İdeoloji için devasa heykeller
By Tavit Kilimciyan on Oca 17, 2011 in atatürkçülük, Sanat
“Heykel niye can sıkıcıdır?” diye soruyor Baudelaire, “Modern Hayatın Ressamı” isimli kitabında. Bu soruyu bir Türkiye vatandaşı olarak sorsaydı, peşinen gerici olduğuna hüküm verilirdi. Çünkü heykelcilik sanatı Türkiye modernleşmesinin Kemalist süreğinde, laisist modernleşmecilerinin çoğu zaman hayat tarzlarıyla da örtüşmeyen söylemlerinin ısrarcı bir aracı olmuş, zaman içinde de opera dışında hiç bir sanat alanı ve kurumu için olmadığı ölçüde tabulaştırılmıştır.
Hani, elleriyle sanat eseri sayılabilecek nitelikte bir heykel hamuru karmaya meyilli yürekli sanatçıları bile yoldan çıkartarak çirkin ideolojik simgeler üretmeye sevkeden fetişçi bir ifadesi vardır, “Kemalizm” adına üretilen sanatın. Birkaç yıl öncesine kadar Küçükyalı’dan Maltepe’ye
giderken e-5 üzerinde solda bir Atatürk heykelleri atölyesi çıkardı karşımıza. Yaşıyor olsaydı
Mustafa Kemal’i irkiltecek kadar çirkin, uyumsuz, orandan yoksun, ancak devasalığı sayesinde bir iddiayı temsile hak kazanıyormuş gibi görünen heykeller bulundukları sahada daha uzaklardayken göz alırdı.
İşte o tür heykeller, tıpkı sakilliği bir görkemle gizletilmek istenen nice simge gibi ideolojik
söylemlerin arkasına sığınarak yurt sathına yayıldı, senelerce. Orandan ve anlamlı ifadelerden
yoksun Atatürk heykelleri kritik dönemlerde İslami hassasiyete sahip insanları zor durumda
bırakacak komplolar için açık hedef bilinirdi. Sanki söz konusu olan Atatürk’ün kişiliğinin ve
misyonunun ifadesi değil, soğuk ideolojinin bütün kuşkuculuğu ve kapsama çabasıyla mermerde
tecessümüydü.
Atatürk heykelini sevmeyen sadece Atatürk düşmanı sayılmaz, aynı zamanda çağdaş
uygarlığa da düşman bir yobaz olarak damgalanırdı; hâlâ yapılıyor bu. Sanatsal değerden yoksun
eser ise Kemalizm şemsiyesinin koruması altına alınarak kitlelerin ideolojiye sadakatini kontrol
altına alan bir aygıta dönüşürdü; yine de öyle. Ne heykeli sanat eseri kılacak bir dönüşüm için
gerekli imgelem gücü, ne de desen imgelemini yansıtan çizgiler… Prefabrik gibi görünen heykel,
ideoloji gibi tümdengelendi, taşıdığı mesaj sebebiyle tartışılmaz olandı.
Fetiş olarak tasarlanan, bu nedenle de yeterli bir inceliğe sahip olması hiç de gerekli
bulunmayan dinsel bir sanat eseri midir heykel… Dünyanın herhangi bir ülkesinde bir heykele
eleştiri getirmek Türkiye’deki kadar tepki almıyor. Londra’nın merkezinde 2005-2007 arası
sergilenen “özürlü hamile kadın heykeli”ni ele alalım. Heykeltıraş Marc Quinn 3.6 metrelik (Alison
Lapper Pregnant) “Hamile Alison Lapper” heykelinde 8 aylık hamile kolsuz çıplak bir kadını
konu edinmişti. Ne oldu? Pek çok eleştirmen parlak mermerden yapılan heykeli çirkin ve korkunç
bulduğunu söyledi, heykele “büyüklüğü, kötü işçiliği ve makine yapımı hali ile tiksindirici bir his
veriyor” diye eleştiri getirenler oldu.
Sanatta çizgisel bir ilerleme yoktur, hatta bazen bir gerileme yaşandığından söz etmek
de mümkün, Anadolu topraklarından derilen heykellerle Başbakan Erdoğan’ın “ucube” diye
nitelendirdiği Kars’taki “İnsanlık Anıtı” heykeli kıyaslandığında.
Sizi saracak, farklı alemlere sürükleyerek zenginleştirecek bir heykelle karşılaşmak hiç kolay
değildir, gelgelelim insanlara sıradan bir heykel karşısında hayran olma gereği telkin edilir, sanattan
anlamayan biri durumuna düşmemek için. Herhangi bir heykele çirkin, hatta “ucube” demek, kimin
haddine düşer! Bilinmezlikleri olan sanattır heykel hâlâ “modern” Türkiye’de ve etkisini tam da o
bilinemezlikleri koruma altına alan modernist tabulara borçlu olmaya devam eder.
Dinle ortak kaynağından koparılmış sanata kamuda olabildiğince yer açarken bir laik
uhreviyet murat edilecektir, ulusçu söylemlerle yeni bir ruh kazılmak istenen vatan topraklarında.
İnsanın aklına Le Corbisierci konut makineleri geliyor. İdeolojinin heykeli, makinenin
tahakkümünü bildiren bir bekçi gibi dikilirdi orada, her şeyi gördüğü, gözetlediği hissi uyansın
istenen görkemiyle. Uçsuz bucaksız meydanlarda anıt misali dikilen resmi gri binaların haşmetini
artıracaktır devasa heykeller. İnsan teki ezik hissetsin kendini ve haddini bilerek atsın adımlarını!
Hani, kimi dinsel yapıtlarda da vardır o Kuba Mescidi ikliminden fersah fersah uzak ihtişam,
Allah’ın rahmetini iletme kaygısından uzak bir iktidar alanı oluşturma hedefini bildirir gibi…
İdeoloji için sanat, ölçülerini bünyesinden kopmaya çalıştığı dinden almaya çalışır, farkına
varmadığı zaman bile. Bakü’nün tepelerine dikilmiş Nerimanov heykeli, Nemrut dağının
heykellerine nazirede bulunuyor gibidir.
Baudelaire’nin sorusuna geri dönelim şimdi: “Heykel niye can sıkıcıdır?”* En özlü nedenler
şunlar olmalı, “Kötülük Çiçekleri”nin sanatın dostu olduğu için dili acılaşan şairi açısından: Hayal
gücüne izin vermez heykel, çünkü aynı anda çok fazla sayıda cephe sergiler. Bir tablo sadece
kendi istediği şeyken, ona kendi ışığı dışında bakmanın bir yolu bulunmazken, heykelin çevresel
faktörlere ve izleyicisinin keşif gücüne bağlı kalan bir belirsizliği ve anlaşılmazlığı vardır. Doğaya
daha yakın bir sanattır heykelcilik, bu nedenle doğa gibi ham ve dolaysızdır, dolayısıyla bir
tablonun elle dokunulmaz ayrıksı gizeminden yoksundur.
Yontuculuk sanatının bu zaaflarını aşma başarısını gösteren sanatçılar yok değildir, ancak
onlar bu aşma çabasının ne ideolojik desteklerle, ne de görkemli boyutlarla sağlanabileceğinin
farkında olarak sevgiyle dokunurlar taşa, alçıya hatta betona, çekiçleriyle, elmas ve çelik uçlu
kalemleriyle, parmaklarıyla…
*Charles Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, Çeviren: Ali Berktay, İletişim, 2004.
8 Yorum
Yazan:özlem Tarih: Oca 17, 2011 | Reply
Çok güzel yazmış Cihan Aktaş. Arada bir farklı bakış açıları okumak çok güzel oluyor.
Yazan:durhat Tarih: Oca 18, 2011 | Reply
Kemalist zihin yapısının sanatı nasıl resmi ideolojinin yedeğine alarak sanat kavramının içini boşalttığının belgesi olmuş bu yazı.
sanatın ideolojik propagandaya alet edilmesi ancak Kemalist zihniyete has bir metot olabilir.
yıllardır halkı küçümseyerek kendi dünyalarına karşılık gelen “modernizm” ürünü yozluğu çağdaşlık,aydınmacılık vs.diye kitleleri uyutan bu köhnemiş zihniyet, eldeki propaganda stokları nihayet tükenip iş görmez hale gelince sanat yanlılığına sığınarak iman tazelemeyi deniyor.
doğaldır,dibe vurup iflas etmiş temelsiz ideolojilerin başvuduğu yegane yol budur.ezberleri,kof sloganları bilim diye yutturdular.totalitarizmi çağdaşlık;despotizmi demokrasi;resmi yalanları tarih;faşizmi laiklik diye belletiler.
lakin bütün bu yalanlar tel tel dökülmeye başladı.laiklik diye diye ortalığı velveleye verdikleri çürümüş sistemlerinin aslında halkın dini inançları küçümsemek,islam değerlerine düşmanlık etmekten ibaret olduğu anlaşıldı.ve sopayla demokrasinin bir arada yürümeyeceğini anladı bu halk.
açıkçası debelendikçe foyaları ortaya çıkıyor.retorik haline getirerek varlık ve iktidarlarını üzerinden devşirdikleri ne varsa dikiş tutmaz hale geliyor.nasıl tutsun ki?”yalancının mumu yatsıya kadar yanar”misali,sahiciliği olmayan,sahte ve kof olan her şey nihayetinde gözlerden düşer ve itibarsızlaşır.
bugün heykel tapınıcılığyla kaybettikleri itibarı yamama peşindeler.
sanatın arkasına sığınmaları bu çaresizliğin dışavurumudur.sanat yanlılığı/sanat sevgisi hepsi hikaye,hepsi birer demagoji.sanatseverlik kisvesi altında bir şeylerden medet umma derdindeler.hadise sanat aşkı/savunuculuğu falan değildir.kendileri de bal gibi farkındadır bunun. kopardıkları gürültünün kafaları karıştımaktan ibaret beyhude bir çırpınış olduğunun bilincindedirler.çıkmamış candan umut kesilmez misali bir şans daha yakalamanın peşindeler.can havliyle sanata sarılmaları,
hep bir ağızdan “ucube”polemiği üzerinden yeni bir koro tutturmaları bundandır.
daha önce de söyledim,gene söyleyeceğim:bu ülkede minik bedeninin parçaları annesi tarafından eteğinde toplanan çocuklar oldu…kafa ve kolları kırıldı canlı yayın eşliğinde çocukların.sanat sever takımı korocularımızdan tıs çıkmadı.yaşlarından büyük cezalara çarpıtıldıklarında da bu tayfadan ses seda çıkmamıştı.ne de sayıları 400’e ulaşan ölü çocuklar,bir o kadar kayıp insan dikkatlerini çekti!yakınları,”tek bir mezarları olsun”diye yıllarca kayıp yakınlarının acılarını yüreğine gömen acılı annelerin sessiz çığlığını da duymadılar.
ama maşallah bir heykele “ucube”dendi diye hep birlikte alarma geçtiler.faşizm/nazizim tahlillerinden geçilmez oldu.öyle ya heykellere dil mi uzatılırmış?varsın bir kaç çocuk ölmüş olsun ne çıkar?sonuçta ölü çocuklar onlar…doğarlar ve ölürler…kutsal ve putsal heykel aşkı dururken bir kaç ölü çocuğun lafı mı olurmuş?hem demokrasi,hak,hukuk konusu değil ki,heykeller dururken.tek onlara dokunmayın gerisi teferuattır!
heykelleri bahane ederek demokrasi/özgürlük/sanat havariliğine soyunmaya teşne tatlı su(sahil şeridinden)demokratları!çocuklarının kemiklerini dahi bulamayan gözü yaşlı acılı anne/babalara bu dünya yas ve mateme dönüşürken rahat uyuyabiliyor musunuz?bu dehşet,bu insanlık ayıbı heykellere laf edilmesi kadar kanınızı donduruyor mu?
eğer mutlu ve huzurluysanız hiç sorun yok!gönül ve vicdan rahatlığıyla tatlı uykunuza devam edin!ve koro halinde kutsallarınıza dokundurmamak adına haykırın,sizi tutan yok!ama bari sıkılmadan demokrasi dersi vermeyin.bu paspal demokrasi anlayışını içinize sindirebiliyorsanız varsın sizin olsun.ama dediğim gibi zeytinyağı gibi üste çıkıp insan hak ve özgürlükleri üzerine maval okumayın!insana,yaşam hakkına saygınız yoksa,bari bu güzel değerleri ideolojilerinize payanda yaparak yerlerde süründürmeyin.
