da anlaşılmalıdır…
ayrıca dikkatinizi çekmiyor mu? sorunun çözümü için her adım atıldığında artan bu sokak eylemleri ve KCK sözcüsü ‘siyasiler’ tarafından yapılan provakatif söylem ve eylemleri nasıl yorumlayacağız?
acaba hangisi ergenekona maşalık yapıyordur?davayı yürütenler mi, bu söylem ve eylemleri yapanlar mı?..
Yazan:özlem Tarih: Kas 20, 2010 | Reply
mrtnrn aşağıdaki cümleyi kime hitaben yazdığınızı merak ettim. Çünkü benim söylediğim şeylerle ilgisi yok. Eğer bana hitaben ise fazlasıyla yazdıklarımı yanlış okumuşsunuz.
Yazan:bsm Tarih: Kas 20, 2010 | Reply
Sn.mrtnrn,
Olayı Ferhat Sarıkaya’ya taşımamanın nedeni bu başlık altında dikkat çekilmeye çalışılan yargı adaletsizliklerinin sanıldığı kadar ihtimal dışı olmadığını hatırlatma amacıylaydı.Kısacası fiyasko,yargı hatası ya da hukuk skandalı…dün olduğu gibi bugün de çok şaşılacak vakıalardan değil.
Tabii bu noktaya dikkat çekerken meseleye sadece ergenekon ekseninden bakmıyorum.Sadece henüz hukuk devletine yaraşır bir yargı/hukuk geleneğinden uzak olduğumuzu söylüyorum.Dolayısıyla doğrudan ergenekon bağlantısı olan “yasal takipler”olabileceği gibi bunun dışında amaç ve kapsamı oldukça çetrefil olan benzer örnekler de mevcuttur.Siz de belirtmişsiniz:her demokratik adımın ardından mutlaka süreci baltalamaya yönelik provokatif eylemler gerçekleşiyor.Terör tırmanıyor,şiddet sokaklara taşıyor ya da konumuzu oluşturan kuşkulu operasyonlar gerçekleşiyor.Açıkçası,kimden geldiği,ne şekilde gerçekleştiği bir tarafa barış ortamını gerileten karmaşık bir dizi eylemler gerçekleşiyor.
Demişsiniz ki “hangi eylemlerde daha çok ergenekon kokusu var?”Yerinde bir soru.Bana soracak olursanız barış adına getirisi olmayan her şaibeli karar ve adım ergenekona hizmet eder.Ve ayrıca dolaylı olarak ergenekonla bağlantılı olması da muhtemeldir.Yani dağda,ovada,dağdakinin legal sözcüsü konumundaki yapılanmamalarda…hiç farketmez;barışın önüne konan her takoz bu anlamda sorgulanmaya değerdir.
Ancak dikkatinizden kaçtığını düşündüğüm ve tesadüfle açıklanmayacak bazı hassas noktalar var.Misal ne zaman hükümet bir adım atsa gerçekten de şiddetin sokaklara taşması ya da bir terör eylemiyle karşılık buluyor.Ama aynı şekilde hükümet cephesine okları çekecek garip olaylar da yaşanıyor.Bu da şu demektir:ne yargı,ne hükümet kanadı,ne de BDP cephesi…bunların hiçbiri kendi içinde tutarlı bir çizgiye sahip değildir.Hani klişe “derin devlet”tanımlaması vardır ya bana göre bu “derinlik”yargı içinde de,BDP içinde de mevcuttur.Ne yazık ki derinlikten arınmamış bu güçlerin hesaplaşması kaçınılmaz hale geliyor.Ayrıca bu karmaşık ilşki ağı bir şekilde karşılıklı olarak birbirini besliyor.Bana göre olayın özeti budur.Yoksa kattiyen barışa,demokratik açılıma karşısınız demiyorum.
Kürt halkının demokratik tartışma ortamına kavuşması gerektiği fikrinize de katılıyorum.Elbette Kürt halkı PKK’nın güdümünden kurtulmalıdır.Bu yönde oldukça geniş kapsamlı yorumlarım oldu.Ne var ki PKK’nın Kürt halkı üzerindeki tekelci anlayışının kırılması da sivil siyasetin önünün açılmasıyla mümkün kılınabilir.Zira sapla samanın birbirine karıştırılması süretiyle yapılan hesapsız adımlar-sivillere yönelik tutuklamalar,kürt siyasetçilere verilen gözdağı vs- sivil siyasetin önünü açmaz,bilakis PKK’ya muhalif olan kesimleri dahi siyasetin ve demokratik mücadelenin dışına itmek gibi bir risk barındırıyor.
Kısacası,PKK,Kürt halkının demokratik iradesi önünde bir engeldir.Bu gerçek yadsınamaz,ancak devletin güvenlik eksenli çıkışları,geriye dönük inkar anlayışı da bir o kadar olumsuzluk yaratıyor.Ne demek “bilinmeyen bir dil”.Süreç kısmen olumlu yönde gelişirken yargıçların bu ısrarlı tutumu barışa,demokrasiye,özgür düşünceye,sivil siyasete vs katkı sunabilir mi?Biraz da buradan bakmak gerektiğini düşünüyorum.
Saygılar.
Yazan:bsm Tarih: Kas 20, 2010 | Reply
Bana yazılmış Özlem hanım.Konuya açıklık getirme amacıyla Şemdinli davasını yorumuma taşımıştım.mrtnrn arkadaşımız da bundan hareketle görüşlerime eleştiri getirmiş oldu.Hadise bundan ibaret.
Yazan:özlem Tarih: Kas 20, 2010 | Reply
Evet sonradan yorumunuzu okuyunca anladım.:) Kusura bakmayın. Ya bu tür tartışmalarda en sevimsiz şey falancanın söylediğine katılıyorum gibi yorumlar düşmektir ama son yazdıklarınız benim de düşüncelerimi o kadar derli topyu ifade etmiş ki ben BSM nin yorumuna katılıyorum diyeceğim bu seferlik.:)