Kör ölür, badem gözlü olur – Uğur Mumcu için alternatif bir ağıt
By Ayhan Korkmaz on Oca 26, 2011 in atatürkçülük, Devlet Terörü, Devletçilik, devrim, islamcilik, Kemalizm, Laiklik
“Türk ne demektir? Türk vatandaşı kimdir? Türk vatandaşı İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemesi usulune göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve islam hukukuna göre gömülen kişidir.” (Uğur Mumcu)
Uğur Mumcu 22 Ağustos 1942 tarihinde orta halli memur bir ailenin dört çocuğundan üçüncüsü olarak dünyaya geldi. Eğitim süreci, gelecek vaadeden bir öğrenci olduğunu daha 20 yaşındayken kanıtlıyordu.1962 yılında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan Türk sosyalizmi başlıklı gazetesiyle Yunus nadi ödülünü aldı. 1963’te fakültede öğrenci derneği başkanı seçildi.1969-72 yılları arasında da profesör Tahsin Bekir Balta (aynı zamanda hocası)’nın asistanlığını yaptı.
Kendi dekleresine göre Uğur Mumcu solcu bir aydın ve kemalistti. Bundan 20-30 sene kadar önce günümüz kemalistlerinin ezberlerini oluşturacak fikri altyapının güçlü mimarlarından biri oldu. Yaptığı pek çok panel, seminer vb. gibi etkinliklerde; modern hukukun ve siyasanın, teokratik bakış açısıyla çeliştiğini iddia etti ve bu eksende eleştirilerini din sömürüsü üzerine yoğunlaştırdı.
Bir panelde yaptığı ünlü konuşmalarının birinde şöyle demiştir:
“1928 yılında anayasadan devletin islamcı bir devlet olduğu maddesi kaldırıldı.1930 yılında da okullardan din dersleri 1939 yılında da köy okullarından din dersleri kaldırıldı. Bunlar niçin yapıldı?Laiklik için yapıldı çünkü dünyada ya olayları teokratik açıdan göreceksiniz böyle bir eğitim anlayışınız olacak. Ya da laik anlayış olacak. Karma ekonomi gibi hem islamcı hem laik anlayış olmaz. Ya laiklik ya islamcılık, eğitim bu. Mustafa Kemal ve düşün arkadaşları laisizmi benimsediler. Köy enstitüleri olayını bu süreç içinde değerlendirmek gerekir. Köy enstitüleri 40’lı yılların başında çıktı. 40’lı yılların sonlarına doğru kapatıldı ve yıkıldı.Niçin? Çünkü Türkiye’de 40’lı yıllarda bir yol ayrımındaydı dünyada büyük bir savaş yaşanmaktaydı. Nasyonal sosyalist rejimler, Marksist rejimler ve burjuva demokrasileri arasında bunların orduları arasında sıcak savaş yaşanıyordu. Türkiye bu sıcak savaşta bu savaşa katılmama siyaseti gütmekteydi ve bir çeşit dengeli siyasetle bir denge aradı. […] Hangi iktidar din sömürüsüne dayanmış mutlaka yıkılmıştır. CHP iktidarı 49 yılında din derslerini kabul etti. Yıkıldı kurtaramadı bu ödün. Demokrat parti 1957’de Said’i Nurs-i’nin cüppesini bayrak yaptı. Ne oldu ? Yıkıldı.Süleyman Demirel 1960’ların ortasında Nurcuların, Süleymancıların, tarikatların sakallarını okşadı. Ne oldu? Yıkıldı. Hac seferleri düzenleyen ANAP ne oldu %20’ye indi. Halka güvenmek gerekiyor.”
Bu bakımdan günümüz sekülerizminin ve küresel ölçekte yaşanan modern-postmodern tartışmasının (entelijans ağzıyla ifade edecek olursak) turnusol kağıtlarından biri olan din kavramının okunması ve yönetim kültürüne ne şekilde eklemleneceği hususunda, dini yönetim kültürünün dışına atarak modern cephede yer alıyordu.
Diğer taraftan Uğur Mumcu’nun kemalizm vurgulu fikirleri demokratlık(ya da bireycilik) bağlamında günümüz kemalistlerinden kat be kat ileriydi. Nazlı Ilıcak’ın bir programında imam hatiplerinin genel yapısını ve islamcı ideolojiyi eleştirmeden önce konuşmasına, “islamcı ideoloji elbette serbest olmalıdır. Bunu tartışmıyoruz” diyerek başlamıştır. Bu bakımdan günümüz kemalistlerinin mizah bir biçimde iddia ettiği “sakıncalı bir görüş yasaklanmalıdır/yasaklanabilir” kollektivist refleksinden de bir aydın olarak hayli uzaktı.
Mumcu’nun demokrat kültürle ilişkisi bununla da kalmıyordu. Kendi görüşü ekseninde Mumcu’nun demokrat çizgisi, günümüz kemalistlerinin devletçi siyasetinden de ciddi biçimde ayrışıyordu. Onun fikri projesi darbe, ordu,muhtıra,danıştay,anayasa mahkemesi gibi bürokratik bir elitin toplumu aydınlatması, ona vesayet etmesi biçiminde değildi. O kuvay-ı milliyeyi ve onun ruhunu bir sivil toplum hareketi olarak tarif ediyordu ve aydınlanma felsefesinin temel değerlerinin topluma ancak tabandan gelen böyle bir sivil toplum hareketiyle kazandırılabileceğini iddia ediyordu.
Yine kendi ağzından şu şekilde ifade edecekti:
“21.yy’a girerken şunu görüyoruz ki bu güne kadar Türkiye’de sonuç almış en güçlü örgüt Kuvay-ı milliye örgütüdür. Mustafa Kemal ve arkadaşlarıdır. Kuvay-ı milliye toplumun en sağlam sivil örgütlenme modelidir.İkincisi 40’lı yıllara rastlayan köy enstitüleridir. İkiside sivil toplumun vazgeçilmez kurumlarıdır.”
Bunun dışında Uğur Mumcu’nun çarpıcı bir özelliği de yine aynı hitabında şu şekilde dikkat çektiği kültürel kafa karışıklığı meselesidir;
“Sayın dinleyiciler biliyorsunuz Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devrimi yaptı. Hukuk devrimi batılı yasaların resepsiyon yoluyla Türkiye’ye getirilmesi demek. İtalya’dan ceza yasası aldık. Fransa’dan idare hukuku ilkeleri aldık. İsviçre’den medeni hukuku aldık. Almanya’dan ceza yargılaması hukukunu aldık. Bir gülmece dergisindeki şu tanım olayları yeterince sergiliyor. Türk vatandaşı tanımı.
Diyorki; Türk ne demektir? Türk vatandaşı kimdir? Türk vatandaşı:
İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemesi usulune göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve islam hukukuna göre gömülen kişidir. O dönemde böyle yasaların alınması zorunluydu çünkü toplum bir yol ağzındaydı. Ya batılı laik sistem alınacak ya da teokratik sistem kabul edilecekti.”
Uğur Mumcu bu gün halen içinde bulunduğumuz kültürel şizofreninin farkındaydı, ancak bunun dönemin zorunlu koşulları gereği gerçekleştirilen bir modernizasyon çabası olduğunu iddia ediyordu.
Bende Mumcu şöyle bir his uyandırmakta; (fikirlerine hayli mesafeli olmakle beraber) Bu gün yaşasaydı ve aynı fikirleri savunsaydı, Uğur Mumcu karşıt görüşlerde yer almaktan, oturup konuşmaktan keyif alacağınız bir adam olurdu. 30 sene önce günümüz kemalistlerinden daha demokrat ve her şeyden önce düzeyli bir üsluba sahip, kuvvetli bir entellektüel ve iyi bir hatipti.
24 Ocak 1993’te Ankara’da Karlı sokakta Karlı bir kış günü öldürüldü. Ankara’ya yine kar çok yakışıyordu, asfaltlar ışıldıyordu ama Yılmaz Erdoğan bu kez yanılıyordu resmi yalanlar bir türlü buz tutmuyordu.
C4 tipi dünyanın en ucuz ve kalleş plastik bileşimi (Cyclotrimethylene-trinitramine (C3H6N6O6)) ile düzenlenen suikasti ilginç bir biçimde aynı anda 3 tane islamcı örgüt üstlendi(İslami hareket-İbdaC-İslami Cihat). Bir terör zirvesi havasını andıran bu saçmalık bazı kesimleri tatmin etmedi ve araştırmalar sürdü. Patlamanın ardından gerekli C4 kalıntılarının ortadan kaldırılmış olması ise gözleri islamcı teröristlerden profesyonellere çevirdi.
Ergenekon davası sanıklarından Ümit Oğuztan iddianamede yer alan ifadesinde, Mumcu’nun seri numarası silinmiş ve şu an Irak Devlet Başkanı olan Kürdistan Demokratik Partisi lideri Talabani’ye götürülen silahlarla ilgili araştırması nedeniyle öldürüldüğünü iddia etti.
Süleyman Demirel, Erdal İnönü ve İsmet Sezgin cinayetin ortaya çıkarılmasının namus borcu olduğunu söyleyerek namus sözü verdiler. Elbette Süleyman Demirel’in namus sözünü tutamaması demokratları dahi şaşırtmadı.
Ancak ölümüne ilişkin meydan okuyuşunun umudu yine kendi ifadesiyle;
“Ben Atatürkçüyüm, Ben Cumhuriyetçiyim..
Ben Laikim,
Ben Anti-emperyalistim..
Ben özgürlükçüyüm..
Ben bağımsız Türkiye’den yanayım..
Ben insan hakları savunucusuyum..
Ben terörün karşısındayım..
Ben yobazların, hırsızların,,
vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım..
Öyleyse, vurun, parçalayın..!
Her parçamdan benim gibiler, beni aşacaklar çıkacaktır.”
Kendini aşanların çıkmasıydı.
Ama çıkmadı bırakın onu aşmayı kemalizm kendi mücadelesinde Mumcu’nun sivil toplum modelini kavramaktan bile oldukça uzaklaştı. Diktadan, ordudan , yargıdan bürokratik elitten medet umar bir halde atalarının miraslarıyla övünen enteresan nostaljik bir yapıya dönüştü.
Bize de, solun üstüne bir şey koymadığı ve giderek erittiği bu entellektüel mirası evrensel sol değerlerle bağdaştıracak Mumcu gibi kıymetli düşünürlerin yeniden gelebilmesini ümit etmek kaldı.
Nur içinde yatsın.
31 Yorum
Yazan:olcay erturk Tarih: Oca 26, 2011 | Reply
20li yaşlarında, hayatında 10 kitap ya okumuş ya okumamış insanlar Uğur Mumcu hakkında eleştri yazmıyor mu…
Yazan:MY Tarih: Oca 26, 2011 | Reply
Mumcu üniversitede ögrenciyken bir arbede çikar. Ögrenciler iti-kakis, tas sopa vasitasiyla “iletisim” kurmaktadir. Sonradan Turgut Kazan’in çalisma arkadasi olacak bir hanim Mumcu’nun tutkulu bir biçimde söyle dedigini duyar: “ahh keske bir kisi ölse surada, ah bir kisi ölse! Vallahi devrim olur devrim!”