Yazan:mer'A-kıl Tarih: Oca 18, 2011 | Reply
Herkes gücünün yettiğince bir diğerini kendine gelmesi için sallayıp duruyor ama şu sıralar en çok sarsılıp, silkelenen köşe-yazarlarının konduğu dal…dökülenlerin arasından sağlam demokratlarla, çürümeye yüz tutmuş olanları ayıklamak kolay oluyor…
Yüzlerdeki riya boyası sanat’la yıkanıyor
Yazan:MY Tarih: Oca 18, 2011 | Reply
Evet, gerçek su ki Sanat sanatçilara birakilamayacak kadar ciddi bir seydir. Hele ki Türkiye’deki gibi sanatçilik ile boyacilik arasindaki farki bilmeyenler 80 yildir Sanat Otoritesi(!) diye adeta tapilmaya alismisken!
Gündemi saçma sapan konularla doldurmak isteyen köse amigolarina tokat gibi bir cevap olmus Cihan Hanim’in yazisi. Ama kendisi o kadar nazik bir insan ki tokatlari bile zerafet içinde vuruyor 🙂
Üstelik kamuoyuna dayatilan sig konulardan yola çikarak derin yazilar yazabilmesi, bu sudan sebepleri tefekküre, Hikmet’e vesile kilmasi ayrica takdire sayan.
ALLAH razi olsun.
Yazan:durhat Tarih: Oca 18, 2011 | Reply
Sevgili mer’A-kıl,
çok doğru.
itiraf edeyim sizin “çürümeye yüz tutmuş” dediğiniz sahte demokratların gerçek yüzlerini ben ancak ergenekon davası süreciyle farkedebildim.
şimdi geriye dönüp baktığımda saflığıma,aptallığıma yanıyorum.
demokrasi,hukuk devleti gibi kavramları dillerinden düşürmeyenler meğerse yıllarca “kuzu postuna bürünen kurt”misali aramızda dolaşmışlar da ben anlayamamışım.
ne de olsa kulağa hoş gelen sözlerdi-ya da duymak istediğim sözler(di).
budur diyordum ülkemin yüz akı insanları.demokratlıklarından zerre miskal şüpheye düşmez,fikir namuslarından ödün verebileceklerine ihtimal vermezdim.
kuşku ne kelime! ülkem,geleceğim,cocuklarım adına umut bağladığım,derin bir sevgi ve hayranlık duyduğum birer semboldüler benim için.düşünü kurduğum dünyanın kahramanlarıydılar çünkü.
taa ki şu ergenekon denen pandora kutusu açılana dek!
her nasıl olduysa üstü örtünen şu ergenekon denen karanlık yapının örtüsü açılıverdi.birden,kıyısından bile geçemediğimiz kara defterlerle buluştuk toplumca.ard arda gelen toplumsal depremlerle sarsıldıkça kâh şaşırdık,kâh hayıflandık,kâh kutuplara bölündük.
kimimiz inanmak istemedi.hayır böyle olamaz diyenlerimiz oldu.devlet bu kadar suç işleyemez dedik.ne de olsa devlet suç işleyemezdi,adam öldürüp cinayet işleyemezdi.böyle anlatılmıştı bize.lakin inansak da inanmasak da artık hiçbir şeyin bizle anlatıldığı gibi olmadığını anlamıştık.istemediğimiz kokunç bir rüyadan kaçar gibi eski masalların konforuna sığındık.vicdanımızı,insani yanımızı unutarak bizi bizden alan ideolojilerin peşine düştük.
ama güneş balçıkla sıvanamazdı.taşlar yerinden oynamıştı bir kere.ve büyüsü bozulmuştu resmi yalanların.
işte tam da bu noktada aydın,demokrat,feminist,aktivist bilmemne diye geçinenlerin de maskeleri düştü birbirinin ardı sıra.sloganlarında parıldayan ışıltı söndükçe asıllarına rücu etmede birbirleriyle yarışır oldular.öyle ki katillerin avukatı oldular…kokusu dünyaya yayılmış pislikleri,tıpkı “eski günlerde” olduğu gibi halının altına süpürmeye,karanlık dehlizlerde kokuşmaya bırakmaya adandı her biri.
turnusol işlevi görmüştü şu ergenekon hadisesi vesselam.belki de büyüklerimizin söylediği gibi”bir müsibet bin nasihattan yeğdi”.ak yüz kara yüz başka nasıl farkedilebilirdi ki?takke düştü kel göründü!
ve döküldü yaldızlar orta yere.riyakârlıklar gizlenemez oldu.
şimdi riyakârlıklarının,bu halka reva gördükleri üçkâğıtçılıklarının boyasını sanat’la yıkamaya çalışıyorlar dediğiniz gibi.
ancak yüzlerindeki riyakârlık boyasını hiçbir temizlik maddesi silemeyecek.ne sanat,ne heykel ne de büst!
Yazan:Eyüp AKTUĞ Tarih: Oca 19, 2011 | Reply
Bu, sol kesimin içerisinde bulunduğu buhranın apaçık bir göstergesidir.
İdeolojilerini temellendirecek bir fikir tabanından yoksun olmaları. Düşünme kabiliyetlerini hala muhafaza etmelerine karşın idrak etme kabiliyetinden yoksunlar.
Heykele getirelen eleştiriyi eğer başbakan değilde Kemal Bey söylemiş olsaydı üzerinde bu kadar durulmayacak ve belkide birileri Kemal Beyi sanat eleştirmeni olarak gösterecekti. Ancak bunu söyleyen kişi başbakan olunca heykele yapılan eleştiri rejime bir tehdit unsuru olarak görüldü ve birileri tarafından sanat düşmanı olarak ilan edildi. Ancak ziyanı yok bu vaziyet sol kesimin içerisinde bulunduğu gülünç durumu gösterir. Evet gülünç ve bir o kadar çaresiz.
Şunu belirtmek isterim ki Türkiye’de muhalefet siyaset üretmekten yoksun. Siyaset üretemez durumda. Türkiye’de hükümet değişikliği istiyoruz diye televizyon programlarında bağıranlar hükümet değişikliği yerine muhalefet değişikliği istemelidir vesselam.
Yazan:Tayfun Korkut Tarih: Oca 20, 2011 | Reply
Atatürk heykellerinin dikilmesinin gerçek nedenini bir rütbeli komutan açıkça söylemiş. Bir tanıdığım astsubaylık okulundayken bir sabah içtimasında rütbeli bir komutanla astsubay adayı birlik arasında şöyle bir diyalog geçiyor:
-Arkadaşlar, neden her tarafa Atatürk’ün çatık kaşlı heykellerini dikiyoruz, biliyor musunuz? Bi fikri olan var mı?
Birlikten biri:
-Komutanım O’na karşı olan sevgimizi göstermek için.
Başka biri:
-O’nu hatırlamamız için
vb. bir kaç tahmin gelir. Komutan:
-Arkadaşlar, bunlardan hiçbirisi değil. Atatürk heykellerini Atatürk’ün sizi izlediğini, attığınız her adımdan haberi olduğunu göstermek için dikiyoruz. O’nun aleyhinde düşünceleri, niyetleri olanları gördüğümüzü ve cezalandırılacaklarını bilmeniz için.
İşte Atatürk heykellerinin her tarafa dikilmesinin sebebini dürüstçe söyleyen bir kişi bu komutan. Aslında dürüstlüğü için tebrik etmek bile lazım. Bu komutan belki bugün general. Ne de olsa TSK’da terfi etmek için bir başarı göstermek şart değil. Yıllar ilerledikçe otomatikman yükseliyor zaten komutanlar.
Son zamanlarda çeşitli reklamlarla, belgesellerle, filmlerle Atatürk’ün güleryüzü, insani yönleri pişirilip pişirilip kamuoyunun önüne konuyor. Artık son çare olarak bu görülüyor sanırım. Maksat, Atatürk’ün yüzü eskimesin, halk hala üzerinde bu Atatürkçü oligarşinin baskısını hissetmeye, rejimden korkmaya devam etsin, ama bunu biraz daha çaktırmadan yapalım olabilir mi? Ya da Atatürk’ün en çok sorgulandığı dönemde ”yazık ya, o kadar da nefret edilecek birisi değilmiş, Atatürk de insanmış” diye bir kamuoyu algısı oluşsun diye mi? Kimbilir…
Yazan:Ahmet Somut Tarih: Oca 21, 2011 | Reply
Heykel falan hikaye. Artık çok daha başka şeyler var putlaştırmaya açık.
Yarın birgün bir Ata-robot yaparlar. Aynı Atatürk gibi konuşur, eğilir kalkar. Al sana işte putun daha alası.
Atatürk’ü beğenmeyen de Brad Pit robotu alır veya karısının robotunu. Hangisi uyuyorsa. Tapın baba tapın.
Onu bırakın da yarın bir gün klonlamayı da başarırlarsa o zaman halimiz nice olur hiç bilemiyorum.