RSS Feed for This Post

Arthur Rimbaud, Illuminations, Cehennemde Bir Mevsim, Sayıklamalar

‘Durdu bir tavşan evliya otlarında… ve dua etti ebem kuşağına. Oy! Gizlenen değerli taşlar, -bakıp duran çiçekler… O zamandan beri ay işitti çakalları kekik çöllerinde uluyan… Yürüdüm uyararak canlı ve ılık solukları; ve değerli taşlar baktı, ve gürültüsüz kalktı kanatlar. Serin ve körpe aydınlıklarla dolmaya başlayan keçi yolunda ilk tanışmam bana adını söyleyen bir çiçekle oldu… Çocuk ve şafak ağacın eteğine attı kendini. Uyandıklarında öğlendi.[1]

Dört yıllık bir şair ve şairlerin kutsal bahçesinde kalemiyle en belirsiz yılgınlıkları yaşamış bir çocuk: Rimbaud (1854-1891).

Bu dört yıl bile onun şiir hayatının iki ayrı dönemde incelenmesi için yeterli bulunmuş eleştirmenlerce. Birinci yol, her şairin başına gelen, geçmiş şairlerin/şiirlerin esintilerini taşıyan dönem, -anfluence of anxiety dönemi- : Dizeler/İlk Şiirler Dönemi. Bu dönemdeki şiirleri: Özlem, Güneş ve Ten, Ofelya, Asılmışların Balosu, Ermiş Tartuf’un Yazgısı, Demirci, Doksan İki Ölüleri, Müzik, Venüs, İlk Akşam, Garipler, Dolap, Kuytuda Uyuyan Asker, Kır Tanrısının Başı; İlk Kudas Törenleri, Çalınmış Yürek…tir.

İkinci yol, kendi şiirini bulduğu, sembolizme ve gerçeküstücülüğe yöneldiği; benzersiz olduğu dönem : Düzyazılmış Şiirler Dönemi. Etkilenme korkusunu yenerek başkalarına bu korkuyu saldığı, başka bir ifadeyle anlamı biçime feda etmemek ve nasıl geliyorsa kelimeler, ötelerden; geldikleri formda kağıdın üzerinde görünmelerini istediği için serbest şiirler yazdığı, serbest şiirin kurucularından biri sayıldığı dönem.

İlk Şiirler Dönemi’nde, François Coppee’dan, Banville’den, Musset’den, Villon, Hugo, Gautier’den, Baudelaire’den, Glatigny’den, Verlaine’dan, Montaigne’den etkilenmiş; ikinci döneminde ise artık başkalarını etkileyen bir şair olmuştur. Rimbaud ilk şiirlerinde ölçüye uygun şiirler yazmış ama ikinci döneminde, Illuminations ve Cehennemde Bir Mevsim[2] ile bunu yıkarak düzyazı şeklinde şiir yazarak tamamen biçimin önemsizleştiği serbest şiire geçiş yapmıştır.

Öğretmeni Georges Izambard’a yazdığı mektupta şair olmaktan bahsederken şunları yazar:

“Şair olmak, görülmezi bilmek, bilici kılmak istiyorum kendimi. Tüm duyuların düzenini bozarak bilinmeze ulaşmak söz konusu… acılar çok büyük ama güçlü olmak, şair doğmak gerekiyor ve ben şair görüyorum kendimi… Ben bir başkasıdır. Varsın odun bir gün kendini kahraman olarak görsün…”   Paul Demeny’e yazdığı mektupta da şunları ekler: ” Çünkü BEN bir başkasıdır. Bakır bir gün kendini borazan halinde bulursa bu bakırın suçu değil… Ozan olmak isteyen kimse ilk önce bütünüyle kendini incelemelidir; ruhunu araştırır, denetler, dener, öğrenir. Ruhunu tanır tanımaz işleyip geliştirmesi gerekir! Basit gibi görünür bu: Her beyinde doğal bir gelişim tamamlanır… Ruhu ejder kılmaktır söz konusu olan… Bilici (voyant) olmak, görülmezi görmek gerekir diyorum. Bütün duyuları uzun süre sonsuzca ve bilinçle bozup değiştirerek kendini görülmezi gören bir bilici kılar ozan. Bütün aşkı, acı ve çılgınlık biçimlerini bozup değiştirerek: Kendini araştırır, bütün ağuları kendinde tüketir ve özünü alıkor. Sözle anlatılmaz bir işkencedir bu ve bu işkenceyi yaşayan kimsenin bütün bir inanca, insanüstü bir güce gereksinimi vardır ve insanlar arasında o artık büyük hasta, büyük cani, büyük ve yüce bir bilgin haline gelir! Zira bilinmeyeni bulmuştur! Herkesinkinden zaten daha zengin olan ruhunu ayrıca işleyip geliştirdiği için, bilinmeyene varmıştır. Şaşırıp, gönül gözüyle, gördüklerinin bilincini yitirse de onları bir kez görmüştür… Demek ki şair tam bir ateş hırsızı. İnsanlıktan, hatta hayvanlardan bile sorumlu.

