Galtung Diyagonali Penceresinden Kürt Sorunu
By Emre Paksoy on Ara 24, 2010 in Devlet, Kitap Sohbeti, Kürtler, PKK, polis, Terör
Sunuş: Bu cuma ilginç bir konuk yazarımız var, Emre Paksoy. İçişleri Bakanlığı’nda çalışan ve görevi icabı terörle mücadele konusuyla oldukça ilgili genç bir okuyucumuz. Genel Kurmay, Cumhuriyet Başsavcılığı ve Ergenekon sanıklarından sonra Emniyet Teşkilatı’nın da ilgiyle izlediği bir site haline geldi Derin Düşünce, bizi izlemeye devam edin 🙂 İlk yazışmamızdan itibaren oldukça şaşırtıcı ve sevindirici bir sohbetimiz oldu Emre ile. 30 yaşına gelmemiş ama Alain Touraine, Amin Maalouf, Cemil Meriç okuyan bir “polis” ile tanışmak herkese nasip değil.
Türkiye’nin iç güvenlik sorunlarının şiddet ile çözülemeyeceği konusunda fikrî ve vicdanî bir zeminin meydana gelmesini yürekten istiyoruz. Bu oluşumda Emre gibi gençlerin büyük katkısı olacağını düşünüyoruz. Zira “cop yiyen zavallı gösterici – kötü kalpli polis” klişelerinin aşılması gerek. Derin Düşünce’deki makale ve yorumlarda ifade bulan fikir ve eleştirilerin devlet mekanizmalarında yankı bulması ancak bu tür gayrı resmî etkileşim sayesinde gerçekleşebilir.
Çünkü sevmesek de şiddet, terör ve genel anlamda suç var. Asker, polis ve cezaevi personeli gibi bizim adımıza güç kullanan insanlarla aramızdaki camdan duvarların aşılması “meşru şiddetin” asgarî seviyeye indirilmesi için şart. Konuyla ilgili daha önce iki kampanya yapmış ve biri Kayseri diğeri Bingöl’de bulunan iki cezaevinden umduğumuzun üzerinde destek ve yardım görmüştük. Vesileyle bu güzel insanlara teşekkür ediyor ve sizleri yeniden bu kampanyalara destek vermeye davet ediyoruz. Sitelerinizde, üye olduğunuz forumlarda bu bağlantıları duyurabilirsiniz.
Cezaevleri okul olsun ! (Kayseri)
Bingöl Cezaevine kitap gönderiyoruz, siz de katılın!
Okuyacağınız makale Emre Paksoy’un sitemize yaptığı ilk katkı olacak. Umud ediyoruz ki İrlanda, Fransa ve ispanya’da yaşanan etnik terör ve ayrılıkçı hareketlerin tecrübesinden yararlanan yeni makalelerle bu katkı devam etsin. Şiddetin ilacı olan akıl ve vicdan ile hukuk tesis edilebilsin. Aramıza hoş geldin Emre.
MY
Galtung Diyagonali Penceresinden Kürt Sorunu
Emre Paksoy
“İki zanlı bir soruşturma kapsamında polis tarafından gözaltına alınmıştır. Polis elinde tutuklama için yeterli kanıt olmadığından her iki zanlıyı ayrı ayrı hücrelere koyup bir anlaşma sunmaktadır. Anlaşmaya göre zanlılardan biri diğerinin aleyhinde tanıklık eder diğeri suskun kalırsa, tanıklık eden serbest kalacak susmayı tercih eden taraf ise 10 yıl hapse mahkûm edilecektir. Eğer ikisi de birbirleri aleyhinde tanıklık etmez suskun kalırlarsa her ikisi de 1 yıl hapis cezasına, eğer her ikisi de birbirleri aleyhinde tanıklık ederse, her iki zanlı da 5’er yıl hapis cezasına çarptırılacaktır.
Bu çerçevede her iki zanlı tanıklık etmek veya suskun kalmak arasında tercih yapmak zorundadır. Her iki zanlıya da soruşturma sonuna kadar diğerinin kararını öğrenme imkânı tanınmamaktadır. Yani farklı odalarda bulunan iki zanlının birbirleri ile iletişim kurma imkânı yoktur. Buna göre karşı tarafın kararından habersiz olan oyuncu 10 yıl hapis yatma ihtimalini göze alamayarak sessiz kalmayacak, karşı taraf aleyhinde tanıklık edecektir. Karşı taraf aleyhine tanıklık ederek 5 yıl gibi daha kısa süreli bir hapis cezasına razı olacak ya da serbest kalacaktır.
Oyuncu burada kaybını en aza indirmeyi (kazancını maksimize etmeyi) hedef alacaktır. Karşı tarafın da aynı koşullar altında rasyonel davranarak tanıklık edeceği kaçınılmaz olacaktır. Böylece birbirleri ile iletişim kurmayan iki tarafın iyi niyetli değil de rasyonel davranarak aldıkları karar aslında belki de daha az yatacakları hapis cezasının artmasına neden olmaktadır.”[i]
Bu hikâye oyun teorisinin meşhur “tutsak ikilemi” örneği olması nedeniyle birçoğumuza tanıdık gelmiş olabilir… Yine birçoğumuz tutsağın rasyonel anlamda en doğru tercihte bulunduğunu ve olaydan en az kayıpla sıyrıldığını düşünüp, bu tutsağın zekâsına hayranlık duymuş olabiliriz…
Ama beni burada meraklandıran, bu tutsak hem kendisinin hem de arkadaşının bu olaydan tamamen sıyrılması ve sorunun kökünden çözülmesi için hiç kafa yormuş mudur?.. Ya da ben size sorayım, tutsağın bir yıl hapis yatması sorunu o an için gerçekten çözüme ulaştırmış mıdır?..
Eğer tutsağımız gerçekten sorunu çözmeyi düşünmüş olsaydı daha da mantıklı çözüm yollarının olabilme ihtimallerinin bulunduğunu görebilirdi. Mesela eğer gerçekten suçlu değilse (ki yeterli kanıt olmadığı bu durumu destekliyor olabilir), suçsuzluğunun kanıtlamak için çaba sarf edebilirdi. Neticede olayı en az kayıpla (yani azami kazançla) atlatmak yerine sıfır kayıpla atlatarak gerçek manada sorunu çözmüş, yani “aşmış” olmak için çabalayabilirdi…
Çatışma teorilerinde de bir sorunun çözümü için aranan cevap işte bu zeki(!) tutsağın düşünemediği sorunun “aşılarak” çözülmesindedir.
Çatışma teorileri ve çözümüne ilişkin yürütülen çalışmalar dünya genelinde çatışmaların çözümünde göz önünde bulundurulan ve siyasi ve bilimsel çabaların iç içe geçtiği bir alan olarak bilinir. Ancak bana göre, ülkemizde Kürt Sorunu gibi büyük bir “çatışma” mevcut olmasına rağmen bu alanda yürütülen çalışmalar ne yazık ki fazla rağbet görmemektedir. Buna güzel bir örnek olarak da USAK Yayınları’ndan çıkan Johan Galtung’un “Çatışmaları Aşarak Dönüştürmek”[ii] isimli eserinin bu alanda dilimizde yayınlanan ilk eser olmasını gösterebiliriz…
Johan Galtung, bu eserde iki birey arasındaki ilişkilerden medeniyetler arası ilişkilere kadar her boyuttaki çatışmanın aynı nedenlerden kaynaklandığını ve bu sorunların bir diyagonal çerçevesinde ele alınarak yine aynı yöntemlerle aşılabileceğini 40 çatışma örneğiyle açıklamaya çalışmıştır. Buradan yola çıkarak Galtung diyagonalinin Kürt Sorunu’na da uygulanması bize bu sorunun çözümüne farklı bir pencereden bakma fırsatı verebilir.
Galtung’a göre, iki birey arasında yaşanan çatışmadan toplumlar ve medeniyetler arasındaki çatışmaya kadar tüm çatışma örnekleri her zaman aynı sebeplerden kaynaklanmıştır. Bu çatışmaların temelinde de çelişkiler ve her iki tarafın aynı noktada buluşmayan hedefleri vardır. Yine Galtung bu çatışmaların nihaî olarak çözülmesi yani aşılması için de, aşağıdaki tabloda gösterildiği gibi, her iki tarafa ait olan hedeflerin ortak noktada taviz verilmeden buluşturulması, yani (1,1) durumunun sağlanması gerektiğini iddia eder.
Kürt Sorunu açısından bu tabloyu ele alırsak;
Bu tabloda (0,0) durumunun her iki taraf için de sorunun çözüme kavuşturulmadan neticelendirildiği durum olduğunu söyleyebiliriz. Bu nasıl olmuş derseniz, mevcut çatışmaya üçüncü bir unsur dâhil edilerek sorun çözülmeye çalışılmıştır. Kısacası “ne o, ne de bu” denilerek üçüncü bir unsurun istediği biçimde çatışma aşılmıştır. Kürt Sorunu açısından uluslararası aktörlerin devreye sokulması bu durumu anlatacak en güzel örneklerden birisi olabilir. Ancak bu şekilde sorun çözülmeyecek (çatışma aşılmayacak) sadece görmezden gelinmiş olacaktır. Ki kabul edilmelidir ki, bu durum her iki tarafın hedeflerine uygun olmadığı için gerçek anlamda bir çözüm olmaz.
(1,0) ve (0,1) seçenekleri ise, sorunun sadece bir tarafın tüm isteklerinin yerine getirilerek çözülmüş halini ifade eder. Bu durumda bir taraf için mağlubiyet varken, diğeri için zafer olduğu kabul edilir. Zafer ve mağlubiyetin olduğu bir ortam ise akla ilk olarak bir savaş halini getirecektir. Zafer ve mağlubiyet duygularının yoğun olarak teneffüs edildiği bir yer aynı zamanda intikam için de en uygun yaşama ortamıdır. Bu olgudan yola çıkarsak, ülkemizde de Kürt Sorunu’nun sadece PKK sorunu şekliyle algılanarak salt askeri yöntemlerle çözülmeye çalışılması bize sorunun zafer ve yenilgi olguları içerisine sıkıştırıldığını ve her iki taraf için de intikam duygusunun yaşama ihtimalinin var olduğunu gösterir. Mesela bu anlamda Kürt Sorunu için “29. isyan” nitelendirmesi yapılmasının bunun en bariz göstergesi olduğunu düşünüyorum. Çünkü aynı yöntemler kullanıldığında 29. kez bastırılan bir isyanın 30. kez çıkmaması için hiçbir bir sebep aramamıza gerek kalmayacaktır. Bu sebeple mevcut sorunun sadece askerî yöntemle çözülmeye çalışılması sorunu çözülmesi bir yana zaferin, yenilgin ve haliyle intikamın her daim yaşayacağı bir coğrafya ile bizi baş başa bırakacaktır.
Kanaatimce bu durum, ne yazık ki, hem devlet hem de sorunu şiddet yoluyla gündemde tutan terör örgütü için geçerlidir. PKK’nın ilk aşamada eylemlerini Kürt halkına yönelik yapması ve şimdiye kadar şiddet yoluna başvurması çözüm sağlamamış, aksine Kürt Sorunu’na yönelik toplumun diğer kısmında menfi bir algılamanın oluşmasına neden olmuştur. Devlet açısından da sorunun özüne bakmadan sadece isyanlardan bir isyan gözüyle görmek “tembel ev kızı” gibi sorunun üstünü örtmekten de öte kangren haline gelmesine neden olmak demektir. Sonucunda da PKK’nın kendi halkına zulümlerle başlattığı, devletin de üzerine tuz biber ektiği, ilk başlarda dağlarda “üç beş çapulcudan” ibaret olan ve şimdi şehir merkezlerinde milis yapılanmalarının yerleşik hale geldiği kronik bir Kürt milliyetçiliğine devşirilen bir sorunla karşı karşıya kalırız.
Hülasa, çatışmanın aşılmasında (1,0) ve (0,1) seçeneklerinin Kürt Sorunu için bir çözüm olmadığına dair yakın tarihimiz acı tecrübelerle doludur.
(½, ½) ise, sorunun çözümünde her iki tarafın da tam olarak hedefine ulaşamadığı, ancak bir nebze de olsa hedeflerin gerçekleşmesi için taviz verilerek ortak noktada buluşulduğunu ifade etmeye çalışır. Kısacası sorun çözülmez, sadece uzlaşmaya varılır. İşte girizgâhta bahsolunan “tutsak ikilemi”nde tutsakların “bari 1 sene yatıp çıkayım” düşüncesiyle hareket etmeleri bu çerçevede bir uzlaşı örneği olarak kabul edilebilir. Ancak Galtung uzlaşmanın da sorunun tamamen çözümü değil, kalan diğer sorunların görmezden gelerek sorunun ötelenmesi anlamına geldiğini ifade eder. Mesela, örgüt mensuplarını dağdan indirilmesi için adım atılması ve karşılığında süresiz olarak ateşkes ilan edilmesinin çatışmanın tamamen aşılmasında önemli bir adım olduğunu kabul edebiliriz. Ancak bu şekilde sorun çözülmemiş, sadece üzerinde uzlaşmaya varılmış olacaktır. Çünkü çözüm aşamasının bu noktada bırakılmasıyla sorunun daha sonra tekrar aynı şekilde karşımıza çıkabileceğini görmezden gelemeyiz. Ki yine yakın tarihimiz ateşkesle dağdan inenlerin yerine, dağa çıkışların yine devam ettiğini ve ardından şiddet sarmalına tekrar dönüldüğünü bize göstermiştir.
(1,1) seçeneği ise iki tarafın da sorunun çözümünde ulaşmak istediği amacın tam olarak gerçekleşmesiyle sorunun tamamen aşılarak bir daha ortaya çıkmayacak şekilde sona ermesi şeklinde tanımlanabilir. Tabi ki burada çok zor bir durumdan söz ediyoruz. Ancak Galtung bunun mümkün ve dünyanın birçok köşesinde örneklerinin mevcut olduğunu söylemektedir. Yine Galtung’a göre, bunun gerçekleşmesi için ilk olarak çatışmanın çözüleceği masada empatinin, çözüm için yaratıcılığın bulunması ve şiddet içerikli eylemin olmaması gerekir. Ayrıca her iki taraf bu değerleri benimsemiş ve çatışmanın aşılmasına inanmış bir biçimde bir araya gelmelidir.
Bu noktada ise karşımıza çıkan en büyük sorunun devletin terör örgütüyle eşit şartlarda masaya oturamayacağı olduğunu düşünüyorum. Fakat şiddet içerikli eylemin bu masada kabul görmemesi mantıken terör örgütünün zaten bu şartlar altında masada bulanamayacağını bize göstermektedir. Kürtlerin de bu aşamada demokratik taleplerini şiddet olmadan dile getirebilecekleri ve Kürt halkının gerçek anlamda temsil eden bir yapıyla masaya oturması gerekir. Bu da bize gösteriyor ki, daha masaya oturma aşamasına gelindiğinde zaten Kürtlerin gerçek anlamda şiddet olmadan temsili ve devletin Kürt Sorunu’nu çözmek için sorumluluk alması gibi bazı kronik sorunlar çözülmeye başlamaktadır.
Kısacası, sorunun gerçek anlamda çözülmesi ve çatışmanın aşılması için her ne yaparsak yapalım bulacağımız tüm çözüm önerilerinin (1,1) seçeneğine uygun olması gerekmektedir.
Sonuç olarak, evet bu coğrafyanın insanları olarak kangren haline gelmiş bir sorun karşı karşıya kalmış olabiliriz… Ancak bu gerçek, tarih boyunca bir arada yaşayan bizler için bir ümitsizlik ve ayrılık sebebi olmamalıdır. Bu sebeple yine biz, bu coğrafyanın insanları olarak çözüm için umutsuzluğa düşmeden, şiddet eylemlerinin yaşanmadığı bir ortamda sağduyu içerisinde diyalog kurduğumuz müddetçe kangren olan uzvumuzu kaybetmeden bu çatışmayı aşabiliriz.
[i] http://tr.wikipedia.org/wiki/Tutsak_ikilemi
[ii] GALTUNG Johan, Çatışmaları Aşarak Dönüştürmek, USAK Yayınları, Çev. Havva KÖK, Ankara, 2009
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
1 Trackback(s)