Gençligimde Cumhuriyet alir, Ilhan Selçuk, Hasan Cemal ve Ugur Mumcu’yu düzenli okurdum, evimize gelen bu hanimefendi ise (ki o da kemalist idi) Mumcu’nun adinin geçmesine dahi tahammül edemezdi.
Yazan:kaankk Tarih: Oca 26, 2011 | Reply
din/ din dersleri analizindeki sığlığa bak…
tamam kim olursa olsun elinde silah olmayan birinin katledilmesine karşı çıkarız ama istihbaratla bir ajan gibi iç içe olan böyle jurnalci, kemalist-islamofobik bir adamı da ”demokrasi şehidi” yaptılar ya, pes.
***
”islamcı ideoloji tabi ki serbest olmalıdır” demesi, yalnızca sahibin-efendinin altındakileri hoşgörmesindendir. hoşgörüsünün kaynağı da bu kadar geniş kitleye baskının isyanı getirip başına çorap öreceğinin farkındalığıdır.
”istediklerini konuşsunlar ama bu vatan bizim”cidir.ideolojinin/özgürlüğün sınırlarını çizen konumundadir. ülkenin sahibidir çünkü: ”Atatürkçüdür,Cumhuriyetçidir,Laiktir,” bu ülkeyi onlar var etmiştir(!), ve burası onlarındır. diğerlerinin bunu reddederek konuşması,fikirleri meşru değildir…
***
hakkatten öldü badem gözlü oldu.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Oca 26, 2011 | Reply
Olcay bey, daha 5.5 yaşındayken bütün cin ali serisini bitirmişliğim var haksızlık ediyorsunuz.
Yazan:ali duman Tarih: Oca 26, 2011 | Reply
“yiğidi öldür hakkını yeme”
evet, bugün yaşıyor olsaydı büyük bir ihtimalle ulusalcıların cephesinde olacaktı.
ancak ne var ki gazeteciliğin namusu olan “dürüstlüğü”nü tartışamayız, zaten onu ölüme götüren de gazetecilik mesleğinin namusu olan dürüstlüğü ve her türlü gizli kalmış hakikatların ortaya çıkarılmasına yönelik başarı gösterdiği araştırmacı gazeteciliktir.
yaptığı mesleğin hakkını vermeyi başarmış olması takdiri hak eden bir davranıştır.
politik ve siyasi duruşu ayrı bir şey, mesleğindeki başarısı ayrı şeydir, bunları birbirinden ayırmak gerekir.
mesala anımsadığım kadarıyla abdullah çatlı’nın mustafa özbey kimliğiyle ülke içinde serbestce dolaşmakta olduğunu ilk o yazmıştı, esasında öldürülmeseydi bugün öğrenmekte olduğumuz derin devlet pisliklerini onun yazılarından öğrenebilecektik, zira tahminimce de bu yüzden öldürüldüğüdür. PKK’nın bir ergenekon/derin devlet yapılanması olduğunu, pkk’ya silah dahi verildiğine dair bilgileri öğrenmiş ve bunları turgut özal’a bir dosya halinde sunduğu veya sunacağı söylenmektedir, zira aynı yıl içinde özal ve eşref bitlis öldürüldü, sivas madımak olayı, başbağlar katliamları yapıldı. bunların tamamı birbiriyle ilişkili olaylardır. tıpkı danıştayın basılıp bir hakimin öldürülmesi gibi, derinliğine araştırılırsa işin içinden kimin, kimlerin çıkacağı gün gibi aşikardır, fazla uzağa gitmeye gerek yok.
kendisini yaklaşık 15 yıl kadar okudum, siyasi hasmı çetin altan ve oğulları idi, onları sürekli olarak “dönek marksist ve tosuncukları” diye,ya da “liboşlar” diye suçlardı, gelişen dünyaya ulusal sınırların dar geldiğini anlamaz, anlamak istemez, ulusal bağımsızlık gibi, bugün hiç bir koşulda geçerliliği kalmamış ilkel bir siyasi görüşü savunurdu, işin kötüsü sol ve sosyalist olanlar da genelde bu minhalde düşünürdü, oysa çetin altan, gelişen dünyayı doğru okumakta ve doğru yorumlamaktaydı. Bu tartışmalarda Uğur Mumcu’nun haklı olduğunu düşünüyordum, oysa aradan geçen onca yıl sonra tarih Çetin Altan’ı haklı çıkardı ve dünya Çetin Altan’ın öngördüğü şekilde değişti, değişmekte.
Uğur Mumcu’yu haklı görenler,bugün onun da çok daha gerisine savruldular, zira esen rüzgar, ona karşı koymayı bilemeyenleri daha da geriye savurabilmekte, bu örneği yaşadık ve yaşıyoruz.
Yazan:Olcay Erturk Tarih: Oca 26, 2011 | Reply
Ortada bir Islamofobi yok kaankk bey. Islam ülkelerindeki gelişmişlik seviyesine bakınız. 1400 yıllık felsefe kitapları ile toplumsal yaşamı düzenlerseniz olacağı açık. Ramazanda, tavuk kesilir miyi, evrim sempozyumlarında yaradılışı, depremin tanrının cezası olup olmadığını tartışırsınız. Burada saçmalıklardan konuşan adamları da islamofobiklikle suçlarsınız.
Yazan:Mahmud Abbas Tarih: Oca 26, 2011 | Reply
Bugün Uğur Mumcu’nun düşünce sistemini klasik-resmi Kemalist çizgide aramak bizleri yanılgıya düşürmektedir..Uğur Mumcu’nun düşünce sistemi 27 Mayıs’ı savunan,emperyalizmle yapılacak savaşın kazanılması sonrası kurulacak ”Tam Bağımsız Türkiye”de yaşama geçirilecek Sosyalizm beklentisidir…Tabi bugün milyonların uğurladığı ”Uğur Mumcu”nun düşünceleri bu milyonlar arasından kaç kişi tarafından tam olarak bilinmektedir o da bir soru işaretidir…Atatürk ile Sosyalizm arasında oluşturulan bu bağ ve teori en az M.Kemal tarafından bu topraklarda uygulanmaya çalışılan ”Laisizm” kadar şizofrenik bir durumdur…Uğur Mumcu çizgisindeki Kemalizm’i Atilla İlhan,Deniz Gezmiş,İlhan Selçuk vb. bu çizginin savunucularında da görebilmek mümkündür.Ancak Bu tür MDD’ci Kemalizm ile Deniz Baykal’ın,Canan Arıtman’ın vb. Kemalizmini karıştırmak bizi sağlıksız sonuçlara götürür..İkisinin tarihsel kökenlerinde ortaklıklar çok olmakla birlikte gidilen yol ve hedef oldukça farklıdır.Ve bu iki Kemalizm’den ikincisi birincisini hapislerde çürütmüş,idam sehpalarında yok etmiştir..İki Kemalizm’i bugün birarada görebilmemizi ise Ak Parti iktidarının karşısındaki stratejik zaruretlerde arayabiliriz…
Yazan:yer altından notlar Tarih: Oca 26, 2011 | Reply
Sayın Olcayto Tan Haskol,
Çalışmanız,benimsediğiniz dünya görüşü üzerinden değerlendirilirse, gerçekten Mumcu’nun ölümü ardından yapılan çalışmalara alternatif bir çalışma olmuş.Öncelikle,farklı bir düşünce/ideolojiye sahip bir insanı onurlandırıcı bir dille kalema almanız takdire şayan.Siyasi kaygılardan uzak bu mertçe duruşunuzu haddim olmayarak tebrik ediyorum.
Ancak,Uğur Mumcu hakkındaki görüşlerinizi paylaşamayacağımı da belirtmek isterim.Ölen bir insanın hakkında olumsuz yargılarda bulunmak doğru değil elbet.Ne var ki aydın duruşu kritiği yapılırken,yargı ve değerlendirmeler söz konusu kişinin fikir bağıyla bağlı olduğu bir ideolojik akımın temsilcileriyle kıyaslandığında bu yanıltıcı olabilir.Merhum,yazınızda atıfta bulunduğunuz entelektüel birikime/akademik kariyere sahip olabilir-ki öyledir-lakin”demokratlığın ölçütü”nün,günümüz Kemalistleriyle kıyaslanarak elde edilebileceğini düşünmüyorum.
Bundan hareketle, Uğur Mumcu’nun özgürlükçü,insan hakları savunucusu bir aydın kimliğine sahip olduğu görüşünde değilim.Okuduğum yazılarından,Ulusalcılığı ve merkeziyetçi devlet anlayışını önceleyen bir fikri altyapıyı benimsemiş olduğu kanaatindeyim.Ve evet hakkını teslim etmek gerekirse bu alanda güçlü bir kaleme sahip usta bir teorisyendi.Buna karşılık,yaşadığı dönemin hak ihlalleri,antidemokatik uygulamaları vb.konusunda tek bir satır yazdığını hatırlamıyorum.
Son olarak:Kimi katılmadığım kısımlarına karşın yazının içeriğiyle başlığı arasında bir tezat olduğunu düşünüyorum.Zira yazıda aleyhte bir yergiden çok düzeyli bir eleştiri hakimken,”Kör ölür,badem gözlü olur”kısmı fazla olmuş.Başlığın geri kalan diğer kısmı yazıya daha uygun düşerdi kanımca.
Ellerinize sağlık teknik olarak beğeniyle okunabilen bir yazı olmuş.
Yazan:kaankk Tarih: Oca 26, 2011 | Reply
klasik aydınlanmış pozitivist insan rasyonalitesi… müslüman olduğum için ne desem boş,kafa gericilikten başka şeye basmaz çünkü!
o yüzden sizi bir ateistle baş başa bırakıyorum:
***
Tehlikenin farkında mısınız? İlhan Selçuk’un Cumhuriyet gazetesindeki köşesi devam ediyor! İçi boş bir çerçeve olarak yayınlanıyor her gün. Sanki her an yeniden yazmaya başlayabilirmiş gibi.
Ve her gün baş sayfadaki bir reklam İlhan Selçuk’un ses kayıtlarının CD halinde gazeteyle birlikte verileceğini müjdeliyor: “Ümit Zileli soruyor, Aydınlanma Bilgesi anlatıyor.”
“Aydınlanma Bilgesi” ifadesine bayıldım doğrusu!
Halit Çelenk, İlhan Selçuk için “ömrünü halkın aydınlanmasına adayan usta kalem” diyor.
Çelenk’in şu sözleri, Cumhuriyet’in “aydınlanma” kavramına ışık tutuyor:
“Son yıllarda Türkiye için yaşamsal önem kazanan köktendinciliğe karşı demokrasinin önkoşulu olan laiklik ilkesinin savunulmasında ve Aydınlanma felsefesinin ülkemizde yerleşmesi doğrultusunda verdiği savaşımın önemini belirtmek istiyorum.”
Aydınlanma felsefesi acaba dünyada kaç ülkede silahlı kuvvetler tarafından yerleştirilmiştir? Tepeden dayatılan bir şey, dünyanın en iyi şeyi de olsa, zorla dayatıldığında nasıl “demokrasinin önkoşulu” olabilir? Halk aydınlanmak istemiyorsa, asker eliyle aydınlatmak “Aydınlanma felsefesinin” neresine sığar?
Bu soruları bir yana bırakalım. Cennette merhum Genelkurmay Başkanlarıyla kadeh tokuşturmakta olan bir adamın arkasından dalga geçmek doğru olmaz.
Benim sorum başka: İlhan Selçuk ve şürekâsı “aydınlanma” kavramından ne anlıyor?
Sıkıp suyunu çıkarırsak, anladıkları çok basit: Dinin anlamı ‘karanlık’, ‘gericilik’ ve ‘gerilik’; aydınlanma ise ‘dinden kurtulma’, ‘ilerleme’ ve ‘çağdaşlaşma’ anlamına gelir.
Ama bu kadar değil. İlhan Selçuk gibileri için ‘karanlık’ olan genel anlamda din değil, özel olarak İslam dini.
Dünyaya bakıyorlar, Hıristiyan ülkeler gelişmiş, Müslüman ülkeler geri.
Çıkardıkları sonuç kolay: Müslüman ülkelerin ekonomik, teknolojik, askerî açılardan geri olmasının nedeni Müslümanlık. Demek ki, Müslümanlıktan vazgeçmek, aydınlanmak gerek!
Bu görüş Cumhuriyet gazetesine ve Kemalizm’e özgü değil. Özlü bir ifadesini, tarihçi Bernard Lewis’in 2002’de yazdığı ve Oğlak Yayınları’nın 2006’da Hata Neredeydi? 300 yıldır sorulan soru adıyla yayımladığı kitapta bulmak mümkün.
Şöyle başlıyor Lewis: “Hata neredeydi? İslam dünyası uzun zamandır bu soruyu soruyor. Aslen Batı’yla karşılaşmalarından doğan bu sorunun içeriği ve soruluş biçimi, karşılaşmanın koşullarına, kapsamına, süresine göre değişiyor.”
Ve sonuç bölümünde şöyle bitiriyor: “Batı özgürlüğünün teori ve pratiğini bilen Batılı bir gözlemci için, Müslüman dünyasının pek çok sorununun altında yatan, tam da özgürlüğün yokluğu (aklın sınırlamalardan ve dayatmalardan özgürlüğü, ekonominin yolsuzluktan ve sürekli kötü yönetimden özgürlüğü, kadının erkek baskısından özgürlüğü, vatandaşın istibdattan özgürlüğü).”
Usta bir tarihçi olduğu için açıkça söylemiyor Lewis, ama her Batılı ne demek istediğini hemen anlar: Sınırlama, yolsuzluk, kötü yönetim, kadının eşitsizliği, baskı ve istibdat İslam dinine içseldir; İslam ülkeleri bu nedenle geridir.
İki soru geliyor insanın aklına.
Madem gerilik İslam’dan kaynaklanıyor, nasıl olur da Hıristiyan Batı dünyasının ortaçağ karanlıklarında debelendiği dönemde İslam dünyası uygarlığın zirvesini temsil ediyordu?
Madem geriliğin nedeni İslam, o zaman koca Afrika kıtası niye iki yüzyıldır karanlıklar içinde çırpınıyor? Bütün siyahlar Müslüman oldu da biz mi duymadık?
Dünyanın geniş kesimlerinin Batı’ya kıyasla ekonomik, bilimsel, askerî açılardan geri olması İslam’dan değil de, kapitalizmin Avrupa’nın kuzeybatı köşesinde ortaya çıkmış olmasından ve bu köşenin dünyanın her yanına müdahale etmiş olmasından, sömürgecilikten, emperyalizmden kaynaklanıyor olmasın? Bir kere geri düştükten sonra, emperyalizmin bu geriliği sürdürmesinden ve pekiştirmesinden kaynaklanıyor olmasın?
İlhan Selçuk’un aydınlanmadan anladığı, “muasır medeniyet seviyesi”, yani Batı. Müslüman Türkiye’nin ve Hıristiyan Latin Amerika’nın geriliğinin nedeni de aynı Batı. Müslümanlıkla, dinle, aydınlanıp aydınlanmamakla filan alakası yok.
RONİ MARGULİES
Yazan:Olcay Erturk Tarih: Oca 26, 2011 | Reply
@kaankk
RONİ MARGULİES’in yazdıklarında yanlış bulduğum bir şey yok.
“Islam dini” Islam ülkelerindeki sosyo-ekonomik yapıdan bağımsız olacak var olan veya üzerinde konuşulabilecek bir şey değildir. Islam ideolojisi ve dini, 1400 yıl önce yazılmış bir kitap da değildir. Islam, Islam cografyasındaki insanların kültürü, toplumların yapılarıdır. Zaten, ülkemizdeki bir kısım tarafından dillendirilen de tam olarak budur. Islam, bir inanç sistemi değildir. Durum bu iken, Islam düşmanı olarak gördüğünüz insanların karşılarına aldıkları şey bir inanç sistemi olarak Islam değildir, daha çok bir ideolojidir. Kemalizm üzerine yapılan eleştiriler de Islam üzerine yapılan eleştiriler aslında aynı öze sahiptir. Nasıl kemalizm’de eleştirilen, zihinleri bu ideoloji ile şekillerindirilmiş insanların, bir kısım elit tarafından kullanılıyor olması ise, Islam’da da eleştirilen zihinleri bu ideooloji ile şekillendirilmiş insanlar ile var olan düzenin devam etmesinin sağlanmasıdır.
Durum böyleyken, Islam ideolojisi üzerine yapılan eleştirileri, “e bu geri kalmışlığın sebebi başka bir şey” diyerek cevaplamak saçma olur. Şu an eleştirinin yöneltilebileceği 2 nokta vardır. 1.si dünyanın bir kısımında var olan geri kalmışlığın sebebi olan kapitalist sistem ve bu geri kalmış ülkelerdeki geri kalmışlığın devamı için kullanılan ideolojiler. Bu ideolojilerden bir tanesi de Islam ideolojisidir. Eğer bunlar doğru ise, insanları Islamofobilikle suçlayanların, Islam coğrafyasındaki sosyo-ekonomik yapıya özendiğini sonucunu çıkarmak gayet normaldir. Çünkü, bu kimseler, Islamofobilikle suçladıkları insanların Islam ideolojisinden ve bunun beraberinde barındırdıklarından korktuğunu iddia etmektedirler. Ki Islam ideolojisi ve beraberinde barındırdıkları şeyler de korkulmayacak türden şeyler değildir.
Yazan:Olcayto TanHaskol Tarih: Oca 27, 2011 | Reply
@yer altından notlar
est. efendim öncelikle okuduğunuz zaman ayırdığınız için ben teşekkür ederim.
Ancak,Uğur Mumcu hakkındaki görüşlerinizi paylaşamayacağımı da belirtmek isterim.Ölen bir insanın hakkında olumsuz yargılarda bulunmak doğru değil elbet.Ne var ki aydın duruşu kritiği yapılırken,yargı ve değerlendirmeler söz konusu kişinin fikir bağıyla bağlı olduğu bir ideolojik akımın temsilcileriyle kıyaslandığında bu yanıltıcı olabilir.Merhum,yazınızda atıfta bulunduğunuz entelektüel birikime/akademik kariyere sahip olabilir-ki öyledir-lakin”demokratlığın ölçütü”nün,günümüz Kemalistleriyle kıyaslanarak elde edilebileceğini düşünmüyorum.
Bundan hareketle, Uğur Mumcu’nun özgürlükçü,insan hakları savunucusu bir aydın kimliğine sahip olduğu görüşünde değilim.Okuduğum yazılarından,Ulusalcılığı ve merkeziyetçi devlet anlayışını önceleyen bir fikri altyapıyı benimsemiş olduğu kanaatindeyim.Ve evet hakkını teslim etmek gerekirse bu alanda güçlü bir kaleme sahip usta bir teorisyendi.Buna karşılık,yaşadığı dönemin hak ihlalleri,antidemokatik uygulamaları vb.konusunda tek bir satır yazdığını hatırlamıyorum.
Burada hemfikiriz. Aslında bu kısma açıklık getirmem gerekiyordu. Uğur Mumcu’nun günümüz kemalistlerinden daha demokrat olması benim açımdan da “demokrasi standartlarının” yanından geçmiyor açıkçası.
Yalnız şöyle bir tahlilde bulunayım Mumcu’nun yaşadığı dönemde bütün görüşler resmi ideoloji ekseninde var olabiliyor. Demokratından, sosyalistine milliyetçisine kadar bütün doktrinler rejime vesayet edenlerin izin verdiği ölçüde ifade edilebiliyor. Elbette buna temelden karşı çıkan mücadele eden büyük fikir adamlarıda var ve Uğur Mumcu bu fikir adamlarından biride değil.
Bu bakımdan dönemi için oluşturduğu bir fikri dinamizm var “rakiplerin kalitesi” hem sol cephede daha ciddi bir entellektüel birikime neden olur hemde karşıtlarını daha fazla öğrenmeye, çalışmaya iter harekete geçirir gibi geliyor bana.
@kankk
Siyaset felsefesinde yanlışım varsa düzeltin demokrasi kavramı içinde güçlünün(ya da çoğunluğun diyeyim)güçsüze bakış açısı son 30-40 yıllık dönemde 3 temel kavramla evriliyor.
Bunlardan ilki sizin tespit ettiğiniz tolerate kavramı. Yani güçlü zayıfı tolere eder etmelidir. Yalnız bu hak anlamında bir iktidar ilişkisini doğurduğu için bu kavram red ediliyor. Yani gücün sahibi benim seni tolere ediyorum. Gücün yanında erdemide tekelime alarak iktidarımı meşru gösteriyorum gibi bir durum oluşuyor. Büyük ölçüde bizim entellektüellerimizde bu aşamada kalıyorlar(Doğal olarak).
Yani islamcılarda,sosyalistlerde,nasyonalistlerde devlet kontrolünü ele geçirmek hedefinde bunu yaparak kendi ideolojilerini egemen kılmak ve diğer kesimleri tolere etmek planındalar.
İkinci aşamada respect kavramı öne çıkıyor. Yani saygı. Senin birini tolere etmeye hakkın yok adamın zaten kendi ideolojisini savunmak özlük hakkı buna da saygı duymak zorundasınız diyorlar.
Son aşamada blind-wellness, makul sağlıklı körlük diye çevirebileceğimiz kavram gelişiyor. Diyorlarki sen bir başkasının özlük hakkına saygı göstermek zorunda değilsin ama en azından görmemek taciz etmemek durumundasın diyorlar.
Bu son iki kavram üzerinden çekişme halen sürüyor ama Mumcu’yu tahlil ederken bu vizyonun sadece Türkiye’de değil dünya genelinde de tam oturmadığını belirtmek lazım.
@Mahmud Abbas’ın buradaki tespitine katılıyorum ben. Bu düzeyde birikim sahibi adamların nihai hedefi “resmi ideolojiyi” fazla kurcalamadan bir sosyalizm getirmekti sanırım.
Dinle ilgili okuması ve diğer fikirleri hakikaten vahim ve benim için anlamsız.
Bütün bunların dışında en vahim gerçekse CHP’de bu ayarda fikir adamlarını göremiyor olmamız. Yani Mumcu demokrat falan değil ama bu günkü kemalistlerin yanında Lincoln gibi falan bir hali var sebebi ise solun zamanın ruhundan koparak rüzgara duvar örme giderek daha geriye düşme çabası.
Yazan:kaankk Tarih: Oca 27, 2011 | Reply
yalnız şöyle iki terslik var kemalistlerin ”tolerate”inde ;
1.si, bunların ki öyle bir tolerate ki giyim kuşamına bakıp, veya dinine(hristiyan-yahudi) seni devlet dairesine almıyor.sistemin adalet dağıtıcısı(!) yargı bile gayrı-müslimlerin hem mallarını hem haklarını, müslümanların haklarını fütursuzca gaspedegelmiş kuruluşundan beri…
ve sürekli bir tahkir var islami yaşam tarzına ve öyle bir ”mahalle baskısı” var ki özel sektörde bile dışlanıyor inancını dış görünüşüne yansıtanlar.
***
2.si, bir güç/iktidar gücünü toplumdan almalıdır, yoksa meşru değildir. tabii ki meşruiyetin tek ölçüsü bu değildir ama gücü halktan gelmeyenin kaynağı zorbalıktır. iktidarda sopayla duranın ”tolerate”inin sınırlarının da, spesifik olarak incelemeye gerek kalmadan ”çağdaş” dünya ölçütlerinden hayli uzak olduğunu söyleyebiliriz.
***
bu arada ben 2.nin taraftarıyım, 3.ye de razıyım
Yazan:gozluk Tarih: Oca 27, 2011 | Reply
Olcay Erturk bey (Ramazanda, tavuk kesilir miyi)isterseniz islam hakkında birazcık bilgi edinin hac herzaman kurbana denk geldiğini bilmeyenlerden daha kötü bir bilgiye sahipsiniz onlar hiç olmazsa haccı kurbana denk getirdi. Ramazanda tavuk kesilmesinde bir sakınca olmadığını her müslüman bilir. Herhalde kurbanda tavuk kesilmsinden bahsediyorsunuz.
Yazan:ali duman Tarih: Oca 29, 2011 | Reply
(mahmut abbas)
esasında MDD’ci kemalizm yukarıda ifade edilenin aksine tam da bugünkü kemalizmin ta kendisini oluşturmaktadır. MDD çizgisi sol-ergenenkon kadrolarının ta kendisini oluşturmaktadır, bu çizgi 1970’lı yıllarda kendilerine “maocu bozkurtlar” denilen Doğu Perinçek ve Aydınlıkçıların çizgisidir, hasta yatağından Ergenekon için “ABD koplosudur” demekten geri kalmayan Mihri Belli çizgisidir, Mustafa Suphilerin katledilmesini, kelime oyunu ile “suphiler katledildi, az kalsın Gazi’de öldürülecekti” diyerek katille mağduru birbirine karıştıran Atilla İlhan çizgisidir, MDD, Atatürk’ün kurdurduğu Sahte TKP çizgisidir.
Esasında yukarıdaki ifadenin doğruluğunu sağlamak, MDD yerine TKP-TİP solculuğunu koymak ile mümkündür. Kemalizmin nefes aldırmadığı, zindanlarda, idam sehpalarında ve sürgünlerde çürüttüğü sol, TKP ve TİP çizgisindeki sol’dur. MDD çizgisi bugünkü CHP çizgisidir, Deniz Baykal çizgisidir, belki de başında MİLLİ olan her şeyden nefret etmemin de en büyük sebebi kendini devrimci diye yutturmaya çalışan ırkçı komitacı ittihatçı bozmalarının Milli(yetçi)Demokratik Devrim maskesi altında toplanmış olmalarıdır.
ne demek istediğimi anlayabilmek için Mahir Çayan’ın Aydınlık Sosyalist Dergisine Ocak 1971’de yazdığı açık mektubu anlayabilmek gerekir, çayan mektubunda MDD’nin şefleri olan d.perinçek ve m.belli’yi metin içerisinde tam 80 kez hain,işbirlikçi, ihanetçi olarak yaftalamış olması sebebsiz değildir, aksine tam isabettir ki, bugün bu şef’lerden birinin silivri’de olması da tesadüfi değildir, aradan geçen 40 yıl mahir çayan’ı haklı çıkarmıştır.
çayan’ın haklı çıkmasının en büyük mantıksal çıkarımı “ırkçı, milliyetçi, kemalist MDD”nin maskesinin düşmesiyle karşılığını bulmaktadır.
Yazan:Olcay Erturk Tarih: Oca 30, 2011 | Reply
Merhaba,
Sanıyorum biri benim ismimle yorum yazıyor. Lüften yukarıdaki yorumları siler misiniz?
Yazan:Mahmud Abbas Tarih: Oca 31, 2011 | Reply
Burada Ali Duman’ın Deniz Baykal’ı MDD ile aynı çizgiye koyabilmesine anlam verememekteyim…MDD’ci Mahir Çayan’a dayanarak MDD’yi yargılamaksa bence çok daha yanlış noktalara taşımış tespiti…Unutmayalım ki tek bir MDD yoktur…Mihri Belli’den,Doğu Perinçek’e,Mahir Çayan’dan,İbrahim Kaypakkaya’ya,Yusuf Küpeli’den,Deniz Gezmiş’e,Hikmet Kıvılcımlı’ya MDD’nin onlarca farklı versiyonunu bilmekteyiz ve isimlerini saydığımız yada saymadığımız MDD’ci binlerce insan gerek 12 Mart’ta,gerekse 12 Eylül’de işkence görmüş,fişlenmiş,MDD’ci Mahir Çayan ve arkadaşları da başta olmak üzere 10’larca 100’lerce MDD’ci genç yasal yada gayri yasal olarak katledilmiştir…Bu katliamı gerçekleştiren de Kemalist devlettir…Deniz Baykal’ı MDD’ye oturtmayı ise hala anlayabilmiş değilim…Buradaki farklı iki Kemalizm’i aynı şekilde Ergenekon içerisinde de görebilmek mümkündür..MDD iki aşamalı bir devrim teorisidir…Deniz Baykal ve Yunanistan’da iç savaşta gerilla savaşı vermiş MDD’ci Mihri Belli’yi,MDD’ci gerilla Mahir Çayan’ı aynı çizgiye oturtmak ise gerçeklerden uzaklaşmaktır…
Yazan:ali duman Tarih: Oca 31, 2011 | Reply
Sn. Mahmaut Abbas;
MDD, truva atı görevi görmek üzere o zamanın derin devleti tarafından dizayn edilmiştir, elbetteki o zamanın koşullarında bunun teşhisi ve deşifresi kolay değildi, zira o zamanın doğu perinçek gibi, mihri belli gibi, yalçın küçük gibi toplum mühendisi ve pravaktör ajanlar kendilerine verilen görevleri çok başarıyla uygulamışlar, toplumun kendi içerisinden ortaya çıkardığı karizmatik önderler ise devletin de katkılarıyla bir şekilde bertaraf edilmişlerdir.
Size soruyorum; MDD hareketi darbelere zemin hazırlamaktan başka ne gibi bir işleve sahip olmuştur? Geriye baktığımızda sol/soyalizm ve devrim adına MDD’nin en ufak bir katkısından, ve devrimci bir gelenek/miras bırakmış oluşundan söz etmek mmümkün müdür?
MDD, sol ve devrimciliğin takiyeciliğini yapmiş, sosyalizm ve devrim adına peşine taktığı kitleleri kemalizm/müesses nizam adına kontrol altında tutmuş, yükselişteki sol/sosyalizmi kemalizmin kuyrukculuğuna eklemlemiştir.
sapla samanın özellikle birbirine kariştırıldığı 1970’li yıllarda bunu anlayabilmek zor olabilir, ancak ‘kralın çıplak’ olduğu, derin devletin ve baş aktörlerinin deşifre olduğu günümüzde hala o eski ezberlere takılı kalmak, deşifre olan ergenekon ve derin devlet gerçeğinden hiç bir şey anlamamış olmaya delalettir.
esasında daha o zamanda derin devleti ve oynanan oyunları anlamaya en yakın devrimci önderin mahir çayan olduğunu söyleyebiliriz, zira söz konusu mektup bunun en büyük kanıtıdır. Zira o mektupta MDD aldatmacasını BAŞAKTÖRLERİNİ ‘hain’, ‘işbirlikci’, ‘ihanetçi’ olarak suçluyor olması atlanacak gibi basit ve sıradan bir olgu değildir. (muhtemeldir ki bu üstün vasıfları nedeniyle tutuklu bulunduğu maltepe cezaevinden katlini sağlamak gayesiyle bilinçli bir şekilde kaçmasına göz yumulmuş, yani kaçırılması da, kızıldere’de katledilmesi de planlanarak uygulanmış bir derin devlet operasyonudur)
ne yazıkki dünyanın en çirkin ve en yoğun TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ uygulamalarına maruz kalmiş ülkelerinden biriyiz. Bu mealde MDD’nin bir toplum mühendisliği uygulaması olduğuna şaşıracak bir şey olmadığı gibi, bugün ortaya çıkan tüm hakikatlar da bu doğrultudadır.
Orta yere saçılan hakikatlar tarihin yeniden yazılmasına yaramayacaksa neye yarayacaktır? bu hakikatlar sadece bir dava/davaların konusu mudur? En büyük mahkeme tarihin kendisi değil midir? Tarihi yalancıcıların ve toplum mühendislerinin oluşturduğu şekilde mi kabul edeceğiz?
Sırf ortaklaşmak adına isteseniz durumu şöyle tarif edeyim;
CHP, sosyaldemokratlığın takiyeciliğini üstlenmiş ise, MDD sosyalizmin ve devrimciliğin takiyeciliğini üstlenmiştir. (böyle tariflersek deniz baykalı, mihri belli ile aynı kategoriye koymamiş oluruz, olmasına da bu ne işe yarar onu anlayamıyorum, sonuçta her ikisi dde halkına karşı takiyecilik yapmıştır, her ikisi de aynı projenin birer parçasıdır.)
(bu arada değinmeden geçemeyeceğim, yakın bir zamana kadar web ortamında Kurtuluşçuların sitelerinde mahir çayan’ın söz konusu mektubuna ulaşmak mümkün iken her ne hikmettense şimdi bu mektuba internet ortamından ulaşmak ve okumak mümkün değildir. Dünün toplum mühendisleri ve bugünün ergenekon zanlıları anlaşılan kendi çelişkilerine yönelik her türlü hakikatları ortadan kaldırma konusunda oldukça elleri kolları uzun. OYSA ASIL ŞAŞIRTICI OLAN İSE 1970’Lİ YILLARDAN BUGÜNLERİ GÖREBİLEN MAHİR ÇAYAN GİBİ ÖNDERLERİ BULUNAN HAREKETİN BUGÜNKÜ TEMSİLCİLERİNİN YARINI GÖRMELERİNDEN VAZ GEÇTİM, GEÇMİŞİ DAHİ ANLAMAKTAN VE YORUMLAMAKTAN UZAK OLUŞLARI, DÜNE KADAR SAHİPLENDİKLERİ ÖNDERLERİNİN MEKTUBUNU BUGÜN ORTADAN KALDIRARAK YOK SAYMALARIDIR, BU OLSA OLSA DÜN MAHİR ÇAYAN’IN HAİN İLAN ETTİKLERİYLE BUGÜN AYNI ÇEPHEDE YER ALIŞLARINA DELALETTİR. MAHİR ÇAYAN’A EN BÜYÜK İHANET BUGÜN ONUN YOLDAŞLARI OLDUĞUNU İDDİA EDENLERCE YAPILMIŞTIR.
NE YAZIK Kİ MAHİR ÇAYAN’I DAHİ ANLAYAMADIĞI HALDE SOSYALİST VE ‘DEVRİMCİYİM’ DİYE GECİNEN, FELSEFENİN SEFALETİNİN OYNANDIĞI GARİP BİR MEMLEKETTE YAŞIYORUZ.
HİSSETMİŞ OLDUĞU AŞİKAR OLAN MAHİR ÇAYAN’IN BU HAİNLER SÜRÜSÜNÜ DEŞİFRE EDECEK KADAR BİR ÖMRÜ OLAMADI, OLMASI DA BEKLENEMEZDİ, ZİRA BU HAKKI UĞUR MUMCU’YA BİLE TANIMADILAR.
(elbette deniz baykal’la mahir çayan’ı aynı çizgide kabul edemeyiz, ancak ne varki mahir çayan’ı katlederek, onun gibi doğal önderlerin yerine ajan-pravaktörleri oturtacak şekilde başarılı çalışmalar yürüten müesses nizam, bugün mahir çayan’ın izinden yürüdüğünü iddia eden ‘devrimci’leri hem deniz baykal çizgisine, hem de ergenekon çizgisine getirmeyi başarabilmiştir, bu çizgiye savrulmuş bir devrimciliğin mahir çayan’a ihanet içerisinde olduğunun farkındalığını tartışmak abesle istigaldir, zira mektubun ‘devrimci yoldaş’larca ortadan kaldırılması, ihanetin bilinçli yapıldığını da kanıtlar niteliktedir. İHANET, HEMDE GÖZ GÖRE GÖRE)
tüm maskeler düşerken, yalan tarihi ezberlerin geçerliliğini sürdürebilmesi mümkün olabilir mi? (bu mümkün ise pekala ETÖ’de bir ‘ABD komplosudur’ zira ezberlerin devamı bunu böyle kabullenmeyi gerekli kılmaktadır)
ya yalanlara devam, ya da tüm hakikatların ışığında yakın tarih (abdulhamit’i yıkmak için ittihatçılar tarafından tezgahlanan ve ayaklanma diye yutturulan ‘sahte 31 mart ayaklanması’ndan itibaren) yeniden yazılacaktır.
Yazan:ali duman Tarih: Oca 31, 2011 | Reply
birde yazınızda mihri belli’nin Yunanistan iç savaşında bulunmuşluğu var ki, -her ne hikmetse-bu bugüne kadar kabul görmüş en genel geçer yalanlardan biridir. Elbette bu zatı sahneye sürenler işini kolay kılmak ve kendisine bir karizma kazandırmak için böyle bir ‘itibar payesi’ yükleyeceklerdi, bunu anlamak çok mu zor, hazretin durumu kendini ‘kahraman’ ilan ederek koftiden kitaplar yazan, bizim hazımsız efe/zeybek albaylara benzemektedir. Salla gitsin yalandan kim ölmüş, sanki yunan iç savaşına katılanların çeridesi tutan mı var bu ülkede?
imdi, hasta yattığı hastaneden ETÖ için ‘ABD komplosu’ diye açıklama yapan bu zat için uydurulmuş bu meşhur yalana herkes inanırda, hazretin kendisine verilen ‘görevler’ nedeniyle önce içine sızmayı başardığı TKP’yi, buradan kovulduktan sonra da, TİP’i bölüp parçalamaya çalıştığını ve bu nedenle her iki partiden kovulduğunu -her nedense- kimse bilmez. (resmi ideoloji böylesine çarpıtmaları çok iyi başarabilmiş olmasına mı şaşalım, yoksa bu yalanlara inanmaya hazır insanların çokluğuna mı şaşalım bilemiyorum)
Bahse konu zat TKP ve TİP’ten kovulduda ne oldu?????
burada yapamadıklarından çok daha fazlasını MDD’yi ete kemiğe büründürek yaptı, devrimci gençliği önce örgütünden/partisinden (TKP ve TİP) kopartarak, siyasi mücadele yerine gençliği terör bataklığına sürükleyerek,hem sistemin militarizmine ve darbelere zemin hazırlamış, hem devrimcilerin bu yolda katledilmelerini saglarken, hemde teröre bulaşan devrimci hareketin halktan kopmasını sağlamıştır.
68 devriminin etkisiyle özgürlük ve demokrasi rüzgarlarının estiği bir dünya kojektöründe; mihri belli gibi aktörlerin de katkısıyla militarize edilen türkiyeye, dünyadaki gelişmelerin tersine darbelerle faşizm gelmiştir.
(o faşist darbeler elbette durduk yere olmadı, o darbelerin en büyük hazırlayıcıları bugünde hala gizliliklerini korumayı başarabilmiş ajan-pravaktörleri vardır, bunları deşifre etmenin zamanı gelmedi mi?) (bu ajan-pravaktörlerin tespitinde en belirleyici faktör ergekona karşı takınılan tavırdır, zira ETÖ içerisinde suç üstü olan solcular, esasında tamamı potansiyel pravaktör-ajan ya da en hafif deyimle toplum mühendisidirler, mihri belli ETÖ’nün zanlısı değilse bile, savunucusdur, vaktiyle kovulduğu partiler kimliği hakkında yeterince fikir vermektedir.
ŞİMDİ TÜM BU GERÇEKLER ORTADA DURUYORKEN, DURDUK YERE YUNANİSTAN MASALINA İNANMAK NEYİN NESİ OLUYOR? ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİL…
müesses nizamın klişeleşmiş ezberlerini artık bir yana bırakmakta fayda var, gerçekliğin kendisi hep yarına mı havale edilecek.
Yazan:durhat Tarih: Şub 1, 2011 | Reply
elbette bir görüş değerlendirildiğinde bu insanı yanılgıya götürebilir.
ancak(yukarıda geçtiği gibi)uğur mumcu’nun takipçisi olduğu düşünce sistemini klasik kemalist çizgiden ayıran temel düşüncenin yahut ideolojinin ne olduğunu merak etmekteyim.
TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE’de yaşama geçirilecek SOSYALİZM BEKLENTİSİ?
tamam,mumcu’nun savunucusu olduğu temel dünya görüşünün bu olduğunu düşünelim.
iyi de 27 mayısı hararetle savunmanın sosyalizm beklentisiyle ne alakası var?
hadi 27 mayısı savunmakla sosyalizm beklentisinin doğrudan örtüştüğünü varsayalım (bir anlığına)peki,burada klasik kemalist çizginin temsilcilerinden farkı nedir mumcu’nun? yani kemalistler bundan farklı bir şey mi söylüyor?
bu bağlamda, sayın yorumcudan istirhamımdır:klasik kemalist çizgiyle mumcu’nun düşünce sistemini farklı kılan nedir?nerede ayrışıyor görüşler?bu birinci sorum.
ne tür soru işaretleri?
milyonlar uğurluyor,hatırı sayılır sevenleri var ama bu sevgiyi ne için gösterdiklerini bilmeyen bir çoğunluk mu var ortada?
doğrusu ben de aynı görüşteyim.lenin posterlerini taşıyarak silivridekilere destek gösterilerinde bulunan kesimler var malum olduğu üzere.sakın mumcu’nun ikonlaştırılması da bu tuhaf eğilimin bir tezahhürü olmasın?bu da ikinci sorum.
çok doğru.slogan devrimciliği ne yazık ki şizofrenik bir hal almıştır.cumhuriyet mitinglerinde bu şizofrenin nasıl bir ideolojik kimlik bunalımına dönüştüğüne milletçe tanığız.
bu paragaf bizi tekrar başa getiriyor.yanılgı,yanılgı,yanılgı!
peki işin aslı astarı nedir?canan arıtman’ın gizleme gereği duymadığı ırkçı/faşist yüzü atilla ilhan’ı,ilhan selçuk’u farklı bir çizgiye mi getiriyor?ayrıca deniz gezmiş’in bu ulusalcı kemalistlerle birlikte anılması en büyük yanılgı değil midir?ilhan selçuk kiiim deniz gezmiş kim?bari denizin kemikleri sızlamasın mezarında.oldu olacak faşist AVRASYA tv.de ırkçılık propagandasına kendini adamış nihat genç’leri,mustafa balbay’ları,tuncay özkan’ları da deniz’lerle,mahir’ler,kaypakkaya’larla birlikte analım!bu mudur?
evet farklıdır.lakin sol/sosyalizm adına her türlü garabeti içine sindiren günümüz nasyonalistlerinin deniz,mahir ve i.kaypakkaya gibi yoldaşlarla aynı keyefeye konmaması kaydıyla bu itirazın bir anlamı olabilir.ki m.belli,y.küçük,d.perinçek,s.yalçın ve daha niceleri bu grubun içindedir…ya ergenekon sanığı ya da avukatı ve savunucusu olan bu takiyeci/sahte solcular da en az canan arıtman kadar özgürlükçü ana akım soldan ayrı tutulmalıdır.
hapis yatma,işkence görmeyle iş bitmiyor.devrimcileri,öğrencileri katleden ülkücüler de hapis yattı.o ülkücüler ki derin devletin piyonları olarak tetikçilik yaptılar ama daha sonra kullanılıp bir kenara atıldılar.
hayır bu kesinlikle devrimciliğin,solculuğun kriteri değildir.derin devlet ajan ve işbirlikçileriyle önce ideolojiler üzerinden insanları birbirine kırdırır sonra da kitabına uydurarak bir iki kurban seçer ve paspas gibi üzerinden geçer.ama perde arkasındakiler bellidir.
dolayısıyla hapiste çürüyenlerin çoğunluğu gerçek solcu ve devrimcilerdir.o kemalizm bu kemalizm diye bir şey yoktur.kemalizm kemalizmdir.bunun devrimcilikle,sosyalizm beklentisiyle,ana akım solla vb özdeşleştirmek tarihin en büyük yanılgısı olsa gerek.
Yazan:Mahmud Abbas Tarih: Şub 1, 2011 | Reply
Türkiye’de MDD adı ile oluşturulan siyasal akımın tam bir şizofreniden oluştuğunu anlatmak istememe rağmen bunu çok kısa bir cümleyle geçmiş olmam MDD savunusu içerisinde olduğum şeklinde anlaşılmıştır ki siyasal konum olarak Kollektivist ve bireyi hiçe sayan SD çizgiside dahil olmak üzere tüm siyasal akımlara karşı tavrım belli noktadadır…Milliyetçi-laisist-ulus devlet mantığının karşılığı olan Kemalizm ile sınıflı bir toplumdan sınıfsız bir topluma geçişi hedefleyen Sosyalizmi tek bir potada eriterek MDD adı altında bir siyasal akım yaratmak akıl sınırlarını zorlamıştır…Nasyonel-Sosyalizm diye de adlandırılabilecek olabilmesine karşı Komünistler tanımıyla ülkemizde bu görüşün değerlendirilmesi saçmalık noktasını üst sınırlara taşımıştır…Ne yazık ki sizlerin tanıdığının aksine incelendiğinde Deniz Gezmiş de bu saçmalık noktasındaki görüşün en ateşli savunucusudur…MDD çizgisi içerisinde ise Kemalizm çizgisinden zaman içerisinde kurtulup Kemalizme en ağır ve dayanaklı eleştirileri getiren ise İbrahim Kaypakkaya olmuştur…Mahir Çayan’ın Kesintisiz Devrim tezleri de Sn.Ali Duman’ın söylediklerinin paralelinde genel MDD çizgisinin farklı bir noktasındadır..Ancak kavramlardan yola çıkarsak İbrahim Kaypakkaya ve Mahir Çayan’ın da MDD’ci olduğu gerçeğini gördüğümüzde klasik Atatürkçülük ile aradaki farkı görebilmemiz daha da kolaylaşır ki,Hikmet Kıvılcımlı,Mihri Belli’nin tezlerinin de klasik Atatürlçülük olmadığı ortadadır..Gelelim fark nedir ikisi arasındaki?
Yazan:Mahmud Abbas Tarih: Şub 1, 2011 | Reply
Kemalizm yani Mustafa Kemal’in görüşlerinin içeriğinde Tam Bağımsızlık ve Anti-Emperyalizm gibi kavramlara rastlamakla birlikte bunun Sosyalizm ile hiçbir ilgisinin olmadığı hatta Atatürk’ün liberal bir ekonomik sisteme geçiş için ciddi çalışmalar içerisinde olduğu gerçektir…Aynen Deniz Baykal’ın sol adı altında liberal ekonomik sistemle bir sorunu olmaması ve milliyetçi-laisist görüşün savunucusu olması gibi…MDD çizgisi ise Atatürk’ün sanki liberal bir iktisadi anlayışı yokmuş gibi Atatürk’ün Tam Bağımsızlık söylemleri üzerine oturtulmuş bir sosyalizm düşüncesini meydana getirmişlerdir ki bu da Deniz Gezmişlerin,Doğu Perinçeklerin,Mihri Bellilerin,İlhan Selçukların vs. çelişkili ve dayanaksız görüşüdür…İkisi arasındaki teorik fark apaçık ortadadır…Pratikte de belirttiğim üzere ikisi arasındaki yolun da farklılığı ortadadır..Birisi CHP içerisinde legal siyaset yaparken diğeri ise gerilla ve şiddet eylemlerini tercih etmiştir..Ortak nokta ise Kemalist bir totaliter iktidardır ki,sonrasında MDD’nin teorik olarak hedefi sosyalizmdir…Deniz Baykal-Canan Artıman çizgisinde teorik olarak sosyalizme rastlamak mümkün değildir…Uğur Mumcu’nun Atatürkçülüğü de nihai hedef anlamında sosyalizm olduğu tartışmalı olsa da ve pek ilgisi bulunmasa da sosyalizmdir…27 Mayıs’ı ise zaten darbe olarak değil sosyalist devrimin aşaması olan Kemalist bir devrim olarak görmektedir kendisi…Sonuç olarak MDD çizgisi ve Baykal çizgisinden MDD çizgisi zaten doğru anlayamadıları ”sosyalizm” kavramını bir kenara bırakmış AK Parti iktidarına duydukları öfkeyle Laisist-Milliyetçi gerçek Kemalizmde buluşmuşlardır…
Yazan:Mahmud Abbas Tarih: Şub 1, 2011 | Reply
Sn.Ali Duman’ın MDD’nin Türkiye soluna TKP’ye TİP’ verdiği zararlarda hemfikirim..TİP Genel Başkanı Şaban Yıldız bu konuda o yıllarda parti içerisindeki MDD saldırıları için bize ülkücüler bu kadar zarar veremezdi demiştir ki bu zararı verenler içerisinde Mahir Çayan ve ekibinin de bulunması dikkate şayandır…Yine Mihri Belli’nin Yunanistan’da gerilla olduğu yalanmıdır bu konuda Sn.Ali Duman’ın iddialarını önemsediğimi ve araştıracağımı da belirtmek isterim…MDD Türkiye Solunu yoketme derecesine yanlış bir noktaya götürmüş ve geçmişten gelen yanlış ideolojik miras da bugün Türkiye’de solun kitlesel anlamda oluşamamasına sebebiyet vermiştir…
—Sırf ortaklaşmak adına isteseniz durumu şöyle tarif edeyim;
CHP, sosyaldemokratlığın takiyeciliğini üstlenmiş ise, MDD sosyalizmin ve devrimciliğin takiyeciliğini üstlenmiştir. (böyle tariflersek deniz baykalı, mihri belli ile aynı kategoriye koymamiş oluruz, olmasına da bu ne işe yarar onu anlayamıyorum, sonuçta her ikisi dde halkına karşı takiyecilik yapmıştır, her ikisi de aynı projenin birer parçasıdır (Ali Duman)
Buradan hareketle ikisi arasındaki farkın teorik olarak ortada olduğu zaten aşikardır..1970’lerin MDD-SD kavgasına dönüştüğünü düşünmediğim bu olumlu ve düzeyli fikir ortamında Kemalizm’den kurtulmuş bir Türkiye Solu temenni ediyorum….
Yazan:ali duman Tarih: Şub 1, 2011 | Reply
Sn.Mahmut Abbas,
MDD konusunda vurgulamaya çalıştığınız çelişkiler esasında bize öyle gösterilmeye çalışıldığından “çelişkidir” yani, öz itibariyle veya amaç olarak varmaya çalıştıkları hedef olarak birbiriyle çelişkili değildir. Yukarıda kendilerine yaşam hakkı tanınmayan devrimci önderleri hariç tutarsak, diğer aktörler kendilerine biçilen rol-görevi oynamışlar ve sol/sosyalist gençliği hiziplere bölerek ve akabinde kemalizmin kuyrukçuluğuna ekleyerek hem hedefinden hem de kitlelerden kopartmışlardır.
samimiyetini ve karizmatik önderliklerini sorgulayamacağımız en önemli önder i.kaypakkaya’dır. Zira kemalizmin faşizm olduğunu en net şekilde ifade eden ve kemalist ideolojiyle en net şekilde mesafe koyan kişi i.kaypakkaya’dır, diyarbakır işkencehanelerinde vucudu lime lime edilerek kendisine bunun bedeli ödettirilmiştir.
bu tezgahların ayırdına varmaya en yakın bir diğer önderin ise mahir çayan olduğunu söylememiz mümkündür, zira sözünü ettiğim mektupta devrim ve sosyalizm mücadelesine ihanet eden hainleri ele veriyor olması buna en büyük dalelettir.
deniz gezmiş’e geldiğimiz de ise yine yaşam hakkı tanınmadığı için gelecekte hangi kanatta olduğunu kestirebilmemiz oldukça zordur, zira TKP-TİP çizgisinin yarattığı FKF ve FKF’nin doğurduğu DEV-GENÇ, söz konusu truva atlarının da büyük uğraşlarıyla, milliyetçi-goşist çizgiye çekilmiş, devrimciler aynı örgüt içerisinde dahi hiziplere bölünmüş ve en nihaetinde anarşizm ve terör batağına çekilerek, devlet militarizmine ve darbeciliğe zemin hazırlanmıştır. Bu kargaşa ve yol ayrımlarının bolca yaşanacağı noktada yaşam hakkı elinden alınan deniz gezmiş’in hangi yolda ilerleyeceği üzerine fikir yürütmekten başkaca bir şansımız yok. Bu mealde idam sehpasında ağzından dökülen son sözleri önemli bir gösterge sayabiliriz, son sözleri onun elbette milliyetçi/Irkçı bir düzlemde olmaması, kendisinin devrimcilerin ortak değeri olarak sayılmasına yeterli olacağı kanaatindeyim. malum bilindiği üzere deniz gezmiş’in son sözleri “yaşasın marksizm ve leninizm, yaşasın türk ve kürt halklarının kardeşliği” olmuştur.
esasında MDD konusunda son fikirleriniz, ana hatlarıyla ortak düşünmekte olduğumuzu çıkarmaktayım, şöyle bir örnek vermek gerekirse, 12 marta ziverbey köşkünde işkence gören ilhan selçuk, sırf o işkenceyi gördüğü için devrimci/sosyalist sayılabilir mi? kendisine işkence yapanları daha sonra affettiğini söyledi, esasında kendisine işkence yapanlarla daha sonra aynı saflarda olduğu için affetmişti, yani işkencecileriyle aynı davada (etö) yargılanıyor du.
görünüşe göre burada da bir çelişki yok mu? ,
ilhan selçuk ve işkencecileri birbiriyle çelişkili gibi durmaktalar, ancak bugün işkencecisi ile aynı davanın/aynı yolun yolcusudur.bu durum anlatmaya çalıştığım hususa (mdd’nin truva atı oluşuna) tipik bir örnektir, yani esasında çok açık bir şekilde çelişki gibi görünenin aslında bir çelişki olmadığıdır.
farklı görünenin (ya da gösterilenin) aslına rücu etmesinden başka bir şey değildir.
bizlere yutturulan yapılamamış 9 mart darbesi var, 9 mart başarılamamış ta 12 mart başarılmış hikayesi var, esasında 12 martın da, 9 martın da ipleri aynı aktörlerin (müesses nizamın) elindeydi, 9 mart beklentiye sokma,kontrol altında tutma ve oyalama taktiğiydi, aslolan 12 marttı. 9 marta bel bağlayıp ordudan darbe bekleyen ise takiyeci/sahte sol yani mdd (yön-kadro dahil) hareketiydi. kısacası “sahte” 9 mart darbesi mdd üzerinde tezgahlanan bir komplo teorisinden başka bir şey değildir.
TKP-TİP çizgisi; 12 mart öncesi yaklaşmakta olan darbenin faşist bir darbe olduğunu deklere ederek, tüm sol ve sosyalistleri bu konuda uyarmış ve yaklaşan faşist darbeye karşı ortak mücadeleye çağırmıştır.
ordudan ilerici bir darbe bekleyen solcularla, yaklaşan askeri darbeye karşı ortak mücadeleyi öneren sol, birbirinden tamamen zıttır, biri sahte ve takiyeci (mdd) iken, diğeri bu ülkenin evrensel nitelikleri taşıyan gerçek sol’udur.
hadi bu ayrımı anlayamadık, bugüne kadar sol çizgi konusunda yanıldık diyelim, peki bugün için önümüzde duran en büyük turnusol niteliği taşıyan ETÖ konusundaki tutumlardan da ders çıkartmamak neyin nesi anlamak zor.
etö’yü bir “abd koplosu” olarak nitelendiren bir sol, dünya yüzünde “sol” olarak nitelendirilemez, herşeyi komplo teorisiyle açıklamaya çalışan bir sol’un esasında kendisi başlı başına bir “komplo”dur.
sn. durhat arkadaşımın açıklamaları da konuya ayrı bir açıklık kazandırmış, selam ve saygılarımla..
Yazan:bgunal Tarih: Şub 4, 2011 | Reply
tam da mumcu’nun söylediği gibi “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan”, cehalet içinde kıvrandığı her konuda ahkam kesme hasletiyle daha de’leri da’ları ayırmasını bilmeden uğur mumcu gibi bir aydın hakkında yazı kaleme alan kişilerdeki cahil cesaretini anlamıyorum..
Yazan:durhat Tarih: Şub 4, 2011 | Reply
@bgunal,
insanları cehaletle suçlamak,”de-da”lara takılmak yerine katılmadığınız noktalara açıklık getirmeniz daha yerinde olmaz mıydı?ayrıca merak ediyorum, “de’leri da’ları ayırmasını bilmeyenler” dedikleriniz acaba mumcu’ya övgüler yağdırsalardı bu kibirli tavrınızı takınır mıydınız?
niyet okuma olarak algılamayın ama asıl derdinizin mumcu’yu eleştirmeye tahammül edememekten kaynaklı olduğu gayet iyi anlaşılıyor.bir kere bilgi dediğiniz şey imla hatalarıyla ölçülemez.ona bakarsanız,tümceye büyük harfle başlanır.gördüğüm kadarıyla siz bu kurala uymamışsınız(tıpkı benim gibi).el alışkanlığı,seri yazma amacıyla vs diyebilirsiniz,kabul.zaten bu tarzın anlaşılmaya bir engel teşkil ettiği de söylenemez.tabi duymak/okumak istemediği sözleri anlamak istemeyenler hariç.neyse sizin gibilerine aslında harcanan emek ve zamana yazık.bilgiyi kişi putlaştırması olarak algılayan at gözlüklülere ne anlatılsa boş.çünkü bilgiden anladığınız tek şey önünüze konan her bilgi kırıntısını sorgulamadan onaylamak/itaat etmek.
tabi mantalite bu oldu muydu,”kral çıplak”dendiğinde bir alarmdır başlıyor sizin gibi fikri sabitlerde…kutsalınıza saldıılmış gibi nöbet ve havale geçiriyorsunuz.doğrusu çok da görmüyorum;fikre fikirle karşılık verecek bilgi kırıntısı olmayınca haliyle geriye muhatabı cehaletle suçlama kolaycılığı kalıyor.
kısacası ezberleriniz,kutsallarınız sizin olsun.onlarla avunup yaşamaya devam edin,kimsenin elinizi tuttuğu da yok.ancak dibe vurmuş cehaletinizle ahkam kesip bizleri kendinize benzetmekten de vazgeçin!vazgeçin çünkü çenenizi boşa yormuş olursunuz.ha,duygusal rahatlama peşindeyseniz,-ki sataşma eğliminizden bu anlaşılıyor-türk solu dergisi’ne müracaat etmenizi tavsiye ederim.orada,duymak istediğiniz her türlü slogan,ninni,masal vs mevcuttur.
yani aradığınızı burada pek bulamazsınız,üzgünüm.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Şub 5, 2011 | Reply
“Dilbilgisi sahibi olmadan fikir sahibi olabilmek”
Bu arada entelektüel tek “l” ile yazılıyormuş onuda bu gün öğrendim. Yaza yaza öğreneceğiz inşallah.
Yazan:bgunal Tarih: Şub 6, 2011 | Reply
bir olgunun, kişinin övülmesi ya da yerilmesi benim açımdan bir fikir yazısından mutlak olarak çıkarımsanacak ve o çıkarımla metne değer kazandıracak bir sonuç değil. dahası metinden yana ön beklenti böyle bir yaklaşım içeremez. ben yazının çözümleme derinliğine, çok boyutluğuna, yazarının o konunun alt başlığı olduğu genel hususa dair öznel bilgi, birikim ve deneyimin bende bıraktığı izlenim dahilinde imla vs gibi biçimsel estetik kaygılardan bağımsız olarak bakarım. arkadaşın ve kendisiyle birlikte bu ortamdaki birkaç yazarın önceki yazılarında partizan bir cesaretle geliştirilen argümanların akla zarar amprik bilgi yanlışlıkları, öznel çarpıtmalar, yorumlama sığlığı üzerinde temellendiğini gözlemledim. ama arkadaş konuştuğun figür uğur mumcu ya? kim demiş kral çıplak diye? var mı öyle bir tez, o tezi savunacak bir nefes bu yazıda? dişe dokunur bir eleştiri, “her ne kadar karşıt fikirlerde olsak da”yı temellendirecek, kendini “kemalist” olarak tanıtması dışında neden karşıt olduğunu izah edebilecek bir tartışmaya değer fikir? aynı yazıyı okuduğumuza emin misin? hangi kutsala hakaretten bahsediyosun? bir kutsalım yok, keşke olsa da etse. bilakis yazının içeriğine dair beni sinirlendiren, hani “nöbet, havale” geçirmeme neden olan, yazdığı makalelerin uzamı, derinliği nispetince sığ, çiğ, pişmemiş ve bilgi fakiri izlenimini bende bırakmış “gayri-akademik” (muhtemelen liseli) bir zihnin uğur mumcu hakkında kayda değer bir tek eleştiri getiremeyip, “diğer kemalistlere benzemezdi, severdim keretayı” mealinde, yegane objektif demokrasi takometresi gibi konuşup önüne gelene ceza kesme küstahlığında. yeter artık, kim verdi bu tekeli size?
imla’yı boşverin, o burada tamamlayıcı bir kültürel bir işarettir. “düşük cümleler kuruyor” özelinden “cehalet” merkezine değil, (konunun ağırlığı itibariyle) “cehalet” merkezinden “düşük cümleler kuruyor”a varan bir serzeniştir. ajdar anık hakkında metin kalem alsanız, youtub video altı yorumu yazsanız tamam da, binlerce kişinin okuma yaptığı bir kamusal mekanda az çok dilinin temel kurallarını haiz kişiler bu konularda yazsın. söz o zaman küstahlık demem, samimiyetine inandığım ölçüde fikri tartışırım. bu kaygım pekala cemil Meriç, necip fazıl gibi “sağ” entelektüeller için de geçerlidir, illa ki bir kutuplaşma yaratacaksan. kabul edersiniz ki bu kişiler, şahsi varlıkları değil fikirlerini tartışılacaksa, eser düzeyde bir bilgi birikimini tarihsel konum ve önemleri itibariyle hak ediyor.
ayrıca neden niyet okuma olarak algılamayayım, gayet de niyet okuyorsunuz? “mumcu’ya övgüler yağdırsalardı”dan, salık verilen türk solu örneğinden aşikar. ancak engin semiyoloji bilginize sığınıyorum: kafanızdaki verili kalıpların herkes tarafından mutlak kabul edildiğine dair bu müthiş eminlik nereden? kemalist değilim, kemalistleri sevmem, mumcu’yu gözüm kapalı savunmam. rahatladınız mı? peki şimdi ben sizin niyetinizi okuyayım mı? kafanızda laikçi-dinsiz/Müslüman, statütocu-militarist/özgürlükçü-demokrat-liberal, Kemalist-devletçi/civilist-liberal-yani-gene-über-özgürlükçü-ohhmüthiş-demokrat, onlardan/bizden gibi kesin kalıplarla düşünen, insan ilişkilerini bu yönde kuran, bundan rant eden, teorik doğrularını pratik edemediğinden pratik kaygılarını teorize eden, yeni düzenin entelektüel vicdansızlığını niyet bellemiş insanlarsınız. eleştirellikten, sorgulayıcılıktan siz bahsetmeyin ya bana. dalkavukluk, birilerine yaranmacılık, kulak kiri kıvamındaki iki gram “doxa” bilgisi, iki google araması yettiğince ağabeyleri tarafından dolaylı ya da dolaysız beynine kodlanan “doğru” ideolojik imgelere, şahıslara yönelik yazı yazmadan yana beklenti kurma acziyeti..bu sitede çok güzel yazılar da okudum, ancak bu zihniyet mide bulandırıcı derecede samimiyetsiz geliyor. vıcık vıcık riya…doğru diyorsunuz, beğenmezsem okumam “kardeşim”, okumayacağım.
woody allen’ın whatever works adında bir filmi vardır; oradaki Boris isimli karaktere dedirtir ki; “bu sorun olumsuz bir cevapla yüceltilemeyecek kadar değersiz”.
İyi geceler, hayırlı işler…
Yazan:MY Tarih: Şub 6, 2011 | Reply
@bgunal,
sadece basligi okuyarak bu kadar güzel yorum yazabildiginize göre kim bilir yaziyi okusaydiniz daha neler neler yazardiniz.
Isterseniz yazarla ugrasmayi birakin da konuya girin artik. Ugur Mumcu kimdir? Kimilerinin iddia ettigi gibi süper bir deha ya da büyük bir demokrat filan degildi. Hem iyi isler hem de çok ama çooook kötü isler yapmis bir insandir.
Meselâ DERSiM KATLiAMINI ÖVEN bir yazisini okumustum Cumhuriyet Gazetesi’nde. 80 bin Alevî Kürdün kadin, çocuk, yasli demeden öldürüldügü bir olaya “onlar zaten eskiya idi, yol kesiyorlardi” diye kilif uydurmustu. Atatürk’ün evlat edindigi Sabiha Gökçen bu harekatta pilottu. Sivillerin kafasina bomba yagdirdilar gökten. çalilarin diplerinden, dere boylarindan topladiklari çocuklarin bir kismini öldürdüler, bir kismini büyük sehirlere götürüp Türk gibi yetistirdiler. Kürtçeyi ve Alevîligi unutturmaya çalistilar. Kendinizi bir an için bu yetimlerin yerine koyun.
Ugur Mumcu ne diyordu Dersim için? “Devletin kendini koruma hakkidir” .
Mumcu da bütün “aydinlik” kafasina ragmen karanlik fikirleri olan bir adamdi. Yazdi, çizdi.
Sonunda kendisi de “sakincali” olunca anladi anyayi konyayi. Sakincali piyade‘yi okuyanlar iyi bilirler ne demek istedigimi.
Bütün fasist rejimler iç düsman üretirler. Bu arada kendi yandaslarini da kiyma makinasina yollarlar. Ilhan Selçuk’un Ziverbey Köskü adli kitabi da bunun ispatidir. Yani Kemalizm tipki Nazizm, Stalinizm ve Maoizm gibi hem iç düsman üretmis hem de kendi yandaslarina iskence etmis, hapse attirmis bir rejimdir.
Hannah Arendth’in saheser kitabi “totalitarizmin kökenleri” ya da Serdar Kaya’nin yazdigi “Endoktrinasyon – Toplum Muhendisligi” okunursa sözlerimin fikrî ve tarihî zemini daha iyi anlasilabilir.
Yazan:Tayfun Korkut Tarih: Şub 6, 2011 | Reply
Bugun yasasaydi, buyuk ihtimalle kemalistler arasinda “fazla soft” olmakla yaftalanip bir kenara birakilacakti. Bu kadar meshur olmayacakti. Gerci, yasadigi zamanda kemalistlerde yenilgi psikolojisi yoktu. Ulkenin tartismasiz hakimiyiz edasi vardi konusmalarinda. Bir de o zamanlar Hasan Mezarci falandi munazaralardaki rakipleri. Sag kesimden akli basinda adamlari ekran karsisina koymazlardi ki. Tabi, hal boyle olunca Ugur Mumcu “bilimsel” oluyordu mesih oldugunu iddia eden bir adam karsisinda. Bugunku ortamda, bircok munazarada ayar ustune ayar yiyen soldan boyle bir aydin cikmasi tabi ki zor. Su anda yenilgi psikolojisinin verdigi eziklikle saga sola, hatta birbirlerine saldiriyorlar. Siyaset uretemiyorlar. Sokak devrimlerinden medet umuyorlar. Yeni siyaset uretebilmek icin iktidara gelmelerinin mecbur oldugunu, bu sartlar altinda, su andaki toplum algilari uzerine gercek fikirlerini ifsa ettiklerinde oylarinin iyice dusecegini gayet iyi biliyorlar. Ancak, eskiden oldugu gibi medyayi kontrol altina alabilirlerse, halki “dort bir yanimiz dusmanlarla dolu” yalanlariyla tekrar hipnotize edip, kontrolleri altina alip her goruslerini kabul ettirebilecekler. Ben, onun icin Ugur Mumcu’nun durusunun, goruslerinin icinde yasadigi zamanin sartlari icinde degerlendirilmesi gerektigini, bugun yasasa farkli bir tutum sergileyecegini dusunuyorum.
Yazan:durhat Tarih: Şub 6, 2011 | Reply
kimse “size göre” fikir beyan etmek zorunda değil.burası bir düşünce platformu,insanlar görüşlerini belirtirler.katılır veya katılmazsınız…katılmadıklarınız için argümanlarınızı ortaya koyar ve eleştirirsiniz.
yani “size göre”,”sizin açınıza göre”olacak diye bir kural yoktur.ha,tarzınız gereği övgü ve yerginin dışında daha derinlikli fkirlerleri önceleyebilirsiniz,bunda anlaşılmayacak bir şey yok.ancak entelektüel düzeyde çıtayı yükseltmek isteyen biri çıkar eksik bulduğu kısmı tamamlar.sizin gibi bodoslama “siz kim oluyorsunuz da uğur mumcuyu eleştiriyorsunuz?”makamından girmez.ne yani uğur mumcu dokunulmaz filan mıdır?uzun lafın kısası önce düşünceye tahammül etmeyi bir öğrenin de sonra işin sığlık/derinlik kısmına geçelim.ayrıca bu yönde mahcup olacağımız bir işaret de görmedik;iki yorumunuz da kişisel sataşma ve demogojiden,laf kalabalığından ibaret.
ne demezsiniz?imla,estetik vs kaygılarınız yoktu da ben mi de’lerin da’ların derdine düştüm?yahu bitişik olsa ne olur,ayrılsa ne değişir?
ayrıca alt başlık,öznel bilgi,birikim/deneyim vs geyiklerini geçin.siz ne söyleyeceksiniz oraya gelin.sizden duyalım.öyle bir kaç kavramı yan yana getirmekle olmuyor bu işler.
arkadaşım bırak partizanlığı,miltanlığı bilmemneyi…insanlar ideoloji benimserken size mi soracaklardı?neymiş bu ampirik bilgi yanlışlığı,öznel çarpıtma ondan haber ver!sakın “konuşulan figür uğur mumcu olunca” söylenen/yazılan her şey baştan yanlışmış gibi bir algıya kapılmış olmayasınız?
bal gibi de var,yazıda da yorumlarda da.sizce nedir “kral çıplak”demek?çatır çetır yazılmış:uğur mumcu,arkasından gözyaşı döken yığınların kendine biçtikleri demokrat kimliğe sahip değildir.bildiğimiz resmi ideolojinin yani kemalizmin hareretli bir savunucuydu…ulusalcı ve devletçiydi.kendi adıma söyleyecek olursam yazılarını 10 yıldan fazla okumuşluğum var.devlet ajanıydı,o kadar basit!devlet ajanlığını misyon edinmiş bir kişi de bana göre öyle sol adına ikonlaştıracak biri olamaz.
şimdi bilmem “kral çıplak”la neyi kasdettiğimi net olarak anlatabildim mi?
sarhoş değilim.kimse kimsenin kutsalına hakaret etmiş değildir zaten.kutsalına saldırılmış gibi tepki veren sizdiniz.konuyu çarpıtmayın.
Yazan:bgunal Tarih: Şub 6, 2011 | Reply
@durhat iki dakika yüzünü yıka tekrar oku istersen, ben ne diyorum sen diyorsun. “çatır çetır yazılmış: uğur mumcu,arkasından gözyaşı döken yığınların kendine biçtikleri demokrat kimliğe sahip değildir…” bu yazıdan bunu mu çıkardın? beklerdim ki iki noktadan sonra yazıdan bir alıntı yapmış ol. yazıyı eleştirebilmek için bütün yorumları okumak gibi bir öncel nerede var? makale dergiye basılsa eleştirmeyecek miyiz? alıntılarla yanıtlar o kadar alakasız ki diyecek hiçbir şeyim yok. fikriyatını oluşturan mutlak kategorilerinle huzurlu bir hayat dilerim.
@MY önce başlığı okudum, sonra yazıyı okudum. genelde öyle yapıyorum.
lakin başlıkla metin arasında ispat edilebilir bir bağıntı olduğunu anlayabilen beri gelsin. belli ki dikkat çekme ve yaranma amaçlı, bu açıdan başarılı, ancak attığı başlığın altından kalkamayan, vaad ettiğini vermeyen sloganik bir metin. neden kördür, kör ne demektir, kör olduğu halde neden badem gözlü oldurulmuştur, bu tezin sınıfsal-sosyolojik-kültürel analiz tabanı nedir, badem gözlü olmaktan hem kişisel hem kamusal olarak algılanan nedir, o tanımların olası geriliminden yola çıkarak ölümünden önce de kör müdür yoksa badem gözlü müdür, ölümünün bu kamusal yad edişteki yanlış bilincin oluşturulmasındaki tarihsel rolü nedir? hiçbiri yok. EEE? arkadaşlar buna tez değil non sequitur denir. imlayı da kültürel bir gösterge olarak bu yüzden verdim, zira oradan baktığında dahi bu akademik nefessizlik şaşılacak bir şey değil. peki siz niye bu yazının başlık ve içerik boşluklarını yorumlarla kapatma, kompanse etme derdindesiniz? baştan temel argümanı belli bütünlüklü bir makale yazın içerik tartışalım? sanki yazı mumcu’ya dişe dokunur bir eleştiri getirmiş, birileri de bu eleştirileri kabul etmemiş de siz bunları “çok ama çoook kötü işler”e referans vererek argümanı “ekstra” geliştiriyorsunuz. ortada geliştirilmeye muhtaç bir argüman var mı? bu şekilde, yani yazının kendinden menkul “anafikrini” savunmaya yönelik hiçbir ek teze, örn mumcu’nun dersimle ilgili söylediğini iddia ettiğiniz şeylere dair bir referans kaynağı talep etme şansımız, bunların altyorum başlığı altında yazılmasından ötürü kalmıyor. oysa bunlar söz konusu yazının kendisinde verilmiş olsa idi bu kaynakça verilmek zorunda idi. benim kürt islam çalışmalarından bildiğim mumcu’nun dersimle ilgili yorumu temel olarak sivil isyanların bürokratik egemenin bölgedeki feodal yapının çözümünü amaçladığı toprak reformu (1944teki bütçe görüşmelerinde tekrar gündeme gelip DPli 4lü grup tarafından karşı çıkılan), özelde de Tunceli kanunu kapsamında aşiretlerin ellerinden silahların alınmasından batı illerine sürülmelerine kadar varan bir proje ile tarihsel bir çakışma olduğu yönündedir. bu tip bir açıklama tarzı üretim ilişkileri ve sınıf analizinin etnik temelli kimlik analizinden yoksun bırakılması, o yoksunluğun yalnızca “İngiliz/emperyal güçler” heyulasına havale edilmesiyle kapatılması ve bu sayede dolaylı olarak etnik terörün salt sivil güçlere dayandırılıp militer, mezhebi, ideolojik ve kültürel kertelerde merkezi bürokrasinin baskı unsurlarının temize çıkarılması nedeniyle katılabileceğim bir sav değildir, ancak yine de “devletin kendini koruma hakkıdır” yorumuyla da hiçbir yerde karşılaşmadım. mesele zaten bu da değil, bir makale kaleme almada, onun başlığını atmada seni tahrik eden, dürten fikri dünyan dışında, zekan dışında, ahlakın ve vicdanın dışında vücud bulan bir takım maddi olgulardan yana bir samimiyet meselesi, o meselenin böylesine bir omurgasız, fikirsiz bir goygoy doğurması, önceki mesajda yazmış bulundum.