Bir salon dolusu şapşal!
By Konuk Yazar on Ara 10, 2010 in Akıl, İnsan, Toplum
Anonim
-Hiç merak etmeyin, güzel günler gelecek. Çok yakın. On yıla kalmaz bu ülkede çok güzel şeyler olacak.
– Tekbiiir, Allaahu ekber! Allahu Ekber, Allahu Ekber!
-Ahir zamanı yaşıyoruz biz. Nurani günler yakındır. Tekrar söylüyorum merak etmeyin. Nur devrimi yakındır. Çok güzel işaretler var.
-Tekbiiir! Allahu Ekber, Allahu Ekber, Allahu Ekber!
Millet tekbir getirdikçe aşka geliyor hazret. Yüzünden hiç eksik etmediği o sahte sırıtışı ile tüm şirinliğini takınarak kürsüden salona oynuyor. Salon coşmaya hazır. Güzel masallar duymaya ihtiyacı var insanların. Saatlerdir Afganistan, Filistin, Kanlı Kabe katliamı, müstekbir rejimlerin, Amerikan uşağı, işbirlikçi devletlerin halklarına yapıp ettikleri konuşuluyor sahnede. Bizim mehdi hazretlerinin pek umurunda konular değildir, hiç de böyle avami kalabalıklara çıkmaz, dahası hep alay eder onlarla ama nasıl olduysa bugün programa gelmiş, hazır trübünleri pek sevdi. Konuşma sırasında uvertür sanatçılardan sonra sahne alan assolist edasıyla dolduruyor sahneyi. O güzel günler yakın dedikçe salona hasta beyninde mehdiliğini ilan edeceği zamanları muştuluyor. Ayakta bile duracak en ufak bir boşluk kalmamış salonun yüzlerce sakini ise allahu ekber diye en gür sesiyle bağırırken Filistin’de, Afganistan’da akan kanın duracağını ima eden aydınlık yüzlü bir hoca efendinin iç açıcı mesajlarını algılıyor. Alan mutlu satan mutlu bu alemde bir kenarda bir tek ben mi mutsuzum. Durmadan salona göz gezdiriyorum. Benim çevremdeki bir grup arkadaş dışında bu vodvilin farkına varmış akil adamlar arıyor gözlerim. Nafile, tek gördüğüm en gür sesi ile karşılarında gördükleri hocaefendiye tezahürat yapan bir salon dolusu şapşal…
Haşa o günlerde şapşal demezdim onlara. Kur’an ayetleri okunurken gözlerinden inen sessiz yaşlara, Afganistan ile ilgili bir konuşma yapıldığında salondaki kadınların hiç gözünü dahi kırpmadan kolundan çıkarıp bağış sepetine attığı altınlara en ufak tereddüt göstermeyen tertemiz vicdanlarına, evlerine koltuk bile almayı red eden idealizmlerine, kısıtlı bir havzadan beslenseler de durmadan kendilerini geliştirmeye, bir şeyler öğrenmeye olan yorulmak bilmez enerjilerine, şimdilik sadece Müslüman mağdurlara hassas olsa da bir diğerinin derdi için kendilerini tüketircesine çırpınmalarına neden olan digergamlıklarına alabildiğine öykünürdüm aslında. Hem sahnede gelişini muştulayan mehdi hazretlerinin iç yüzünü bilseler böyle coşkuyla kucaklarlar mıydı sanki bu adamı? Saf oldukları için saflıklarından dolayı, zalimleştiklerinde ise zalimliklerinden dolayı dindar insanları suçlamaya başlamadığım zamanlardı.
…
Bunca yıldan sonra dün facede yine görüntülerini gördüm hazretlerinin. On on iki sene önce mehdiliğini ilan etmiş olması lazımdı planladığı takvime göre. Etmemiş. Neyse, gelecek de bir gün gelecek nasıl olsa. Değişmiş. O zamanki tombul yanaklar, uzun sakal, şeytani de olsa iyi kötü anlamı olan bakışlar gitmiş, manasız ölü balık gözleri gelmiş ifadelerine. Yüzü estetik yemiş olmalı. Yaşına hiç uymayacak bir gerginlikte. Konuşması da tuhaflaşmış. Nişantaşı kızlarını andırıyor daha çok. Karşısında oturan pek bi çıtırım, şimdi çıt diye kırılırım tarzındaki iki genç kıza sarkan sosyete evlatlarına benziyor.
-Sen aşırı derecede şirin bir şeysin yanı. Öyle tarif edilecek gibi değil. Ve benim prenses S.’m Herkes göremiyor ben görüyorum müthiş derecede güzeeel, zeytin yeşili gözleri vaaar, pek bi munis, tatlı bla bla…Beni de çok seviyooor. B. De öyle. Öyle değil mi B. Öyle değil mi S.
-İnşallah Hocam
-İnşallah Hocam
– Benim prensesim. Kedi canını senin.
Hey allahım zamparalığın da bir raconu olmalı. Bu kadar soytarıca da yapılmaz ki.
Değişmeyen yegane şey karşısında oturan kızların seleflerine oranla çok daha boyalı çok daha çıtkırıldım olsa da suratlarındaki bir zamanlar aşina olduğum o aptalca mutluluk, gülümseme ve hayranlık hali.
İlk örtündüğüm zamanlarda okulda karşıma çıkan ilk dindar insanlardı onlar. Önceleri çok da fena değildi aslında. Henüz A. Ağbi akıl hastanesinde yatıyordu. Bu akıl hastanesi olayı onu gözümüzde inanılmaz değerli kılıyordu. ‘İslam için’ çalışan bir insan hapse girmemek için deli rolü oynamış, devlet de onu akıl hastanesine tıkmıştı. Hem kahraman hem mazlumdu gözümüzde. Sürekli bir A. Ağbi fenomeni dolaşıyordu ortalıkta. Ondan bahsederken herkes gülümsüyor yere göğe sığdıramıyor, müctehidliği, mücahidliği vurgulanıyordu. Bizler bir yandan büyük bir ihlasla ateizme karşı elimizdeki evrim kitapçıklarını dağıtıyor, Yahudilerin yeryüzünde yaptıkları oyunları önümüze gelene anlatmaya çalışıyor, cemaatin kitaplarıyla çevremizi irşad ediyorduk. Öyle hummalı bir faaliyetti ki artık ben de arkadaşlarım gibi derslere girmez olmuştum. Bir gün babam okula gelip de hemen hiçbir dersin sınavına girmeyip listelerde hep sıfır aldığımı görünce o güne kadar alışık olmadığım bir şekilde bana kızmış ve bir süre konuşmamıştı. Yine de dünya umurumda değildi. Her akşamüstü Nusretiye Camisinde toplanır, kendim gibi dini bir çevreden gelmeyen benim ile aynı duyguları sorunları paylaştığına inandığım gençlerle birbirimize neşe içinde o gün yaptıklarımızı anlatır, A. ağbiyi konuşurduk. A. ağbi derken yüzlerine yayılan o aptalca gülümsemenin üzerinde pek de durmazdım.
Nihayet bir gün arkadaşlarımda bir telaş bir neşe beni okuldan arabayla alıp Nusretiye Camisi’ne götürdüler. A. ağbi adli tıp ziyareti sonrası Nusretiye’ye gelecek bizleri görecekmiş. Doğrusu ya ben de artık iyice merak etmeye başlamıştım bu kişiyi. Sonra bir arabayla cami önüne geldi. Etrafımdaki arkadaşlarımın yüzlerinde hep o gülümseme, tuhaf manevi hava. Bu da XX diyerek beni tanıttılar. Şu okuldan falan feşmekan. Tepeden tırnağa süzdü A. ağbi beni. Doğrusu bu ya içim öfke ile doldu. Gülümsedi maşallah maşallah bir iki bir şey söyledi gitti. Arkadaşlar sanki görücüye çıkmışım ya da bir mason cemaate kabul buyrulmuşum gibi sevinçliydiler. Beni beğenmiş A. ağbi. Ne güzel! A. ağbiye tanıtılmışım ve beğenmiş. Bense iliklerime kadar gıcık olmuştum sahtekar tavrına, o baştan aşağı süzen bakışlarına. O gün elimde bir simit vardı. Oldum olası çok severim sokak simidini. Simit yemesin demiş ağbi. Fakir gösterir. Tebliğ yaparken kötü olur. Malum tebliğ yaparken ilmi kemal, hüsnü cemal, serveti mal olanlara öncelik vermemizi söylerlerdi. A.ağbinin isteği. Yahudiler öyle yaparmış! O yüzden başarılı imişler. İlmi kemal falan hikaye tabi düpedüz zengin, yakışıklı, güzel kız ve erkekleri arıyorlardı aslında.
Sonra burnuma ahir zaman dosyası diye bir dosya uzattılar. Bir klasör dolusu mehdilik hakkında uydurulmuş, toplanmış, hadis, yorum vs. Mehdi nerede çıkacak, nasıl mehdiliğini insanlar anlayacak, özellikleri neler, neye benziyor, nasıl dünyaya adalet getirecek. Ahir zaman alametleri neler vs. vs. Aldım biraz karıştırdım, sıkıldım bir kenara koydum. Çilemiz bitmemiş. Bir hafta sonra beni arkadaşlar yine alıp Bakırköy akıl hastanesine götürdüler. A. ağbinin yanına. Bu bir hafta boyunca A. ağbinin mehdi olduğundan ‘şüphelenmem’ için her türlü ima ve telkin yapıldı. Onun sağ kolu olan salağın da ahir zamanda mehdiye eşlik edecek olan Hz. İsa!
“Ağbi” aklıma takılan soru olup olmadığını sordu . Bir iki şey sordum. Yüzü biraz bozuldu. O da bana klasörden bir soru sordu. Doğrusu bu ya okumamıştım doğru dürüst. Bir de kim ne derse desin kuvvetli sezgileri vardı bu adamın. Saklamaya da çalışsam kendisinden hoşlanmadığımı anladı. Arkamdan yanımdakilere benimle daha çok ilgilenmelerini gözlemelerini ve ahir zaman dosyasını çalıştırmalarını telkin etmiş. Daha yakın markaja alındım. Çok da itirazım yoktu aslında. Gittiğimiz her yere arabayla gidiyor, güzel giyinmeye teşvik ediliyor, belli bir sosyal sınıfın çocukları ile çok da yabancısı olmadığım bir dünyayı paylaşıyorduk. Arada bir de mehdi hazretlerine iki iltifat sallıyordum gönüller hoş olsun diye.
Ama birkaç ay sonra ağbi çıktı akıl hastanesinden. Hem de ne çıkış. Cemaat artık ahir zamanın iyice yaklaştığını, mehdinin ortaya çıkmasının yakın olduğunu çok daha fazla hızlı çalışmamız gerektiğini telkin etmeye başladı. Çakma İsa hazretleri sanırım hepimizi gözlüyor rapor ediyordu ağbiye. Önceden Nusretiye Camii’nde yaptığımız Risale dersleri de boşlanmış, Berkeley’in felsefesinden bize hap diye sunulan abidik gubidik dosyalardan oluşan dersler de önemsenmez olmuştu. Artık fakirlerle oyalanmamalı idik. Git gide ailelerimize daha çok yalan söylemeye, araba, pahalı kıyafetler ve para koparmaya teşvik ediliyorduk. Daha az zenginler ile başörtülüler de ikinci sınıf mallar olarak takaya kaldırılmaya başlanmıştı. Onlar kendi aralarında ayrı toplanırken cemaatin daha zengin, başı açık ya da erkekse yakışıklı olanları ayrı toplanıp ikide bir partiler tertip edip Şamdan gibi yerlerde “tebliğ” yapmaya başladı. Kural kızlara erkeklerin, erkeklere kızların tebliğ yapması idi.
Artık başörtüsü sıkıntı veren bir konu halini almıştı. Bacılar iyi idi de onları gören zengin havalı kızlar erkeklerin yanlarına gelmiyordu. Okullarda birbirimizi tanımıyor gibi yapacak gizli gizli selam verecektik. O zamanlarda A. ağbinin Ortaköy’de annesine ait mütevazi bir evi vardı. Kendine ait bir jargon ile konuşur cemaat de aralarında papağan gibi bu suni tarzı taklit eder dururdu. İnşallah, maşallah, allahu alem, ahir zaman, bacılar en sık kullanılan kelimelerdi. Dindar bir görüntü veriliyor, öte yandan diğer bütün cemaatler, yeryüzündeki İslami akımlar, kitaplar, yazarlar aşağılanıyordu. O yazarları okumak , ağbinin mehdiliğine inanmamak Allah muhafaza imanımızın zedelenmesine hatta müşrik olmamıza dahi sebep olabilirdi. Ağbi ev toplantılarında arada bir gösterişli bir şekilde kalkar içeri odaya namaz kılmaya giderdi. Görmesek de o gösteriş yeterdi zaten. Kızlara iltifatların sonu yoktu. Hem de dünyanın en şaklabanca kelimeleri ile. Köftem, tavşanım, elinin körü! Ben Nusretiye Camii’nde ki karşılaştırılmadan sonra birkaç defa daha gördüm kendisini. Çok hatırlamıyorum. Etrafında artık bizlerin arasına hiç gelmeyen tanımadığım çok daha zengin, gösterişli kızlar, erkekler vardı. Aralarında dini nikahlar kıyıyor bir taraftan da ağbinin kiminle evlenmesi gerektiğini konuşuyorlardı. Etrafımdaki cemaat harici insanlardan uzaklaşmamı istemeye başladılar sonra, özellikle fakir olanlardan. Bir gün çok sevdiğim bir kız arkadaşımı tehdit ettiler benimle ve cemaatle ilgili olarak konuştuğu için. Bu insanlara, tüm o tuhaf sırıtışlara, sahteliklere tahammül edemeyeceğimi anladığım bir zaman kendilerinden ayrılacağımı bildirdim. Hemen Ortaköy’ e mehdi hazretlerinin yanına. Mehdi hazretleri biraz ayrılmamam için ikna etmeye çalıştı. Karalılığımı görünce bu sefer ruhsal olarak dengesiz olduğum mesajını vermeye çalıştı o gün oradakilere. İlginçtir sıkıntılı olduğum bir gün bir sebepten okulda ağlamıştım. Onu bile uçurmuş çevremdeki müridler kendisine. Ama bak sen böyle ağlıyormuşsun da ortalık yerde vs. vs. bir şeyler dedi. Politik davrandım. Ne de olsa ürküyordum bu adamdan. Size saygı duyuyorum. Çabanıza taktirim çok büyük. Ama ben ayak uyduramayacağım. Derslerim çok kötü, ailem çok üzülüyor gibi bahaneler sıraladım. Benim arkamdan ahir zamana doğru “o günler” yaklaştıkça benim gibi çatlamaların olabileceğini, imanlarının kaymaması için çok dikkatli olmalarını buyurmuş etrafımdakilere. O günden sonra cemaatin fertleri arasında selam veren dahi çıkmadı pek. Zaten canıma minnet ben de öfke doluydum bu insanlara. Uzaktan takip edebildiğim kadarı ile zamanla başörtülü olanlar ya başlarını açtılar ya ayrıldılar aralarından. Mescide namaza gelmez oldular git gide.
Sonra dedikodular arttı. Cemaat içi garip evliliklerin olduğunu bir evlenip bir boşandıklarını duydum. Ve sonra daha kötü inanmak istemediğim iddialar, şantaj, zina, uyuşturucu gibi. Benim bulunduğum dönemde Atatürk’e deccal diye bakan cemaat bir Atatürkçülük vakfı kurdu bir ara. Sonra inanılmaz zenginlediler. Boğaz kıyılarında son derece korunaklı çok lüks villalarda oturduklarını duydum. Yayınevleri, televizyon kanalları, her gün gazetelere verdikleri bir işe yaramaz tam sayfa ilanlar…İnternette bu cemaate çocuklarını kaptıran ailelerin, cemaatten ayrılan gençlerin, inanması çok güç, korkunç iddiaları var. Hatta bir site bile kurmuşlar aralarında durumu ifşa edebilmek için. Kendileri aleyhinde yazan birçok internet sitesini hukuksal yollardan kapattırdıklarını biliyorum. Ve onların aleyhinde dava açan herkese bir avukat ordusu ile yığınla davalar açtıklarını. Maddi açıdan çoğu insanın kaldıramayacağı kadar çok dava ile bunaltıyorlar insanları.
Bir gün bu adamın çarşaf çarşaf ilanlarını basan, kitaplarını promosyon olarak dağıtan pek mücahid bir gazetenin editörüne neden bu adamların eserlerini bastıklarını sordum mail atarak. Bana haklarında ne bildiğimi, eğer gerçekten kötü bir şey varsa ve inanırlarsa basmayabileceklerini söyledi. Tüm saflığım ile kısaca bildiklerimi anlattım. Bana inandırıcı olmadığımı bu konuda kendisine başka eski mürtlerin de konuştuğunu hiçbirisinin inandırıcı gelmediğini anlattı. “Kızları kötü amaçlarla kullanıyorlarmış. E soruyorum bana yazan kıza sen de böyle şeylere katıldın mı? Yoo diyor ben onlardan değildim ama yaptıklarını biliyorum. Bence yalan söylüyorlar dedi. Hem siz de bana kızları erkekleri Şamdan da,gece kulüplerinde falan mürit çekmek için kullandıklarını söylüyorsunuz. Yani bu adamlar bu kızları camide bulmamış ki zaten. O hayatın içinde bulmuş, o şekilde kullanıyor” deyiverdi. “İyi o zaman kerhanede bulup kerhanede çalıştırmamızda da bir beis yok gençleri, gazetenizin yıllardır herkesi sopa yapıp dövüp durduğu İslam da böyle bir şey zaten, söz konusu reklam gelirleriyse ar haya her şey teferruat zaten. Tartışılacak bir şey kalmamıştır” dedim.
Hiç bilseler böyle kucaklar mıydı bu adamı diye düşünürdü 20 sene önce o salondaki programa katılan genç kız karşısındaki cemaat hakkında. Maalesef 20 sene sonra bu klavyenin başında yazan kadın biliyor ki evet bilse de hatta her gün o televizyon kanalındaki rezalet hallerini canlı yayında seyretseler de bu insanlar söz konusu para pul ise kucak açarlar böyle adamlara. En azından önemli bir kısmı.
Ya tüm bu sahtekarlıklara karşın susanlara ne demeli. Ben inanıyorum ki bu ülkede o mücahit gazetenin vurduğu Kemalistlere, ‘gavurlara’, hatta devlete bile vurmak, sesini yükseltmek daha kolaydır. Çıkar bir meydanda iki slogan atarsın şanın yürür. Bu ülkede ağzı inşallahlı maşallahlı insanlara, elinde cemaat gücü bulunanlara ve şantaj dahil bin çirkeflikle kendi pisliğine etrafını ortak edenlere vurmak ise gayet zordur. Medeni cesaret ister.
Dün görüntüler ekranıma ilk düştüğünde önce çok eğlendim. Sonra bu neşem git gide bugün öfkeye dönüştü. Mehdi hazretlerinin karşısında o şirin şirin kırıtan genç kızların, internette ahu vahlarını okuduğum bir çok insanın bir gün kendi çocuğum olabileceğini düşündüm. O ruh halinin etkisi altında İstiklal Caddesi’nde yürüyordum. Önüme bir topluluk çıktı neden sonra. Bir kenarda yaşlı, küçücük kalmış bir kadıncağız oturmuş çok hüzünlü bir yüzle şaşkın şaşkın sanki bir boşluğa bakıyordu. Önünde bir iki hemen hemen boş poşet. Evsiz yurtsuz bir ihtiyara benziyordu daha çok sanki. Bir genç karşısına geçmiş durmadan kadının fotoğrafını çekiyordu. Yanında yöresinde ise beş on kişi toplanmış kadına bakıyordu. Anlamadım, içim sıkıldı bu manzara karşısında. Acaba bu fukara kadıncağızdan izin aldı mı fotoğrafını çekerken diye düşündüm. Bir insanın yüzünü, hüznünü böylesine teklifsizce resmetmek bir mahremiyete girmek değil miydi.? Yaşlı, meczup ya da fakir olunca kolayca kapılarımızın kilitlerini kırıp içeri dalmaya hakları var mıydı zamane çocuklarının? Bir iki adım gidip durup geride bıraktığım görüntüye bakıyordum. Sonra gidemedim daha fazla. Çakıldım oraya. Bir iki kişinin kadıncağızın yere düştüğünü o yüzden orada oturduğunu söylediğini duydum. Yardım edeyim diye düşünürken iki genç kız girdi koluna ayağa kaldırdı. Kadın bir iki adım attı sonra tekrar oturdu kaldırıma. Bu arada elinde profesyonel fotoğraf makinası olan genç durmadan ama durmadan kadının fotoğraflarını çekiyordu. Aklıma bir zamanlar ölmekte olan Afrikalı bir bebeğin ölümünü bekleyen bir akbabanın önündeki fotoğrafını çekip sonra ona yardım etmeden yürüyüp giden, çektiği bu fotoğraf ile Politzer ödülü kazanan fotoğrafçının hikayesi geldi. Bir süre sonra intihar etmişti bu meşhur fotoğrafçı. Nedendir kimse bilememişti. Kendi hikayem geldi sonra aklıma. Benim gibi milyonlarca, milyarlarca insanın hikayesi. Önümüze gelen zulümleri engellemek yerine fotoğrafını çekerek işini, hayatını sürdüren “iyi insanlar”dık bizler.
Demek ki bu genç kapıyı kırıp bu yaşlı kadının evine dalmamıştı bir tek. O ızdırap içerisindeyken kaldırmak yerine ızdırabını, görüntülemiş durmuştu. Bir gün bir yerlerde bizim uçarı gözlerimize sunulacak iyi kareler yakalamıştı doğrusu. Öyle neşeli öyle neşeliydi ki. Çantamdan cebimi çıkarıp kamerasını açtım. O, o kareleri çekerken, arkadaşları ile şakalaşırken durmadan fotoğrafını çektim. Önden, yandan. Makinayı burnuna soktukça soktum. Arkadaşları bu garip manzarayı fark etmişlerdi. Ama genç öyle kaptırmıştı ki ne yaptığımı fark dahi etmiyordu. Böyle olmaz dedim içimden. Bu küçük bir intikam, had bildirme ise muhatabı fark etmediği sürece hiçbir anlamı yok. Karşısına geçtim ve bak ben de senin fotoğraflarını çektim. Çok ilginçtin doğrusu dedim. Beklediğim bir küçük mahcubiyet. Bir anlık şaşkınlık, belki… Çocuk küçük bir kahakaha atarak bana iyi yaptın anlamında başını sallamaz mı? Her şey boş nafile. Anladım ki fotoğraf çeken adam fotoğrafının çekilmesine de aldırmıyor. Başkalarının hayatlarını metalaştırıp bozuk para gibi harcayanlar kendi benliğine de kıymet vermiyor.
Bir adım daha öte belki de nefret ediyorlar kendilerinden. Kendilerinden öylesine nefret ediyorlar ki karşılarına oturmuş din adına, maneviyat adına ağzının içine bakan hayatının baharında genç kızları dahi bir günlük hazların oyuncağı yapmaya zerre miktar tereddüt etmiyorlar. Şairin dediği gibi devlet gibi seviyorlar onları. Yok edercesine. Öldüremedikleri için ruhlarını, masumiyetlerini öldürüyorlar insanların. Sahte sevgi gösterileriyle, pembe cennet vaadleriyle. Öldüremedikleri için boğazına kadar pisliğe batırıp, varlıklarını kemiriyorlar. Aslında yok etmek istedikleri kendileri. Bir akbabanın önünde fotoğrafını çekip ölüme terk ettiği kara çocuk kendi arzuladıkları ölümün erken bir provası sadece. Ve her gün fotoğrafını çekip çekip hafızamızın karanlık albümlerine attığımız kendi varlığına kast ettiğimiz insanlığımız.
Bugün ben farklı bir şey yaptım. Fotoğraf çeken adamın fotoğrafını çektim. Dönüp bana güldü.
Ona Horatius’un cümleleriyle efelenmek isterdim. Ne gülüyorsun? Bu senin hikayen demek. Sustum. Yürüdüm gittim.
Zaten hep böyle yapmıyor muyuz?
24 Yorum
Yazan:Yusuf Ekinci Tarih: Ara 10, 2010 | Reply
Bu çakma mehdinin afişe edilmesi ve gerçek yüzünün ortaya çıkarılması adına iyi bir başlangıç. başlangıç mı onu da bilmiyorum ama a.o. nun taktığı maskenin altında hiç hoş şeylerle karşılaşmayacağımızı bildiğim için deşifrasyonun devam etmesinden yanayım.
sıkı bir yazı olmuş… ellerine sağlık.
Yazan:Fatih Öksüz Tarih: Ara 10, 2010 | Reply
Maşallah ne güzel yazmışsınız ruh halinizi ve yaşadıklarınızı,inşallah islamı ve insanlığı algılayış şekli daha iyi olur toplumumuzun.O öyle bir Allahu alem ki böyle anlattığınız fırsat düşkünlerinin kalbini bilir ve hakkını verir.Gel gör ki ahirzamandaki imanı halis bacılarımız böyle acılara fırsat vermeyecektir inşallah.
Yazan:Haki Yusuf Tarih: Ara 10, 2010 | Reply
Söz konusu videolardan birini ben de izlemiştim. Bir yabancı gözüyle de olsa görüntüleri izlerken açıkça fark ettiğim o bayağı davranışların arkasında yatan gerçekliğe, güzel bir ayna tutmuşsunuz…
Ancak merak ettiğim bir şey var; evrim vb. konularda yayınladıkları kitapların amacı nedir peki? Yani bu kitaplar, insanları gruba dahil etmek için uzun uzadıya çalışılmış bir araçtan mı ibaret, yoksa başlı başına (A Ağbi’nin niyetinden bağımsız) samimi olarak yapılan bir çalışma mı?
Yazan:muhammed ali aydın Tarih: Ara 10, 2010 | Reply
bu tür adamları ve bunları ciddiye alıp peşinden gidenleri gördükçe Karl marx’ın din yığınların afyonudur sözüne hak veriyorum.
Yazan:konuk Tarih: Ara 11, 2010 | Reply
Yusuf bey,
hayatta hiçbir şeyin açıklaması o kadar basit değil. A. nın ortaya çikişi bu kadar kötü değildi. İlk günlerini bilen insanlar var. Akademi de o günlerde ateizm ve evrim düşüncesi en favori konularmış. o da okuduğu okulda hasımları ile tartışırken bu konuya yönelmiş. İlk başlarda ruhsal problemleri olan takıntılı ama samimi dindar bir görüntü çiziyormuş. İlk bağlananları da samimi dindar gençlerdi. Ancak daha sonra gitgide evrildi ve tehlikeli bir hal aldı. cemaatiyle ilişkisi bir tür toplu cinnet hali. Evrim kitaplarının büyük bölümünü yazan bir öğrencisi aslında. sonraları sanırım arkadan gelen müritler de bu kitaplara katkıda bulundu. Kendisi hiçbir konuda o kadar derin bir insan değildir. Evrim meselesi üzerine gitmeye inanırlar ama aynı zamanda bir cemaati yıllarca sadece kof bir mehdilik miti de ayakta tutamaz. ortak hedefleri söylemleri,çabaları olmalı. Evrim meselesi bunlardan bir tanesi, yahudilik ve masonluk konusu bir diğeri. Nasıl oluyor da hem bunlarla hem ateizm ile mücadeleye inanıyor hem de bu kadar gayrı ahlaki işler yapıyorlar derseniz, Sebatay Sevi den Rasputin e oradan yeni akım dini modalara mistik cemaatleri inceleyin derim. bir insan çok üstün adeta ilahi kuvvetlere sahipse haram ve helal sınırlarını belirleme değiştirme yorumlama hakkına da sahip olmuş olur. fıkıh onu bağlamaz çünkü o bizzat yasa koyucudur, en iyi bilendir görevlendirilmiş bir insandır.
Yazan:konuk Tarih: Ara 11, 2010 | Reply
Ben Etyen beyin bu yazısını meseleyi anlamak açısından önemli buluyorum. Buradaki örnekte yozlaşma konusunun psikolojik temelleri olsa da sonuçta bu cemaat içerisindeki ilişkiler de bir yerde akçe ve güç merkezli bir yozlaşmaya işaret ediyor.Paylaşmak isterim.
…
Ataerkilliğin aşil topuğu da ‘saygı’ kavramı… Çünkü bu kavram kolayca doğruların ve gerçeklerin üzerinin örtülmesini ve duruma razı gelinmesini ima edebiliyor. Bu ise, ‘yabancıların’ kendi cemaatinizden uzak tutulmasını, bilginin saklanmasını, her sorunun kişisel pazarlıklarla çözümlenmesini ve kişisel kariyerlerin tam da bu alışkanlıklar üzerinden zorlanmasını ‘normal’ davranış haline getiriyor. Böylece ‘saygı’, oportünizmin üzerini örten, onu gizleyen bir kamuflaj malzemesine dönüşürken, söz konusu sahtekârlık sayesinde hak etmeyen kişiler kendilerine korunaklı alanlar sağlayabiliyorlar.
Ermeni toplumu küçüklüğü ve içe kapanıklığı nedeniyle bu yozlaşma halini çok daha net ortaya koyuyor. Ama bunun, Türkiye’nin çok daha geniş toplumsal coğrafyasında karşılık bulduğuna kuşku yok. Devlet ise aslında hiçbir zaman cemaatsel yozlaşmadan rahatsız olmadı… Aksine bunu besledi ve teşvik etti. Yozlaşan cemaatlerin devlete daha bağımlı hale geleceği ve daha kolay manipüle edilebileceği hesabı yapıldı.http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1032
Yazan:beytullah emrah Tarih: Ara 11, 2010 | Reply
samimi ve can acıtan bir yazı olmuş… maalesef özeleştiri geleneğini kuramadığımız ve bu meseleleri çoğu zaman “kol kırılır yen içinde kalır” mantığıyla örttüğümüz ya da bize dokunmadığı zannıyla görmezden geldiğimiz sürece kanserin tüm vücudu sarmış olacağını unutuyoruz.
cemaatçilik de bir körlük biçimi belkide. ve biz bu körlüğü farklı biçimlerde yıllardır yaşamaya devam ediyoruz sanırım.
hikaye bunu bir kez daha anlatıyor.
Yazan:Blasius Tarih: Oca 12, 2011 | Reply
Guzel bir yazi olmus. Malum zat ile ilgili olarak eski neferlerinin iddialari ve yazilari bir yana birakilarak bile..Sadece internet siteleri ve 4-5 canli yayin konusmalarini izleyen akli basinda herkes aslinda nasil bir “hastalikli beyin” in bu hareket arkasinda oldugunu rahatlikla gorebilir. Edindigim izlenim surekli rol yapan, megalomanyak, kendi egosunu tatmin etmek icin sinir tanimayan, aslinda zavalli birinin kucuk dunyasinda kendine kurdugu buyuk imparatorluktur.
Beni asil sasirtan ise Islami kesimde sozum ona saygin isimlerin durumu bilseler dahi aman bulasmiyim mantigi ile kafalarini kuma gommeleridir. Tuhaf olan malum zatin suan acik acik Islami kesim icin afaroz sebebi sayilabilecek bircok cizgiyi cignedigi halde hala bazi kesimlede bir sekilde saygi gormesi ve yer edinmesidir.
Belki de pek sasirmamak gerekiyor. Bu toplumun en buyuk problemi birey olamamakdir. Maalesef bu “kemalist cemaat” gibi kendini son derece modern sanan topluluklarin yaninda bu islami cemaat ve tarikatlarda da olan bir hastaliktir. Herkesin kafasinda bir “put” vardir ve o tartisilmaz, dokunulmazdir. Bu kadar koru korune birey olamamis bir toplumda bu tur sarlatanlarin saygi ve itibar gormesi herhalde dogal bir sonuctur. Yazinizdaki kisi belki bunun en muzminlesmis halidir ve fakat aslinda diger bircok dini grupta da bulunan bir hastaliktir maalesef. Seyhlik, evliyalik, gavslik, kutupluk adi altinda donen kibir carklari ile aslinda toplumda adi konulmamis kendini kutsal zanneden bir mehdi surusu ve ona tabi olan “salonlar dolusu sapsal” vardir. Bu tur paranoyak mehdi taslaklari maddi olarak zarar vermese dahi en azindan egolarini tatmin icin cevresindeki bu insanlari futursuzca somurmektedir. Ne zaman ki insanlar birey olup sorgulamaya basladiklarina ise genel yaklasim “sen nasil Allah in evliyasina dil uzatirsin, O senin bilmediklerini bilir, eger bir hata etmisse illa ki bir himeti vardir, o peygamber soyundan gelir ve seyidtir, hergun peygamberi ruyasinda gorur ve aslinda emirleri direk ondan alir, bunlar onu cekemeyenlerin iftiralaridir”..v.b. gibi yaklasimlarla aslinda insanlarin baglandiklari bu kor sistemi kendi benliklerinde devam ettirebilmek adina soyledikleri sozlerdir. Bu sekilde afyonlu ruyalarindan uyanmayi reddetmektedirler.
Yazan:Mustafa ESER Tarih: Oca 18, 2011 | Reply
BENİM BU KONUDA SÖYLEYECEĞİM TEK ŞEY:
GERÇEKTEN BİLEN YAŞAR.REKLAMA PROPAGANDAYA İHTİYACI YOKTUR.BİLMEYEN VEYA İŞİ MENFAATE DÖKENİN SESİ ÇOK ÇIKAR.ALLAH HER ŞEYİ BİLEN DİR VE ELBETTEKİ NURUNU TAMAMLAYACAKTIR.
Yazan:ayhan Tarih: Ağu 14, 2011 | Reply
selamlar…yazıyı yazan hanımefendi belli ki iyi bir eğitim almış, kendini geliştirmiş biri. Bahse konu kişi ve toplulukla tanıştığı yıllarda onlara gizli hayranlık duyduğu ama aslında içten içe de nefret ettiğini de kendisi ifade ediyor. Bu başlıca bir çelişki, hayatını İslama ve iman edenlerin zulümden kurtarılmasına adamış kişi ve onu seven genç bir guruba böylesi bir nefret geliştirmiş olabilmek için ya dini duygular konusunda ayrılığa düşülmüş olsa gerek ya da şahsi bazı konularda haset oluşmuş olsa gerek. Yazıdan anladığımız kadarıyla hanımefendi bahse konu kişiyi hayatında ancak bir kaç kez görmüş. Nereden kaynaklandığı belli olmayan bu nefretini bir kaç kez görme ile nasıl böylesi girift bir teşhise dönüştürdüğü konusunda da yazı şüpheler oluşturuyor. Yazı, ya internetten edindiği alıntılarla oluşturulmuş ya da belli bir kesim ve şer gruplarının etkisi ile kendi nefretini de yoğurarak oluşturulmuş. Yazı her paragrafına çelişkilerle dolu, ilk paragraflarda A.O’yu çok yakından tanıdığını zannettiğimiz yazar bir kaç paragraf sonra o kişiyi sadece birkaç kez gördüğünü anlatıyor. Türkiye’de bir kesimi karalamak için her zaman böyle psikolojisi bozuk kişilerden yararlanmak medyanın adeti olagelmiştir. Ancak bu tür yazılar yazanını ve birkaç okuyanını teskin ve tatmin etmekten öteye gidememiştir. Bir kişiyi anlamak için icraatlarına bakmak gerek, bizlere laf değil icraat gerek, eğer yazar İslama ve iman edenlere faydalı ise yaptıklarını anlatsın,fitne olacak şeyleri zaten şeytan her an ilga ediyor. selametle kalınız..
yunus suresi/36- Onların çoğunluğu zandan başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiç bir şeyi sağlayamaz. Şühesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir.
Yazan:konuk Tarih: Ağu 15, 2011 | Reply
Ayhan Bey, sanırım yazım zülfü yare dokunmuş. Ve iyi okumamışsınız. Ben A.O’ı toplamda 4 ya da 5 kere gördüm. Bunların bazılarında epeyce uzun konuştum. Bu kadar az görmemin sebebi ise kendisinin akıl hastanesinde olmasıydı. Çıkınca zaten bir felaket olarak çıktı, Adnan O.’ı 18 yıl tanıyanı da tanırım cemaziyel evvelini bileni de. Bir cemaatte 5-6 ay kalmak onları yeterli şekilde tanımak için fazlasıyla kafi. Bunun ötesinde ben cemaate hiçbir zaman hayranlık duymadım. Aynı sosyal sınıfın gençleri ile islam adına bir şeyler paylaşmak hoşuma gitti. Zira o yıllarda benim okulumda dindar kadınlar hemen hiç yoktu. Erkekler yanımıza gelmez gelse de doğru dürüst konuşamazdı. bunlar benim gibi modern aillerden gelen gençlerdi. Rahattılar. Dindar olmayan ailelerde yetiştiğimiz için yalnızlığımızı birlikte kapatıyorduk. Yoksa bana mehdinin nurani kılıçla yapıp edeceklerinden. A.O. nun nasıl bir hasta olduğunu anlamak için gözlerine bakmak yeterli. Bunlar çok masum ilişkiler de değil ayrıca. O cemaat o kadar zengin olmasa Mehdimmmm diye göklere çıkaran müritlerden kaç adet kalırdı çok merak ediyorum.
Yazan:konuk Tarih: Ağu 15, 2011 | Reply
Bu arada Ayhan Bey, ben A.O yu hem gördüm hem dinledim hem tanıdım size yetmemiş ama siz beni hiç görmeden bir yazıdan psikolojimin bozuk olduğunu teşhis etmişssiniz maşallaah. Tipik Adnancı taktiği. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demezler mi adama! Pes!
“Türkiye’de bir kesimi karalamak için her zaman böyle psikolojisi bozuk kişilerden yararlanmak medyanın adeti olagelmiştir.”
Yazan:ladini Tarih: Ağu 17, 2011 | Reply
Adnan Hocacılara ben de üniversitede denk gelmiştim. Siyah takım elbise içerisine, siyah tişört giyen, hepsi biryantinli saçlı ve uzun boylu arkadaşlardı. Etrafa cool bakışlar atar, kantinde yanlız takılırlardı. Giyim kuşam ve tavırları bizlere, eski yeşilçam filmlerindeki tecavüzcü zengin oğlan karakterlerini hatırlatırdı.
Belki bu yazdıklarımı yadırgayacaksınız ama ben Adnan Oktar cemaatine katılıp da kendisini maddi, manevi, ahlaki yönlerden sömürten insanlara acımıyorum. Örneğin, programlarında sunuculuk yapan eski bir doktor müridi var videolarda. Adamın her halinden ciddi psikolojik sorunları olduğu belli oluyor. adam adnan oktarı memnun etmek için her türlü gayri ahlaki ve gayri islami şeyi hiç gocunmadan yapabilecek birine benziyor. Beyni yıkanmışa benziyor. Ama benim ya da Konuk hanımın neden böylesi beyni yıkanmıyor? Neden konuk hanım da o insanlardan biri haline gelmiyor?
Geçenlerde bursa da müridleriyle ilişkiye giren bir şeyh tutuklandı. Adamın birisi, karısını hatta annesini bile getirmiş şeyhine. Lafa gelince “kandırıldık” diyorlar. Ama insanın büyük ahlaki zaafları olması lazım böylesi “kandırılabilmek” için.
Yazan:ayhan Tarih: Ağu 18, 2011 | Reply
yunus suresi/36- Onların çoğunluğu zandan başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiç bir şeyi sağlayamaz. Şühesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir.
İslami hassasiyeti olan kişilerin konuk hanımefendi ve onun gibilere artık teveccüh etmemesi biraz onları kızdırıyor galiba. eskiden olsa o ve benzer düşüncedeki kişilerden başkasını bu zeminlerde göremezdiniz ancak Adnan Oktar ve onun gibi Kuran ahlakını yaymaya çalışan ve yeryüzünde fitnelerin son bulmasına çabalayanlar sayesinde artık her alanda eğitimli inananların olduğunu iftiharla görüyoruz. Eskisi gibi iftira atanlar fitne çıkarıp kenara çekilemiyorlar. sofistike yazılarla ve karşı eleştirilerle dindarlar etrafta toz attırıyorlar. hasılı kelam gün döndü artık İslamın ışığı her yerde parlıyor. Hak geldi Batık zail oluyor. İslamın ışığı fitne iftira ve karanlığı delip geçiyor. Konuk yazar hanımefendi ve tüm okurlara selam ve esenlik dualarımla…
Yazan:konuk Tarih: Ağu 19, 2011 | Reply
Ayhan bey sizin karşınızda salak birisi yok.A.O gibiler genç kızları motor yapmadan yaysınlar bu ışığı bir zahmet. Dejenerasyon suç değil bu ülkede. Ama birileri de en iğrenç dejenere davranışları islamın ışığı diye gözümüze sokarsa cevap veren de olur elbet. Zanmış!
Yazan:Ahmet Somut Tarih: Ağu 22, 2011 | Reply
Fitne atmaları için önce buna ihtiyaç gerek.. Adnan Hoca televizyondan gördüğümüz kadarıyla “kedileriyle” alenen fingirdeşip zaten fitnecilere ihtiyaç bırakmıyor.
Aklı olmayana din de lazım değil arkadaş! İslam akıl-baliğ olmayı şart koşmuş. Şeyhinizin, mehdinizin yaptığı “herzeleri” önce beyin süzgecinden geçirin. Beyninizden geçmiyorsa kalbinize indirmeyin. O zaman kimse sizi irşad edicem diye yatak odasına da atamaz. Nefsiniz kırılsın diye bilmem neresini de öptüremez. Aklı olmayana din lazım değil.
Yazan:ayhan Tarih: Ağu 24, 2011 | Reply
sn Ahmet Somut bey’e:
gazetelerden haber takip eden koşup buralarda yorum yazıyor… Bahsettiğiniz kişileri ne derece tanıyorsunuz öncelikle bunu kendinize sormanızı istirham ediyorum…
Örneğin, IMF Başkanı Strauss- Kahn’na yöneltilen cinsel saldırı suçlamasını tereddütsüz kabul edenler bugün olayın tamamen komplo olduğunu duyunca utandılar mı acaba? Kahn’ın bir çok makamdan azledilmesi için yapılan bu teşkilatın komplo olduğu New York mahkemesi kararı ile onaylanınca olayın üstüne gidenler sessiz ve küçük haberlerle konuyu geçiştirdiler.
Ancak bizler -sizin de dediğiniz gibi- aklı olan, muhakeme yapabilen insanlarız, dolayısıyla konuları bir adım geri çekilip dışarıdan bakarak ve yönlendirmelere aldanmadan değerlendirmek zorundayız. Bu hem insani hem vicdani ve hem de İslami bir mecburiyettir.
Yazan:ayhan Tarih: Ağu 27, 2011 | Reply
Tevbe Suresi / 32-
Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.
Yazan:konuk Tarih: Ağu 28, 2011 | Reply
“Ey İnsanlar,hiç şüphesiz Allah’ın vadi haktır.Dünya hayatı sizi aldatmasın,aldatıcılar da sizi Allah ile aldatmasın (Lokman 33)
Yazan:Ahmet Somut Tarih: Ağu 28, 2011 | Reply
Ayhan Bey kardeşim. valla sizin basiret bağlanmış gibi. gazetelerden yorumlardan falan değil Ayhan “Hocamızı” bizzat kendi katıldığı TV programından görüyoruz. Gördüğüm bana yetiyor. Sen de gördüğünü gerçekten anlayabiliyorsan söylenecek söz yok.
Yazan:ayhan Tarih: Eyl 4, 2011 | Reply
sayın yöneticiye ;
bir önceki yazımda size hitaben, “son 3 yazımı neden yayınlamadınız” diye sormuştum. şimdi “son 4 yazımı neden yayınlamadınız” diye soruyorum…
Yazan:EDiTÖR Tarih: Eyl 4, 2011 | Reply
Düsünce üretmenizi bekliyorum, kendinizi tekrar etmeyi birakin.
Saygilar
Yazan:Ensar Üzümcü Tarih: Eyl 29, 2011 | Reply
Merhaba,
Çok güzel ve içtenlikle yazılmış bir makale. Fotoğraf analojisi bir harika olmuş. Ahlaki varlıklar olduğumuzu unutuyoruz, evet, bu doğamıza ve nihayetinde bize zarar veren acımasız pek çok gerçekten birisi. Bunu da güzel resim etmişsiniz. Selamlar.
Yazan:misafir Tarih: Eyl 12, 2012 | Reply
bu adamin günahlari onu destekleyen ve kendini evliyalar sultani olarak gören, sapmis seyh nazimin boynuna yüklenir insallah…