Gazeteci ve Sanatçı Hukuk’un Üstünde midir?
By Mehmet Yılmaz on Mar 10, 2011 in ahlak, Basın Özgürlüğü, Ergenekon Nedir?, Türk Basını, vicdan
Paris’ten Trablus’a gidip aynı gün geri dönen özel bir jet Fransız gümrük polislerinin dikkatini çekti. Takvimler 5 mart cumartesiyi gösteriyordu. JDD (Journal de Dimanche) gazetecilerinden Laurent Valdiguié ve bir fotoğrafçıyla beraber Ziad Takieddine çıktı uçaktan. Lübnan asıllı fransız vatandaşı Takieddin Pakistan ve Afganistan’ı “özgürleştiren” savaşlara silah satan bir tüccar. Fransız derin devletinin kirli çamaşırlarının ortaya saçıldığı Karaçi skandalıyla birlikte adı çokça anılmıştı.
Bu “masum” hafta sonu gezisini bozan polislerin ilk sürpirizi uçağın Libya’da kayıtlı olmasıydı. Daha da “komik” olan ise Takieddine’nin çantasından çıkan 1,5 milyon avro oldu. Günübirlik bir Trablus gezisi için yüklü bir miktar sayılabilecek bir cep harçlığı… Gümrükte deklarasyon yapılmalıydı. “Unutulmuş.” Gazeteci Valdiguié evinde Kaddafi ile yaptığı röportajı temize çekerken Takieddine 24 saat göz altında tutuldu, sonra bırakıldı. Bir soruşturma açıldı tabi, kara para aklamaktan.
Masrafları eli kanlı Kaddafi tarafından karşılanan özel bir jete binmiş bir gazeteciden bahsediyorum. Yol arkadaşı ise eli kanlı bir iş adamı. Ama gazeteci şimdilik her hangi bir şey ile suçlanmadı. Çalıştığı JDD gazetesi EADS‘in ait olduğu Lagardère Grubuna ait. EADS dünyanın en büyük silah imalatçılarından. Fransa’da yazılı basının %70’e yakın bir kısmı silah endüstrisinin elinde. Rezalet Nouvel Observateur ve L’Expresse tarafından duyuruldu. Lagardère Grubuna ait bir medya kuruluşu olan Europe 1 gazeteci Valdiguié ile bir “aklama” röportajı yaptı. “Zavallı” gazeteci ismini vermeden “öteki yolcunun tutuklandığından haberim yoktu” dedi.
Sahne 2: Los Angeles, Mart 1977
Roman Polanski Jack Nicholson’a ait bir villada 13 yaşındaki bir insan olan Samantha Geimer ile fotoğraf çekimi yapıyor. Çekim bitince şampanya ve uyuşturucu teklif ediyor. Kızın itirazlarına rağmen cinsel ilişkiye giriyorlar. Mahkemede Polanski ilişkiyi kabul ediyor ama tecavüz suçlamasını reddediyor. Alkol içmeye zorladığı ve uyku ilacı verdiği suçlamalarını da. ABD’den kaçıyor Polanski.
Dönemin Fransa kültür bakanı Frédéric Mittérand Polanski’yi destekliyor. “Eski dosya” vs diyerek sulandırmaya çalışıyor. İktidar partisi UMP’nin sözcüsü Frédéric Lefebvre de destek oluyor. SACD (Senaryo Yazarları Derneği) Polanski’ye destek için bir imza kampanyası başlatıyor. Sanatçılardan Costa-Gavras, Monica Bellucci, Fanny Ardant, Bertrand Tavernier kampanyaya imza ile destek veriyorlar. Siyasetçilerden Jack Lang ve Bernard Kouchner de destekçiler arasında.
Sahne 3: İstanbul, Mart 2011
“Bizim” Türkiye’de bir kaç gazeteci Ergenekon Terör Örgütü ile işbirliği yapmaktan suçlanıyorlar. Diğer gazeteciler öfkeli. “Basın özgürlüğü çiğneniyor” diye kıyamet kopuyor. Gazeteci olmaları onların masum olduklarını ıspatlıyor sanki?
İlk defa muvazzaf subaylar tutuklandığında “vatansever gençleri neden tutukluyorsunuz?” diye çıkışan insanlar geliyor aklıma. Hiç bir meslek Hukuk’un üstünde değildir diye düşünüyorum. Bir imam, bir öğretmen, bir doktor, bir gazeteci ya da bir subay tutuklanabilir. Herkes gibi avukatını görebilmelidir. Muhtemel masumiyetini ispatlamak için her türlü imkânı olmalıdır. Ama hiç bir meslek mensubu kendini mesleğinden ötürü EBEDİYEN MASUM zannetmemelidir.
İbret almak için Vatikan’a bakmak yeter. Yetim çocuklara, kilise korosunda şarkı söyleyenler tecavüz eden rahipler uzun süre Vatikan tarafından korundu. Artık bu suç Vatikan ile öylesine özdeşleşti ki asırlardır Katolik olan Güney Amerika’da insanlar dinlerini terk edip akın akın Protestanlığa geçiyorlar.
Gazeteci camiası, hele Türkiye’nin gazeteci camiası içinde niceleri var ki elleri kan içinde. Bunların yakalanması da Türkiye gazetecilerinin saygınlığını arttıracaktır, buna şüphe olmasın.
Eleştiri kabul etmeyen kurumlar ve kuruluşlar yozlaşır, yobazlaşır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Vatikan’ın bu günkü acıklı durumu gazetecilerimizi düşünceye sevk etmelidir.
…Bu makale ilginizi çektiyse…
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
4 Yorum
Yazan:izzettin Tarih: Mar 10, 2011 | Reply
Çok güzel bir noktaya temas etmişsiniz Mehmet bey.Sorun gazetecilerin mesleklerinden başka şeyle uğraşmaları veya mesleki konumlarını kötüye kullanmaları.Vakit gazetesine 301 generalin açtığı davada bu zevattan hiçbiri çıkıp Abdurrahman Dilipak’ı savunmadı,kimse Şamil Tayyar 300 yıl hapisle yargılanırken basın özgürlüğünü hatırlamadı.Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür belki ama bu ülke Genelkurmay brifinglerini ayakta alkışlayıp talimatla manşet atan;çalışma arkadaşlarını mesnetsizce teröristlikle suçlayan gazetecileri unutmadı.”411 el kaosa kalktı” manşetleri hala dün gibi aklımızda.Hüseyin Üzmez olayında yargı sürecini bekleyip saygı duyalım diyenler acaba bu süreçte neden yargı sürecini beklemez veya bir liderin mahrem görüntülerini şantaj amacıyla saklamak gazetecilik midir?
Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Mar 10, 2011 | Reply
Yazınıza tamamen katılıyorum ve çok önemsiyorum Mehmet Bey…
Kanaatimce, bir generalin, “Tanırım, iyi çocuktur…” lafı nasıl bir komutana yakışmıyorsa, elinde hiçbir bilgi olmaksızın “Biz biliriz, iyi çocukturlar…” nevinden duygusal yaklaşımlar da gazetecilere yakışmıyor. Arada çok büyük bir fark göremiyorum zihniyet olarak…
Kaldı ki İzzettin Bey’in yorumunda temas ettiği gerçekler de cabası.
Tekrar teşekkürler…
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Mar 11, 2011 | Reply
Duruma göre değişir.Çoklu durum yalnız;yargılanan’ın “kim/kimler”den olduğuna,yargılayanın yargılanmakta olanı “nereye” koyduğuna bağlıdır.Tabir yerindeyse tutulan takıma göre şekilleniyor bizde yargı(lar).Yargı derken salt hukuksal süreç ve işleyişi kasdetmiyorum.Malum olduğu üzere toplumsal yargı mekanizmamız hukuk adına yetkili olan yargı kurumlarından çok daha aktif işlemektedir.”Asker milletiz” falan diyoruz ama aksine toplumca yargıya olan bu ilgi ve merakımıza”yargıç milletiz”tanımı daha bir uyuyor.Aslında sadece yargıç olmakla da yetinmiyoruz.Hem savcıyız hem polis,hem tanıkız hem jüri…
Karışık bir durum hasılı,toparlaması ayrı bir dert.Herkes boyuna bi işler çeviriyor.Biri diğerinin görevine talip adeta.Asker siyaset yapıyor,gazeteci yargıçlık;hukuk kurumları ise birer siyasi parti gibi.Biraz beylik bir laf olacak ama sanırım birçok sorunun temelinde bu görevini hakkıyla yapamama durumu var.
Netice itibariyle hukuk sistemimiz sağlıklı ve adaletli işleseydi insanların suçlu olup olmadığını tartışıyor olmayacaktık.Ne var ki yargının tarafsızlık ilkesine gölge düşüren tutumu toplumda bir güven kaybına yol açmış,dolayısıyla da yargıyla sınırlı kalması gereken meseleler sıradan konular gibi tartışılır olmuştur.
Tabi burada makaleye eleştiri getirdiğim anlaşılmasın genel bir durumdan bahsediyorum.Makalede eleştiriye ihtiyaç duyan bu sapla samanın karışmasına,hukuki skandallara ve buna ilişkin herkesin veya kesimin kendi cephesinden meseleye bakışı merkeze alınmış.Yani bir durum tesbiti yapılmıştır.İçeriğine de,değerli yorumcuların tamamlayıcı tesbitlerine de katılıyorum.Ancak buna karşın,adalet ve hukuk sistemi evrensel normlara kavuşmadıkça,hukuku gerçek anlamda isteyenlerin de benzer duruma düşmeleri kaçınılmazdır.Zira sistem yanlış işledikçe insanların farkında olmayarak bu işleyişe iştirak etmeleri yani hataya düşme riski her zaman vardır.Şöyle izah edeyim:Sürmekte olan bir dava düşünelim.Davayı haklı bulduğumuzda yargıya güvenilmesi gerektiğini söyleriz.Tersi durumda yani şaibeli bulduğumuzda ise kuşkuyla bakarız.İşte tam da bu noktada kendimizi bir çifte standartın kıskacında buluruz.Zira yerine göre son kararı kendilerin vereceği bir yargıyla,kararlarına şüpheyle yaklaşabileceğimiz diğer bir yargıyla karşı karşıyayız.İkisi iç içedir.Bölünmüştür.Dolayısıyla kişisel kanaatimizi belirlerken bir şekilde etkileniriz.Etkilenebilecek zemin ve araçlar da olunca ister istemez şikayetçi olduğumuz tavırın içinde buluruz kendimizi.
Neyse,toparlaması zor bir mevzu.Sanırım köklü bir zihniyet değişimi olmadıkça haklı/haksızı ayırmakta zorlanmaya devam edeceğiz gibi görünüyor.
Yazan:mrtnrn Tarih: Mar 11, 2011 | Reply
çok eskilerden bir örnek de yılmaz güney’in adana’da bir savcıyı vurması…