Roman ve Hikâye
By Suzan Nur Basarslan on Oca 31, 2011 in edebiyat, Roman Nedir?, Sanat
Gerçek ne anlatılabilir ne de bir öyküdür. Tüm öyküler uydurulmuştur, bir imgelem oyunudurlar, imgedirler ancak bir imge olarak, bir yansıma olarak gerçeklik kazanırlar. Öyküler, geri dönüp bakarak geçmişe yansıttığımız tasarımlardır, gerçekmiş gibi gösterdiğimiz bir imgelem oyunudurlar. Her insan bir öykü uydurur, sonra da… bu öyküyü yaşadığına inanır. Ancak yazar bunlara inanmaz. Aradaki fark da bu işte. İsterse gerçek verilerle kanıtlanabilir olsun, anlattığım her öykünün benim tarafımdan uydurulduğunu biliyorsam, ben bir yazarım demektir.[1]
Birçok tanımın yapıldığı ve diğer edebi türler gibi gelişim ve değişim gösteren nesir anlatı türlerinden biridir hikâye/öykü. Tanımlamalara bakacak olursak, “olmuş ya da olabilmesi mümkün olayları anlatan kısa oyumlu yazılar”, “insan yaşamından gerçeğe uygun kesitler sunan, bunu yere, zamana bağlayarak yapan yazı türü”, “olayları ve kişileri tek yönüyle ele alıp anlatan, romandan daha küçük oylumlu yazılar”[2] olarak karşımıza çıkmaktadır.
Olay ve durum, kişi ve karakterler, yer ve zaman, anlatım yöntemi hikâyeyi oluşturan öğelerdir. Olay/Maupassant tarzı ve Durum/Kesit/ Çehıv tarzı olarak hikâyenin iki türü vardır. Günümüzde ise yeni bir tasnif yöntemi vardır ki geleneksel hikâye ve modern hikâye.
Her hikâyede anlatılan bir olay veya bir durum mutlaka vardır. Olayın başlangıcı, gelişimi ve sonuçlandırılması hikâyenin olay dizisidir. Hikâyenin okunmasındaki asıl merak unsuru da bu olayın aşama aşama çözülmesi sayesinde sağlanır. Olay hikâyesi ile durum/kesit hikâyesini birbirinden ayıran unsur da tam bu noktadır. Durum/kesit hikâyesinde bir olay ya da gerilim yoktur, olay olmadığı için çözüme ulaşması gereken bir süreç yaşanmaz. Olayın yerini izlenim, çağrışım ve betimleme alır.
Kişi ve karakterler hikâyede bir olay içinde sunulur ve biz bu karakterleri olaylar karşısında aldıkları tavır/davranışlar sonucunda tanırız. Bu yüzden karakterin özellikleri sınırlı, tek boyutuyla okuyucuya sunulur. Karakter sunumunda iki yol vardır. Karakter ya doğrudan çizim yoluyla, tensel ve tinsel özelliklerinin, giyim-kuşam ve belirli davranışlarının belirtilmesi ya da dolaylı çizim yoluyla, hikâye kişisinin olay içinde olaya karşı tepkisini göstererek veya hikâye içindeki başka kişilerin o kişi hakkındaki görüşlerini belirterek verilir.[3]
Hikâyede olay varsa mutlaka olayın geçtiği yer/mekân ve kısıtlı bir zaman vardır. Olay başlar, gelişir ve biter, zaman kırılması yaşanmadan düz bir zaman çizgisi içinde olay yaşanır. Mekânsa değişikliğe uğrayabilir ya da aynı mekân içinde olay sonuçlandırılabilir. Klâsik hikâye için geçerli olan zamanın doğrusallığı modern hikâyede değişime uğramış, zaman kırılmaları roman gibi hikâyeyi de etkilemiştir.
Her öykünün bir anlatıcısı vardır. Bu kişi ya olayı kendi ağzından anlatır, bu birinci kişi ya da ben anlatım olarak ifade edilir. Ben, hikâyenin yazarı olabildiği gibi hikâyedeki olayı yaşayan karakter de olabilir. Üçüncü kişi anlatım ise hikâyenin anlatıcısının hikâyeye hakim olduğu, tüm karakterler adına konuşabildiği, hikâyeyle okuyucu arasına anlatıcının girdiği anlatım yöntemidir. Yazar da hikâyenin dışındadır artık.
Anlatımda hikâye etme, betimleme ve diyalog gibi anlatı biçimleri daha çok tercih edilir.