Görünmezi Gören Yalvaç’ta da ozan/şair olmaya değinir ve: “Halihazırdaki olanak ve anının izlerini taşıyan uyanık düş ya da hayal böyle meydana gelir ve geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman, arzu teli boyunca sıralanır. …Şair, gündüz rüya görendir, şiir gündüz rüyasıdır.„ der.

Akşamlar ağlatıyor, ağladım, çok ağladım!

Ay ışığı insafsız, güneşler acımasız:

Buruk aşklar elinde uyuşup esrik kaldım,

Yeter, yarılsın teknem! Alsın beni bu deniz!

Onda kelimeler tamamen farklı anlamlar yüklenmiş olarak karşımıza çıkar. Esrik Gemi’deki gemi kendisidir ve hayal kırıklıklarını sembolize eder. Kaçıp gitmek ister hayatından. Su, kaçışın, kurtuluşun simgesidir şiirlerinde. Rimbaud’yu anlayabilmek için kelimelere yüklediği anlam dünyasını bilmek gerekir.

Alkan’ın çalışmasında bu kelimelerden bazıları ve anlamları şu şekilde verilmiştir:

Göstermelik Oyun’daki Kerubin, Tevrat’ta Sodome ve Gomore şehrine gönderilmiş iki melekten biri, burdan etkilenerek topluluğun oyuncu gençlerden birine olan cinsel isteğine gönderme yapar.

Eski’de, ‘sol bacağını‚ diyerek Çobanların tanrısı Pan’a ve onun cinsel organına gönderme yapar.

Dulluk, soyutlanmanın, yabancılaşmanın, yalnızlığın ve terk edilmişliğin ve özellikle babası tarafından terk edilen annesinin simgesidir.

Canakıyıcılar Esriklik Sabahı’nda, şairin afyon yuttuktan sonra yazdığı ve Hasan Sabbah’ın adamlarına afyon yutturarak ölüme göndermesini ifade eden yani hem cana kıyma hem de afyon kullanma anlamlarını bir arada kullandığı bir kelimedir.

Çılgın Kız, Paul Verlaine; Cehennemlik Koca ise kendisidir.

Kuran, Doğu bilgeliği anlamında kullanılmaktadır.

Rimbaud, on altı yaşında evden kaçar. Gelişigüzel gezer. Verlaine’a şiirlerini gönderir ve onun tarafından Paris’e çağrılır. İlişkileri yüzünden Belçika ve Londra’ya giderler. Aslında Verlaine’ın kıskanç karısından/Mathilde’den kaçarlar. Ancak ilişkileri çok inişli çıkışlıdır; devamlı ayrılıp birleşirler, hatta Verlaine Belçika’dayken Rimbaud’u vurur. Biten ilişkilerinin ardından Rimboud yeniden yollara düşer ve yazmayı bırakır. Otuz yedi yaşında ölür. Sartre, Duvar adlı hikâye kitabının, Bir Yöneticinin Çocukluğu[3] adlı hikayesinde, Bergere adlı sıradışı karakteriyle Rimbaud hakkında şunları söyler:

“Rimbaud’un oğlancılığı, duyarlılığının ilk ve dâhice kargaşasıdır. Bu şiirleri ona borçluyuz. Cinsel isteğin kendine özgü nesneleri olduğuna… inanmalı… Ama yapılacak ilk iş her şeyin cinsel zevk nesnesi olabileceğine kendinizi inandırmanız olduğunu söyleyeceğim, bir dikiş makinesi, bir deney kabı, bir at ya da bir terlik gibi.„

Sartre, Rimbaud’un yeteneğini ve duyarlılığını içindeki kargaşaya bağlamaktadır.

Rimbaud, dize ve düzyazı şeklindeki şiirlerinde teşbihler, açık ve kapalı istiareler  -özellikle insandan doğaya aktarımlar-; mübalağa, teşhis… gibi birçok edebi sanat kullanmış, özellikle de Yunan mitolojisini şiirine katarak şiirini katmanlardan oluşan bir yapıya kavuşturmuştur. İncil’e, Teyrat’a, Kuran’a, tarihsel kişi ve olaylara göndermeler yapmış, sadece mitolojiden değil, efsane, din, falcılık, düş, ruhsallık, müzik, büyü ve gerçeküstünden de yararlanmıştır. Hatta yeni kelimeler türeterek bu alandaki ustalığını bir üst seviyeye taşımıştır(Fairy sözcüğünü İngilizce Fransızca karışımı, yeni bir uyarlama olarak kullanması gibi.).

Rimbaud’dan kolaj :

Güneşin kemirdiği bir duvarın dibinde, çömlek kırıkları ve ısırganlar üstüne oturmuş cüzzamlıyım.[4] Anımsayabildiğim kadarıyla, eskiden, bir şölendi yaşantım, açtığı tüm çiçeklerin, tüm şarapların aktığı.

…Kaçtım. Ey büyücü kadınlar, ey mutsuzluk, ey kin, size emanet edildi hazinem. Her insancıl umudu usumdan silip atmayı başardım. Boğazlamak için onu yırtıcı bir hayvan sessizliğiyle her kıvanca saldırdım. Cellatları çağırdım ölürken tüfeklerinin dipçiğini dişlemek için. Afetleri çağırdım kumla, kanla boğulmak için. Tek tanrımdı mutsuzluk. Çamurlara uzandım. Suç güneşinde kurulandım. Deliliğe yaman bir oyun oynadım.[5]

Kısa sürmüş uçarılıklar, çocuksu gururdan doğan hırçınlıklar, ruhsal çöküntü ve korku… Belleğin ve duyuların yaratıcı gücünün tek besini olacak. Ya dünya, neye döner sen çıktığında? Herhalde hiçbir şey kalmaz şimdiki görünümlerden.[6] Kızgın sıcağı yazın bırakıldı eline dilsiz kuşların ve ölmüş sevdalar, göçüp gitmiş ıtırların koylarıyla birlikte bırakıldı bedelsiz bir yaslar sandalına.[7]

Satılık, paha biçilmez bedenler, tüm soylarda, tüm dünyada, tüm döllerde, erkeğin dişisinde eşi benzeri olmayan! Zenginlikler fışkırsın, isteyin! Kelepir elmaslar, kaydı kuydu yok! Satılık, yığınlar için kargaşa, meraklısı için sürekli doyum, sadık kızlar ve sevdalı erkekler için acımasız ölüm! Satılık evler ve göçler, sporlar, peri oyunları, eksiksiz rahatlıklar ve gürültü, devinim ve bunların sağladığı gelecek![8] Siyah tül koridorlarda, izleyip adımlarını ellerinde fenerler ve kağıtlarla dolaşan insanların, üşüşüyor oyuncu kuşlar, seyirci tekneleriyle kaplı bir takımadanın salladığı dubalı köprü üstüne.[9] Sıçrıyor alev çimenler tepenin doruklarına dek.[10]

Kalemi tutan el saban tutan el kadar değerlidir! Ellerin çağı! Asla ellerimle geçinmeyeceğim. Uşaklığın sonu yok. Dürüstlük dilencilikse ben yokum. Caniler iğdişler gibi tiksindiriyor beni; ben benim, el değmemiş, o kadar.[11] Yetti! Vakit arınma vaktidir, kaçırılmış denizlerin, yeraltı patlamalarının, zaptedilmiş gezegenin ve Tevrat’ta ve Norme’larda açıkça belirtilmiş, aklı başında insanın unutmaması gereken, kesin köklü temizlikler, kıyamet vaktidir. Öyle ki, böyle bir efsane sonuna hiç de benzemeyecek![12] Demek, bir gün hesap verecek olan milyonlarca ölü ruha, milyonlarca ölü bedene sahip o gulyabani ecenin sonu gelmeyecek! Işte tenimi çamur ve veba kemirmiş, saçlarım, koltuk atlarım kurtlarla dolu, yüreğimde daha da iri kurtlar, bir kez daha kendimi, yaşsız, duygusuz, yabancılar arasında uzanmış görüyorum… Ölebilirdim orada. Ne korkunç çağrışım! İğreniyorum yoksulluktan. … Kurumuş kan tütüyor yüzümde ve şu korkunç ağaççıktan başka hiçbir şey yok geride bırakacağım. Tinsel savaş da adam adama yapılan savaş kadar hoyrat; ama tüze denen şey de zaten yalnızca Tanrı‘nın tutkularıdır.[13]

Ey doğurganlığı zihnin, sonsuzluğu evrenin! …Ey dünya! Ey yeni yıkımların aydınlık şarkısı![14] Açacağım örtüsünü tüm gizemlerin: Dinsel ya da doğal gizemlerin, ölümün, doğuşun, geleceğin, geçmişin, kozmogoninin, hiçliğin.[15] Dörtnala gidedursun yakarış, ışık gürleyedursun.[16] Oy! Şatom, saksonyam, söğüt ormanım. Akşamlar, sabahlar, geceler, gündüzler… Bitkinim! …Bitip tükeniyorum. Mezar bu, solucanlara gidiyorum, iğrenç mi iğrenç! Şeytan, soytarı, çökertmek istiyorsun beni efsunlarınla. Vur diyorum! Bir dirgen darbesi daha! Ver diyorum! Bir damla ateş daha!

…Tanrım acı, gizle beni, güçlükle duruyorum![17]Ah, kurtuluş vakti ancak / Ölüm saati olacak![18] Biraz serinlik Tanrım, ne olur, ne olur biraz serinlik![19]

Illuminations, Cehennemde Bir Mevsim ve Sayıklamalar’ı, Erdoğan Alkan’ın çevirisinden okudum ve buraya aktardım. Alkan, sadece çevirileri yapmakla yetinmemiş, Rimbaud’nun yaşadığı dönemdeki sanat anlayışını, hayatını, sembolik olarak kullanılan kelimelerin ne anlama geldiğini de ayrıntılı olarak esere almış. Titiz bir çalışmanın ürünü olan bu çeviri eser için kendisine teşekkür ediyorum. Çeviri şiir, aslında şiir sayılmasa da kimi eleştirmenlerce, eserde şiirleri okurken dizelere ve özellikle söz sanatlarına hayran kaldım ama yine de şunu demekten de geri duramadım:

Ne çok isterdim Rimbaud’yu Fransızcasından okuyabileyim. Ne kötü!…

Rimbaud’yu okurken zihnimde Sezen Aksu’nun ‘yola çıkmalı’ parçası çalmaya başladı, şarkının dizeleriyle Rimbaud’nun dizeleri, benim cümlelerimle bütünleniverdi bir anda klavyede:

‘yola çıkmalı, yola çıkmalı, yola çıkmalı…’

uzağa, en uzağa, orada varacağın kendine yola çıkmalı…

uğurlayıp kendini, kendine yola çıkmalı…

bulduğun eski sen olmasa da, geride sadece sen olmasa da, yola çıkmalı…

adım atmalı…

bir varmış, bir yokmuş, bir var’mış, bir yok’muş…

yok’ta takılı kalmadan, var’a gitmeli…

‘yola çıkmalı, hemen, hemen…’

‘günlerden ve mevsimlerden, varlıklar ve ülkelerden çok sonra’,

var’malı, var’da kalmalı…

ama şimdi, hemen, hemen…

‘yola çıkmalı, yola çıkmalı, yola çıkmalı…’

‘Haydi bakalım! Yürüyün benimle, sırtımdaki yük, çöl, can sıkıntısı, öfke…

Hoşça kalın ham hayaller, ülküler, yanılgılar!

Tanrı bana da verseydi o kutsal, o göksel esinliği,

dua gücünü, ermişlere verdiği kadar…

Yeter!

İşte ceza.

-İleri!”

 

 

 


[1] [1] Illuminations, Tufandan Sonra, ss:44-45.

[2] Arthur Rimbaud, Illuminations, Cehennemde Bir Mevsim, Çeviren: Erdoğan Alkan, Cumhuriyet Dünya Klasikleri Dizisi, Çağdaş Matbaacılık, Şubat, 2001.

[3] Jean-Paul Sartre, Duvar, Çeviren: Eray Canberk, Can Yayınları, Şefik Matbaası, Mart 2010, ss: 182.

[4] Cehennemde Bir Mevsim, Kötü Kan, ss. 114.

[5] Cehennemde Bir Mevsim, ss.111.

[6] Illuminations, Savaş, ss:93.

[7] Illuminations, Fairy, ss:88.

[8] Illuminations, Ucuzluk, ss:86.

[9] Illuminations, Sahneler, ss:95.

[10] Illuminations, Gizemli, ss:75.

[11] Cehennemde Bir Mevsim, Kötü Kan, ss: 113.

[12] Illuminations, Tarihsel Akşam, ss. 97.

[13] Cehennemde Bir Mevsim, Sayıklamalar, Veda, ss: 145-146.

[14] Illuminations, Cin, ss: 105.

[15] Cehennemde Bir Mevsim, Cehennem Gecesi, ss: 122.

[16] Cehennemde Bir Mevsim, Sayıklamalar, Şimşek, ss: 142.

[17] Cehennemde Bir Mevsim, Cehennem Gecesi, ss: 123.

[18] Cehennemde Bir Mevsim, Sayıklamalar, ss: 138.

[19] Cehennemde Bir Mevsim, Sayıklamalar, Çılgın Kız! Cehennem Koca!, ss: 125.

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:Baransel Yücel Tarih: Ara 11, 2010 | Reply

    Cidden Arthur Rimbaud okuyup da etkilenmemek elde değil.Hele ki Sarhoş Gemi ve Cehennemde Bir Mevsimi… Çevirisiyle bile insanda müthiş biz iz bırakan bu adamı kendi dilinde okumak ve anlayabilmek kim bilir nasıl olur.Keşke herkes farkına varabilse bu güzelliğin :)</strong>

  3. Yazan:suzannur Tarih: Ara 11, 2010 | Reply

    Sayın Baransel, okurken en çok orjinalini okuyamadığıma üzülmüştüm, çünkü şiirde kelimeler çok önemlidir ve onlarla yapılan sanatı kelimeyi bilmediğinizde gözden kaçırırsınız geriye sadece anlamdan alınan zevk kalır. Başarılı bir çeviri, hakikaten, yine de aslından okunacaklar arasında Rimbaud.Nasıl olurdu acaba? Sanırım yüreğimize dolanan dizeler olurdu sıkça tekrar ettiğimiz ki Esrik/Sarhoş Gemi’nin Türkçesi bile ben de bu hali yaşattı:

    Akşamlar ağlatıyor, ağladım, çok ağladım!

    Ay ışığı insafsız, güneşler acımasız:

    Buruk aşklar elinde uyuşup esrik kaldım,

    Yeter, yarılsın teknem! Alsın beni bu deniz!

    İnsan söyleyecek söz bulamıyor, harika!

  4. Yazan:Baransel Yücel Tarih: Ara 12, 2010 | Reply

    Aslında şairi anlayabilmek, eserinde ne anlatmak istediğini de bir yönden anlamaktır.O kadar çok içinde kalmışsınızdır ki dizelerin samimi olmuşsunuzdur artık. Şairin vermek istediği şey bilincinize yerleşmiştir.Her an içine girdiğinizde aynı hisleri verir size.Bir nevi düşüncelerinizin görüntülerde dövmelenmesi olayıdır.Tabiki de kelimeler çok önemlidir.Şairin kelimeye o an için kattığı yücelik farklı bir dilde basit ve anlamsızdır.Çevirmenin de o anda şair gibi düşünemeyeceği unutulmamalıdır.Çok teşekkür ediyorum değerli yorumunuz için.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin