İsim ile İslâm Arasında Muhafazakârlık
By Fatma Sancak on Oca 20, 2011 in islamcilik, Modernleşme, Muhafazakarlık
Muhafazakar, kök olarak “muhafaza” etmekten gelir. Kelime anlam olarak sahip olduğunu muhafaza etme, koruma, devam ettirme anlamlarına gelir.
Muhafazakarlık, kavram olarak, ideolojik olarak, sağcıdır ve değişmek istemeyen anlamları ifade etmesi nedeniyle sol ideolojiler tarafından da eleştirilir. Yahut soldan eleştiri alan bir kavram olarak sağ olması, koruma, muhafaza etme anlamıyla liberalizmle de çelişebilir. Özetle tanımı açık ve anlaşılabilir olsa da kavramsal tanımı iç içe girişler sonucu çok net değildir. Muhafazakarlığın kelime yahut kavram anlamından değil daha çok bir yöntem olarak iş görürlüğünden bahsetmek istiyorum…
Türkiye kesinlikle “muhafazakar” bir ülke…
Sol tandanslı, acı verici bir sonuç olarak Kemalizm’in uzun yıllar hüküm sürdüğü Türkiye’nin tabanı din merkezli muhafazakar, tavanı (eliti) ise laik merkezli Kemalist ve muhafazakardır. Yani tavanından, tabanına muhafazakar bir ülkede, birbirine karşıt olsa dahi, yöntemleri aynı olan, muhafazakar yöntem kullanan çoğunluğun etkisinde bir sistem mevcuttur.
Muhafazakarlığın etkisiyle, elindekini kaybetme, muhafaza edememe endişesi taşıyan tüm kesimlerin bu durumu, 80 yıldır aynı çizgide yürüyen statükonun da halen iş görür olmasının nedenidir.
Özetle; bir düşünme yöntemi, bir söylem, bir tabu olarak “muhafazakarlık” demokrasi aleyhine, olumlu manada değişim aleyhine en büyük problemimiz.
Muhafazakarlığı, dindarlık ile harmanlayanlar olduğu gibi tam aksi bir kavram olan laiklik ile harmanlayanlar da var, çünkü tuttuğunu bırakmayan, bıraktığında “her şeyini kaybedeceğine” inanan kesimlerin, sarıldığı kavramlar kadar, o kavramların devamlılığı adına kullandıkları yöntemler de önemli.
Korkutulmuş bireylerin yekünde çoğunluk olduğu bir ülke olarak Türkiye, ideolojilerin yahut kültlerin dışında başka bir şeye eğilmenin dahi tehlike olacağı inancıyla bu yöntemin can bulduğu bir yer. Ve bir yöntem olan muhafazakarlık, korkutulmuş ve endişe hali üzere bırakılmış bireylerin can simidi.
Yanılmıyorsam, geçenlerde Ahmet Altan da muhafazakarlık ve dindarlık anlam ayrımı üzerine yerli yerinde bir yazı yazmıştı. Bir dindar olarak, muhafazakar kesimle “aynı” anlamda anılmaktan rahatsızlık duyduğum için aynı konuyu daha detay incelemek istedim.
Muhafazakarlığın bulaştığı her kavram anlamından önem ve değer yitirir. Mesela Türkiye dindarlarının çoğunluğu muhafazakardır ve bir şekilde bu muhafazakar illetten kurtulamama hastalığı, aslında dindarlığın içsel bir çürüme yaşamasına neden olmaktadır.
Daha açık ifade edecek olursam; Türkiye dindarlarının muhafazakar yöntem ve etiket-isim edinme gibi modern yöntem içerisinde kan kaybediyor olması realitesi önümüzdeki en büyük yıkıcı etkendir. Bu kayıpların görünmeyen yahut gölgelenmiş hali ile sızması sonucu, somutlaşmaması sonucu, bu büyük gedik bir türlü hak ettiği şekilde eleştiri almamıştır.
Baştan ifade edeyim ki, bu çalışma yapıcı manada tespitlerden ve yapıcı eleştirilerden oluşturmaya çalıştığım bir çalışmadır. Muhafazakar dindar, dindar değil; Liberal yahut Solcu dindar dindar değil, bunlar İslam değil nevinden bir şeyler söylemeye çalışmıyorum. Zira bu söylem Allah-ü alemdir, Allah’ın alanıdır ki burada söz söyleme hakkı kimsede değildir.
Tekrar konuya dönecek olursam; muhafazakar, ideoloji yanlısı, laik, gelenekçi, devletçi gibi ön adlar, ön isimler edinen Müslüman dindarlar, modern ve muhafazakar pota içerisinde farkında olmadan özlerinden kaybederler. “İsim” edinme hevesi “İslam” olma hevesini içten içe çürütür. Bu nedenle” İsim ile İslam” arasında kalmış birey, isme odaklanmışken, gözleri perdelenir ve İslam’dan yitirmeye başlar zira insanın hacmi bellidir, belli bir hacmin üzerinde kavramı iç edemez, üstelik bu kavramlar kesinlikle birbirine karışma özelliği göstermiyorsa, ortaya somut, net, iş görür bir şey çıkmaz.
Daha somut örneklerle ifade edeyim… Malum, 19 Ocak’ın yıldönümünden geçiyoruz. Ben bir dindar olarak, olması gerektiği gibi Hrant Dink’i ölüm yıldönümünde anıyorum, üstelik “kardeşim” diyerek anıyorum. Çünkü “kardeş” karındaştan gelir ki, aynı karından çıkanlar, bir başka manada aynı yerden, aynı kaynaktan fışkıranları, aynı kaynakta yaşayanları ifade eder. Evet, bu manada Hrant Dink bir Türkiyeli olarak, aynı toprakta yaşadığımız biri olarak bizim “kardeşimizdir”.
Bir başka manada ise bir dindarın ödevi, çoğunluğun Müslüman olduğu bir coğrafyada azınlıktan birinin canı, bir masumun canı haksız yer alınmışsa, bu zulme dur demekten geçer ki bu da dinen bir zorunluluktur.
Gelin görün ki, işler böyle yürümüyor. Ortada çok çirkin ve anlaşılmaz bir tablo beliriyor; ” kardeşlik sadece din iledir, bu toprakları kimse bölemez, amma da Hrantçı oldunuz, reklam peşindesiniz, başka öldürülenler yok mu, sen başını örtsen ne olur, nasıl Müslümansın, bizim ölülerimizin mezarı yokken sen Hrant’ın katilinin peşine mi düştün?” vs. vs.
Bir başka örnek yine gündemden geliyor; Danıştay’ın ALES Sınavında başörtülüleri sınava almaması.
Gelin görün ki, neredeyse 14 yıldır Allah’ın bir emri olan “başörtüsü yasağı” sürecinde binlerce Müslüman kadın zulme maruz kalıyor ancak zalim olan devlet organlarına caydırıcılığı olan bir eleştiri, bir tepki, yukarıda Hrant Dink konusunda gösterilen din menşeili(?) tepki gösterilmiyor.
Yani “isim” olarak “İslam” adı almış bir organizma, cayır cayır laik dayatma ve zulüm yaparken isme takılan ve İslam’dan kaybeden dindar(?) birey bir yaptırım uygulamıyor, yutkunuyor ama konu canına kıyılmış bir Ermeni olduğunda, beynine kazınmış bir “isme” takılıp “İslam” adına, İslam’a neredeyse zulmederek tepki, öfke, nefret geliştirebiliyor.
Mevcut tabloyu görebildiniz mi? İsimlerin yıkıcılığında özünü kaybeden dindarların(?) zulme göz yummalarının nedeni sadece bir “isim”… Ve “İsim ile İslam” arasında ortaya çıkan sonuç sadece isim; Türk Müslüman.
Tüm bu tabloya bakarak, muhafazakarlığını din temeline dayandıranların aslında dine karşı bir hassasiyet, bir koruma göstermemesi karşısında dinle temelde hiçbir yakınlığı olmayan isimlere sıkı sıkı sarılıyor, onu muhafaza etmeye çalışıyor, bir de bu eylemini din ile temellendiriyor. “İsim ile İslam” arasında İslam’ı, isme kurban ediyor, üstelik yaptığını bir yanlış gibi görmek şöyle dursun, bunu dinden dolayı yaptığını zannediyor, neredeyse bir ibadet gibi kutsuyor, muhafazakarlaşıyor.
Tüm bunlar üzerine, sol argümanları dine birebir örtüştürenler yahut Liberalizm ile İslam’ın uyumluluğuna dair türlü açıklamalarda bulunanlar, sınırı aşanlar muhafazakarlaşmıyor ama yine “isim” hipnozunda, İslam’ın özünden yitiriveriyorlar, modern, kader tayin edici, kurgucu olabiliyorlar.
İşte tam burada konuya “İslamcılık” giriyor… Esasen “anti-modern” bir kavram olan “İslamcılık” maalesef bu minvalde, kurgusallığı, kader tayin ediciliği, dünyevi iddiaları etkisinde, modernleşiyor, eleştirdiği şeyin yönteminde erimeye başlıyor ve İslamcılık da “isim” odaklanması sonucu -ismine rağmen- İslam’ın özünden, “İslam’dan” farkında olmaksızın kaybediyor.
“Nereye geldik? Nedir bu, hiççilik mi, ret ettiğimiz- eleştirdiğimiz bu kavramların yokluğundan sonra ortada ne kaldı ki?” diyecek olursanız kısaca özetlemeye çalışayım…
İslam kendi başına zaten bir isimdir, ek bir isme ihtiyacı yoktur. Yani “İslam bir teslimiyet olduğu gibi bir temsiliyettir” de. Bu nedenle ek bir argümana ihtiyaç duymamaktadır. Ek argümanlar elbet olabilir ancak ek argümanlar onu zenginleştirmez, değerinden düşürür, zira zenginleşmeye muhtaç değildir.
Liberallerin, Solcuların, İslamcıların ve bu isimler altındaki daha küçük başlıkların yani türlü “isimlerin” kendini temsil ettiği bir dünyada, herkesi bir “isim” temsil ederken, bu isimler bir söylem olurken tüm bunlardan yalıtılmış, izole olmuşları kim, nasıl, hangi isimle temsil edecek, diye soracak olursanız; izah olunan gibi, İslam dindarları doğal, kurgusuz, isimsizken dahi bir varlığı olan bir kaynağa bağlanmışlardır. Ne bir temsiliyete, ne de ek bir isme ihtiyaçları yoktur, yineliyorum; “isim ile İslam arasında, İslam dindarları, modernizmden ve bir nevi karşıtı muhafazakarlıktan yalıtılmış bir halde bir temsiliyete zaten sahiptirler” iş odur ki, bunu görebilsinler.
11 Yorum
Yazan:MY Tarih: Oca 20, 2011 | Reply
harika olmus, ellerinden saygiyla öpüyorum canim kardesim.
vecize gibi paragraflar var. çok dengeli, her kusura esit mesafede duruyor.
Bu kadar kisa ve öz biçimde anlatmis olman hakikaten ALLAH’in bir lütfu,
Müslümalarin ciddi ciddi oturup düsünmesi gereken dosyalari açiyor. Birazdan dönüp tekrar okuyacagim
Yazan:logic Tarih: Oca 20, 2011 | Reply
devleti kutsal adledersen ona tepki de gösteremezsin. göstersen bile böyle cılız olur.
Yazan:curuf Tarih: Oca 20, 2011 | Reply
Makaleyi yazan arkadasi tebrik ediyorum.
Muhafazakar medyada dogru duzgun Turkce ile yazamayan erkek-kadin ise yaramaz o kadar yazar var, nasil yazar olmuslar hayret ediyor insan.
Yazan:Aliye Özkul Tarih: Oca 21, 2011 | Reply
tebrik ederim güzel ve yerinde bir yazı olmuş…
muhafazakarlık kelimesi bahsettiğiniz şekilde kullanıldı.
ancak ben bu noktada kelimelere karşı yinede olumsuz bir duygu içinde değilim. kavram kargaşası yaşayan bir millet olarak hangi kavrama takılsak onu moda olduğu dönemde içini boşaltana kadar kullanıp bir sonraki dönemde olumsuz manada kullanmayı başarabiliyoruz.
örneğin “komünizm” kavramı, 68 kuşağı döneminde bu kavramın sevdalıları ve düşmanları öyle hoyrat kullandılar ki en sonunda kullanamaz hale gelindi. bugün eskiden kendilerine komünistiz diyenler şimdi kendilerine “sosyalistiz” diyor. ben onlara olan saygımdan onlar gibi isimlendiriyorum kendilerini…
muhafazakarlık ta aynı şekilde içine aldığı tüm kavramlarla birlikte gözünü çıkartıncaya kadar kullanıldı. islamcılık ha keza… bütün bunlar kafaları bölünmüş, bakış açıları daraltılmış, kendi kimliklerine karşı oluşmuş ön yargılara iç güdüsel savunma mekanizmaları geliştirmiş ve bunun neticesinde kendi bünyesindeki ahlaki zaafları engelleyememiş bir psikolojinin eseri…
ben bireysel olarak bu içi boşaltılmış kelimeleri seviyorum. şu an içi boşaltılmaya başlanan “toplumsal barış” “özgürlük” kelimeleri gibi…
bu durumda kelimelerin bir suçu yok. suç kemileleri sade anlamlarıyla değilde güçleri nedeniyle kullanıp karşısındakini bununla dövmeye çalışan aktörler…
halbuki muhafazakar, islamcı vs. olarak isimlendirilen gurubun tabanı tanımlamalardan uzak kendilerine düzgün bir şekilde olan biten anlatıldığında herkesten daha güzel anlıyorlar. ama artık anladılarını anlatacak kelimeleri yok.
Yazan:cb Tarih: Oca 22, 2011 | Reply
yorumlara çok teşekkür ederim
Yazan:fikri sabit Tarih: Oca 23, 2011 | Reply
Yazar muhafazakar kelimesini tutucu kelimesi ile özdeşleştirerek yazısını yazmış. Halbuki bir kelimenin birden fazla karşılığı olabilir.
Türkiye’de muhafazakar diyince dindar, değerlerine sahip çıkan insanlar anlaşılıyor. Bence bir problem yok. Hrant gibi mazlumların yanında yer almanın yada almamanın muhafazakar kelimesinin atfedildiği insanlarla alakasını ben kuramadım. Muhafazakar demeyip İslam dindarları dersek yazarımızın bahsettiği problemin çözümüne nasıl bir katkıda bulunmuş olacağız biri bana anlatsın.
Yazan:ibrahim becer Tarih: Oca 23, 2011 | Reply
Sanırım Dilin canlı bir öğe olduğu gerçeğini gözardı ediyoruz. “Muhafazakar” kelimesi belki yirmi sene öncesinde “kendinden öncekilerden aldığını sıkı sıkıya muhafaza eden” olarak kullanırken bugün yeniliklere açık, Müslüman olmasına rağmen Gayri Müslim unsurlarla sıkı sıkıya ilişki içinde olan, kriter olarak din faktöründen ziyade adaletin peşinde koşan, her alanda söyleyecek sözü olanları temsil ettiği kanaatindeyim. En azından şu soruyu sorarım kendime: Issız bir adaya düşsem ve yanıma bir kişi almam gerekse Müslüman-Türk Emin Çölaşan mı, Ermeni-Ateist Sevan Nişanyan mı?
dilin canlı bir öğe olması hasebiyle “Muhafazakar” kelimesi “yobaz Müslüman” algısından ideal insan gerçeğine doğru evrilirken, karşı cepheyi temsil edenler şu anda “dogmatik” şemsiyesi altında mukimler bence.
Onlar için bir adım sonrası mı? Kesinlikle esfeli safilin…
Yazan:ali yardım Tarih: Nis 10, 2011 | Reply
İslamcılık çıkışı itibariyle modernist bir ideolojidir, sonrasında batıdaki modernizm eleştirisinden kuvvet bularak anti-modern bir çerçeveye otursa dahi İslamcılığın bütün ekollerini anti-modern sayamayız. anti-modernliği Osmanlıda gelenekçi-medrese uleması temsil ediyordu. muhafazakarlık değişim bakımından evrimcidir ve onun da modernist bir yanı vardır. bugün modernist İslamcıların kendilerini neden muhafazakar diye adlandırdıklarını anlamak bu yüzden zor değil. İslamın kalıp olarak bir siyasal teori öngörmediğini düşünürseniz, toplumun çekirdeğini din ve geleneğin oluşturduğunu savunursanız, muhafazakar olursunuz. belli bir siyasi ütopyanın peşinde olmayan,İslami değerlerden kopmadan modernleşmenin savunusunu yapan, devrimci değil evrimci yönelim sahipleri, muhafazakardırlar.
tabi bu kendisinde bir paradoks besliyor, bir yandan bilgi edinme bakımında tamamen seküler düşüneceksiniz, diğer yandan ilahi-aşkın referanslarla uyum içerisinde olacaksınız. yani dünyevileşirken müslümanca kalacaksınız, zor iş gibi gözüküyor. şizofrenik yönleri olduğu kesin.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Nis 11, 2011 | Reply
Yayımlandığında beğeniyle okuduğum bir yazıydı.Ancak “muhafazakarlık”ın yeniden tartışmaya açıldığı şu son dönemde değeri ve anlamı kat be kat artmış bir yazı.Cemile hanım kardeşim sanki muhafazakarlığın giderek bir ideolojiye evrildiğini çok önceden sezmiş.Evet,”isim muhafazakarlığı”yla kendini sınırlayan tutucu anlayış,”başörtülü vekil yoksa oy da yok”kampanyasının başlamasıyla kabak gibi sırıtır oldu.
Demek ki bir yere kadarmış,çizilen çerçevenin/sınırları belli roteriğin dışına çıkıldığı anda işin rengi değişebiliyormuş.
İyi ki bu kampanya başladı diyorum.Tam bir turnusol işlevi gördü valla.En azından ne kadar çok tatlı su muhafazakarı var bir bir ortaya dökülüverdi birden.
Yazan:MY Tarih: Nis 11, 2011 | Reply
Haklisiniz Aziz Bey,
kimin neyi muhafaza ettigi belli olmuyor bazen. Kimi su veya bu partideki koldugunu, arpaligini MuHaFaZa ediyor ama bunu Islam adina yaptigini söylüyor. Aslinda en güvenilir turnusol kagidi hakkaniyet. Sözümona “kanun / düzen / huzur” ya da inanç/gelenek MuHaFaZasi için birinin hakkini yemek söz konusu ise eninde sonunda pis bir koku çikiyor. “Simdi Kürtçe’nin SIRASI mi? Simdi basörtüsünün SIRASI mi? Simdi zorunlu askerligin SIRASI mi? Simdi yetimlerin, dullarin SIRASI mi?…” Böyle uzayip gidiyor bu serzenisler. Adama sormak lazim, “kardesim hiç kimsenin hakkini aramayacaksan sen niye siyasete girdin? Cebini doldurmaktan baska hiç bir seyin SIRASI degil mi?”
Yazan:cb Tarih: Nis 11, 2011 | Reply
Aziz bey, eksik olmayın, bilmukabele…
MY,
sanırım gidişat o yönde diyor ekliyorum; “ahh azizim ne olacak bu memleketin hali? sosyalağ profiline “liberal demokratım” yazmayan kaç kii kaldık?” selam ile…