Romanda Olay, Olay Örgüsü
By Suzan Nur Basarslan on Kas 29, 2010 in edebiyat, Roman Nedir?, Sanat
Her romanın anlattığı bir şey vardır ve roman anlatıcı ile anlatılan’a dayalıdır. Anlatıcı araç konumundadır ve bir hikâye anlatmak için vardır der Mehmet Tekin ve vakayı ya da olay’ı şöyle ifâde eder: “Vak’a sözlük anlamı itibariyle ‘olup geçen şey’ demektir. Romancı, kaleme alacağı romanın ‘epik’ yapısını bu ‘olup geçen şey’le (hatta olması mümkün şeyle) kurar. Bu durumda vak’a, roman denilen edebi türün vazgeçilmez öğesi olmaktadır. Aslında vak’a, romana değil, hayata ait bir parçadır ve hayatta rastladığımız, yaşadığımız, yaşayabileceğimiz bir şeydir: Romancı sanatın (dar anlamda dilin) sağladığı imkânlarla onu ehlileştirir ve amacı doğrultusunda onu, yeniden biçimlendirir.”[1] Bu noktada aslında Eco’nun “kurmaca anlatılar, hakikati söylüyor gibi yapar ya da hakikati bir kurmaca söylem evreninde söylediklerini öne sürerler.” sözüne paralel bir söylemdir. Aktaş, ” Öyleyse vaka herhangi bir alâka ile bir arada bulunan veya birbiriyle ilgilenmek mecburiyetinde kalan fertlerden en az ikisinin karşılıklı münasebetlerinin tezâhürüdür.” diyerek olay olgusunun birbiriyle ilgili fertler arasında oluşacağını, böyle bir alâka bulunmadığı takdirde fertlerin birbirinden habersiz olacağını, dolayısıyla da onlar arasında herhangi bir münasebetin varlığından söz edilemeyeceğini dile getirmektedir. Tekin şöyle devam eder: “Yeniden diyoruz; çünkü romanın genel dokusu içine çekilen vak’anın (kurmaca yapının içinde yer alan vak’anın), edebî bir boyut kazanması için bir mekâna, zamana ve şahıs kadrosuna ihtiyacı vardır. Bunlar gerekli fakat yeterli değildir; yani dilin devreye sokulmasıdır. Dil, roman söz konusu olunca, bir bilinçlendirme mekanizmasıdır. Vak’aya, ‘şahıs-mekân-zaman’ düzleminde canlılık kazandıran dildir.”[2]
Olaylar dizisi neleri kapsar? “Olaylar dizisi (action-fortune) bir romanda başkişinin ahlâk durumu, sosyal durumu, şöhreti, maddi varlığı, sevdikleri, sağlığı ve geçimi üzerinde durur. Olaylar dizisi, başkişinin mutluluğu veya mutsuzluğu, plânlarının başarı veya başarısızlığı ile çözüme kavuşur.” [3] Olay örgüsünü, ” Olayların sebep-sonuç ilişkisine göre anlatılmasıdır.” diye açıklayan Forster, bir örnekle açıklamasını somutlaştırmaktadır: ” ‘Kral öldü, arkasından kraliçe öldü’ dersek, bu hikâye olur. ‘Kral öldü, sonra üzüntüsünden kraliçe de öldü’ dersek, olay örgüsü olur. Zaman dilimi bozulmuş değildir; ancak sebep-sonuç ilişkisinin iyice gölgesinde kalınmıştır.”[4] Yani olay öyküsü, ‘Niçin ölmüş?’ sorusunu sorduğumuz yerde başlar; ne olduğu değil, neden olduğu sorusu bizi öykü ile olay örgüsü arasındaki farka ulaştırır. Bu noktada devreye zekâ ve bellek girer, bu iki unsur olay örgüsünün temel taşlarıdır ve salt merak öğesinin sağlayamadığı şeyi verirler bize: gizem.
Forster olay örgüsünün özelliklerini şöyle verir:
- 1. Olay örgüsü yalın ve özlü olmalı,
- 2. Karmaşık olduğu durumlarda bile, tüm parçaları, canlı bir varlığın parçaları gibi birbirine bağlanmalı, içinde ölü hiçbir şey kalmamalı,
- 3. İçinde gizem olsa dahi okuyucuyu yanıltmaktan kesinlikle kaçınmalıdır.[5]
Günümüz romanına baktığımızda olay örgüsünün özelliklerinin geliştirilebileceği / değiştirilebileceği düşünülmekte, roman yazarının romanı denetim altına almaması gerektiği, tam tersi onun buyruğuna girip romanın sürüklediği yönde gitmesi gerektiği[6] savunulmaktadır. Bu da Wellek’in olay örgüsünü oluşturan, bütün elemanları içine alan yapıda (motiften kişiye kadar bütün elemanların…) [7] karışıklığa, düzensizliğe, anlaşılmazlığa neden olacak, kurmaca metinin mantıksal temelinin bozulması anlamına gelecektir. Bu durumu Tekin bir kusur olarak ifâde eder, amacın olayları bütünüyle anlatmak değil, olayları belli bir amaç doğrultusunda, hayatın kronolojik disiplinine uymak zorunda olmadan, belli bir düzene sokarak disiplin ve bütünsellik içinde sunabilmektir, diyerek konuya açıklık getirmektedir.
Norman Freidman bu konuyu biraz daha genişletir: “Bir eserde bütünü oluşturan parçaların birbirleriyle bağlantılı olduklarını, bütünün bu beraberliğe eşit olduğunu söylemek yeterli değildir. Bununla beraber bütünü amaç, parçaları ve kullanılan teknikleri amaca götüren araçlar olarak görürsek, edebî değerlendirmede mesafe aldığımızı hissederiz. Bir eserdeki parçalar ve teknikler, sadece bir hikâyeyi anlatmak için değil, bir fonksiyonu yerine getirmek, bir amacı gerçekleştirmek için vardırlar ve amaç, öze bağlı estetik bir biçim yaratmaktır. Bir yazar, bir eseri yaratırken, bilinçli veya bilinçsiz olarak belli bir amaca hizmet etmek, belli bir etki yaratmak ister. Eserini yaratırken, nereden başlayacağını, materyalinin ne kadarını, ne gibi bir düzenleme içinde sunacağını, neyi vurgulayacağını, hangi unsurları ikinci plânda bırakacağını, eserini nerede ve nasıl bitireceğini tayin ederken karşılaştığı önemli estetik meseleleri çözmekte yazara rehberlik eden temel ilke, gerçekleştirilecek amaçtır.”[8] Bu amaç ise eser okunduğu zaman okuyucunun vardığı sonuç olarak belirtilir ve romanın yapısını (plot) roman başkişisinin yaşadığı değişme sürecini etkileyen, iki veya daha çok episoddan(aynı merkez etrafında, bir sistem içinde gruplaştırılarak sunulan olaylar zinciri) oluşmuş, başlangıcı, ortası ve sonu(giriş, düğüm ve çözümü) olan bir yapı olarak sunar. Kısaca olaylar dizisinde amacın belli bir disiplin etrafında, neden-sonuç ilişkisi içinde verilmesine ek olarak, bu süreçte romanın özünün oluşturan üç değişken unsuru, romanın başkişisinin ruh durumu- karakter ve davranışları-çevre içindeki durumu ve bunların okuyucuda uyandırdığı tepkiler. Bu da – estetik anlamda bir romandaki olaylar dizisiyle, bu dizinin bizde uyandırdığı duygu silsilesinin etkileşimi- romanın yapısını anlamak demektir. [9]
Romanlarda kullanılabilecek yapı biçim özellikleri şunlardır:
“Olay unsurunun sentezleyici olduğu yapılar(Plots of fortune-action): R.L.Stevenson’un Sir Arthur Canon Doyle’un, Wilke Collins’in eserleri.
Merhamet uyandıran yapı tipleri( The pathetic plot): Tess, Üç Kızkardeş(The Three Sisters), Satıcının Ölümü(The Death of a Salesman), İhtiras Tramvayı(A Streetcar Named Desire), Sokak Kızı Maggie( Maggie: A Girl of the Streets)…
Trajik yapı tipleri( The tragic plot): Oedipus rex, antigone, Othello, hamlet, Lear, Julius caesar…
Cezalandıran yapı tipleri( The punitive plot):Hedda Gabler, Volpone, Tartuffe, III.Richard…
Duygusal yapı tipleri( The sentimental plot): Anna Christie, Cymbeline…
Takdir duygularımızı uyandıran yapı tipleri (The admiration plot):Granada’nın fethi(The Conquest of Granada), H.L. Davis’in Kış(Open Winter)…
Karakter unsurunun sentezleyici olduğu yapılar(Plots of character): İhtiras yolu, Portre, Bir Hanımefendinin Portresi, Faulkner’in Ayı(The Bear)…
Karakterde reformu ifade eden yapı tipleri( The reform plot): Kırmızı Mektup(The Scarlet Letter), Toplumun Temel Direkleri( The Pillars of the Community)…
Karakterin denendiği yapı tipleri (The testing plot): Hemigwey’in Çanlar Kimin İçin Çalıyor(For Whom the bell Tolls)
Başkişinin karakterinde bozulma görülen yapı tipleri( The dejeneration plot): Chekhov’un İvanov ve Martı’sı, İmparator Jones, Gece Güzeldir… gibi diğer romanlar.
Fikir unsurunun sentezleyici olduğu yapılar(Plots of Tought):Huckleberry Finn, Deniz Feneri, Harp ve Sulh, Gorki’nin Bir Sonbahar gecesi( One Autumn Night)…
Bir uyanışı hikâye eden yapı tipleri( The revelation plot):Roald Dahl’ın Köpeğe Dikkat Edin(Beware of the Dog)…
Bir gerçeğin sonucuna bağlı olarak gelişen yapı tipleri( The affective plot):Jean Stafford’un Köyde Bir Aşk Hikâyesi(A Country Love Story), Wartson’un Öteki İkili( The Other Two)…
Hayal kırıklığı ifade eden yapı tipleri( The disillusionment plot): O’Neill’in Kıllı Maymun(The Hairy Ape), Joyce’un Küçük Bulut(A Little Cloud)…”[10]
[1] Tekin Mehmet, Roman Sanatı, Ötüken Neşriyat, s.61,2002.
[2] Tekin Mehmet, Roman Sanatı, Ötüken Neşriyat, s.61-62,2002.
[3] Freiddman Norman, “Romanda Yapı Şekilleri” , Philip Stevick, Roman Teorisi (The Theory of the Novel), çev. Sevim Kantarcıoğlu, Gazi Üniversitesi Yayınları, 1988. s.145.
[4] Forster E.M., Roman Sanatı, Ç: Ünal Aytür, Adam yay. İstanbul.s.128. 1985)
[5] Forster E.M., Roman Sanatı, Ç: Ünal Aytür, Adam yay. İstanbul.s.1130-131. 1985)
[6] Forster E.M., Roman Sanatı, Ç: Ünal Aytür, Adam yay. İstanbul.s.146. 1985)
[7] Wellek Austin. Theory of Literature,1978 ( Edebiyat Biliminin Temelleri), çev. A.E.Uysal, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,1983,s.217.
[8] Freiddman Norman, “Romanda Yapı Şekilleri” , Philip Stevick, Roman Teorisi (The Theory of the Novel), çev. Sevim Kantarcıoğlu, Gazi Üniversitesi Yayınları, 1988. s:136-155.
[9]Freiddman Norman, “Romanda Yapı Şekilleri” , Philip Stevick, Roman Teorisi (The Theory of the Novel), çev. Sevim Kantarcıoğlu, Gazi Üniversitesi Yayınları, 1988. s. 141-142.
[10] Freiddman Norman, “Romanda Yapı Şekilleri” , Philip Stevick, Roman Teorisi (The Theory of the Novel), çev. Sevim Kantarcıoğlu, Gazi Üniversitesi Yayınları, 1988. s. 147-155.
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi Mustafa Ayyıldız’la ortak yayındır
2 Yorum
Yazan:ç-z Tarih: Kas 29, 2010 | Reply
Fotoğraf çok güzel..Roman gibi 😉 Seçeni de çekeni de kutluyorum…Kanatlanıp o güzel gökyüzüne uçmaya hazırlanan bir kuşu ya da kitabı bir solukta okuyup bitirmeye çalışan telaşlı okuyucu rüzgarı akla getiriyor ..Olması mümkün!
Suzan, bu fotoğraftan esinle; sence roman açısından bir fotoğraf mıdır yoksa yağlıboya bir resim mi?(vak’a niteliği!)
Yazan:suzannur Tarih: Kas 30, 2010 | Reply
Sevgili ç-z, öyle bir soru ki bu, yazara göre değişir desem, hatta okura göre de değişir, her ikisi de olabilir ya da olmayabilir desem 🙂
Aslında roman açısından fotoğraf da resim de araçtır. Vaka/olay çemberin büyük parçalarından biri ama tek değil.