Romanda Dil Ve Üslûp
By Suzan Nur Basarslan on Oca 3, 2011 in edebiyat, Roman Nedir?, Sanat
Edebiyatın malzemesi dildir ve her edebi üründe dilin özellikleri o eserin üslubunu oluşturur. Ancak üslubu dilden ayrı düşünmemek, “bir metnin dilbilimin ortaya koyduğu metot ve prensiplerden hareketle incelenmesi”[1] anlamına gelmez. “Dil incelemesinde üzerinde durulacak en küçük birim kelime’dir. Bir romanda karşılaştığımız kelimelerin düzeyi, üslup düzeyini belirler.”[2] Üslup, “dilin mecazi gücünü, renk ve eylem zenginliğini, kısacası dilin anlatım dağarcığını kişisel becerileriyle söze veya yazıya dökmek, dile hayatiyet kazandırmak demektir.”[3] Eserin dilinin döneme, kahramanların sosyal ve toplumsal düzeylerine göre seçilip seçilmediği, akıcı bir üslubun tercih edilip edilmediği, terminolojik dile başvurulup başvurulmadığı, yabancı kelimelerin ve halka ait dilin bulunup bulunmadığı ve söz sanatlarından(retorik figürler) hangilerinin kullanıldığı… gibi birçok ayrıntıyı içinde barındırır.
Üslup konusu, 19.yy.da, yüksek(high), orta(middle) ve basit(low) olarak üç türde tasnif edilmiştir. Bir başka tasnifse gazete üslubu, bilimsel üslup ve edebi üslup’tur. Gazete ve bilimsel üslupta, anlaşılmak esas olduğu için, üslup açıktır. Edebi üslupta ise, mesajı dolaylı vermek amaç olduğu için, üslup imajlı ve simgesel bir yapıyla ortaya çıkar ve metnin özelliğine göre hareketlilik renk kazanır. Romanda üslup, çokluk içinde birlik anlamına gelir ve bu yüzden hareketin olduğu bölümlerde sade, müşahhas ve canlı; tasvire alt bölümlerde imajlı; tahlile ait yerlerde mücerret bir hâl arz edebilir ve biz bu durum, üslupla bir bütün olarak karşımıza çıkar.[4] Üslup incelemesinde bir metinde “devre ve edebi türe ait olan ifade biçimleriyle ferdi olanların iç içe girdiğini gözden uzak tutmamak gerekir. Bunlardan devre ve edebi türe ait olanlara Roland Barthes ‘yazı'(ecriture), diğerine de ‘üslup'(style) adını vermektedir. Öyleyse üslup, içeriğin formudur. Yazı, dış dünyayı temsil etme şeklidir, halbûki üslup yazıda bir kavramı açıklar… Üslup ferdidir, kaynağını yazarın mizacından ve tecrübesinden alır… Bütün bunlar, temelde iki türlü üslup incelemesinin olabileceğini düşündürmektedir: Birincisi dil malzemesinin metinde kullanılışı ve tanzim tarzını esas alır… İfade esastır ve buna Tasviri Üslup İncelemesi adı verilir. İkincisi ferdiyetle ifade arasındaki ilişkileri incelemeyi hedef alır. Metinde karşımıza çıkan ifade şekil ve kalıplarının ferdi planda, yani yazan ve konuşan insan seviyesinde sebepleri üzerinde durmak ister. Bu bakımdan da edebi tenkide yakındır. İste bu ikincisine de Tekevvüni (oluşuma ait) Üslup İncelemesi adı verilmektedir.”[5]
ROMANDA PLAN (KOMPOZİSYON)
“Romanın yapısında önemli bir unsur olan olaylar dizisi veya düzeni, yine aynı yapı içinde gelişme, dönüm, içinde karakter motivasyonlarının, karakterler arasındaki ilişkilerin açıklandığı serim veya çözülme gibi bölümler vardır.”[6] Bu yapısıyla da roman, sadece anlattığı olayla öne çıkan bir tür değil, kendi içinde çok kompleks bir yapıyı içeren bir bütündür. Bu bütünleme işlemi de romanın kompoze edilmesi adını taşır.
Kompozisyon romanı oluşturan parçalar içinde belki de en önemlilerinden biridir çünkü bu parçaların nasıl bütünleneceğini sorusunun cevabını verir. “Romancı kendi isteğine, kendi düşüncesine, sayfadaki anlatım hareketine uygun dengeli ve ritimli cümleler yazsa da ya da sözü edilen gereksinimlere uygun olduğu kadar epizodlar arasında bağ ve uyum, varyete ve birlik ve artikülasyon gibi problemler gösteren bir plan oluştursa da yaratıcılığının her anında ‘kompoze eder’ durumdadır… Hikâyede en küçük anlatım birimine -epizod, yani en küçük hikâye birimine-, hikâyenin kısımları ve birimlerine, ana hikâye bütünlüğüne göre romanda kompozisyon seviyeleri tespit edilebilir. Roman, kendiliğinden ortaya çıkan, değişen, birbirine karışan, yön değiştiren tema ve motiflerle çeşitli kahramanlar ihtiva eden epizodların arka arkaya sıralanmasıyla ‘yatay tarzda; her sayfada ve her epizodda bu unsurların değişik düzen ve oranda düzenlenmesiyle de ‘düşey tarzda’ kompoze”[7] edilir. Anlatımın tamamı ile bölümler arasındaki bağlantı önemlidir ve her ikisi de kendi içinde kendi kompozisyonunu oluştururlar. Yazarın, “eserini kendi içinde bir düzene sahip olan, birbirinden farklı ve eserin bütünüyle mukayese edildiği zaman ikinci derecede öneme sahip bölümlerden oluşturması bir mecburiyettir… Bir roman okuyucusu romanın farklı bölümlerindeki farklı desenlere tepkide bulunarak bütüne de tepkide bulunmuş olur. Uzun bir eserin bütünden farklı ve ayrı olan bölümlerini anlamaksızın eserin bütününü anlamak mümkün değildir.”[8]
Bir romanın kompoze edilmesinde dikkat edilecek özellikler şunlardır:
Öncelikle yazar, eserindeki bölümleri sınırlandırarak bu bölümlerdeki malzemeyi düzenlemelidir. İkinci olarak yazar, materyallerini bizce malûm olan bir düzenleme ile sunuyor görünürken, beklentilerimiz bakımından sürpriz teşkil eden yeni bir düzenlemeye dönebilir. Bu durumda yazar, bize üç nokta verir, fakat bir üçgen çizeceği yerde, aynı noktalardan bir daire oluşturuverir. Üçüncü durumda yazar, bize kendi ifade şeklini telkin eden materyalleri verir, fakat şekli gizler. Bu durumda yazar, bize üç nokta verir ve bizi, istersek, üçgen oluşturma sorumluluğuyla baş başa bırakır. Dördüncü durumda yazar, bize hangi şekil içinde ifade edileceğini bilmediğimiz bir materyal sunar, dağınık bir şekilde serpilmiş noktalar verir; biz, istersek, materyali içine dökebileceğimiz bazı kalıplar oluşturabiliriz. Fakat teklif ettiğimiz her şekil veya düzenleme sübjektif, keyfi ve kesinlikten uzaktır. Bu dört durumda da zaman ve mekânda yer alan olaylara bir biçim, bir düzen empoze edilmektedir. Bununla beraber uzun bir hikâyenin bölümler hâlinde sunulması, ifâde ettiği mananın çok üstünde, saf bir estetik zevk verir.[9]
Her yazar romanında bölümler oluşturmak zorunda değildir. Özellikle 18.yy.da bölümleri olmayan romanlar dikkati çeker ancak bölümleri olmadan yazılan romanlarda dahi mutlaka bölüm sonları mevcuttur. Bazen de yazarlar romanlarındaki hikâyelerinin sonunu bir mektupla okuyucularına aktarma yolunu seçerler. Kimi yazarlar ise roman bölümlerini keyfi bir şekilde oluştururlar ve kompozisyona dikkat etmezler. 19.yy.da yazarlar romanları bölümler hâlinde yazmanın önemini kavramışlar ve 18.yy. romancılarından farklı bir yol izlemişlerdir. Günümüz romanında roman özellikle bölümlere ayrılır; çünkü bu, romanı anlaşılır kılmak için yapıldığı kadar romanın teknik özelliği olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bir romanın planı sadece indeki bölümlerin düzenlenmesi olarak karşımıza çıkmaz elbette, eseri meydana getiren mekân, zaman, kişiler, anlatım özellikleri… gibi tüm parçaların estetik bir zevk ve gerçekliği yansıtan mantık düzlemi içinde verilmesi için de kompozisyon karşımıza çıkar.
[1] Şerif Aktaş, Edebiyatta Üslup ve Problemleri, Akçağ, Ankara, 1986, s.11.
[2] Gürsel Aytaç, Çağdaş Türk Romanları Üzerine İncelemeler, Gündoğan Yayıncılık, Ankara, 1990, s.26.
[3] Mehmet Tekin, Roman Sanatı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2002, s.168.
[4] Mehmet Tekin, Roman Sanatı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2002, s.169-173.
[5] Şerif Aktaş, Edebiyatta Üslup ve Problemleri, Akçağ, Ankara, 1986,s.58-60.
[6] Mark Schorer, “Teknik ve Öz İlişkisi”, Philip Stevick, Roman Teorisi (The Theory of the Novel), çev. Sevim Kantarcıoğlu, Gazi Üniversitesi Yayınları, 1988. s.62.
[7] Roland Bourneur ve Real Quellet, Roman Dünyası ve İncelemesi, çev. Hüseyin Gümüş, Kültür Bakanlığı Yayınları:1085, Tercüme Eserler Dizisi, Ankara, 1989, s.45-49.
[8] Philip Stevick, “Roman Bölümlerinin Dayandığı Teori”, Roman Teorisi (The Theory of the Novel), çev. Sevim Kantarcıoğlu, Gazi Üniversitesi Yayınları, 1988. s.159.
[9] Philip Stevick, “Roman Bölümlerinin Dayandığı Teori”, Roman Teorisi (The Theory of the Novel), çev. Sevim Kantarcıoğlu, Gazi Üniversitesi Yayınları, 1988. s.159.
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi Mustafa Ayyıldız’la ortak yayındır