RSS Feed for This Post

Hızırla Kırk Saat (Sezai Karakoç)

Bir resim, manzara resmi… Su birikintisi, göl muhtemelen. Etrafta ağaçlar var. Suyun üzerine ağaçlar, bulutlar ve sema aksetmiş. Göl sakince gökte ne gördüyse onu yansıtıyor. Suda kıpırtı yok, yansıtmadan başka bir eylem görünmüyor. Betimlemeyle süslememe rağmen, sıradan bir manzara resminden çok bir farkı yok, ta ki altına şu satırları alıntılayana kadar:

Suyu arayan adam değil

Suyun aradığı adam ol sen de

 Sen doğu olursan güneş sana gelecektir

Sen kuşluk olursan kuş sende ötecektir.

 

Hani klasik bir söylem vardır, şimdiki aklım olsaydı, diye. Şimdiki aklım olsaydı resmi ilk görünce bu satırları hemen yazmazdım altına. İlk satırı yazdıktan sonra on gün beklerdim, sonra diğerini yazardım. Her satır için onar gün düşünme mühleti verirdim kendime, kırk günde tamamlardım bu işlemi. Şimdi istesem de o olgunluğa eremedi fikirlerim. Ben ancak gök gibi ulu bir vasıtadan görüntü yansıtabilirsem, suyun aradığı biri olabilirim, göl gibi; onu anladım bir tek. Göl gibi bir dinginliğe ulaştığım takdirde, gökteki o berrak bulutların aklığından pay biçebilirim kendime. Ufukta bir çizgi olur da su mudur gökyüzü müdür anlaşılmaz, o zaman ‘fenafil’ makamına ulaşılır belki, bunları anladım kendimce. Kırk gün düşünemedim şiiri, nasip olmadı ama bu satırların sahibinin kırk günde yazdığı bir kitaba “Hızırla Kırk Saat”e tanıklık ettim, okuyarak.

Sezai Karakoç, “Hızırla Kırk Saat” i her gün bir saatini ayırarak kırk günde, İstanbul Denizkapı’da deniz kenarındaki kahvelerde yazmış. Miraç hadisesini, hendek savaşını, şakk-ı kamer mucizesini, kurban bayramını anlattığı bölümleri de var, fizikötesi düşüncelerini aktardığı yerler de. Bir bölümünde örneğin, ilk bakışta aralarında alaka kuramadığımız nesneleri sayıyor ve bizi fikretmeye sevk ediyor:

ölümle kirazlar arasında

köpekle karyola arasında

bardakla araba arasında

bir ilgi kur

 

Sayılan nesneler arasında ilgi kurabilirsek bu, insana akraba denilen maymunla aramızdaki benzerliğe de cevap olacaktır. Hayvan ve bitkilerle ortak bulunan genlerimiz nasıl canlıların ortak bir dizayna tabi tutulduğunu gösteriyorsa, birbiriyle alakasız nesneler de varedilmiş olmaları hasebiyle aynı sırrı fısıldar bize. Bugün bilimin katkısıyla da biliyoruz ki, cisimlerin tümü atom denilen, içinde devasa enerji barındıran parçacıklardan oluşur. Yani maddenin en küçük parçası olan atom bile başlı başına bilimin bir konusu. Ama bu satırlarda; sayılan nesnelerin tümü ortak atomlardan oluşur, atom fiziğini öğrenin, demiyor şair bize. Şiirin devamında “(bunlarda) bile bir bilgi ara” derken fiziği aşıp fizikötesinde, varlığın esas bilgisine ulaşmamızı diliyor.

Kitabın diğer bir bölümde, modern zaman içinde bir şehirden bahsederken “kadının üstün olduğu ama mutlu olamadığı” sözüyle, en uzun cümlelerinden birini kuruyor Sezai Karakoç. Herkesin ve her şeyin değeri aslen belliyken, kendi içimizde kıymet sıralaması yapıp kadına bir değer bahşetmiş modern yasalar(!). Kadın böylece erkekle eşit haklara sahip olmuş; erkeklerle aynı işte çalışmış, aynı tavrı takınmış,  hatta giyimini bile onlara benzetmiş. Her şey böyle kanunla da sabitken mutluluk yasası geçmemiş bu ortamda demek ki ve bu cümleyi kurulmuş.

Bir kentten geçtim, diyerek bu modern şehri anlatıyor şair, ardından gidişine de bir anlam yüklüyor:

atlarını yalnız atlarını cana yakın buldum

öpüp çıkıp gittim yelelerini

 

Ne yazık ki, modern şehrimizden her zaman çıkıp gidilecek bir yer olmuyor. Yatay eksende, şehirler arası bir yol her zaman mümkün olmayabilir; biz de o vakit, bakışlarımızı semaya kaldırıp dikey eksende hicrete niyetlenmeliyiz belki. Dikey eksende yapılan hicret, yani miraç… Kitapta otuz ikinci bölümde miraç hadisesi anlatılıyor.

Şiirin başında bir kadının öldüğünden,  denizden, inekten, çobandan bahsederken sözü şu şekilde miraç’a getiriyor şair:

bırak bu kuşkuları

yaklaştır kıyameti

uzaklaştır kıyameti

bu gece

göğe çıkma mucizesi

miraç gecesi

 

Diyor ve o kutlu geceyi, o geceden payımıza düşeni anlatıyor. Gökte kılınan namazı, peygamberleri, Kudüs’ü anıyoruz şiirle beraber.

İlk satırlardaki karmaşadan miraç hadisesine gelmesi gibi şiirin, biz de günlük telaş ve karmaşalardan kendi miracımıza, vakit namazına getiririz kendimizi. Şiirin sonu şöyledir:  ve dağıtın dostlara/ gök armağanı/ namazı/ beş kere/ günlük bir miraç gibi

Kitabın on altıncı bölümünde ise bugünlerde vaktinin kaza bulduğu kurban bayramından bahsedilmiş. Can ve malını kurban etmenin bir alıştırması olan, kurban olayım deyiminin hayatımıza girdiği gün, bu en derin bayram! Sezai Karakoç kurbanın halini anlatmış satırlarda:

kur’an dinlemiş ve ondan boyun eğmişlerdir sanki
yaşamın sırrına bizden önce ermişlerdir sanki
kendilerini bir ses uğruna kurban vermişlerdir sanki
ölmeden önce ölümden sonrasını görmüşlerdir sanki
dağlarda yankılanmışlar derelerde ağarmışlardır sanki
düşlerinde mekke’ye varmışlardır sanki

Zaman içinde kıymeti olan zamanlardır, bayramlar. Kurban bayramının bir kıymeti de hac vazifesinin vakti olması. Karakoç’un bir de hac ile ilgili anısı var ki, geçtiğimiz yıl yaşanmış ama fikri birkaç asırdır içimizde acıdır. Diyanet işleri eski başkanı Ali Bardakoğlu, Karakoç’un yanına gidip, kendisi için kontenjanları olduğunu, isterse bu sene hacca gidebileceğini söylemiş. Düşünüyorum, birisi bana böyle bir teklifle gelse ilk sevinç anında ne yaparım, ne derim? Minnet mi, teşekkür mü bilemem, farklı bir şey düşünemezdim galiba. Ama üstad cevaben, şöyle bir durmuş ve “ben pasaport ile hacca gitmem” müthiş cevabını vermiş.

Keşke biz hacca gitmeseydik, dünya Müslümanları hacca ‘gel’selerdi. Bir umut, bir ideoloji belki ama dileğimiz, kalbimiz bu yönde.

Hızırla Kırk Saat’i okurken aklımız hacdan, hendek savaşına; peygamberlerden, günlük meselelere böyle git gel yaşıyor ve birçok meseleyi daha sağlıklı kavrıyoruz bu şekilde.

Kitabın adında adı geçen Hızır a.s. ise bazı yerlerde bağlayıcı olarak anılıyor. Son şiirinde geçen “Hızır da işi bitip aradan çıkan köprülerin en yükseği” ve ilk şiirlerinde geçen “Hızır, Hızır işçi demek/ meleğe öykünen demek” ifadeleri dikkatimi çekenlerden.

Ve kitap bitince geceyi aydınlatacak, hele ki bugünlerde bayramı kutlu kılacak bir seslenişle, artık bu kitaptan haberdar olmanın hakkını vermiş olacağız:

yak yıldızlarını ayını ey kutlu gece

bir kurban gibi yeniden başlamak gerekiyor işe

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:MY Tarih: Kas 18, 2010 | Reply

    çok güzel bir bayram hediyesi oldu Kübra Nûr, ALLAH senden razi olsun.

    siir tadindaki bu yazinla dikkati çektigin bir sey daha var aslinda, o da siirin “sadece” duygulanmak için degil kesfetmek anlamak/ idrak etmek için de yazilabilecegi/okunabilecegi.

    Bu mümkün olmaktan öte mecburî bir durum, zira düz yazilarla objektif olarak anlaT(/Y)amadigimiz sübjektif bir Alem var.

    Hem Karakoç’tan seçtigin siirler hem de senin yazinin siirsel akisi bunu ispat ediyor. Günlük kavgalardan, meslekî deformasyondan dolayi siirden ve hayatin siirinden uzak kalanlar için tutunacak bir ip bu yazi.

    ellerin dert görmesin 🙂

  3. Yazan:Özcan Tarih: Kas 19, 2010 | Reply

    Sitenizin ismini yakışır yazılar çok güzel…Allah razı olsun.

  4. Yazan:mrtnrn Tarih: Kas 19, 2010 | Reply

    MY yazınız için bir ip benzetmesi yapmış… ben de her karakoç şiiri okuduğumda anlayamamaktan hem sıkılır, hem üzülürdüm. ancak yazınız benim için de üstadın şiirlerine tutunmak için bir ip gibi yardımcı olacak kadar güzel…
    teşekkürler…

  1. 3 Trackback(s)

  2. Kas 18, 2010: Twitter Trackbacks for Hızırla Kırk Saat (Sezai Karakoç) : Derin Düşünce [derindusunce.org] on Topsy.com
  3. Ara 11, 2010: Son 30 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce
  4. Şub 21, 2013: Hızırla Kırk Saat (Sezai Karakoç) « « DİRİLİŞ YAZILARI » Diriliş Düşüncesine Doğru

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin