Yalnızlık, özgürlüktür öyleyse…
By Suzan Nur Basarslan on Mar 23, 2011 in edebiyat, İnsan, Jean-Paul Sartre, Sanat
Hayat nedir? Herkes cevap vermiş ama her birimiz yeniden cevaplamak zorunda kendisi için. Ya özgürlük nedir? Kendi cevabımı bulmalıydım.
Parayla alınıp satılmayan şey, dedim, kendi kendime, parayla alınıp satılamayan şey.
Parayla alınıp satılan her şey köleliğin göstergesi öyleyse: evler, arabalar, kıyafetler… Köle yapıyor bunlar bizi ve özgürlüğümüzü elimizden alıyor. Tam bu noktada Cibran’ın üryanlığına[1] yaklaşıyorum, çıplak kaldığımızda özgür olacağız, çırılçıplak; öyleyse bedenden kurtulmak zorundayız. Cennetten çıktığımızdan beri köleyiz bu durumda; cennete köle olanlar kadar, dünyaya köle olanların vatanı burası.
Kimi de kendisinin kölesi, kendisinin efendisi. Kendisini satıp, kendisini alıyor. Kendinden birçoklarını satıp, kendinden birçoklarını alıyor. Özgürlük diyor Nietzsche[2], özgürlük, devenin yükünü bırakıp aslana dönüştüğü çölde yaşanan dönüşüm. O da özgürlüğe şartlar koşuyor. Yaratma eylemini şart koşuyor, farklı olmayı, gelecek için, olduğundan sıyrılıp onu hakir görüp, tek hayatında kendini yok etmeyi şart koşuyor, gelecekteki üstün-insan için. Ve kendinden çoklaştırmayı. O da köle oluyor, o da.
Postmodernin hastalığı mı bu, çoklaştırma ve çoklaştırırken değerin yitimi? Kitsch tekrarlar. Ne çok kopya. Aslında kendinden ne kadar çok, o kadar değersiz anlamına geliyor. Tek ve yalnız kalmayı göze alamıyoruz. Tek olmayı ve tek kalmayı. Aynılaştırmaya çalışıyoruz. Tek-tip çoğul şeyler çağı burası, tek-tip çoğul şeyler çağı, yeni yüzyılımızın adı bu.
Copy-past tekrarlarıyız birbirimizin. Farklı fikirleri savunmamızın hiçbir anlamı, ayırt edici niteliği yok. Aynılaştırmak istiyoruz, benden bir tane daha, benden bir tane daha… Ben olduğunu sanan sen’leriz artık.
Ben inşa devrindeyiz. Sen’e tahammülü olmayan sen’ler çağı.
Etrafımız Babil kuleleri ile dolu. Ne kendi kulemizin farklı dillerine aşinayız ne de diğer kulelerdeki dillere. Artık sadece başkalarını değil, kendimizi de anlamıyoruz, anlayamıyoruz. Anlatamamak geçmiş yüzyılın hastalığı. Muhteşem ayrık otları anıtlarıyız. İkarus[3] olmak, yazgımız. Kendi labirentimizden kaçmak için kelimelerle yapıştırdığımız kanatlarla özgürlüğe uçmaya çalışırken ölüme yazgılı.
Hayır, Heidegger ve Sartre Efendiler de yanılıyorlar. Bırakılmışlık[4]mış! Kendi kulelerinden kendilerine ve diğerlerine bakan İkaruslar. Sartre Efendinin kulesinden inmek gibi bir niyeti de hiç olmamış zaten. Oradan ona buna cevaplar yetiştirmiş, muallak cevaplar. Hapsetmiş kendisini kulesine, buraya, buranın ötesini göremediği için ötenin dilini de duyamıyor; hem de işitmişken, tam da duymaya yaklaşmışken, kapanıp kalıvermiş kulesinin labirentinde, oradan uçmaya çalıştığında ise yazgısı İkarus’un yazgısı, hatta daha kötüsü, hiçlik…
Kaç dostum, kendi yalnızlığına… kendi yalnızlığına kaç![5] Kalabalıktan kaçarken ben’in tuzağına yakalanmak, ben’i varoluşun merkezinde bedene yaslamak, tin’i bu hayata hapsetmek! Ben inşa devrindeyiz ya, sen’e tahammülü olmayan sen’ler çağındayız. Ah Nietzsche Efendi!
Yalnızlık, yalnızlık…
Yalnızlık, kutsal yalnızlık[6], ama başkası tamamlamalı bu cümleyi hakkıyla: “Yalnızlık, mânâ dünyası fatihlerinin ortak kaderi. Başkaları senin için ne düşünürse düşünsün, aldırma. Tanrı ne düşünüyor, ona bak!”[7] demeli. Yalnızlığı ben’den kurtarmalı, bedenin ve bu hayatın hapishanesinden.
Unutma ama, yalnızlık dediğin yerde tüm dünya ayaklarının altına serilebilir, yığılabilir önüne, sen onu istemezken. Sende bir kıymeti yokken. Dönüp bakma bile, Lut Peygamber[8] gibi. Tek bakış yeter yolda kalmana. İronisi mi bu, hayatın? Öyle olmalı.
Gece onarılıp[9] da, sabah olduğunda, unutma, gözü olana sabah ışımıştır[10], sırrını söyleme kimselere, bırak tek sansınlar seni, yalnızlığını kimsesizlik sansınlar, her geceyi gündüze tek başına çevirdiğini/yaşadığını sansınlar.
Bırak senin özgürlüğün, yalnızlık olsun. Kimsesizlik değil, hatırlat; yalnızlık kimsesizlik değildir çünkü, “yalnızlık sadece yalnızlıktır”[11]. Karıştırmalarına izin verme. Seni öyle sanmalarına izin ver ama bu iki kelimeyi karıştırmalarına izin verme.
Yalnızlık, parayla alınıp satılamayan tek şeydir.
Yalnızlık, özgürlüktür öyleyse…
Yalnızlık özgürlüktür.
… Bu makale ilginizi çektiyse …
Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserle romanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
[1] Halil Cibran, Ermiş
[2] Friedrich Nietzsche, işte Böyle Dedi Zerdüş
[3] Atinalı mimar Deadalos ve oğlu İkarus, Kral Minos‘un emriyle Labyrinthos‘a kapatılır. Daidalos kendisi ve oğlu için bu labirentten kaçmaya yarayacak iki çift kanat yapar ve balmumuyla sırtlarına yapıştırır. Babasının Ikarus’a uçarken zevkten kaçınması gerektiği, ne uçmanın coşkusuyla güneşe yaklaşmasını, ne de denize yakın uçup da kanatların nemlenmesi engellesini tembih eder. İkarus uçabilme özgürlüğü ile babasını dinlemez ve güneşe fazla yaklaşınca balmumu erir ve Ege Denizi‘ne düşerek hayatını kaybeder. http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0karus
[4] Sartre, Varoluşçuluk.
[5] Friedrich Nietzsche, işte Böyle Dedi Zerdüş
[6] Miguel de Unamuno
[7] Cervantes, Don Kişot
[8] Kur’an Neml 57-58/Ankebut 32, Kitab-i Mukaddes Tesniye bölümünün 13. Bâbı, 1-13 noktalarında ve 19. babı
[9] Sezai Karakoç, “geceyi onaran bir mimar vardır” dizesi.
[10] Sadık Yalsızuçanlar, Dem
[11] Sadık Yalsızuçanlar, Bir İmkan Olarak Yalnızlık
8 Yorum
Yazan:MY Tarih: Mar 23, 2011 | Reply
İnsan determinizme maruz kaldığını bilemediği takdirde, özgür olamaz çünkü kendisini determinizmden kurtarma çabasının başarısıdır onu özgür kılan. (Hannah Arendt)
Yazan:izzettin Tarih: Mar 23, 2011 | Reply
İşte şimdi bir kez daha Nietzche’yi okuma ve anlama zaman.Nietzche;”Batı medeniyetinin yazgısı nihilizmdir,batı kaderinden kaçamaz.Yazgınıza teslim olun” derken aynen sizin belirttiğiniz gibi ”benim aynım bir sen” üretilmek istendiğini düşünüyordu.”Tanrı öldü” deki Tanrı metaforu aslında anlamları anlamsızlaştıran,niçin sorusunun cevapız kaldığı bir tarihsel durum olan nihilizmin ve nihilizm ile beraber Batı medeniyetinin de öldüğünü işaret eder.
Yazı harika,kaleminize sağlık.Güzel,akıcı bir üslup ve ”daha yok mu” dedirten bir kurgu.
Yazan:suzannur Tarih: Mar 23, 2011 | Reply
Zaten insan nelere maruz bırakıldığını bilse, hele de önüne doğru diye konulanları sorgulamaya başlasa özgürlüğün kapısı kendiliğinden açılacak. Markaların ve aidiyetlerin dünyasında suya sabuna dokunmadan, düşünmeden ve sorgulamadan, genellemelerle yaşayıp gidiyoruz. Hep diğerleri suçlu, haksız, yanlış! Kibrin kuklalarıyız artık. ‘Ben’ yetiyor kendimize, öyle sanıyoruz…
Yazan:yer altından notlar Tarih: Mar 23, 2011 | Reply
Bir şeye maruz bırakıldığından değil aslında,insan,kendi bilinç zındanının tutsağıdır sadece.Onu-insanı-özgürlüğünden alıkoyan işte bu hapishanelerdir…Kendi hapishaneleri,kendi prangaları!
Özgürlüğün kapısını açacak anahtarlar ise belki de sandığından çok daha yakınındadır insanın.Uzanıp almaya cesaret etse boynunda asılı durduğunu görecektir.Lakin korkar özgürlükten…eli varmaz bir türlü O’nu özgürlüğüne kavuşturacak anahtarlara.Çünkü tutsaklık konfordur,özgürlük ise ızdırap ve çile;böyle kurgulamıştır.Ve o kurgunun esiridir.Ürker,zihnin kurguladıklarından öteye geçmeye.
İşte insanın özgürlüğünden kaçışının kısacık öyküsü budur.
***********
Elinize,gönlünüze sağlık sevgili Suzannur hanım,bu öyküyü/yazgıyı sayfalara öyle mana yüklü işlemişsiniz ki…
Elleriniz dert görmesin,binlerce teşekkürler.
Yazan:suzannur Tarih: Mar 23, 2011 | Reply
İşte insanın özgürlüğünden kaçışının kısacık öyküsü budur, demişsiniz. Kısacık ama tespitlerinizde çok fazla anlam yüklü, satır aralarında. Özellikle de, tutsaklık konfordur,özgürlük ise ızdırap ve çile;böyle kurgulamıştır.Ve o kurgunun esiridir.Ürker,zihnin kurguladıklarından öteye geçmeye, cümleleriniz.
Çok fazla muamma ve çok fazla aşikarız aslında. Öyle tuhaf ki insan olmak. Bu kadar bilindikken bu kadar bilinmez olmak. Kendi köleliğini baş tacı edip bunu özgürlük olarak göstermek ve buna inanmak! Köleliğini hatırlatan her şeye yüzünü çevirmek, ondan uzaklaşmak… farklı söyleyip farklı davranmak… tek doğruyu kendisi kabul etmek… bu halin dışında hiçbir şeye izin vermemek ve bu halin dışındaki herkesle alay etmek, onu küçümsemek… Nasıl bir tutsaklıktır ki bu, kendi labirentine sıkıştırıp bırakır insanı ve ondan başka hiçbir şeyin varlığını kabul ettirmeye yanaşmaz?!
Sizin de ellerinize ve yüreğinize sağlık Sayın Yer Altından Notlar, güzel yorumunuz için teşekkür ederim.
Yazan:Hayrii Tarih: Mar 24, 2011 | Reply
Özgürlük kendinden sıyrılıp O’na bağlanmaktır. Nefse köle olmayı bırakıp O’na kul olmayı muhavvak olmaktır özgürlük.
İşte bu yalnızlıktır,kendinden geçmektir,ikilikten kurtulmaktır, tek olana kul olmaktır özgürlük.
” İnsan Allah’ın fiillerinin zuhur yeridir. Cüzi iradesiyle külli iradenin yarattılarından harcar ve onlardan sorumlu olur. ” (Hikem- i Ataiyye Şerhi)
Yazan:suzannur Tarih: Mar 24, 2011 | Reply
Sayın Hayri, aslında yalnızlık O’nunla olduğunda, yanında kimsen/O olduğunda en güzel özgürlük. Ve insan bunu anlatamaz, sadece hali yaşar, halini izharda kelimesiz kalır. Öyle güzel ki O, öyle latif… Yok O’nu anlatabilecek bir kelime…Verilirse bir gün o kelimeler, inşallah, illa yazılacak, illa.
Yazan:Hayrii Tarih: Mar 25, 2011 | Reply
“Ben kulumu sevdiğim zaman onun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tutan eli, yürüyen ayağı olurum; benimle görür, benimle işitir, benimle söyler, benimle tutar, benimle yürür”