Romanla karşılaştırıldığında hikâye daha kısa, olay ya da olaylar dizisi daha az, karakterlerin tanıtımı sınırlı, tek yönlü, mekân ve zaman belirli bir çerçevenin içine çıkmış olarak karşımıza çıkar. Romanla hikâye elbette farklıdır birbirinden. Bu özellikler romanla hikâyenin birbirinden ayrıldığı en belirgin yönler. Hikâye ile roman nerede buluşurlar? Bir roman neyi anlatır? Roman, hikâye/öykü anlatır okuyucusuna. Bu yüzden de hikâye/öykü romanın temeli konumundadır. “Öykü yoksa roman da yoktur. Bütün romanların en büyük ortak yanı budur. Keşke bu olmasaydı da en büyük ortak yan gerçeğin kavranması gibi değişik bir şey olsaydı. Bu basit; ilkel nesne olmasaydı. Öykü belkemiği gibi daha doğrusu bir şerit gibi uzayıp gider. Çünkü romancının istediği yerde başlar, dilediği yerde biter. Öykünün var olması okuyucunun merak duygusuna bağlıdır. Onları uyanık tutan tek şey merak duygusudur. Evrensel bir istektir bu ve bu nedenle romanın belkemiği öykü olmalıdır. Öykü olayların zaman sırasına göre dizilerek anlatılmasıdır. Yazınsal öğeler içinde en yakınen ilkel olanıdır öykü, ama gene de roman dediğimiz o karmaşık yapıların tümünün en büyük ortak yanıdır. Günlük yaşam hemen hemen ayrı iki yaşamdan oluşmaktadır. Zaman içinde sürdürülen yaşam ve değerlere göre sürdürülen yaşam. İşte öykünün yaptığı şey zaman içinde geçen yaşamı anlatmaktır. Romanın bütünün yaptığı ise, eğer iyi bir romansa değerlere göre sürdürülen yaşamı da anlatmaktır. [4]
Nesrin ritmi içinde ifade bulan edebi türe hikâye (fiction) demekle, hikâyenin gerçekle ilgisi olmadığını söylemiş oluyoruz. Her ne kadar romanda bir hikâye anlatsa da bu, hikâyenin kendisi olduğu anlamına gelmez. Hikâye ile roman arasındaki en önemli fark, karakterlerin yaratılışında kendini gösterir. Romanda gerçek insan yaratılır, onun psikolojisi, toplum içindeki yeri, beğenileri, alışkanlıkları, fikirleri, giyimi-kuşamı… en ince ayrıntıya kadar kahramanı tanıma imkanını buluruz. Yani romanın konusu insandır ve yazar, kahramanını belirli bir tarihi olaylar içinde vererek onu, yaşanılan anın gerçek bir temsilcisi haline getirmeye çalışır. Roman dışadönük ve kişisel, hikâye içedönük ve kişiseldir. Roman karakterini daha objektif olarak değerlendirme fırsatını bulurken hikâyedeki bir karakteri ancak davranışları ve olaylar karşısındaki tutumu neticesinde, deriliğine inemeden tanımak zorunda kalırız. Ayrıca hikâye ve roman iki ayrı geleneği izler ve her ikisinin de kendine has bir geleneği vardır. Romanla hikâyeyi ayırdığımızda kişiler, zaman, mekân kullanımı, yapı, üslup ve diğer özellikler… farklılıkları yakalama fırsatını bize sunarlar. Roman, pek çok unsurun bulunduğu bir edebi çeşittir ve pek çok edebi türü içinde barındırabilme özelliğine sahiptir. Esnek bir yapıya sahip olduğu için saf roman tanımı yapabilmek mümkün değildir.
Roman hikâye eder, hikâye etme tekniğini kullanır ama ne bir roman hikâyedir ne de bir hikâye tür olarak romandır. Romanın kendine has bir dünyası vardır. Hatta R.Caillois için roman “tam olarak anlaşılması imkânsız bir türdür ve roman sahasına bir ‘bilim dalı sahası’ olarak bakılmalıdır.[5]
Northrop Frye ise romanı hikâye türü edebiyatların bir devamı olarak görmekte ve her çeşidin kendine has özellikleri ve bütünlüğü olduğunu ifade ederken romanı yaygın bir şekilde kabul gören ve romanı norm olarak düşünen görüşü de yıkmaktadır.[6]
Bu da romanın ne olduğu konusunda iki ayrı düşünce yapısı olduğunu ortaya çıkarır. Diğer düşünce yapısında hikâye türünde yazılan eserler, muhtemel ve akla yatkın oldukları ölçüde başarılıdırlar. Her iki düşünce sisteminde de ortak olan yön romanın farklı geleneklere sahip olan, “yazarın romanda yarattığı değerler sistemindeki bütünlüğü, görüş açısındaki tutarlılığı ve biçim unsurları arasındaki ahengi” sağlayan bir tür olduğu gerçeğidir.
[1] Max Frisch, “Öyküler”, 20.yüzyıl Edebiyat Sanatı, yay.haz.Hüseyin Salihoğlu,İmge Kitabevi,Ankara, 1995, s.358.
[2] Emin Özdemir, Yazınsal Türler, Ümit Yayıncılık, Ankara, 1994,s.214.
[3] Emin Özdemir, Yazınsal Türler, Ümit Yayıncılık, Ankara, 1994,s.216-217.
[4] E.M. Forster, Roman Sanatı, Adam Yayınları, çev.Ünal Aytür, İstanbul, 1985, s.64-68
[5] Roland Bourneur ve Real Quellet, Roman Dünyası ve İncelemesi, çev. Hüseyin Gümüş, Kültür Bakanlığı Yayınları:1085, Tercüme Eserler Dizisi, Ankara, 1989, s.19.
[6] Philip Stevick, Roman Teorisi, çev. Sevim Kantarcıoğlu, Ankara, 1988, s.12.
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi Mustafa Ayyıldız’la ortak yayındır