RSS Feed for This Post

Vodafone: Paran Kadar Konuş! – Bir Liberal Ahlâksızlık Örneği

UYARI: “Liberalizm kötü ahlâklıdır” demiyorum, su nasıl renk-siz, hava nasıl koku-suz ise liberalizm de öyle ahlâk-sızdır diyorum.

Mısır’da ve Tunus’taki halk hareketlerinde cep telefonlarının oynadığı rol malumunuz. Geçenlerde Hosni Mobarak (“mübarek” demeye dilim varmıyor) rica etti, Vodafone firması da kesti telefonları. Bizim Genç Siviller kızdı bu işe, protesto ettiler. İyi de ettiler. Ama bir şeyi gözden kaçırdılar sanırım. Vodafone ahlâken YANLIŞ bir iş yaptı ama piyasa ahlâkına göre “DOĞRU OYNADI”. Neden?

 Vodafone’un basın sözcüleri firmanın bu diktatöre itaat etme sebebini şöyle açıkladılar:

“Anlaşmamız gereği Mısır Hükümeti’nin böyle bir HAKKI var”.

Yani HAK denilen şey ticarî bir anlaşma ile belirlenen, para ile alınıp satılabilen bir şey bu insanlara göre. Tabi haberleşme uyduları ve yerdeki altyapı oldukça masraflı şeyler. Ama Diktatör Mobarak o paraları cebinden çıkarmadı ki. Mısır halkından toplanan vergilerler, Süveyş kanalından geçen gemilerin ödedikleri geçiş bedelleri ile kuruldu ya da kiralandı bu sistemler. Yani Mısır halkının cep telefonuyla konuşma HAKKI vardı. Yine de Mobarak Vodafone’a kapatma emri verince telefon operatörü “emret” dedi ve Mısır halkını kendi parasıyla aldığı telefon sisteminden mahrum bıraktı.

Eğer Mobarak Mısır’dan kovulursa telefon operatörü elbette yeni iktidarın emrine uymaktan çekinmeyecek. İhtimal alacakları vardır, yeni projeleri vardır. Ama demokratik yolla seçilen bir hükümete itaat etse bile bunu PARA İÇİN yapacak. HAK İÇİN değil.

[…] Adam Smith’ten, Mandeville‘den, John Stuart Mill‘e, Hayek‘e, Friedman‘a, Röpke‘ye uzanan, dallanıp budaklanan liberal gelenekte mutabık kalınmış olması gereken, SAPASAĞLAM ve din dışı bir ahlâkî zemin arıyordum. Bugün vardığım nokta bir düş kırıklığından ibaret. John Rawls(1) gibi solcu ve kolektivist liberaller gördüm. (Evet, bu da var!)  Immanuel Kant(2), Alexis de Tocqville(3) gibi öldükten sonra devşirilen “liberalleri” gördüm. Bernard Mandeville gibi insandaki kötü huyların bir araya gelip “iyilik” üreteceğini savunanları gördüm. Ama liberal ahlâkı (varsa şayet) göremedim.Hayek(4), Popper, Berlin her hangi bir ahlâkî zeminin zorunlu olmadığına hükmediyorlar. Mises(4), Rothbard veTürkiye’de Mustafa Akyol (Çatışma mı İşbirliği mi?),  Atilla Yayla (Liberal düşüncenin ve Türkiye’nin geleceği), Mustafa Erdoğan (İslam ve Liberalizm) gibi liberallerin ahlâk konulu çabaları  ise ortak bir zemin kurmaktan ziyade liberal ilkelerin her hangi bir mevcut (geleneksel, dinî,…) zeminle çatışmadığını savunmaktan ibaret. Nasreddin Hoca gibi herkese “sen de haklısın” diyerek vicdanî, insanî  bir düzen kurulabilir mi?“(Bkz. Liberalizm ahlâksızdır!)

Vodafone ilk andan itibaren ahlâken DOĞRU olanı yapsaydı ne olurdu? Piyasa tarafından CEZAlandırılırdı. Dikatörlerle işbirliği yaptığı öteki ülkelerde PRESTİJİ sarsılırdı. Rakip firmalara karşı girdiği ihalelerde eli zayıflardı. Müşterileri nezdinden GÜVEN kaybederdi. Belki hisse senetlerinin DEĞERi düşerdi.

Şimdi büyük harfle yazdığım kelimelere dikkat edin: DOĞRU, CEZA, PRESTİJ (=saygı-N-lık), GÜVEN, DEĞER. İşte Liberal Ahlâksızlık’ın kabak gibi göründüğü bir köşe başı burası. Ticaretin kelimeleri ile düşünmeye başladığınızda iyi, güzel ve doğru gibi temel, insanî kavramları birer simge, birer metafor haline getiriyorsunuz: “Ona İYİ bir dayak atım” cümlesindeki gibi hiç de “iyi” bir şey olmayan dayak böyle İYİ-leşebiliyor.

Peki Vodafone’un ahlâken yanlış AMA liberal racona göre doğru olan bu hareketine bakarak Para’yı, Ticaret’i, Piyasa’yı kötü ilân edebilir miyiz? Bu entelektüel bir tembellik olur. Zira EŞYA kötülük üretmez. Bizim EŞYA ile kurduğumuz ilişkidir iyi ya da kötü olan:

” […] “Muhafazakâr” Müslümanlar neyi muhafaza edeceklerini yeniden düşünmek zorundalar. Ne parayı ne de teknolojiyi düşman / şeytan vb ilân ederek bir yere varılamaz. Toplumların, devletin ve tabi insanların Para ve Teknoloji ile kurdukları ilişkilerin vasfı “iyi” ya da “kötü” olabilir. Tıpkı geçmişte olduğu gibi. […]” (Müslümanlar paradan an-Namaz mı?)

Bu bağlamda Vodafone firmasını da “kötü” firma ilân edemeyiz. Piyasa’nın adeta bir put, bir ilâh haline getirildiği dünyamızda firma çalışanları “gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” demişler. Eğer Vodafone’a kızacaksak Halepçe katliamında kullanıllan uçakları Saddam’a satan Fransız Dassault firmasına da kızmamız gerekir. Bu yol liberal totalitarizmin yoludur. İnsanların şeyleştirilmesi, ürünleştirilmesi, hakların alınıp satılması bu yolla gerçekleşiyor artık. Üstün(!) Alman ırkı ya da işçi sınıfının önlenemez(!) zaferi gibi yeni bir ideoloji bu.

İngiltere eski başbakanlarından liberal Margret Thatcher’ın diktatör Pinochet ile olan ilişkilerini inceleyin meselâ. Liberallerin “peygamberlerinden” Hayek’in Şili’de oynadığı rolü araştırın. ITT firmasının yaptığı tercihler ile Vodafone’un davranışı arasında benzerlikler bulacaksınız.

Tunus’lu ben Ali ülkesinden kaçmadan önce halka karşı kullanmak üzere hazırlanan silah ve cephane Fransız gümrüğünde durduruldu. Ekonomiye, uluslararası ticarete böyle müdahale edilmesi liberalizm açısından bir HATA olabilir ama ahlâken DOĞRU değil miydi bu? Hayek’in “Kölelik Yolu” adlı kitabında savunduğu gibi ekonomik faaliyetleri politik ve hukukî kaygıların dışında mı bırakmalıyız yoksa?

Nazilerle işbirliği yapmış olan IBM ya da Renault gibi firmalar hukukun dışında mı kalmalıdır? Yahudileri trenle gaz odalarına, fırınlara taşımış olan Fransız SNCF firması arz-talep dengelerine cevap verirken savcılar tarafından rahatsız edilmemeli midir artık?

Neden totalitarizm diyoruz ısrarla? Hannah Arendth Komünist totaliter sistemler ile faşist Almanya arasındaki benzerliklere ilk işaret ettiğinde büyük tepki almıştı. “İlerici” solcular onu afaroz etmeye bile kalktılar. Oysa Arendth haklıydı. “Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” diyen bir Nazi subayı ile aynı biçimde hareket eden Komünistler arasında ne fark vardı? Gözlerimizi (=aklımızı) bize kapattıran kim/ne olursa olsun sonunda varılacak yer zulüm. Çünkü içimizdeki “kötülük” değil İyilik’i yok eden. Kötülük kendi başına var olabilen bir şey değil ki. Kötülük Akıl’ı kullanMAmanın bir yansıması sadece:

” […] Nazi Almanyası döneminde milyonlarca Yahudinin toplama kamplarına, ölüme gönderilmesinden sorumlu SS yetkilisi Karl Adolf Eichmann’ın Kudüs’teki yargı sürecini ele alıyor. Yahudi soykırımının mimarı olarak sunulan Adolf Eichmann’ın sadist bir canavardan ziyade, normal, hatta korkutucu derecede normal bir insan olduğuna dikkat çeken Arendt, özellikle düşünme ve muhakeme yetisinin kaybolmasıyla birlikte kötülüğün nasıl sıradanlaştığını vurguluyor.” (Bkz. Şans, Kader, Özgür İrade ve Zaman-1-)

 Aklımıza bir deli gömleği gibi giydirilen ideolojiler bizim vicdanımızı, insanlığımızı susturuyor. Bu noktadan sonra ister Nazilerin hizmetine girmişsiniz, ister komünistlerin, ne fark eder? 1990’larda Kürt köylerini yakanlar, yargısız infaz yapanlar, insanları asit kuyularına atanlar gözlerini kapatıp vazifelerini yapmadılar mı? Liberalizm de bu yola girdi artık. Totaliter rejimlerin belkemiğini oluşturan ideolojilerdeki vasıfları görüyoruz liberallerde. Sadece Türkiye için değil bütün İnsanlık için en büyük tehlikeyi teşkil ediyor liberal totalitarizm.

Kemalistler gibi “halk için, halka rağmen” diyor Brükselli liberal politikacılar:

Oysa demokrasi ile liberalizm her zaman birbiriyle uyumlu değil. Çünkü halkın tercihleri daha güçlü, bazen daha “sosyal” bir devletten, kolektif dayanışmadan, yüksek asgârî ücretten yana olabilir. Yani daha az liberal bir devletten. Peki halka rağmen dayatılmalı mıdır liberalizm? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkların iradesi çiğnenebilir mi? 2008 krizi sırasında ve sonrasında bu soruya koca bir “EVET!” yanıtı verildi. ABD ve Avrupa Birliği’nde kamusal imkânlar kullanarak liberal tercihler batılı ülkelerin halklarına dayatıldı, dayatılıyor. Ekonomik krizin ortaya çıkmasına sebep olan kuruluşları kurtarmak için milyarlarca dolar harcayan devletler kâh vergileri ağırlaştırıyor, kâh kamu hizmetlerini kısıyor. ABD’nin bazı eyaletlerinde devlet okulları kısmî olarak kapatıldı, sağlık servisleri ve sosyal yardımlar kısıldı. Krizden çıkmak için kullanılan milyarlarca dolar Amerikan halkının alın teriydi. Ama bu para onlara kamu hizmeti olarak geri dönmedi, dönmeyecek.

Avrupa’da da durum daha iyi değil. Güçlü ekonomiler bile sarsılırken zayıf devletler iflas noktasına geldi. İzlanda, Yunanistan, İrlanda, Portekiz kaosun eşiğinde.  İngiliz, Fransız ve Alman bankalarının bu ülkelerdeki alacaklarını kurtarmak için yine İngiliz, Fransız ve Alman vatandaşlarından toplanan vergiler kullanılıyor. Bir başka deyişle batılı devletler finansal aktörlerin haciz memuru gibi kendi halklarını soyuyorlar. ” (Liberalizm ve Totalitarizmin düğünü)

 

Sonuç

Ekonomik serbestlik insanları hükümetlerin ekonomik baskısından korur. Bu sebeple ticarî serbestlik, yatırım yapma ve çalışma serbestliği toplam zenginliğin halka yayılmasını sağlar. Bunun tersi fiatların bir kral ya da bir meclis tarafından belirlendiği planlı sistemlerdir. Üretimin, ticaretin ve çalışma hayatının ağır bürokratik mekanizmalarla planlandığı bu tür ekonomiler geçmişte rüşvete, kara borsaya, fakirliğe ve büyük felaketlere sebebiyet verdiler. Gerek Rusya, Çin gibi komünist ülkelerin ve gerekse Türkiye’nin tarihinde bunu ispatlayacak bir çok olay var.

Ancak liberaller uzun zamandır TÜKETİCİ/MÜŞTERİ gibi ekonomik kavramlar ile HAK SAHİBİ-VATANDAŞ gibi siyasî ve hukukî kavramları karıştırma yoluna gittiler. 1700’lerden itibaren yazılmış ve bugün “liberalizmin klasikleri” sayılabilecek çok sayıda eser bu kavram karmaşasını yansıtıyor. Adam Smith’in 1759’da yazdığı Theory of Moral Sentiments bu kitaplardan sadece  biri.

Bu mesele özünde bir yöntem sorunudur. Epistemoloji sorunudur. Liberaller tıpkı komünistler ve faşistler gibi felsefî bir krizin pençesindeler. Hayat’ın gerçekleri ile liberal kavramlar arasında anlamsal bir uçurum var. Bir yandan kelimeler anlamlardan uzak, öte yandan bir kelime ile birden fazla kavrama işaret ediyorlar. Bu sebeple liberaller genellikle sağlıklı düşünemiyor.

Netice olarak liberal ahlak görecelidir, piyasaya ve paraya endekslidir, sayıca kalabalık ama paraca zayıf insan yığınları zengin bir azınlık tarafından LİBERALCE ezilebilir.

 Piyasa ve Bireysel serbestlikler malların ve sermayenin serbestçe dolaşması gereklidir. Bu serbestlik kanunlarla korunmalıdır. Ama bunlar birer alettir, hukukun üstünde yer alamaz. Piyasa hukukun yerini alamaz, hukukun yerine ikame edilemez. Liberalizmi savunarak ekonomik faaliyetleri HUKUK dışına çıkarma çabası totalitarizme varır. Dünya 1980’lerden beri bu yolu deniyor, önümüzdeki onyıllarda bu deneyin kobayları olarak ağır bedeller ödeyebiliriz.

Liberal dostlarımızı bir kez daha liberal klasikleri dikkatle okumaya davet ediyorum. Lütfen…

 

 

Dip notlar (Okuma kolaylığı için kaynak makaleden alıp  tekrar koydum)

(1°) John Rawls liberal midir? Kendisine “liberal” diyen Amerikalılar bu lafı Avrupa’daki solcu/sosyalist anlamında kullanıyorlar. Amerikalı liberaller bizimkilerin aksine sosyal devleti, zenginden daha çok vergi alınmasını ve fakire devlet eliyle destek olunmasını savunuyorlar. Zaten Rawls da teorisini Vietnam savaşı sırasında geliştiriyor. Vatandaşlık haklarının, federal devletin meşruiyetinin tartışıldığı, entelektüel açıdan çalkantılı yıllar. Teorisini kitaplaştırdığı A Theory of Justice’te açık açık sosyal devleti savunuyor adamımız(sayfa 300-310). Hatta şu lafı bile Rawls’ı liberal zanneden liberallerin biraz uyanmaları için faydalı olabilir:

The difference principle: They are to be of the greatest benefit to the least-advantaged members of society.”

Not: Bazı liberallerin hoşlarına giden her fikri “hah bu da bizden” demesi, sonra kimi liberaller faşist diktatörlere destek olunca “o adam bizden değil” diye zeytinyağı gibi üste çıkmaları son derecede gıcık bir tutum. Yemezler. Bu oynaklık yüzünden liberalizm de gitgide Kemalizm gibi tarif edilemez bir şey halini alıyor, bizden söylemesi.

(2°) Kant’ın Pratik Aklın Eleştirisi adlı eserinde ortaya koyduğu ahlâk zemini iyiliği tek başına bir değer olarak kabul ediyor ve sonuççu (konsekansiyalist) ya da faydacı (utilitarist) arayışları reddediyor. Ama bu kadar aşikâr bir gerçeği görmek genellikle liberallerin işine gelmiyor ve Kant’ın prestijinden istifade etmek için bazen bu büyük düşünürü “liberal” ekibe dahil ediyorlar. “Aydınlanma nedir?” gibi denemelerinde bireysel hakları devletin baskısına karşı savunması belki liberalizm ile paralel kabul edilebilir ama Kant’ı Kant yapan eserlerdeki “özgürlük” kavramı ne o dönemin ne de bugünün liberalleriyle uyum teşkil eder. Adı özgürlükten türemiş bir fikir akımının takipçileri elbette özgürlük tanımı konusunda daha hassas olmalıdır. (Bkz.  Derin İnsan  kitabı, Fahişelik, şehitlik ve özgürlük  isimli bölüm) Bu değerli insanı yani Immanuel Kant’ı liberalizme yamamaya çalışmadan önce liberaller aşağıdaki eserleri okumalı ve aralarında uzunca tartışmalıdır:

  • 1. Saf Aklın Eleştirisi, 1781 (Kritik der reinen Vernunft)
  • 2. Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi, 1785 (Grundlegung zur Metaphysik der Sitten)
  • 3. Pratik Aklın Eleştirisi , 1788 (Kritik der praktischen Vernunft)
  • 4. Yargı Kabiliyetinin Eleştirisi, 1790 (Kritik der Urteilkraft)
  • 5. Ahlâk Metafiziği, 1797 (Metaphysik der Sitten)

(3°) De Tocqueville’in hemen bütün siyasî akımlar, ideolojiler üzerine etkisi olmuştur. Liberalizm de bunların arasındadır. Bu duruma bakarak liberal olduğunu iddia etmek oldukça hatalıdır.

 De la démocratie en Amérique (1835) adlı şahane yapıtıyla hâlâ haklı bir üne sahiptir Alexis de Tocqueville. Kamu hukuku konusunda uzmandır. Çalışmalarını, Amerika gezilerini yaptığı dönem Avrupa’nın ihtilaller, savaşlarla çalkalandığı bir dönemdir. Bu eseri okuyanlar “demokrasinin tehlikeleri” konusunda de Tocqueville’in uyarılarına hayret edecekler. Zira bugünkü liberallerin dört elle sarıldıkları bir başka kavramın, birey fetişizminin ve hazcılığın alarmını veriyor de Tocqueville. Bireyi bu derecede yüceltmenin tiranlığa varacağını öngörüyor. Bugün gerek ABD gerekse Avrupa Birliği’ni tehdit eden bu meselenin daha 1800′lerden teşhis edilmesi elbette büyük bir dehanın işareti. Bu büyük düşünür de tıpkı Kant gibi şu veya bu ideolojiye, piyasa-birey fetişizmine alet edilemeyecek kadar kıymetli bir isim ve tabi yazdıkları da. Lütfen liberal kaloriferlere yakıt yapmayalım bu kitapları. Okuyalım, öğrenelim. Esinlenelim. Ama önümüze gelen herkesi liberalizme yamamaktan uzak duralım.

(4°) Siyasî teorileri doğdukları koşulların dışında anlamaya çalışmak büyük hata ama bu hatayı yine Türk liberallerinde yoğun biçimde görüyoruz. Örnek? 1938′de Paris’te toplanan Colloque Walter Lippmann dönemin ünlü “liberallerini” bir araya getiriyor:  Friedrich Hayek, Ludwig von Mises, Michael Polanyi, Raymond Aron, Louis Rougier, Jacques Rueff, Walter Lippmann, Wilhelm Röpke, Alexander Rüstow… “Liberal” kelimesini tırnak içinde yazmak lazım zira bu “liberaller” asla bir arada uygulanamayacak fikirleri savunuyorlar, hatta bazıları birbirlerinden nefret ediyor. Röpke ve Rüstow gibi isimler tam rekabet uğruna mirasın ağır biçimde vergilendirilmesinden yanalar meselâ. Hayek’in liberalizmi tam bir kuşatma altında!

Düşünün, ingiltere’de Liberal Parti 1927′de bir “Sarı Kitap” yayınlıyor “Britain’s Industrial Future” adında, yazarı kim? Bizim Keynes! Anti-liberalin teki, Devlet müdahalesini ideoloji haline getiren Keynes! Aynı John Maynard Keynes İngiliz liberallerin abidevî gazetesi The Nation’ı da satın almış mı 1922′de? Al sana yandaş medya!

İyi ama neden toplandılar 1938′de böyle bir bayrak altında? Çünkü o dönemin yaygın sloganı “liberalizm öldü”. Liberalizm bugün Komünizmin bulunduğu yerde, dünyada totaliter akımlar zemin kazanıyor, diktatörler, faşistler yükselişte, unutmayın sene 1938. “Liberaller” savunmadalar.

İkinci dünya savaşı başlarında Batı Avrupa da ideolojik bir kutuplaşma içinde. Meselâ Hayek 1940′ta ünlü “Kölelik yolu” (The Road to Serfdom) adlı kitabını yazmaya başladığında London School of Economics ciddî biçimde sosyalist fikirlerin etkisi altında. Nazizmin, sosyalizmin ve çeşitli soslarda her türlü totalitarizmin hem dünyaya hem de zihinlere hakim olduğu bu dönemde Hayek devletin ekonomiye müdahalesinin eninde sonunda bireysel özgürlükleri yok edeceğini anlatıyor, arkadaşlarını bu “zararlı” fikirlerden kurtarmaya çalışıyor. Kitap 1944′te yayınlanmış. 20′den fazla dile çevrilmiş. Yayınlandığı dönemde de Avrupa’ya sefalet hakim ve Avrupalı seçmenlerin önemli bir kısmı komünist ve sosyalist partilere oy veriyor.

Özetle Hayek veya Mises veya bir başkası tarafından ortaya konmuş “liberal ilkeleri” o insanların ülkelerinden, yaşadıkları dönemin korku ve umutlarından ayrı, zaman ve mekânın dışında düşünmek aslında düşünMEmektir. O fikirleri tabulaştırmak, tartışılmaz hale getirmektir. Yukarıda adı geçen liberaller şüphesiz aklı başında, zeki ve meraklı insanlardı. Bugünkü dünyanın halini görselerdi mutlaka yeni fikirler üretirlerdi. Ama bugün hayatta olan liberaller ne yazık ki o dönemin fikirlerine, ahlâk teorilerine saplanıp kalmış görünüyorlar. Liberal fikirler totemleşiyor.

 

…Bu makale ilginizi çektiyse…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:fortis et liber Tarih: Şub 1, 2011 | Reply

    bir vodafone örneği üzerinden bu kadar büyük çıkarsamalar yapılmış, müellifi tebrik etmek lazım gelir.. velakin müelliften aynı mısır olayında internete erişim engellenmesine rağmen google ve twitter gibi iki büyük şirketin bu engeli aşmak ve iletişim özgürlüğü sunmak için mısır halkına ücretsiz olarak kullanabilecekleri sabit telefondan internet iletişimine geçmeye yarayan yeni programlar sunması hakkında da benzeri büyük çıkarsamalar içeren bir makale de okumak isterim..

  3. Yazan:MY Tarih: Şub 1, 2011 | Reply

    “google ve twitter gibi iki büyük şirketin bu engeli aşmak ve iletişim özgürlüğü sunmak için mısır halkına ücretsiz olarak kullanabilecekleri sabit telefondan internet iletişimine geçmeye yarayan yeni programlar sunması hakkında..”

    Belki diktatörün kaçacagini tahmin ettiler, “dogru” ata oynamak istediler 🙂

    Google bir ara çin’de iskence, Tibet vb konularda hükümete muhalefet eden aktivistlerin aleyhine oynuyordu, takip etmedim. Haberiniz var mi? Ne oldu o mesele?

  4. Yazan:serdar Tarih: Şub 2, 2011 | Reply

    liberalizmi tümüyle reddederek yepyeni bir perspektifi aramak gerektiğine inanıyorum. çünkü liberalizm insanın insanlığını yaşamasına zaman bırakmayan bir sistem öneriyor ve dayatıyor bizlere. google’ın mısırlılara yardımcı olmasını küçük bir bal çalma olarak değerlendirebiliriz. ya da şahısların içlerindeki insan cevherinin arada bir pişmanlık duyup doğru iş yaparak teselli bulması olarakta değerlendirilebilir. burada para başat faktör olduğu için insanların çalışma şartlarının uygunluğu, servetin eşit bölüşümü falan önemli değildir. önemli olan zenginlerin servetlerine servet katmasıdır. türkiyede dindar liberallerin anlayamadığı da islam’la liberalizmin birbirinden çok farklı şeyler olduğudur. bunu anlayamadıkları içinde islamda fiatların önceden belirlenmeyip pazarda belirlenmesinden, belli bir kurumun taban fiat belirlemeyip, fiatların arz ve talebe göre şekillenmesinden liberalizme yol bulmaya bile kalkıştılar. “medine pazarı: serbest piyasa ekonomisi” deyiverdiler pır diye. ama islamın hiç bir kuralı para için insanlara ilaç satıp, hastalıkların çaresi olan gerçek ilacı bir türlü icat etmemeyi ya da ellerinde varsa bile satmamayı doğru bulmaz. faizli kredi vermek suretiyle üretim olmaksızın finans kapitalin büyüyüp yatırıma yani fakir halkın yok pahasına çalıştığı köle kamplarının artmasını doğru bulmaz. anadolu kaplanlarıyla tüsiatın birbirleri ile boğuşup çevrelerine imtiyaz sağlamaya çalışırken, devlet arazilerini bölüşürken milletin aç kalmasını islam onaylamaz. şirketin daha çok cüro yapması için yatırım yapıp, işçilerin paralarını geç ödemeyi doğru bulmaz. bazı dindarların farkında olmadan şiar edindiği: “dindar bir insan olup homoekonomikus gibi çalışma”yı doğru bulmaz. bu noktada başbakanın da kafası karışık. bir milyon işverenden birer işçi almasını önerdi iş veren sendikasına. ama bunu da liberalizmin midesi kaldırmaz. yani nurlu liberalizm olmaz. liberalizmin dışında özgün ve hakkı, adaleti gözeten bir sistem dünyada hükümferma olmadıkça bu dünya iflah olmaz. selamlarımla

  1. 1 Trackback(s)

  2. Mar 3, 2011: Son 90 günde en çok okunan ve tartışılanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin