komplonun dini imanı olmaz
By İbrahim Becer on Mar 17, 2011 in atatürkçülük, CHP, darbe, Ergenekon Nedir?, Kemalizm, vicdan
Oda Tv Muhabiri İklim Bayraktar’ın ifşaatlarına bir internet haber sitesi, iki Genel Başkan, bir Yazar da dahil olunca ortalık panayır yerine döndü.
“şuyuu vukuundan beter” der eskiler böyle bir durumda. Yani, “dedikodusu vuku bulmasından beter” gibi bir anlam çıkar. Yine de Türk Medyasının ve onun mebzul miktardaki köşe yazarlarının soğukkanlılığı, yıldönümünü henüz yeni idrak ettiğimiz 28 Şubat’tan ders alındığının nişanesi gibi geldi bana. Olayın üzerine “kesin yapmıştır” şeklinde yalın kılıç gidene pek rastlamadım. Genel yaklaşım, “başkası düştüğü zaman çürük tahtaya basmasaydı deriz; oysa ki, kendimiz düşünce tahtanın çürüklüğünden şikayet ederiz” tarzındaydı.
Gönül isterdi ki bu yaklaşım, Fadime Şahin ve şurekası da meydana sürüldüğünde karşı mahallenin masumve masumelerine karşı da gösterilsin. Ama Mevlana’nın dediği gibi “dün, dünle gitti cancağazım; bugün yeni şeyler söylemek lazım”. Sayın Deniz Baykal’ın başına gelenlere bir rövanş muamelesi çekmekten ziyade, “ne yapalım da bir daha başımıza böyle şeyler musallat olmasın” diye düşünmek en akıllıcası olur kanaatindeyim. Neticede komplonun, bel altı vuruşun iyisi kötüsü olmadığı gibi, kimin başına ne zaman, nerede geleceği de belli olmuyor. Yeter ki birileri, yetki falan aramadan sizin üzerinizi kara kalemle çizmeye görsün. O birilerinin gözünü karartması yeter de artar bile. 28 Şubat döneminden ötürü bizim mahalle bu tür gözü kara girişimlere şerbetli olduğundan neler olup bittiğini, dönen dolapları anlatan iyi Yazarlar yetiştirme olanağı bulmuştur.
Şamil Tayyar’ın “Çelik Çekirdek” isimli kitabını okuduğum günlere rastgeldi şu son olaylar. 28 Şubat’ın ihtiyacı olan “komplo figüranlarının” nasıl devşirildiğini çok iyi anlatıyor Yazar. Bin yıl sürmesi temennisiyle yola çıkılan o meş’um dönemin ipliğinin pazara çıkması, komplonun deşifre olması ve en nihayetinde Halkın vicdanında mahkum olması on yılı bile bulmadı. Umulur ki Sayın Baykal’ın başına gelen bu talihsizliklerin aydınlanması bu kadar zaman almaz. Tüm içtenliğimle söylüyorum ki bu Ülkenin Sayın Baykal’a çok büyük bir adalet borcu var. Bu işin, ‘kadrosu bile olmayan’ bir muhabire yıkılamayacak kadar büyük bir iş olduğu da er veya geç anlaşılacaktır.
Bu iddiaların içinde Soner Yalçın ismi geçmeseydi şayet tüm bu olup biten hiç ilgimi çekmeyecekti. Soner Yalçın’ın tüm kitaplarını hatmetmiş bir okur olarak, kendisi açısından son yıllarda birşeylerin yolunda gitmediğini hissedebiliyordum.
İyi bir Soner Yalçın okuru olmam hasebiyle de kararsızdım aynı zamanda. Bir yanım bu kadar basit bir planı Soner Yalçın’a yakıştıramadığı için “hayır” derken, diğer yanım “yapabilir” diyordu. Şöyle ki; Soner Yalçın’ın ‘Efendi’ den sonra çıkardığı kitap olan ‘Beyaz Müslümanların büyük sırrı’ isimli kitapta bir şey çok ilgimi çekmişti. Yazar, Aaron Kandiyoti isimli bir kişinin şeyhliğe yükselmesinden bahsettikten sonra müritlerin bu durumdan hoşnut olmamalarından bahsediyor ve müritlerin dayanak noktasını da bir ayet’e bağlıyordu. Buraya kadar herşey normalken benim için asıl sürpriz burada başlıyordu. Yazar’ın kendine dayanak noktası olarak seçtiği ayet olan Maide-51’in mealinde bir gariplik vardı. İsterseniz ayeti hatırlayalım: “Ey İnananlar, Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğuna yol göstermez”. Fakat Soner Yalçın’ın çevirisi böyle değildi. Ayetteki ‘dost’ kelimesini kullanmıyor, onun yerine Aaron Kandiyoti’den Harun Hoca’ya uzanan yolu eleştirdiği için gerçek anlamda “veli” kelimesini kullanarak anlamı tamamen değiştiriyordu. ‘Veli’ ve ‘dost’ kelimelerini düz anlam olarak da inceleseniz, etimolojik olarak da inceleseniz varacağınız sonuç ikisinin aynı anlama gelmediği yönünde olacaktır. Bilinçsizce yapıldıysa sözüm yok; Fakat kasıt aramam iktiza ederse, Soner Yalçın “haklılığını ispatlamak adına gerektiğinde ayetlerin meallerini manipüle eden adam” olarak yazılmıştır tarafımdan.
Fakat ben yine de sadakatimden ödün vermemiştim. Ne İttihat ve Terakki’nin namlı Şilahşörü Yakup Cemil’i kutsadığı “Teşkilatın iki silahşörü”, ne Operasyonel tarafı ağır basan Hiram Abas’ı anlattığı “Bay Pipo”, ne Çatlı’yı kutsadığı “Reis”, ne de bizi Jitem’le ilk defa yüzleştirdiği “Binbaşı Cem Ersever’in Anıları” yeni yazdıklarına benzemiyordu ama çok da dert etmiyordum. Soner Yalçın bir yere gidiyordu, varacağı noktayı sadece kendinin bildiği bir yere. Selanik’in hemen hemen tamamını, İzmir’in en az üçte ikisinin Yahudi Dönmesi olduğunu iddia etti. Atatürk’ün de sabatayist olduğunu iddia edecekti belki de ama varmak istediği nokta orası olmadığı için geri döndüğü izlenimi uyandırdı bende. Belki de fincancı katırlarını ürkütmek istememiştir, kimbilir!
Anti semitizm dalga boyunun bizi aşacağı kitapların sırada olduğundan halâ habersizdi biz gafil okurlar. Efendi-2’de alnı secdeye varan kim varsa sıradan kılıçtan geçirdi. Kitabın sonunda öyle bir izlenim yarattı ki; ehli Kitap üstünde, en tepede bir Sabatay Sevi vardı ve tüm tarikatları ahtapot gibi saran onun Sabatayist kolları.
Ama son kertede ben inanılmaz sabırlı bir Okurdum, Soner Yalçın da Okurun sabrını sonuna kadar zorlayan bir Yazar. İki iddialı, inatçı karakter olarak son kez karşı karşıya geldik. Kitabın adı yeteri kadar provakatif olsa da ‘eyvallah’ dedik ve aldık bahse konu kitabı: “Bu Dinciler O Müslümanlara benzemiyor”. Kitabın sonunu getiremedim. Buna sebep de Soner Yalçın’ın yakalandığı hastalıktan kurtulmak bir yana, hastalığın tüm vücudu sarmasıydı.
Kitap bir dostumda olduğundan tam olarak, satır satır buraya aktarma imkanım yok şu anda. Ayrıntıları hatırımda olmasa da Soner Yalçın’ın Sadık Albayrak’ı öve öve bitiremediği satırlar dün gibi aklımda. O Sadık Albayrak ki “Devrimin Çakıl Taşları” gibi, “Şeriat yolunda yürüyenler ve sürünenler” gibi Soner Yalçın’ın geçmişinde, geleceğinde biriktirdiği ne kadar değer varsa tümüne karşı yürümüş bir insan. Soner Yalçın’ın bu “Sadık Albayrak güzellemesine” sebepse şuydu: Sadık Albayrak’ın muhalif tarzı, hayata karşı duruşu belliyken neden artık köşesine çekilmiş, bir anlamda münzevi bir hayat sürdüğünü sorguluyordu Yazar. Asıl vurgulamak istediğiyse şuydu zannımca: “Müslüman” Sadık Albayrak, ne zaman ki “Dinci” Tayyip Erdoğan’la hısım akraba oldu bir şekilde sesi kesildi ve tarihin tavan arasına kaldırıldı.
Soner Yalçın’ın üslubuyla cevap vereyim: “geçiniz!”
Geçiniz çünkü dikkatli bir okur “Ya Şevki Yılmaz, Hasan hüseyin Ceylan, Hasan Mezarcı’ya ne oldu da sesleri kesildi, ya Aczimendiler ve onların asaları neredeler, neden sahneden çekildiler?” derse cevap aramak meşakkatli bir iş halini alır.
Bu durum, Soner Yalçın ve Oda Tv özelinde yaşanan “düğün değil, bayram değil eniştem beni niye öptü” halinin yaşandığı ne ilk ne de son olay olacaktı. Geçende Sevan Nişanyan’la yapılan bir söyleşi esnasında Nişanyan’ın da aynı konuda görüş belirtmesi şüphelerimi teyit etti. Sevan Nişanyan gibi görüşleri üç aşağı, beş yukarı herkes tarafından bilinen bir Yazara Oda Tv tarafından yazarlık teklifi götürülmesini açıklamak çok zor bir olay olsa gerek. Herşeyi bir kenara bırakın “Yanlış Cumhuriyet” kitabı ortada dururken, müellifine böyle bir teklif götürmek, Kardinale ateizm propogandası yapmakla eş değerdir. Sonuçta ikisi de size kapıyı gösterir.
Velhasıl, Oda Tv hakkında, soner Yalçın hakkında, Ulusalcı cereyanlar ve onun çapları hakkında sabaha kadar konuşmak mümkün. Asıl önemli olansa bu tarz suistimallerin yapılırken pek sağcı, solcu seçilmediği olayıdır. Yönetim şeklinin cumhuriyet olduğunu ve onun, adına demokrasi denen bir uzantısı olduğunu domuz gibi bilmesine rağmen, iktidarından feragat etmek istemeyen bir küçük azınlıkla mücadelenin adıdır Ergenekon. Onunla mücadele etmenin ilk adımı da ne savcısı olmak ne de avukatlığına soyunmaktır. Yapacağınız tek şey tam karşısında olmaktır, gerisi gelir.
Aksi durumda ne olur derseniz sonuç ortada; Hiram Abas, Yakup Cemil, Abdullah Çatlı, Cem Ersever, Behçet Cantürk…bu isimlerin ortak özellikleri birer suikastle ortadan kaldırılmaları ve Soner Yalçın’ın kitaplarına konu olan karakter olmalarıdır.
Deniz Baykal’da iyi bilir ki bir siyasetçin siyasi hayatına nokta koymak için tek yol kurşun değildir.
“İklim” müsait olsun yeter…
2 Yorum
Yazan:ufuk tan Tarih: Mar 21, 2011 | Reply
Güzel bir eleştiri yazısı.Ergenekonu anlamak için Cumhuriyetin kuruluşuna bakmak gerekir.Sermaye birikim sürecine,yönüne.izmir iktisat kongresine bakmak gerekir.Kapitalizmin krizlerine,ithal ikameci anlayışa.Yerli sermayenin yükselişine,iktidar arayışına,ithal ikameci sermayenin direnişine.Bu gün yapılan savaşlar burjuvazinin iç savaşlarıdır.Akp ve diğer liberallerin karşı çıkışları,tüsiad-laik batıcı sermayenin koruyucusu olan ordu ve yargı bürokrasiisinin hgemonyası.Muhafazalkar-anadolu sermayeside ordu ve yargı bürokrasisinin kendilerini korumalarını ister.Aynı sistemin kendilerini korumaları durumunda ses çıkarmayacaklardır.Kimdenmi korunacaklar;başta işçive emekçilerden.Yani sermayelerini büyütmeleri konusunda kendilerie köstek olcaka her kesten.İkincisi yabancı sermayelerden.Buna onlar rekabet etmek diyorlar.Tbiiki bu iki düşman kardeşin kavgasından bizim gibilerin bir çıkarı yok.Reformlar ve demokrasi,ihtiyacı olanlar tarafından mücadele edilerek kazanıldığı taktirde bir anlam ifade eder.Gerisi içi boş bir balon gibi söner gider.
Yazan:izzettin Tarih: Mar 21, 2011 | Reply
çok haklısınız;adaletsizliğe uğrayan kim olursa olsun ona sahip çıkmak ve hakkını savunmak hepimizin boyun borcudur.Sayın Baykal’a kurulan komplonun arka planını okumakta fayda var.Baykal’ın partide egemen olup partiyi bir mezhep partisi yapmaya çalışan bir klike direndiği için bu komplonun hazırlandığı,son zamanlarda Gülen hareketiyle arayı düzeltme çabasında olduğu için de bunun tezgahlanmış olabileceği gibi bir çok iddia var.Umarım ki bu adaletsizlik ve çirkinlik ortadan kaldırılır.Vicdanı rahat bir Türkiye için sevsek de sevmesek de Deniz Bey’e yapılan bu komplonun aydınlatılması elzemdir