RSS Feed for This Post

Eyvah eyvah Hocam, bana mı kaldı bu yük?

İbrahim Becer

Erbakan Hoca hakkında naif, iddiasız bir yazı yazdım: “Hoca, Babam ve oğlu”!

Yaptığım bir nebze de olsa “Ustalara saygı” köşesi yaratmaktı geçen günlerimin duvarında. Öyle ya, “vefa” denilen şeyin bozasıyla ünlü bir semt adı değil de içinde saygıyı da barındıran bir gönül işi olduğunu öğretmişlerdi bana.

Serde İzmirlilik de var, Sezen Aksu’yla hemşehriyiz son tahlilde. Hoca ve benim aramdaki hukuk, biraz da hemşehrimin bir şarkısında belirttiği gibi yani: “Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem/ unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir/ Acının insana kattığı değeri bilirim, küsemem/ Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir…”

O günlerin belki de tadı damağımızda kalmasındandır bu kolay vazgeçemeyişimiz. Bir Yorumcu Arkadaşım değinmiş o günlere. Refah Partisinin bayrağını bisikletinin arkasına takıp gezdiği günlerden bahsetmiş. O günlere tevellütü yetenler için bugünlerin kadrini kıymetini bilmek öyle böyle farz değildir. Bugün, Gazeteciler bacak bacak üstüne atıp Genel Kurmay Başkanlarıyla mülakat yapabilmekteler, çok zor sorular sorabilmekteler. Hatta ve hatta Rasim Ozan Kütahyalı bile İlker Başbuğ’a hitaben “…aklını başına topla, sen bu Devletin bir memurusun, Kasımpaşalı sana haddini bildirir…” türünden tirad atabiliyor.

Peki, o günleri hatırlayanınız var mı? Ya da soruyu şöyle soralım: Bugünlerde birer demokrasi kumkuması kesilenler 28 Şubat günlerinde ne işle iştigal etmekteydiler? Çarpıcı bir örnektir ama gelinen noktayı anlatması bakımından da isabetlidir: ‘Merve’nin çıplak ayaklarını görünce, dedim ki içimden, kim bilir kaç aksakallı muhterem gece rüyasında, onun çıplak ayaklarının hayalini kurup asılmıştır…’  Satırların sahibi bugünün sadık muharriri Engin Ardıç. Bahsi geçen ‘Merve’, Merhum Ecevit’in “bu kadına haddini bildirin” diye Meclis Kürsüsünden ünlediği müstafi Milletvekili Merve Kavakçı. İddianın sahibi, ‘Toplum Mühendisliği’ konusunda sınıfta çakmış Ordu’ya yalın kılıç saldıran Rasim Ozan Kütahyalı’nın muhterem zevceleri Nagehan Alçı.

İş, samimiyet testine tabi tutulacak adam aramak olsun. Ben üşenmedim, şöyle bir o günlerin gazete arşivlerine bir göz attım. Madem ki Mevlana’nın sözünü düstur eyledik, o halde “hataları örtmekte gece gibi olalım” diyelim ve o sayfayı kapatalım. Fakat ‘refikimiz’ bildiklerimizin Merhum Hoca’ya karşı bu kadar merhametsiz olmaları karşısında ‘izahı mümkün değil’ diye de şerh düşmek üzerimize farzdır. Çok büyük bir komploya hazırlıksız yakalanan Kadroların sahne aldığı bir dönemdi 28 Şubat Dönemi. Bahse konu yazıdaki Yorumları yapan Arkadaşlarımın dediklerinde de hakikat payı var. Kendisine karşı kurulan ‘Batı Çalışma Gurubunun’ kurulduğu günlerde, Hoca bize iştahla Ordunun aslında Milli Görüşçü olduğundan bahsediyordu. İspat olarak da bilmem ne Ordu Komutanlığı yakınlarındaki sandıktan Refah Partisinin birinci parti çıktığını söylüyordu.

İflah olmaz bir Devletçiydi hoca, eyvallah; hiç kimse Onu, Devletin içinde kendisine karşı bir teşekkül olduğuna inandıramazdı. Ne yalan söyleyeyim kimse de inanmak istemiyordu; Gazeteciler, Yüksek Yargı Mensupları, Üniversiteler Karargaha gidiyordu, dersini alıyor da ezber ediyordu ama şuurumuz mu kapanmıştı bilmiyorum, kimse böyle bir şeyin olacağını tahmin edemiyordu. Gazetelerin mürteci avına çıktığı günlerde, bugün yüksek perdeden ses verenlerin, Akif’in “Mürtecisin be İmam? Mürteciyim hamdolsun!”  sözüne atıfta bulunduklarını işitmedik, işitemedik devr-i istibdatta.

Vaktiniz olursa İskender Pala’nın o günleri kapsamlı olarak anlatan ‘İki darbe arasında’ isimli kitabını okuyunuz. “Vaktinden önce neden çiçek açamaz” sorusuna çok güzel cevap vermekte kendisi.

Tayyip Erdoğan’ı da Hoca’dan ayıran en önemli fark şuydu: İktidar olmak için ilk önce muktedir olmanın gerektiğini anlayan ilk Başbakan oldu kendisi. Eğer öncüllerinin yolunda gitseydi, bugün kendisine de ağıt yakıyor olacaktık. Çok büyük bir avantajı vardı; kadrolarının hemen hepsi 28 Şubat’ın çilegahında derslerini iyi çalışmışlardı. Onun içindir ki 27 Nisan bildirisine posta koyup ertesi gün seçime gitmesini bildiler.

Demem o ki, kapsamlı bir mıntıka temizliğinin ardından cesarete gelip de bugün bülbül gibi şakıyanların samimiyetini ölçmek için Gazete arşivleri bir ‘tık’ ötede.Tayyip Erdoğan, Milli Görüş gömleğini hiç çıkarmadı ama bir şeyi de ihmal etmedi:  Gömleğinin üstüne çelik yelek giydi. Merhum Hoca’ysa tam aksine, kendisine çevrilen namluların önünde tiril tiril gezdi.

Hülasa, Tabutunun başında Bir Cumhurbaşkanı, bir Başbakan, bir Meclis Başkanı bıraktı miras olarak. Bir de kendisini uğurlamaya gelen Askerleri  tekbirlerle karşılayan Yüzbinler.

Devlet töreni istemedi; Necip Fazıl’a bir selam sarkıttı belki de, kimbilir: “İstemem son günümde olsun tankım, top arabam/ Alıp beni götürsün, inanmış tam dört adam…”

Velhasıl, bugünlere gelinmesinde emeği büyüktür…

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:kasım Tarih: Mar 7, 2011 | Reply

    Çok büyük bir komploya hazırlıksız yakalanan Kadroların sahne aldığı bir dönemdi 28 Şubat Dönemi.

    :))

  3. Yazan:ali duman Tarih: Mar 7, 2011 | Reply

    “kanlı mı olacak kansız mı?” söylemine girmezseniz,

    sarıklı ve cübbeli tarikat şeyhlerine başbakanlıkta iftar yemeği vermezseniz,

    karanlıkların aydınlatılması taleplerine “gulu gulu dansı yapıyorlar” yaklaşımını göstermezseniz,

    halkın beklentilerine “faso-fiso” demezseniz

    çelik yelek giymek zorunda da kalmazsınız.

    en güçlü çelik yelek, gücünü milletten almaktan, millete yaslanmaktan daha etkili değildir.

    yukarıdaki eylemleri Hoca mı yaptı?, Hoca’ya yaptırıldı mı?

    85 yaşında SP, başına geçti mi? geçirildi mi?

    yetiştirdiği kadrolardan övgü ile söz ediyorsunuz, (cumhurbaşkanı,başbakan meclis başkanı) oysa Hoca’nın, o kadroları öldüğü güne kadar “ABD ve Batı uşaklığı” ile suçlamasına ne demeliyiz?

    28 şubatta kendisinin başaramadığını, 27 nisanda başarmış olan öğrencilerini takdir etmek çok mu zordu? bu takdir onların hakkı değil miydi?

    naifliğinizi anlayabiliyorum, ama Hoca’nın muhatabları (akp’li kadrolar) için takındığı haksız tavırları anlamakta zorluk çekiyorum.

    “Ne mutlu bana, yetiştirdiğim kadrolar ülkeyi yönetiyor, hem de çok iyi yönetiyor” demesi çok mu zordu? doğrusu da bu değil miydi?

    soğuk savaş döneminin özellikleri itibariyle, bazı soruların cevapları “derin”liklerde kalınca, maalesef ülkemin en popüler siyasi aktörlerinin hakikata inhisar eden yönlerini tanımak mümkünsüz hale gelebiliyor. (en azından şimdilik mahşerin dört atlısı için bu böyle, demirel-erbakan-ecevit-turkeş)

    şayet mümkün olsa ve bu mahşerin dört atlısı sırayla ve aynı sürelerle iktidar olmuş olsalardı, aslında dördünün de birbirinden hiç bir farkının olmayacağı kanıtlanmış olabilirdi. Zaten 28 şubat yaklaşımı, orduya karşı tutumu kendisinin öz itibariyle demirel’den hiç bir farkının olamayacağının açık kanıtıdır, üstelik şu an akp’ye tıpkı demirel’in gibi karşı oluşu bunun bir başka kanıtı olup, söze değil, öze bakmak gerekir, siyaset sahnesinde herkesin kendi meşrebine uygun bir dili var, bu nedenle dile değil, öze bakmak gerekir.

    bugün gelinilen noktada olumlulukların çoğunda Erbakan Hoca’dan çok Fethullah Gülen Hoca’nın payı vardır, zira Fethullah Hoca insana ve eğitime yatırım yapmış ve bunun meyveleri bugünün oluşmasını sağlamıştır.

    ben başka birinden mi söz ediyorum, şüpheye düştüm, bardağın dolu tarafı olduğu gibi bir de oldukça boş kalan kısmı var, zira her ikisini de görebilmek önemli, gerci bu konuda işin hakkını vermeye çalışmışsınız, ancak ne var ki kanımca, bardağın dolu tarafı söze, boş kısmı ise öze yöneliktir, benim için öz daha ağır basmaktadır.

  4. Yazan:Serdar Demirdirek Tarih: Mar 8, 2011 | Reply

    Sevgili Ali Duman’ın yorumunun altına imzamı atarım. Asıl üzerinde durulması gerekenleri çok güzel dile getirmiş. Merhumun arkasından naif yazılar yazmak hoş tabii. Ancak hocanın hayatı da siyah ve beyazlardan oluşuyordu. Tıpkı herkes gibi. Burada dile getirmek istemediğim o kadar garip şeyler yaptı ki kendisi ya da partilileri. Bunların bir kısmına Ali Duman değinmiş. Şevki Yılmaz’ın konuşmalarını hatırlar mısınız örneğin? Bütün bunların bilinçli yapıldığını düşünüyorum ister istemez. Hoca kadar akıllı bir insanın bunların farkında olmaması daha uzak bir ihtimal gibi geliyor bana.

    Cenazesinde oluşan ilginç tablo ve arkasından ağıt yakanların siyasi kimliklerine baktığımız zaman bu şüphemde haklı olduğumu düşünüyorum sanki.

    28 şubatın kara bulutlarını henüz tam olarak dağıtabilmiş sayılmayız. Diyorum ki 85 yaşında siyasi hırslarına ket vurup, o zor zamanları anlatan bir kitap yazsaydı ya da ne bileyim bir belgesel çekseydi. Örneğin o MGK toplantılarında yaşananların ortaya çıkması bugüne ışık tutabilirdi sanırım.

    Üstelik eski bir meslek lisesi mezunu ve katsayı mağduru olarak, aradan çok uzun zaman geçmesine rağmen bir türlü kendisini affedemiyorum. Hiçbir zaman hataları olduğunu kabul etmemesinin de bunda etkisi var sanırım. Allah taksiratını affetsin!

    Ben hala o dönemde benim gibi milyonlarca insanın kanına giren asıl faillerin cezalarını bulmalarını dört gözle bekliyorum. Hani devletin bakanlarını yağlı kazığa oturtmakla tehdit edenler, “bilmem kaç milyon insan ölse ne olur ki?” diyenler, asfaltları tank paletleriyle ağlatanlar, üniversitede postallara uşaklık ederek başörtülü avına çıkan intihalciler, “28 şubatın düğmesine ben bastım!” (çok matah birşeymiş gibi) diyerek şişinenler, “paşa başkanı hizaya soktu” diyebilecek ölçüde uşaklık eden kalemşörler, bütün bunlara çanak tutan sermaye sahipleri, bu mosmodern darbeden birkaç sene sonra ülkeyi krize sokup 16 bankayı hortumlayıp batıranlar, milyar dolarlık askeri ihaleleri darbe destekçisi siyonist ülkeye peşkeş çekenler ve tabii ki ismi lazım değil, 1000 yıl sürecekçiler. Hayatlarının sonuna kadar 5 dakikalık huzurlu uyku nasip etmesin Allah onlara!

    Sahi bu 1000 yıl da göz açıp kapayıncaya kadar geçti mi ne?

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin