Ahlâk, Estetik, Siyaset ve Özgürlük
By Editorden on Ara 30, 2010 in ahlak, Basın günlüğü, Güzellik, İnsan, Politika, Toplum
Müslüman estetiği deyince aklımıza gelen hat, tezhip ve minyatür gibi sanatların günümüze ne kadar uzak çağrışımları olduğunun farkında mısınız? Yani bugün İslamî sanat diye baş tacı ettiğimiz bu estetik üretimlerin, uzak bir zamanın ruhunun, aşkının, eğilimlerinin silik kopyaları ve hatta simülasyonları olmaktan öte bir değeri var mı? Elbet mimari, müzik ve şiir de ilave edilebilir bu listeye: cami mimarisi, sanat müziği ve divan şiiri. Belki de bir çoğumuz için onlar nostaljik bir hatıra. Ya da İslam deyince yüzünü geçmişe dönmekten başka çare bulamayan kişiler için bunlar, tıpkı yaşadıkları ruh hâli gibi müzelik bir seyir nesnesi; özenle saklanarak bir kenarda temaşa edilen o kutsal(laştırılmış) nesneler gibi. Ama Allah yaratıcıdır, hakikat diridir ve dolayısıyla İslam da…
Her türlü sanatsal faaliyeti, bu fani dünya için gereksiz bir güzelleşme çabası olarak gören selefî ruhların hayatı ve bu dünyayı salt biçimsel bir geçiş güzergâhı olarak gören edaları içinse estetik lüzumsuz bir uğraş belki. Her ne kadar mükellefiyetlerinden en temeli “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak” olan Müslümanlardan söz ederken “yaratıcılık” kelimesini ağzıma almaktan bile ürküyorsam da; Allah’ın her daim yaratıcı ve ahlâkın da aslında en önemli estetik yaratıcılık olduğunu da vurgulamadan geçemeyeceğim. Bu dünyayı ve hayatlarını ciddiye almayanların, ahrette ciddiyete alınıp alınmayacaklarına dair ise ciddi bir endişe içerisindeyken yüreğim, soruyorum kendi kendime: gölge bir varlık mıdır insan diye? Yoksa iki günü birbirine denk olmakla bile ziyanda olacak biri mi? O zaman neden hep aynı biçimleri tekrarlarız ya da aynı iyilikleri, ezberlenmiş gibi. Sözgelimi neden hep Gazze’ye yardıma koşarız da yanı başımızdaki köprü altındaki çocukları ihmal ederiz; ya da neden Pakistan için yüreğimiz paralanırken Kürtlere zulmederiz?
Çünkü ahlâk aslında bir estetik sorundur ve yaratıcılığını yitirmiş olanlar gölge varlıklar gibi hep geçmişte yaşar ve geçmişi tekrarlar. Yeni kötülükleri anlayamadıkları gibi yeni iyiliklerin de farkında değildirler. Dolayısıyla da gönüllerini okşayan güzellik çizgileri hep o ezberlenmiş olan “ölü” çizgilerdir. Ve hatta bunların yeni üretimlerini yaparken bile bayağı bocalar, ağızlarına gözlerine bulaştırırlar yaptıkları şeyi. Sözgelimi Koca Sinan’ın eserleri gözlerinin önündeyken, yaptıkları camiler birer gecekondu olmaktan öteye gitmez. Ve Sinan’ın hiçbir camiinin altında tuvalet ve dükkân olmadığının da nedense farkına varmazlar. Ve üstelik bu yüzden hep ikinci katlara yaptıkları ibadet mahallerine özürlü bir insan nasıl çıkacak diye düşünemezler; hem de asansörün icat edilmiş olduğu bir çağda. Bu da aslında bir estetik sorundur. Çünkü güzelliği yaratıcı bir edimsellikle ruhlarında ergenleştirmemiş olanlar, bu tip duyarlılıkların da kokusunu bile alamazlar. Üstelik kokusunu alamadıkları sadece bu değildir; özgürlükten de bihakkın nasiplerini alamazlar. Çünkü özgürlük de aslında bir estetik sorundur. Kısacası ruhça ergin, akılca reşit olamayanlar, ne özgür ne de ahlâklı olabilirler. Çünkü Allah güzeldir ve güzeli sever. Peygamber (a.s.) ise, camilerde bile intihar eylemleri düzenleyerek bedenlerini patlatanlara ve her kurban bayramında jenerik bir resim gibi ellerinden kaçırdıkları yaralı boğaların arkasından koşanlara inat, “öldürürken bile güzellikle öldürün” demektedir. Güzel olan ise albenili olan değil, ruhça özgür, akılca ergin ve yaratıcı bir ahlâka sahip olandır. Siyaset, yani kendisini iktidarın hırsına, rantın şehvetine ve egemenleşmenin tutkusuna kaptırmayan o peygamber mesleği olan nebevi siyaset de, ancak bu üç koşul gerçekleştiğinde, yani ahlâk, özgürlük ve hikmet bir araya geldiğinde mümkünleşir. Ki o yere daha yaklaştığınızda bile aşkın, yenilenmenin, baharın, yaratıcılığın, güzelliğin, özgürleşmenin, adaletin, ahlâkın, kısacası insan olmanın coşkusunu ve heyecanını duyarsınız.
Siyasetten, inançlardan soyut, değerlerden yoksun bir ahlâk anlayışı olamaz. Ahlâk ise akıl kadar estetiğe ve hatta vicdana dayanır. Fıtrîdir. Umarım Kant beni mazur görür ama hayvanların bile bir ahlâkı vardır; ahlâklı olanı ve olmayanı vardır. Aklın ya da özgürlüğün ürettiği şey ise ahlâktan çok etik olarak adlandırılsa yeridir. Dolayısıyla yaratıcı olmayan, belli değerlere dayanmayan bir ahlâki perspektif, kendisini biçimselcilikten kurtaramaz. Sorun bir yasalar sorunu, ya da Kant’ın yaklaşımıyla, başlangıç değerlerinden yoksun bir ödevler ahlâkı sorunu değildir. Bunun sıkıntısını duyan Nietzsche ise, başlangıç değerleri olmaksızın bir ahlâkın, yaratıcı ve özgür bir ahlâkın mümkün olamayacağının farkına vararak, bu jenerik değerleri yaratma peşinde ömrünü heba etti. Miskinlerin değil de kahramanların, hayatı ve kaderini sevenlerin, dünyayı değiştirmek için ilk işin kendisini değiştirmek olduğunu bilen o bilge ve özgür ruhluların değerlerini.
Oysa ahlâk bir kuram meselesi olmaktan öte, somut bir davranış estetiği inşa etme meselesidir. Ama maalesef İslam dünyası, iktidara atfettiği önem ve hakikati iktidarla özdeşleştirmesi nedeniyle, sorunu salt bir “yasa” sorunu olarak değerlendirdi. Yeni Osmanlılardan İttihatçılara, selefîlerden modernistlere varıncaya dek sorun hep bu merkezde görüldü ve tartışıldı. Aslolanın kuram değil hakikat olduğu ve hakikatin de kuramdan çok hayata yakın olduğunun ise pek farkına varılamadı. Öte yandan, şayet içinde yaşadığınız dünya tasarımı ya da tahayyülü size ait değilse, size ait bir yaratıcılıktan neşet etmemişse, edimleriniz de o ölçüde sahicilikten uzaklaşmaktadır; dolayısıyla bu koşullar içerisinde özgün bir estetik ve ahlâki tecessümden, kısacası özgürlükten söz etmenin de imkânı kalmamaktadır.
Özgür olmayan insanlar ise sahici bir bayram yapamazlar; bayram çünkü çevik bedenli, ergin akıllı ve neşeli ruhları olanlar içindir; yani mevcut duruma teslim olmayanlar ama kaderlerini de sevenler için.
2 Yorum
Yazan:özlem Tarih: Ara 30, 2010 | Reply
Çok güzel bir yazıymış. Teşekkürler…
Yazan:ahmet medeni Tarih: Ara 31, 2010 | Reply
Ümit Bey yine estetikle ilgili ve yine estetik bir yazı yazmış; ki, harika..(Şu selefileri de bir açıklayabilse..)