RSS Feed for This Post

Dur ey zaman! Ne güzelsin!

 İnsan, Ekonomi, Liberalizm, Zaman Ve Modernite Üzerine Duygusal Bir Yazı

“Dur ey zaman! Ne güzelsin.” (Goethe)

Goethe’nin Faust adlı eserinde geçer bu cümle. Kainatın sırlarını çözmeye çalışan ve kendini bilime adayan Faust’u yoldan çıkarmak üzere Tanrı’dan müsaade alan Mefisto (Şeytan); “Fazla düşünen adam hayatın tadını kaçırır” diyerek, Faust’a dünya hazlarını ve zevklerini vaadeder. Bir iddiaya girerler. Mefisto, onu bilgi hastalığından kalbini kurtaracak, yaşatacağı en güzel hazlar ve dünyevi zevkler karşısında, Faust: “Dur ey zaman, ne güzelsin!” diyecek olursa iddiayı şeytan kazanacaktır. Saplandığı bunalımdan kurtulmak üzere Faust ruhunu şeytana satmıştır. Sınırsız dünya zevklerine dalar. Aşık olur, alemlere akar hatta katil bile olur. Ancak sonuçta Faust aradığı hazı ve mutluluğu erdemli bir faaliyette bulur. Bir bataklık sahayı bayındır hale getireceğini tasarladığı anda muradına erer ve “Dur ey zaman ne güzelsin” der. Hikayede iddiayı kim kazanmıştır belli değildir ama bir realite su götürmez bir gerçeklik olarak karşımızda durur. 

Evet, modern insan artık “sınırsız tüketici” dir. Dünya, onun için büyük bir nesne, doymayan iştahı için kocaman bir şişe ve belki de sürekli emilen büyük bir memedir. Modern insan belki de yaşamak için yiyen değil, yemek için yaşayan bir varlıktır artık.  Daha iddialı bir ifadeyle; şehvetlerine ram olmuş, bütün içgüdülerini serbest bırakmış, salgı bezlerinin emrine amade bir yaşam biçimini özümsemiş özgür insan, günümüz “modern insan” algısının resmidir.

İşte çağımız insanını açmaza, bir çaresizliğe ve sürekli bir arayışa sürükleyen, modern zihniyetin temellerini oluşturan ideolojiler ve bu ideolojilerden beslenen mevcut ekonomik sistemler de, Mefisto’nun rolune soyunarak insanoğluna, dünya hazlarını sunmuş ve  “Dur ey zaman! Ne güzelsin.” dedirteceğini iddia etse de, hayata geçirilmeye çalışılan bazıları yeryüzünü kana boyamış, fakirlikle beraber geride acı bir mazi bırakmış olması, Faust’un iddiayı kazandığı noktasında  kanaatlerimi güçlendiriyor.

Bir diğer mevzuya gelirsek ; hepimizin malumu üzere,  ekonomik sistemlerin başarısı, toplumun ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetlerin üretiminin sağlanması ve  bu üretim gelirlerinin toplum fertleri arasında ADİL ve DENGELİ (Eşit değil) paylaşımı ile ölçülür. Beşeri sistemlerden liberal eğilimli olanlar (Kapitalizm bu gruba girer) kısmen üretim sorunlarını çözerken, gelir dağılımı problemine takılmış, kolektivist eğilimli olanlar (komünizm ve sosyalizm) kısmen gelir dağılımını çözerken, üretim problemlerini çözememiş, garip bir tezahürdür ancak ve ancak yoklukta ve fakirlikte eşitliği sağlayabilmişlerdir.

Bugün batıda kapitalizmin temelini ve fikri alt yapısını oluşturan LİBERALİZM, ferdi hürriyeti esas alır. Ancak konulan yanlış teşhis ve uygulamalar, ferdi  pek çok efendiye bağlı kılmış, ve bölünmüş bir köleye çevirmiştir insanoğlunu. Dolayısıyla, liberalizmin en büyük yanılgı noktasının, “İNSAN” denen varlığı ve nefsini tanıyamamaktan ileri geldiğini düşünüyorum. Dolayısıyla bu iki yol üzerinden çözüm yolları aramanın ya da alternatif üretmenin beyhude boş bir çaba olacağını öngörebilmek için sanırım profesör olmaya gerek yok…

Sayın Mehmet Yılmaz’ın dediği gibi: “Bugün hâlâ sürmekte olan Liberalizm ile Sosyalizm-Komünizm çekişmelerin neticesi ne olursa olsun Müslümanlar için bir alternatif teşkil edemez. Çünkü her ikisi de insanı maddî çıkarlarından başka bir derdi olmayan zeki hayvan(!) mertebesinde görür. Biraz bu akımların temsilcilerini okusanız hemen fark edersiniz:  Homo Economicus dışında bir insan yoktur ne liberalizmin ne de komünizmin gözünde.”

Dolayısıyla, Allah’ın yarattığı en değerli varlık olan insanı ve fıtri temayüllerini (eğilimlerini), kabiliyetlerini ve zaaflarını, ümitlerini ve korkularını ve toplumların içtimai yapılarını dikkate almayan, kısaca insanı ve nefsini tanımayan hiçbir düzenleme, hiçbir sistem ne kadar ceberut olursa olsun başarısız olmaya ve tarihin çöplünü boylamaya mahkumdur  ve de öyle olmuştur.        

Ekonomist değilim, bu işin okulunu da okumadım. “Kaynakları dengeli ve adil kullanma ilmi” ile” saçıp savurma ile iktisatlı davranma, orta yolu bulma” olarak özetleyebileceğim ekonomi için, uzun uzadıya, karmakarışık kurallara ve kavramlara lüzum görmediğimi de belirtmeliyim.

Öyle doktrinlerden, ekonomik sistemlerden bahsetmeyeceğim. Sadece inandığım, prensiplerden bahsedeceğim. Çünkü, bu prensiplerle; insan süfli çıkarların peşinde koşan basit bir “Homo Economicus” olmaktan kurtulacak belki de kurtulmakla kalmayacak kamil ve kutlu bir insan mertebesine ulaşma noktasında önemli bir mesafe kat edeceği kanaatindeyim..

Öncelikle birinci prensip,  insanın konumunun doğru yere oturtulmasıdır. “Kir yanlış yere konumlanmış maddedir” der Mary Douglas. Dolayısıyla İnsanı yanlış yere konumlandırırsanız, o da kirlenecektir. Belki eşyadan belki hayvandan daha aşağı ve daha değersiz bir mertebeye inecektir.

Modern algının tam tersine insan, sadece üretmek için tüketen, tüketmek için de üreten bir hayvan değildir. Bununla birlikte dünya hayatının geçici olduğunu en başta nefsimin unutmaması gerekiyor. Adeta uzun bir yolculukta, soluklanmak üzere bir ağaç altında verilen kısa bir mola misalidir dünya hayatı. Geçici olduğu kadar, doyum yeri dahi olmayan dünyanın amaç yeri değil, ebediyete giden yolda ancak bir araç olduğu hakikatı unutulmamalı. Bu gerçekler ışığında insanın nefsini paylaşmaya ve vermeye alıştırması gerekir.

Ver ve gör onları nefsim…                                                                                        

“Görmezsen mesulsun çünkü…                                                                                              

“Bir beldede açlıktan ölse bir kişi, tüm şehrin insanları sorumlu tutulur onun ölümünden…”  diyor Allah ‘ın Rasulü…
Gör, çünkü “komşusu açken tok sabahlayan bizden değildir” diyor.

Gör ve paylaş nefsim!
Paylaşacak neyin varsa…
Mal, mülk toplayıp, üstüne oturanları ve eşyayı putlaştıranları kınıyor Yaratan…
Yazıklar olsun diyor toplayıp toplayıp sayanlara…
Karunlaşanlara yazıklar olsun!

Paylaş nefsim!
Hiç olmazsa tebessümünü paylaş!
Bir tebessüm bırak yüreklere…
Hoş bir seda bırak geriye. 

Ekmeğini paylaş…
Emeğini paylaş…

Sofranı paylaş!
Hepiniz fakirsiniz diyor Yaratan…

Sadece fakirler değil…
Hepimiz fakiriz Allah katında…

Ver çünkü                                                                                                         

Erteleyenler helak oldu diyor Efendimiz…
Yarın verecek zamanın olmayabilir…

Ver çünkü                                                                                                           

Vermemekten sorumlusun…
Altına, gümüşe, mala mülke, makam ve mevkiye  kul olanlar helak oldu…
Unutma!  ”

Ver çünkü                                                                                                                               

Allah kazancından fakire de pay ayırmış…

Toplumda dayanışma, sevgi ve hürmetin yerleşmesi için fakirlerin bazı malını  ve kazancını zenginlerin mallarında var etmiş. Dolayısıyla kazandıkların hepsi senin değil… “Ben kazandım ben yerim” diyemezsin. Sana rızkını veren, mülkün de sahibi “O” unutma…Gözden çıkardıklarını değil, sevdiklerinden infak et, zekat ver…

Ver çünkü                                                                                                                        

Vermedikçe ve “Sevdiğinden harcamadıkça hayra erişemezsin” (Ali İmran 92)
Kimseyi es geçmeye hakkım yok. Kanadını kırık bildiğim her kuştan sorumlu biliyorum kendimi. Ona da verecek bir şey olmalı bende. Yetim kalmış her bir çocuğa, bir anne ve baba borçluyuzdur aslında. Yürünmemiş yolların bile, uğranmamış dağların bile alacağı vardır bizlerden…”

 

Bir diğer önemli prensipte Faizin kaldırılması kanaatimce.. Zira faiz, fakiri daha da fakir eden, zengini daha zengin eden, toplumsal ayrışmalara ve çatışmlalara sebebiyet veren netice itibarıyla “Sen çalış ben yiyeyim” anlayışından doğan, para ticaretiyle asalak bir sınıfın doğmasına sebep olan, üretimi ve üretkenliği de önleyen toplumun içindeki sinsi bir “UR”‘dur faiz.

Bunun yanı sıra doğal kaynakların çar çur edilmemesi ve israfın her türlüsünün önlenmesidir bize gerekli olan. Zira bütün bunlar, tüketimi arttırmaya dolayısıyla insanı sürekli başkalarına muhtaç duruma düşmesine ve Homoeconomicus varlık haline gelmesine, fertler arası yalan ve dolanın revaç görmesine dolayısıyla toplumsal bağların zayıflamasına, ayrışmasına ve çatışmasına, temel de birkaç şeye muhtaç insanın yüzlerce şeye muhtaç duruma düşmesine sebebiyet veriyor.   

Kaldı ki; İnsanın ihtiyaçları sınırlıdır, sınırsız olan insan arzularıdır.

Bugün Modern zihniyet ve o zihniyetin iktisadı, ihtiyaç yerine arzuları ikame etmekte, ardından nefsi tahrik eden bir düzen cenderesinde insanoğlu doyumsuzluğa ve çaresizliğe sürüklenmekte…Dolayısıyla arzularının peşinden koşan modern insana, tabiatın doğal kaynakları yetmemekte ve üstelik  kaynaklar adil olarak paylaşılamamaktadır. Bu da kendi içinde potansiyel bir ayrışma ve çatışmalara sebebiyet vermekte olduğu hepimizin malumu olsa gerek.

Sonuç :

Modernlik, insana özgürlük, güven ve refah sağlayacaktı, bu onun vaadiydi. Ahiret beklenmeyecekti, cennet burada kurulacaktı. Aradan bunca zaman geçti, nüfusun büyük çoğunluğu bu üç nimetten de mahrum yaşıyor. Dahası dünyasını kaybeden insanoğlu ahiretini de kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

Sanıyorum sorunun çözümü yine bizlerde yani kendi içimizde…Zira, haz lezzet, şehvet ve menfaat arayışlarıyla hırs ve ihtiraslarımız denetlenmez, dizginlenmez ve kontrol altına alınmazsa; tatlı rüyalar ve ütopik dünyalar eşliğinde, daha başımıza çok felaketler geleceğe benzer…

 Çünkü, “İnsan bozulursa kâinat da bozulur; insan ıslah olursa kâinat da ıslah olur” gerçeğinden hareketle son olarak Goethe’nin Mefisto’suna seslenmek istiyorum:

Durma ey zaman! Sakın durma! Güzelliğe doğru yürü!  Sevgiye, merhamete, paylaşmaya, insanlığa doğru yürü. Yürü zira geçen yüzyıl “Tanrıyı öldüren insan, şimdi de tabiatı ve kendini öldürüyor.

Durma! Yürü ey zaman! Yoksa ortada sadece; haz ve lezzet kurbanı, nefsine esir, robotlaşmış, hadiselere tepkisiz, vicdan mekanizmasını devre dışı bırakmış, dolayısıyla ruhsuz, boş ve anlamsız, insan silüetleri kalacak geriye…

…Bu makale ilginizi çektiyse…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 6 Yorum

  2. Yazan:Fatih Tarih: Oca 12, 2011 | Reply

    Yazının moderniteyle ilgili tespitlerine katılmakla birlikte liberal teorinin insanın doğasına ilişkin bir öngörüsünün olduğundan yola çıkıp bunuda “Çünkü her ikisi de insanı maddî çıkarlarından başka bir derdi olmayan zeki hayvan(!) ” şeklinde açıklamışsınız yaptığınız alıntıyla.Oysa ki; Doğa durumu, insan doğasının niteliği ile ilgili farklı yaklaşımları içermektedir. Hobbes’un doğa durumunda, birey, kötü davranışlar sergilediğinden, insanlar sürekli bir mücadele içinde olacaklardır. Bu mücadelenin nedeni insanların birbirleriyle girdiği üstünlük yarışıdır ve yarışın doğurduğu rekabet duygusu da sürekli bir savaş ortamına gebedir. Locke’un doğa durumunda, insan özgürlüğü tamdır. Bu, aynı zamanda bir eşitlik durumudur. İnsanlar özgürdür çünkü, doğa yasasının sınırları içinde başkalarının iradesine bağlı olmaksızın eylemlerini düzenlerler, mallarını ve kişiliklerini diledikleri gibi kullanabilirler.Yani Hobbes’a ait dağa durumu güzellemesini liberalizmin doğa durumu -ki Locke’cu çizgide bir insani doğa durumu söz konusudur liberalizmde- gibi yazmışsınız burda insan doğası ve birey doğası ayrımının yapılıp liberal teorinin birey doğası referanslı olduğunun altı çizilmeliydi yazıda insan doğasına ait anlatının Hobbes’cu olduğuda belirtilmeliydi.Devlet yönetimlerinin oluşturulmasında hobbes’in etkisi görülmekle birlikte -modern devlette dahil- Liberalizm-Liberteryenizm doktrinasyonuna etkisi olmamıştır Ayrıca Liberalizm, insan doğasının nasıl olduğuyla ilgili bir öngörü geliştirmek yerine, doğa durumundaki insan davranışlarının gözlemlenmesi sonucu, bir değerlendirme yapar. Bu değerlendirme hangi davranışın, yaşayış biçiminin diğerinden üstün olacağıyla, hangi varlık durumunun daha kutsal olduğuyla ilgili bir yargıyı içermez. Yani birey, toplumdan soyutlanmış, kendi çıkarının peşinde koşan, kendisini her şeyin üzerinde tutan bir tekilliğin ifadesi değildir. Belli bir toplumsal grubun içine doğan ondan etkilenen ve onu etkileyen gerçek kişidir.Lİberalizmin temel varlık katogorilerine ilişkin bu hatayı belirttikten sonra şunuda belirtmeliyim ki “Bugün batıda kapitalizmin temelini ve fikri alt yapısını oluşturan LİBERALİZM, ferdi hürriyeti esas alır. Ancak konulan yanlış teşhis ve uygulamalar, ferdi pek çok efendiye bağlı kılmış, ve bölünmüş bir köleye çevirmiştir insanoğlunu”. tesbiti kısmen doğrudur çünkü dediğim gibi Hobbes’cu doğa durumu liberalizmin doğa durumuymuş gibi kabul edilip öyle yapılmış bir tespittir bu nedenle “konulan yanlış teşhis” kısmı tesbitin yazar tarafından yanlış konulmasıyle ilgilidir.Yani yanlış bir kavramsallaştırma üzerinden bir teorinininsan insan doğasına ilişkin yanlış bir tespit koyduğu anlatılmış.Fakat “ve uygulamalar, ferdi pek çok efendiye bağlı kılmış, ve bölünmüş bir köleye çevirmiştir insanoğlunu” kısmı uygulama açısından doğru olmakla birlikte nedeninin ne olduğuna ilişkin tespitte -insan doğasını anlayamama- bence müphem.Çünkü köleleştirme mantığı insan doğasının ve özgürlüklerin modern ulus devletlerce yurttışlık, vatandaşlık gibi mitlerlele şekillendirilmeye çalışılmasıyla ilgili bir durumdur.Yani suç teorinin yanlış anlamış olduğu insan doğasında değil, sözleşmeci anlayışı(Locke’cu sözleşme) kendi ikdidarını içselleştirtmek için itlaf modern devletlerindir.

  3. Yazan:Fatih Tarih: Oca 12, 2011 | Reply

    Yorumun yönetici onayından sonra yazılacağını bilseydim sanırım yazmazdım. Derindüşünceyi takip ederim genelde ama ilk kez yorum yazıyorum ifade özgürlükleriyle ilgili-mesela başörtüsü- bu denli çalışma yürüten bir sitenin yorumu yönetici onayına sunmasını açıkçası yakıştıramadım

  4. Yazan:cb Tarih: Oca 12, 2011 | Reply

    mehmet bahadır kardeşimi uzun süredir okumamıştım, bir süredir nerede bu kalem diye düşünürken, şimdi görmek iyi geldi dahası yazı çok çok iyi geldi, yerinde, zamanında, tonunda bir yazı “dur ey yazı, uçup gitme dimağımdan, kal benimle” dedirtiyor çünkü bu minvaldeki yazılar “yoldaki işaretler” gibi yol gösteriyor, hayret kazandırıyor, tebrik ederim

  5. Yazan:MB Tarih: Oca 17, 2011 | Reply

    Fatih Bey

    Yorumunuzu, liberalizmi aklama çabası olarak mı algılamalıyım bilmiyorum…
    Bu yazı bir tahlil ya da analiz yazısı değildi, yazıda da belirttiğim üzere…

    Elbette beşeri bir fikri; yanlıştır deyip, toptan reddiyecilik ne kadar yanlışsa(zira en batıl sistemlerde dahi bir hakikat danesi bulunabilir), aynı şekilde bir fikre ya da bir zihniyete, toz kondurmama adına hataları başka menzillere bağlayıp, “mutlak doğru benim” refleksi de bir o kadar yanlış geliyor bana…

    Liberalizm konusunda Mehmet Yılmaz Bey’in ve Cemile Hanım’ın çok güzel yazıları var. Tavsiye ederim.

    Ben sadece inandığım prensipleri, Faust öyküsünün eşliğinde, aktardım.

    Böyle inandım böyle aktardım…

    Saygılarımla…

  6. Yazan:MB Tarih: Oca 17, 2011 | Reply

    Fatih Bey

    Yönetici onayını da kafanıza takmayın lütfen…
    İsterseniz şöyle bir empati yapalım…

    Siz kapınızı çalan herkesi, evinize buyur ediyor musunuz ?

    Anlayışınız için teşekkür ediyorum.

    Tekrar saygılarımla

  7. Yazan:MB Tarih: Oca 17, 2011 | Reply

    Cemile kardeşim

    Güzel iltifatın için çok teşekkür ediyorum…
    Her ne kadar güzel yazılarına yorum atamasam da, sessiz ve derin bir takiptesin bilgin olsun…

    Tembel kardeşini affet 🙂

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin