RSS Feed for This Post

Keşke haksız çıksaydım…

İbrahim Becer

Güneydoğudan döndüğüm yıllar, başını TGRT’nin çektiği ve oradaki atmosferi “vatan, millet, Sakarya” üçlemesiyle Halka sunan “Mehmetçik” türü programların televizyonlarda arzı endam ettiği yıllara rastlar.

İşin nirvanasına membaında ulaştığımdan mıdır, hayatımın sonuna yetecek kadar mermi yakmışlığımdan mıdır bilmem, ne böyle halkın sinir uçlarını manipüle edici programlara tevessül etmişliğim vardır ne de tetik parmağıma bir kaşıntının nüzul ettiğine şahidim geçen zaman zarfında.

“Yazmamın iyi olacağı” telkinine icabet ettiğimiz için başımızdan geçenleri yazdık o kadar. Başka da bir maceramız yok. Romancılar için söylenen bir cümle vardır, bilirsiniz; “Romancı, suya eğildiği zaman kendi aksini gören insandır” der ismini bilmediğim bu güzel sözün müellifi. Çerçeveyi genişletince Romancı da, köşe yazarı da aynı kaynaktan beslenir: Bizatihi kendisi.

Televizyon izleme alışkanlığım hemen hemen sıfır olmasına rağmen “Mehmetçik” tarzı programların hala devam ettiğine şahit oldum geçende. İzlemedim ama format muhtemelen aynıdır sanırım.

Bu tarz programları yapanların ya çok kötü bir Danışman kadroları var, ya da herhangi bir kimseye danışmak zorunda hissetmiyorlar kendilerini. Şu anda ekranlarda Güneydoğuyla ilgili yapılan teatral çalışmaları izlemediğim için bir yorum yapamam ama en son “nefes” filmini izlemiştim. Orada da aynı kanıya vardığımı hatırlıyorum. Güneydoğu gerçeğini birebir yaşamış bir insanla, konu hakkında bir eser vücuda getiren birinin “tahayyülündeki Güneydoğu” birebir örtüşmemekte.

“Birebir” çok masum kaldı bu cümlede. Bir adım daha gideyim ve açıkça söyleyeyim uzaktan yakından alakası yok. Hergeleler vardır bilirsiniz otogarlarda. Sizin gideceğiniz yer belli olmasına rağmen canhıraş feryatlarla parasını aldığı otobüs şirketine sizi yönlendirmeye çalışır. Ben bu tür programların yapımcılarını o hergelelere benzetirim. Pazarlamaya çalıştığı malın, müşterinin canına malolacağı endişesini taşımayan kötü bir hergeledir o aslında.

         Değişik mecralarda Dağlıca, Aktütün, Hantepe baskınları hakkında birçok yazı yazdım. Kanaatimce, bu baskınları diğerlerinden ayıran çok önemli farklar vardı. Yazdığım bu yazıların akabinde aldığım yorumların içerisinde, ‘Anamdan emdiğim sütün’ kalitesini tartışan geri dönüşler de oldu. Burnunun ucunu görmekten aciz olan ve hangi mandıraya, nasıl bir kimlikle intisap ettiğini bilemediğim bu arkadaşlar karşısında haksız çıkmayı isterdim. Ben yaşanan bunca can kaybından önce haksız çıksaydım özür diler ve çeker giderdim. Oysa ki o günden bu güne sanal ortama düşen ses kayıtlarını göz önüne aldığınızda, bu cenahın “la yemtenü küntü türab” (keşke toprak olsaydım) demesi gerekiyor.

         Dağlıca olayının müsebbibi Yarbay Onur Dirik’in ses kayıtlarını video paylaşım sitelerinden dinleyebilirsiniz. Aynı Onur Dirik, bir yılbaşı gecesinde boynunda bir davul, elinde de o davulun tokmağı, basılmasının üzerinden elli gün geçmiş bir halde, Dağlıca’da ortaya çıkıyordu.

         Türk İnsanının zekasını aşağılayan bu beyaz cam hergelelerinin ilgi alanına neden  Onur Dirik girmez acaba? Bir şeyleri sorguladığınız zaman yalanın büyüsünün kaçacağından sebep mi, yoksa sorgulayan bireylerden oluşan bir toplumun ilgisini kaybedecekleri endişesinden mi?

         Bugünlerde yine bir ses kaydı var internette. www.terorihaneti.com adlı siteden, ‘dağlıca ihaneti’ başlığı altında dinleyebilirsiniz. Şiddetle tavsiye ederim dinleyin. İki Üst düzey komutanın olan biteni nasıl soğukkanlılıkla anlattıklarına şahit olun. Dinleyin ve olaydan günler sonra silahların kriminal incelemesini engellemek için silah deposunun nasıl havaya uçurulduğunu bir de kulaklarınızla duyun. Dinleyin ve 12.7 mm. Uçaksavar ve doçka silahlarından hangisinin daha ağır olduğunu tartışan ama o silahların oraya nasıl taşındıklarını es geçen komutanlarımızı tanıyın. Dinleyin ve Dağlıca baskını esnasında oradaki askerinin akibetini merak etmek yerine, tehlikeye düşen “Alay Komutanlığı” meselesini telefonla aradığı Karadenizli Müteahhitle tartışan Komutanın hikayesini dinleyin.

         Şiddetle tavsiye ederim dinleyin; İkibinli yıllarda, sınırlarımız dahiline, şehitlerimizi almak için helikopter indiremediğimizin hazin öyküsünü dinleyin.

         Ve düşünün, geçen yirmi beş sene, verilen maddi manevi kayıplar, birbirine düşman iki halk, yedi bin kişilik dağ kadrosunun karşısında yüzbinlerle ifade edilen bir güç. Sonuç sıfıra sıfır, elde var sıfır.

         Ben bu Ülkede, bu tablonun filmini çekecek cesur yönetmenler arıyorum.

         Ama işin kolayına kaçmadan Abidin…

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin