Şamaroğlanı
By Fatma Sancak on Ara 29, 2010 in Akıl, Kürtler, vicdan
Gündem meselelerini zamanın anı içinde yorumlamak, çözücü değil, laf olsun için düşünülen yorumlardır. Sonuç olarak önümüzde duran durum mevcutlarını, nedenleri olmadan kavramamız yahut yorum düşmemiz çok sağlıklı değildir; mutlak nedenlere ihtiyacımız vardır. Bu nedenle olaylara tarihselci yaklaşmak, çözümler için gerekli bir metodolojik uygulamadır.
Türkiye’nin gündemini manen ve madden çıkmaza sokan Kürt Meselesini ancak tarihselci bir anlatımla kavrayabiliriz.
Gündemi takip ederken, Kürt Meselesi içerisindeki iki önemli başlığa şahit oluyoruz; anadil ve özerklik.
Siyaset Meydanı programında bu duruma çözüm olamayacak ancak kendi durumunu çok iyi özetleyebilen bir yorumda, yorumcu alışık olduğumuz (malesef) öfke ve nefret dili yerine, kendini ifade eden Türk tarafından meseleye bakışını sunabilen bir yoruma şahit oldum. Özetle; nereden çıktı tüm bunlar? diyordu.
Burnumuzun dibinde yaşanan bir savaşı ve o savaşın 80 yıllık sürece yayılan dönemlerini bir Türkiyeli Türk’ün bilme(me)si kadar tuhaf bir şey olabilir mi? Yorum sahibi gibi konudan bihaber insanların çok sayıda olduğuna sıkça şahit oluyoruz.
Bu gün, Kürtlerin bir sonuç olan PKK yahut BDP üzerinden “iyi Kürt-Kötü Kürt” olarak ayrılması, bölünmek isteyenler ile bir arada yaşamak isteyenler yahut özerklik konusunda ısrar edenlerce sorunsala dönüşmüş bir mesele karşısında unutulan çok daha önemli bir nokta var; Kürtleri ve Kürtlerin yaşadıklarını bilmeyen Türkler… Yukarıdaki yorum bunun bir ispatı.
Bu gün, Türk, Kürt ayırt etmeden belki binlerce insanımızın öldüğü bir savaşı, bir süreci bilmemek yahut bilmediği halde insani değil, ırki nedenlerle taraf olma durumu gibi bir realite karşısında Kürt olmanın ne demek olduğunu hiç düşündünüz mü?
Bu gün, annelerden anne olan Cumartesi Anneleri gözaltında kayıp evlatlarının bir mezar taşına muhtaçlar, yıllardır çok bilinen bir yerde eylem yapmaktalar ve hala birçok Türk bunlardan habersiz, o annelerin ölülerinin yerlerinin bilinmemesine bir de kendilerinin bilinmemesini eklerseniz, ortaya çıkan durumun vahimliğini anlayabilir misiniz?
Siz, Kürtleri Gülten Kışanak’tan ibaret mi sanıyorsunuz? Ahmet Türk’ün benim şehrimde kırılan burnu sizin burnunuzun direğini sızlatmıyor mu?
Siz Kürtleri, Kardelen öğretmen gibi ‘ size mi kaldı benim haklarımı savunmak ‘ diye çıkışan insanlardan ibaret mi sanıyorsunuz? Yavrusunun ciğerlerini eteğine toplayan Ceylan Önkol’un annesi de o Kürtlerden biri, bu sizi hiç düşündürmüyor mu?
Siz hiç bir akşam, Osman Baydemir’in ‘ ne olur Allah rızası için bitsin bu savaş ‘ dediğine şahit olmadınız mı? İçinizden bir zerre, Osman Baydemir’in samimiyetine inanmadı mı, sesini duymadı mı?
Tüm bunlar mevcutken, bu insanlar topraklarında yaşarken, topraklarına, mallarına ve hatta canlarına el konulduğu, üstelik bunu devletin meşru kuvvetlerinin eliyle yapıldığı realitesi karşısında, asıl bu duymazlık, görmezlik, bencillik nereden çıktı?
Türkiye Türklerin olduğu kadar Kürtlerindir de. Ancak bir farkla; Türkler dillerine, topraklarına ismen ve hükmen sahipken, Kürtler dillerinde ve topraklarında hak iddia edemediler. Bir farkla; Türkler, ‘ nereden çıktı bunlar? ‘ diye sorarken, tarihten ve gerçeklerden bihaber yaşarken, Kürtler canları boğazlarında bu süreci yaşayarak öğrendiler. Bir farkla; Kürtlerin dilleri yasaklanırken, Türkler her sabah, kendi dillerinde ‘ Ne mutlu Türk’üm diyene ‘ dedi, bununla kalmadı, dedirtti.
Bunların nereden çıktığı sorusu sonuçtur, neresi ve nedeni araştırma gerekir, internet çağında 15 dakika içerisinde tüm bu acıları yaşayan en az 10 tane Kürt ile iletişime geçip, nereden çıktığını öğrenebilirsiniz. Bu kadar basit, eğer vicdansız yahut ırkçı değilseniz nedenini, neresini öğrenir, tek endişe halinizin kendinize ait olmadığını anlarsınız. Bu da bu kadar basit.
Yoksa size dedeleriniz, ezanın zorla Türkçe okutulduğu, Kuranlarını korkudan toprağın altına gömdüklerini gözyaşlarıyla anlatmadı mı? Benim babaannem anlattı ancak aynı süreci yaşayan anneannem anlatmadı, bilmediğinden değil, işine gelmediğinden. Anladınız, değil mi?
İnsanların dillerini yasaklayamazsınız, 80 yıl yasakladıysanız, 80 yıllık yasakçılığın sona ermesinde rol oynamak zorundasınız. O Kürtçe konuşuyor, bu konuşmuyor yorumları aylaklıktır, gereksizdir ve iş görmezdir. Bu minvalde, iki dil gerekiyorsa iki dil; üç dil gerekiyorsa üç dil, hak ettiği serbestliğe ve tanınırlığa sahip olmak zorundadır.
Hiçbir dil, ırkçılığın, endişeli tiplerin şamaroğlanı değildir, olmamalıdır! Edi Bes e!
******************
İki dil ve özerklik durumu gündeme geldiğinde, Ak Parti içinden isimler neredeyse tehtide varan ‘ sonuçlarına katlanırlar ‘ cümlesi kurmaktan çekinmediler ancak unuttukları bir şey vardı. Kürtler Allah’ın hikmeti olarak dünyaya Kürt gelmişlerdi ve nedeni olmadıkları bir sürecin, sonuçlarına zaten katlanıyorlardı. Tecavüzden, işkenceden, ölüme kadar bir hiç uğruna bedel ödeyen Kürtlerin daha ödeyecek neyi kalmıştı ki?
Burada mesele düğüm düğüm, tam durum bu iken YeniŞafak ‘ Tahammül Sınırlarını Zorluyorlar ‘ başlığı attı. Okurken acıyla gülümsedim; ya Kürtlerin tahammül sınırları, orası zorlanmakla kalmadı, tarumar edildi.
Olaylar bununla bitmedi, başlık dolayısı ile YeniŞafak hemen eleştirildi üstelik İslamcı kimlikleri üzerinden. Nihal Bengisu Karaca, bu duruma güzel cevap veren tespitlerde bulunduğu ‘ Kürtçülüğün Hesabını İslamcıdan Sormak ‘ başlıklı yazısında bu duruma haklı itiraz etti.
Bu itiraza küllühüm katılıyorum. Zira toplumun laikleştirildiği süreçten bu yana, eğitim ve sosyal hayatta dini kırılmalara, bu dini kırılmalara süreklilik katmak için türlü darbe planları yapanlara ve onların avukatlarına bakınca, mevcut Kürt Meselesini bu çıkmaza getirenlerin; totaliter laik, ırkçı, Ulusalcı, Kemalist yani din ile laik bir anlayıştan öteye geçememiş zihinler olduğunu görüyoruz. Bu meselede İslamcı kesim, zulmü sağlamak değil sadece zulme susmak nedeniyle pay sahibidir ve bu meselenin kesinlikle nedeni değildir ve hatta bahsi geçen sorun yaratıcılar tarafından kısmen hedef alınmıştır. Bu nedenle, sosyal medyada sık sık rastladığım bu tutuma bakıp; bu ülke de Müslüman dindar yahut İslamcı kesimin, kimsenin şamaroğlanı olmadığını şiddetle hatırlatırım.
Ancak burada önemli birkaç husus daha var… Bahsi geçen yazı, İslamcı kesimin şiddete başvurmadığını örnekliyor. Bunun nedeni olarak İslamcı kesimi olumlulayamayız zira Kürtlerin sistematik olarak yaşadığı asimile etme, öldürülme, işkence çektirilme, gözaltında kayıp gibi acılarının hiçbirisini kendimi de neredeyse içinde gördüğüm İslamcı kesim yaşamadı. İddia ediyorum ki, aynı zulmü yaşayanlar İslamcılar olsaydı, Kürtlerin reflekslerine benzer tepkiler verirlerdi.
Bir başka açıdan bakınca, İslamcılar da, resmi ideolojinin hedeflerinden, Kürtler kadar yok edilmeye çalışıldıktan sonra yukarıda bahsettiğim nedenlerden dolayı, şiddete başvurmadığı için, demokratik yöntem izledikleri için, bu gün açıkara hükümet oldukları yorumları düşülüyor. Bir nevi bu tutum ile kazandıkları söyleniyor. Sahi nedir kazanç?
Kimse alınmasın, başörtülü kadınlar üzerinden lanetlenen jeep kültüründe, işadamı rolündeki Müslüman dindarların, yıllık vergisi yıllık asgari ücretin üzerinde araçlara, cehennem çukuru gibi iğreti, israfın kol gezdiği otellerde tatillere, mini etekli, abartı makyajlı, maddi yahut sosyal ihtiyacı olmadığı halde sırf statü endişesinden başını açıp çalışan kadınlara bakınca; sahi kazanmak bu mudur?
Kürt Meselesi burnumuzun dibinde iken, birkaç marjinalin kışkırtması sonucu, çözüm yerine ‘ sonuçlarına katlanırsın ‘ demek, hükümet olmuş olmak mıdır kazanmak? Öyleyse, vallahi ben kazancın ne olduğunu bilmiyorum!
Siz zengin, otokrat ve hüküm sahibi olmanın sarhoşluğunda kazandık diyorsanız, bence o müsabakada bir hile vardır!
Konuyla direkt alakalı değil ancak yeri gelmişken; sürekli dış borçları, faizlerini ülkece ödediğimizi ballandıra ballandıra anlatan, kazanmış(!) Müslüman dindarlara bakıp, onların bu faizleri icat etmediğini bilsem dahi, faizin ateşten bir haram olduğunu adı gibi bilen bir Müslüman olarak, sevinmemizi bekleyen akıllara şaşıyor, faiz denen bu illetin, kanımıza kadar karıştığını görünce, düzeni değiştiremeyeceğimi bilsem de, euzu besmele çekip, tüm gücümle, bu düzene buğz ediyorum!
1 Yorum
Yazan:ali yardım Tarih: Ara 29, 2010 | Reply
bu meselede sahih bir çözüme ulaşmak istiyorsak, Kürt taleplerinin ne olduğu konusunda zihnimizin açıklığa kavuşması lazım. Kürtler homojen değiller ve bundan dolayı toplumun bütün kesimleri meseleye doğru noktadan yaklaşamıyor. özerklik mi, anayasal tanıma mı, anadil eğitimi mi? yoksa sadece serbestlik mi? Türk siyasetinin belli sınırları vardır ve bu sınırları, zannedildiği gibi yalnızca resmi ideoloji çizmiş değildir. Türk devlet geleneği dediğimiz, belki çoğumuz için son derece müphem ama tesiri yadsınamaz bir olgu var. bunu düşmanla pazarlık ederken vatan toprağı hariç herşeyi gözden çıkaran, ama sıra vatan toprağına gelince “o milletimindir” diyen Mete Han’dan, Thedor Herzl’e filistin konusunda “kanla alınan kanla verilir” diyen Abdülhamit’e kadar uzatabiliriz. “ya istiklal ya ölüm” ifadesi de bu geleneğin devamıdır. özetle Türk siyasetinin meşruluk dinamikleri içerisinde Kürt talepleri ifade edilmelidir, bu Kürtlerin demokratik haklarının kuvvetlenmesine vesile olur. bu siyasete alan tahsis edilmesini beraber tartışalım, ama bu alan içerisinde kendini ifade etmeye çalışanların, toplumsal taleplerini devlet katına taşımayı başardıkları bir realite. siyasal İslamcılık bu alanda yaşama imkanına sahip olamazdı,iktidar olması mümkün değildi-demokratik olarak mümkün olsa bile-. ve bu nedenledir ki “şer’i” taleplerden kendini arındıran bir muhafazakar demokrat bir oluşum, takip ettiği siyaset tarzıyla Türkiye koşullarında varolabildi ve tek başına iktidar oldu. milli görüş gömleğini çıkartarak Türk siyaset alanı içerisinde varolabildiler ve bu alanın çeperlerini zorlayarak belli ölçüde genişlettiler. milli görüş eline silah almış bir grup değildi lakin siyaset usulü laikçi refleksi uyandıracak düzeydeydi, ve müslümanlar için en zararlı süreç, milli görüşün iktidarı sonrası başladı:28 şubat. muhafazakar demokrat konsept ise şüphesiz İslami kesimin taleplerinin siyasete taşınmasın büyük rol oynadı.
Kürtler bu siyaset alanını gözeterek demokratik taleplerini ortaya koymalılar. bunun ilk şartı da bu talep sahiplerinin pkk ile arasına açık biçimde mesafe koymasıdır. PKK ve BDP çizgisi kanla varolmuştur ve bu çizginin Türkiye siyasetinde meşru biçimde siyaset yapabilmesi mümkün değildir. muhatab alınacak pkk ile göbek bağını kesmiş, Kürt sivil toplum temsilcileri olabilir
etnik kimlik varoluşumuzla ortaya çıkmış bir kimliktir, milli kimlik ise sosyolojik ve psikolojik bir sürecin ürünüdür. insanlar milli kimliklerin tercihini yapabilir. yani bir ülkeye aidiyet hissi bambaşka bir meseledir. Kürdüm diyen bir insan bu devlete bu bayrağa aidiyet besleyebilir. yani milli kimliği Türklük olur bir bakıma. kendini laz olarak tanıtan,”he sen o zaman Türk değilsin” deyince tepki veren insanlar tanıyorum. Türklük ile Kürtlük karşıt değil önce bunu bilmek lazım.
Kürtçenin yasak olması bir faşist uygulamadır, iki dil ve anayasada kürt kimliğinin tanınması ise bir Kürt milli kimliği isteğidir. bunun adı siz ne derseniz deyiniz:Kürt milliyetçiliğidir. 1876 imparatorluk anyasasında dahi Türkçe resmi dildir, Türkçeye itiraz eden Arap vekillere tabir-i caizse “öğrenin de gelin” denmiştir. Kürtlerde milli mücadelede bulunurken bir etnik devlet özlemi ile bulunmamışlar, Türk yönetimine zımnen bağlı olduklarını göstermişlerdir. nihayetinde Türk milli devleti kurulmuştur.
Türkler zulme uğramış bir millettir. balkan savaşlarında Devlet-i Aliye’nin ciğerleri sökülmüştür ve bu tecrübeleri yaşayan Türk devletinin bölücülüğe karşı refleksini anlamamak mümkün değildir. benim dedelerim Balkan Türk’üdürler. Mehmet Akif’in Yahya Kemal’in ya da Mustafa Kemal’in doğdukları yeri bilirsiniz. Balkanlar Türkiyesi ve %85 lik Türk nufüs tarih olmuştur. İstanbul kadar Türk olan üsküp, kosova, bosna Türk yönetimden koparılmıştır, tarih olmuştur ve biz milli devletimizi bu tecrübenin ardından kurduk.
devlet aklı soğukkanlılığı gerektirir, acıların içinden siyaset yapılmaz “zalim Türkler gariban Kürtleri ezdi. vay hayvanlar vay!” söylemiyle bir yere varılmaz. eğer mesele acıysa Türkler kadar acı çekmiş kan dökmüş millet bulamazsınız. haçlı akınlarını göğüslerinde durduran Türklerdi, Araplar ya da Kürtler değil. Kürt meselesinde acılar üzerinden ajitasyon yapmak, çözümün değil çözümsüzlüğün anahtarıdır. Kürtlerde acı çekmiştir acılarına saygı duyarız. ama hiçbir acı pkk hainliğini meşru kılmaz.
insanlar Kürt oldukları için ayrım görmemeliler, devlet baba hepimizin babası, baba sopasından dolayı yetim olmayı arzulamak akıl işi değil. devir değişti devlette değişecek. değişmeyecek olan bayraktır,resmi dildir. Türk olmayanlar bu devletin Türk kimliğine saygı duymalıdırlar ve tabi ki eşit vatandaş olarak beraber yaşamalıyız.