İnsan’ın kendine yabancılaşması(1): Kapital’i anlamak
By Mehmet Yılmaz on Mar 24, 2011 in Kapitalizm, Marx, Marxizm, Sosyalizm, Türk Solu, Yabancılaşma
Sunuş: İnsan’ın kendine yabancılaşması (Entfremdung / Entäusserung) Marx’ın Hegel’den devşirdiği bir kavram. Ancak Marx kapitalizm eleştirisi doğrultusunda bu kavrama yeni anlamlar yüklüyor ve kendi düşünce sisteminin merkezine oturtuyor. Marxçı anlamda yabancılaşma son derecede zengin. Modası geçmek şöyle dursun tam tersine bugün yaşamakta olduğumuz ve faturasını moderniteye kestiğimiz bir çok meselenin zemininde bir yabancılaşma buluyoruz. Böyle bir perspektiften okunduğunda Kapital daha dün yazılmış gibi taptaze.
Fabrika’da çalışmayı kabul eden bir işçi sadece günde 8 saatini mi veriyor? Yoksa mesleğini, edineceği tecrübeleri ve icad etme yetisini de tehlikeye mi atıyor? İşçilerin zehirli gazlardan, kazalardan korunmasını istiyoruz. Peki ya diğer kayıplar? Toplumsal kazanç ve kayıpları göz önüne alırsak bilalnço ağirlaşabilir mi? Cemiyet olarak “endüstrileşmeyi” kabul eden toplumlar ne kaybediyorlar? Aile? Gelenek? Ahlâk?
İnsan’ın kendine yabancılaşması son derecede renkli bir mevzu olduğundan bir kaç bölümlük bir dizide değerlendirmeyi uygun bulduk. Okuyacağınız bu ilk bölüm tamamen Marx’ın yazdıklarından oluşuyor. YABANCILAŞMA konusunda Kapital’den seçtiğimiz alıntılar bunlar. İzleyen bölümlerde Marx’ın gözlemlerinden, Arendt’in, Weber’in, Soljenitsin’in fikirlerinden istifade ederek Kapital’deki Yanacılaşma’yı yorumlayacağız. Bu yolla çağımızın dertlerine ışık tutmaya, çare aramaya gayret edeceğiz.
Marx’ın çalışma şekli oldukça ilginç, siz de bu alıntıları okurken şahid olacaksınız. Bir yandan Kant ve Hegel gibi bütün sistemci filozofların yaptığını yapıyor. Yani soyutlama yoluyla kavramlar oluşturuyor, mevcut sistemleri eleştiriyor, kendi kavramlarını ilişkilendiriyor. Diğer yandan “ben bir filozof değilim” dercesine günlük hayattan elle tutulur, gözle görülür örneklerle, gazete haberleri, mahkeme raporlarıyla sömürüye isyan ediyor. Bazı kısımlar adeta bir şiir gibi benzetmelerle, “şakalarla” bezenmiş.
Her alıntının sonuna parantez içinde Kapital’deki referansı koyduk. Okuma kolaylığı için koyu renkle ve günümüz diline uygun ara başlıklar ekledik. Önemli gördüğümüz bazı cümleleri koyu yazdık. Metne uygun resimlerle “süsledik”…
TÜRKİYE’NİN GERÇEK SOL BİR MUHALEFETE İHTİYACI VAR. Eğer bu Kapital derlemesi Türkiye’nin aydın insanlarına biraz olsun Marx’ı okuma isteği verebilirse ne mutlu bize. Gerçekte solculuk, sosyalizm ve komünizm polise yumurta atmaktan çok daha akıllıca bir şeydir. Kendisini solcu zannedenlerin konferans basarak, lastik yakarak solcu olamayacaklarını öğrenmeleri gerekiyor artık. (MY)
Bölüm başlıkları:
- Makine etkisi ile yabancılaşma
- Parça-işçi kavramı: Parçalanmış işçi, parçalanmış meslekler ve beceriler
- İşbölümü ile yabancılaşma
- Fabrika ortamı ile “doğal” yolla oluşmuş bir ekonomik doku arasındaki farklar
- “Yaratıcı” zekânın, icad kabiliyetinin gerilemesi, zekâyı “parçalayan” üretim süreçleri
- Ailenin parçalanması, erkekleşen kadın (erkekle AYNI-laşma süreci)
- Çarpık kentleşme ile gelen ahlâkî çöküş
- Uluslararası ticaret ve endüstrileşmenin halkları köleleştirmesi
Makine etkisi ile yabancılaşma
“Emek-gücünün değeri, yalnız yetişkin işçinin yaşamının devamı için gerekli emek-zamanı ile değil, aynı zamanda ailesinin bakım için gerekli olan emek-zamanıyla da belirleniyordu. Makine, bu ailenin bütün üyelerini emek-pazarına sürerek, yetişkin erkeğin emek-gücünün değerini bütün allesinin üzerine dağıtmıştır. Böylece, erkeğin emek-gücünün değerini düşürmüştür. Dört kişilik bir ailenin emek-gücünün satınalınması, belki de, eskiden yalnız aile reisinin emek-gücünün satınalınmasından daha pahalıya malolabilir, ama buna karşılık şimdi bir günlük emeğin yerini dört günlük emek almış ve, bir kişiye göre dört kişinin artı-emeğinin fazlalığı oranında, fiyatında bir düşme olmuştur. Ailenin yaşayabilmesi için artık bu dört kişi yalnız çalışmış olmayacak, kapitalist için artı-emeği de çoğaltacaklardır. Böylece görüyoruz ki, makine, sermayenin sömürücü gücünün başlıca konusu olan insan malzemesini artırmanın yanısıra, bu sömürünün derecesini de yükseltir.
Makine, ayrıca, daha önce karşılıklı ilişkilerini saptamış olan işçi ile kapitalist arasındaki sözleşmede de baştan sona bir devrim yapar. Meta değişimini temel alan bizim ilk varsayımımız, kapitalist ile işçinin, serbest kişiler ve bağımsız meta sahipleri olarak karşı karşıya geldikleri, ve birisinin parayla üretim aracına, diğerinin ise emek-gücüne sahip olduğu idi. Ama şimdi kapitalist, çocukları ve reşit olmayan gençleri de satınalmaktadır. Daha önce işçi, serbest bir kimse olarak şeklen sahip bulunduğu kendi emek-gücünü satardı, şimdi ise karısını ve çocuğunu satmaktadır. Artık o bir köle tüccarı olmuştur. Çocuk işçi aranırken verilen ilanlar çoğu zaman, eskiden Amerikan dergilerinde çıkan zenci köle aranırken verilen ilanlara biçim olarak pek benzer. Bir İngiliz fabrika denetmeni şöyle diyor: “Bölgemdeki en önemli sanayi kentlerinden birinin yerel gazetesinde şu ilan dikkatimi çekmişti: 12 ile 20 yaşlar arasında gençler aranıyor; 13 yaşından küçük görünmemeleri şarttır. Ücret haftada 4 şilindir. Başvurma vb..” “13 yaşından küçük görünmemeleri şarttır” ifadesi, fabrika yasasında yer alan ve 13 yaşından küçük çocukların günde yalnızca 6 saat çalışabilecekleri hükümle ilgilidir. İşçilerin yaşlarını resmen atanmış bir hekimin saptaması da şarttı. İşte bunun için fabrikatör, 13 yaşındaymış gibi görünen çocuklar aramaktadır. Fabrikalarda çalıştırılan 13 yaşından küçük çocukların, sayısında sık sık sıçramalar gösteren azalmalar, son 20 yıllık İngiliz istatistiklerinde de şaşılacak bir şekilde görüldüğü gibi çoğu zaman, fabrika denetmenlerinin kendi tanıklıklarına göre, çocukların yaşlarını, kapitalistin sömürü hırsına ve ana-babalarını kirli ticaret gereksinmelerine uygun biçimde büyük gösteren resmi hekimlerin işidir. Londra’nın mahut Bethnal Green semtinde her pazartesi ve salı günü her iki cinsten 9 yaşında ve daha büyük çocukların, ipek fabrikatörlerine kendilerini kiraladıkları açık bir pazar kurulur. “Genellikle haftalık, 1 şilin 8 penidir (bu para, ana-babaya aittir) ve 2 peni de kendim ve çay içindir. Sözleşme yalnızca haftalıktır. Bu pazarın görüntüsü de, orada konuşulan dil de utanç vericidir.” Kadınların, “çocukları, işevlerinden alıp, önlerine gelene haftalığı 2 şilin 6 peniden kiralamaları” İngiltere’de de görülür.Yasalara karşın, Büyük Britanya’da canlı baca temizleyicisi olarak kullanılmak üzere (bu iş için bir yığın makine olduğu halde) ana-babaları tarafından satılan çocukların sayısı 2.000’i aşar….” (Kapital, Cilt 1, Üçüncü Kesim. Makinenin İşçi Üzerindeki Dolaysız Etkileri, a- Sermayenin Ek Emek-gücüne Elkoyması, Kadınlarla Çocukların Çalıştırılmaları)
Parça-işçi kavramı: Parçalanmış işçi, parçalanmış meslekler ve beceriler
[…] bütün yaşamı boyunca tek ve aynı basit işi yapan işçi, bütün vücudunu, bu işlemin otomatik ve özel aracı haline getirmiştir. Bunun sonucu, bir dizi işlemi ardarda yapan bir zanaatçıya göre, bu işi daha az zamanda yapar. Ama manüfaktürün canlı mekanizmasını oluşturan kolektif işçi, yalnızca bu gibi uzmanlaşmış parça-işçilerden meydana gelir. Böylece, bağımsız zanaata göre, belli bir zamanda daha çok üretilir, ya da emeğin üretken gücü artmıştır. Üstelik, bu bölünmüş iş, bir kez, bir kişinin özel işlevi olarak yerleşince, kullandığı yöntem yetkinleşir. İşçinin aynı yalın hareketi durmadan yinelemesi ve bütün dikkatini onun üzerinde toplaması, ona, denemeleriyle istenilen sonuca en az çaba harcayarak nasıl ulaşılabileceğini öğretir. Ama daima aynı zamanda yaşayan ve belli bir malın manüfaktüründe birlikte çalışan birkaç kuşak bulunduğu için, teknik beceri ve böylece elde edilen işin incelikleri yerleşmiş hale gelir, birikir ve kuşaktan kuşağa geçer. Manüfaktür, aslında, toplumda hazır bulduğu, kendiliğinden gelişmiş mesleki farklılaşmayı işyerinde yeniden oluşturmak ve sistemli bir şekilde ilerletmek yoluyla, parça-işçinin becerisini de geliştirir .Öte yandan, bölünmüş işin, bir insanın yaşamı boyunca sürecek bir uğraş haline getirilmesi, daha önceki toplumlarda görülen uğraşın kalıtsal hale getirilmesi eğilimine tekabül eder; bu, kastlar halinde taşlaşmış olabileceği gibi, belirli tarihsel koşulların bireyde kast düzeni ile çatışan bir eğilim yarattığı durumlarda, loncalar halinde katılaşmış da olabilir. Kastlar ile loncalar, bitkiler ile hayvanların, türler ve çeşitler içersinde farklılaşmasını düzenleyen aynı doğal yasaların işlemesiyle oluşurlar; ancak, belirli bir gelişme derecesine ulaştıktan sonra kastların kalıtsallığı ve loncaya dahil olmanın tekel haline gelişi, toplumsal bir yasa olarak belirir.
[…]
Emeğin üretkenliği yalnız işçinin yetenekli oluşuna değil, çalıştığı araçların da yetkinliğine bağlıdır. Bıçak gibi, burgu gibi, zımba gibi aynı türden araçlar farklı süreçlerde kullanılabileceği gibi, aynı araç, tek bir süreçte farklı işler için kullanılabilir. Ama bir emek-sürecindeki çeşitli işlemler birbirinden ayrılıp da her küçük işlem, parça-işçinin elinde özel ve amaca uygun bir şekle girince, daha önce birden fazla amaç için kullanılan araçlarda değişiklik yapılması zorunlu hale gelir. Bu değişikliğin ne yönde yapılacağını, aracın eski şekliyle kullanıldığı zaman karşılaşılan güçlükler belirler. Manüfaktür, emek araçlarındaki farklılaşmalarla karakterize edilir – bu farklılaşma sonucu, belli türdeki bu araç, kullanıldığı işe uygun sabit bir şekil alır, ve araçlardaki özelleşme sonucu, bunlar ancak özel parça-işçinin elinde en verimli biçimde kullanılabilirler. Yalnız Birmingham’da 500 tür çekiç yapılmıştır ve bunların herbiri, yalnızca belirli bir işe uygun olmakla kalmayıp çoğu zaman bir ve aynı süreçte bunların birkaç türü yalnızca farklı işlemler için kullanılmaktadır. Manüfaktür dönemi, emek araçlarını, her parça-işçinin özel görevine uygun hale getirerek bunları basitleştirir, geliştirir ve çoğaltır. Böylece manüfaktür, yalın araçların biraraya gelmesiyle oluşan makinenin varolması için gerekli maddi koşulları da yaratmıştır. Parça-işçi ile onun kullandığı araçlar, manüfaktürün en yalın öğeleridir. (Ondördüncü Bölüm İşbölümü Ve Manüfaktür, İkinci Kesim – Parça-İşçi Ve Onun Aletleri)
“Bazı beden ve zihin cılızlıkları, toplumdaki işbölümünden bile, bütün olarak ayrılmaz durumdadır. Ama, manüfaktür, işkollarındaki bu toplumsal bölünmeyi o derece ileri götürmekte, ve aynıca kendisine özgü işbölümü ile bireyin tam candamarına saldırmaktadır ki, sanayi patolojisine ilk malzemeyi veren ve bu hastalığı bulaştıran o olmaktadır. Bir insanı bölümlere ayırmak, eğer haketmişse onu ölüme mahkum etmek, eğer haketmemişse onu katletmektir. … Emeğinin bölümlere ayrılması, bir halkın katledilmesidir. İşbölümüne dayanan elbirliği, bir başka deyişle manüfaktür, kendiliğinden bir oluşum olarak başlar. Bir dereceye kadar tutarlılık ve genişlik kazanır kazanmaz, kapitalist üretimin kabul edilen yöntemli ve sistemli bir biçimi halini alır.” (Kapital, Cilt 1, Beşinci Kesim – Manüfaktürün Kapitalist Niteliği)
[…]
“Öte yandan, daha önce de belirttiğim gibi, ürünlerin değişimi, çeşitli ailelerin, kabilelerin, toplulukların birbirleriyle ilişki kurdukları noktalarda başlar; çünkü uygarlığın başlangıcında, birbirlerinin karşısına bağımsız olarak çıkan, bireyler değil, aileler, kabileler ve benzeri topluluklardır. Çeşitli topluluklar, kendi doğal çevrelerinde, farklı üretim araçları ve farklı geçim araçları bulurlar. Böylece, üretim tarzları, yaşayışları ve ürünleri farklı olur. İşte bu kendiliğinden gelişen farklılıklar, çeşitli toplulukların ilişki kurmalarıyla ürünlerin karşılıklı olarak değişimine, ve dolayısıyla bu ürünlerin giderek metalara dönüşmesine yolaçar. Değişim, üretim alanları arasında farklılıklar yaratmaz, yalnızca bu çeşitli şeyler arasında ilişki kurarak, bunları, genişlemiş bir toplumun ortak üretiminin az çok birbirine bağlı dalları haline getirir. Burada toplumsal işbölümü, aslında birbirinden farklı ve bağımsız üretim alanları arasındaki değişimden doğar. Fizyolojik işbölümünün çıkış noktası olduğu durumda ise, birbirine kenetli bir bütünün özel organları; her şeyden önce yabancı topluluklar ile meta alışverişi nedeniyle gevşeyerek koparlar, ve öylesine bağımsız duruma gelirler ki, çeşitli çalışma alanlarını birbirine bağlayan tek bağ, ürünlerin meta olarak birbiriyle değişilmesi olur. Bu durumda, daha önce bağımsız olanın bağımlı duruma gelmesi, diğer durumda ise daha önce bağımlı olanın bağımsızlaşmasıdır.” (Kapital, Cilt 1, Dördüncü Kesim. – Uretimde İşbölümü Ve Toplumda İşbölümü)
[…]
Manüfaktür, bunun tam tersi bir şekilde de doğabilir; yani, diyelim, hepsi de kağıt, hurufat ya da iğne gibi aynı ya da benzer türden işi yapan birçok zanaatçı, tek bir kapitalist tarafından bir işyerinde aynı zamanda çalıştırılmak suretiyle. Bu, en yalın şekliyle bir elbirliğidir. Bu zanaatçıların herbiri (belki de bir ya da iki çırağın yardımı ile) metaın tamamını yapar ve dolayısıyla onun üretimi için gerekli bütün işlemleri sırasıyla yerine getirir. Hâlâ eski usul elzanaatları şeklinde çalışır. Ne var ki, çok geçmeden dış koşullar, işçilerin tek bir yerde toplanmasından ve aynı zamanda çalışmalarından başka türlü yararlanılmasına yolaçar. Belli bir sürede daha çok sayıda malın teslim edilmesi gerekebilir. Bunun için eldeki iş, yeniden bölünür. Her zanaatçının çeşitli işlemleri ardarda yapması yerine, bu işlemler, yanyana yürütülen, birbiriyle ilişkisi olmayan, tek tek işler haline getirilir; her iş, ayrı bir zanaatçıya verilir ve işin tümü, elbirliği halindeki işçiler tarafından aynı zamanda yapılır. İşin böylece rasgele parçalanması yinelenir, kendine göre yararlı yanları gelişir ve giderek sistemli bir işbölümü halinde yerleşir. Bağımsız zanaatçının bireysel ürünü olmaktan çıkan meta, herbiri bütün işlemin yalnız tek bir kısmını yapan zanaatçı topluluğunun toplumsal ürünü halini alır. Bir Alman loncasına ait kağıt yapımında, aynı işlemler, tek bir zanaatçının birbirini izleyen hareketleri halinde içiçe geçmişken, Hollanda kağıt manüfaktüründe, elbirliği yapan çok sayıda işçi tarafından yanyana yürütülen çok sayıda ayrı işlemler halini almıştır. Nuremberg loncasına bağlı iğne yapımcısı, İngiliz iğne manüfaktürünün üzerinde yükseldiği temel taş olmuştur. Ama Nuremberg’de tek bir zanaatçı belki de 20 işlemi birbiri ardına yaptığı halde, İngiltere’de çok geçmeden herbiri bu yirmi işlemden ancak bir tanesini yapan 20 iğneci yanyana çalışmaya başlamış ve kazanılan deneyimler sonucu, bu 20 işlem de tekrar parçalanmış ve ayrı bir işçinin özel işi haline gelmiştir. (Kapital, Cilt 1, Ondördüncü Bölüm, İşbölümü Ve Manüfaktür, Birinci Kesim – Manüfaktürün İki Yanlı Kökeni)
Fabrika ortamı ile “doğal” yolla oluşmuş bir ekonomik doku arasındaki farklar
Bir meta üzerinde harcanan emek-zamanının, onun üretimi için toplumsal olarak gerekli miktarı aşmaması kuralı, genellikle meta üretiminde salt rekabetin etkisiyle doğmuş bir zorunluluk olarak görünür; çünkü, kabaca söylemek gerekirse, her üretici, metaını piyasa fiyatı üzerinden satmak zorundadır. Oysa manüfaktürde, tersine, belli miktarda ürünün belli sürede üretilmesi, üretim sürecinin kendisinin teknik yasasıdır.
Ne var ki, farklı işlemler, eşit olmayan sürelere gereksinme gösterdiği için eşit sürelerde eşit olmayan niceliklerde parça-mal üretilmiş olur. Bunun için de, aynı işçi, eğer her gün aynı işlemi yaparsa, her işlem için farklı sayıda işçi bulunması gerekir; örneğin hurufat manüfaktüründe, bir tesviyeciye karşılık, dört dökümcü, iki kırıcı vardır: dökümcü saatte 2.000 harf döker, kırıcı 4.000 harf kırar ve tesviyeci 8.000 harf parlatır, Burada gene, elbirliği ilkesini en yalın biçimiyle görüyoruz; aynı, şeyi yapan birçok kişinin aynı zamanda çalıştırılması. Ancak şimdi bu ilke, organik bir ilişkinin ifadesidir. Manüfaktürde uygulanan işbölümü, toplumsal kolektif işçinin nitelik bakımdan farklı kısımlarını yalınlaştırmak ve çoğaltmakla kalmaz, bu parçaların büyüklüklerini, yani her parça-iş için gerekli nispi işçi sayısını ya da işçi gruplarının nispi büyüklüklerini düzenleyen sabit bir matematik ilişki ya da oran yaratır. Toplumsal emek-sürecinin nitelik yönünden kısımlara ayrılmasının yanısıra, bu süreç için nicel bir kural ve oranlılık geliştirir.
Belli ölçüler içersinde üretim yaparken, çeşitli gruplardaki parça-işçi sayısı için en uygun oran bir kez denemelerle saptandıktan sonra, bu ölçü, her özel grubun katları alınarak istenildiği gibi büyütülebilir. Şurasını da söylemek gerekir ki, aynı birey, belli türdeki işleri, ölçü büyüse de, gene eskisi kadar iyi yapar; örnek olarak, gözetim ve denetim işi, parça-ürünlerin bir aşamadan diğerine taşınması vb. gösterilebilir. Bu gibi işlerin ayrılması ve belli işçilere verilmesi, çalıştırılan işçi sayısında belli bir artıştan sonra ancak yararlı olabilir ; ama bu artışın da her grubu aynı oranda etkilemesi gerekir. (Kapital, Cilt 1, Ondördüncü Bölüm, İşbölümü ve Manüfaktür,Üçüncü Kesim – Manüfaktürün İki Temel Biçimi: Heterojen Manüfaktür, Seri Manüfaktür)
“Yaratıcı” zekânın, icad kabiliyetinin gerilemesi, zekâyı “parçalayan” üretim süreçleri
Elzanaatları dönemi, bize, pusula, barut, matbaa ve otomatik saat gibi büyük buluşları armağan etmişti. Ama bütünüyle alındığında makine, Adam Smith’in, işbölümüne kıyasla verdiği ikinci derecede rol oynamıştır. 17. yüzyılda makinenin dağınık olarak kullanılması büyük önem taşır, çünkü zamanın büyük matematikçilerine, mekanik bilimin yaratılmasında pratik bir temel, itici bir kuvvet sağlamıştır.
Çok sayıda parça-işçinin birleşmesi ile oluşan kolektif işçi, manüfaktür döneminin kendine özgü makinesidir. Bir meta üreticisinin sırayla yaptığı ve üretim sırasında birbirine eklenip karışan çeşitli işlemler, onda çeşitli yeteneklerin bulunmasını ister. İşlemlerin birinde fazla güç, diğerinde fazla beceri, bir diğerinde fazla dikkat harcanması gerekirdi; ama aynı bireyin bütün bu niteliklere eşit ölçüde sahip olması olanaksızdı. Manüfaktürün, çeşitli işlemleri ayırmasından, bağımsızlaştırmasından sonra işçiler, ağır basan niteliklerine göre bölündüler, sınıflandılar ve gruplandılar. Eğer bunların doğal yetenekleri, bir yandan, işbölümünün üzerinde yükseldiği temel ise, öte yandan, manüfaktür ortaya çıkar çıkmaz, bunlarda, niteliği bakımından uygun, ancak sınırlı ve özel işlevleri olan yeni güçler geliştirir. Kolektif işçi, şimdi, aynı yetkinlik derecesinde olmak üzere, üretim faaliyetinin gerektirdiği bütün niteliklere sahiptir ve, bunları, özel işçiler ya da işçi gruplarından oluşan bütün organlarına yalnızca kendi özel işlerini yaptırmak suretiyle en ekonomik biçimde harcar; Parça-işçinin tek yanlılığı ile eksiklikleri, kolektif işçinin bir parçası haline gelince, yetkinleşir. Tek bir işi yapma alışkanlığı onu, hiç bir hata yapmayan bir araç haline getirirken, işleyişin bütünüyle ilişkisinde, bir makine parçasının düzeni ile çalışmaya zorlar.
Kolektif işçinin, hem basit hem karmaşık, hem yüksek hem düşük düzeyde işlevleri olduğu için, üyeleri olan bireysel emek-güçlerinin de farklı eğitim dereceleri ve dolayısıyla farklı değerleri olması gerekir. Manüfaktür, bunun için, emek-güçlerinde bir kademelenmeye ve buna uygun bir ücret ıskalasının saptanmasına yolaçar. Bir yandan bireysel işçiler, yaşamları boyunca sınırlı bir işleve ayrılır ve bağlanırken, öte yandan da, kademelerdeki çeşitli işlemler, bunların doğal ve sonradan edindikleri yeteneklerine göre bu işçiler arasında bölüşülmüş olur. Bununla birlikte, her üretim süreci, herkesin yapabileceği bazı basit el işlemlerini gerektirir. (Kapital, Cilt 1, Ondördüncü Bölüm, İşbölümü ve Manüfaktür,Üçüncü Kesim – Manüfaktürün İki Temel Biçimi: Heterojen Manüfaktür, Seri Manüfaktür)
Ailenin parçalanması, erkekleşen kadın (erkekle AYNI-laşma süreci)
“Çocuk bakımı ve emzirme gibi bazı aile görevleri bütünüyle ortadan kaldırılabilir şeyler olmadığı için, sermayenin elkoyduğu analar, bunun bir çaresini bulmak zorundaydılar. Dikiş, yama ve tamir gibi ev işlerinin yerine, hazır eşya satınalınması geçecekti. Böylece evde harcanan emek azaldıkça, harcanan para miktarı artıyordu. Ailenin geçim giderleri çoğalıyor, kazanç fazlasını alıp götürüyor. Buna ek olarak, yaşamak için gerekli maddelerin tüketimi ve hazırlanmasında tasarruf ve yerinde karar verme olanaksız hale geliyordu. Resmi ekonomi politik tarafından gizlenen bu olgularla ilgili bol bilgi, Children’s Employment Commission‘un fabrika denetmenleri raporlarında ve özellikle de Reports on Public Health‘ta bulunabilir.
[…]
ayrıca şunu da göstermiştir ki, anlatılan koşullar altında çocuklar, annelerinin çalışmalarından ileri gelen ihmal ve bakımsızlık yüzünden yokolup gittikleri gibi, anneler de çocuklarına karşı elem verici derecede yabancılaşmakta, çoğu kez ölümleri karşısında fazla keder duymamakta ve hatte bazan … bunu sağlamak için doğrudan doğruya önlem almaktadırlar.
[…]
Tarımsal bölgelerde olduğu gibi fabrika bölgelerinde de, hem erkek ve hem de kadın yetişkin işçiler arasındaki afyon tüketimi, her gün biraz daha artmaktadır. “Uyuşturucu madde satışını hızlandırmak … bazı girişken toptancı tüccarların başlıca amacıdır. Eczacılar bunu, sürümü en fazla madde saymaktadırlar.” Uyuşturucu madde alan çocuklar, “ihtiyar adamlar gibi kavrulmakta” ya da “küçük maymunlar gibi kartlaşmaktadırlar.”…” (Üçüncü Kesim. Makinenin İşçi Üzerindeki Dolaysız Etkileri, a- Sermayenin Ek Emek-gücüne Elkoyması, Kadınlarla Çocukların Çalıştırılmaları)
“Dantela yapımı ile uğraşan halk arasında, krallığın diğer yerlerinde ve hatta uygar dünyada görülmemiş bir sefalet ve ıstırap vardır. … Dokuz-on yaşındaki çocuklar, sabahın ikisinde, üçünde ya da dördünde çul yataklarından zorla kaldırılmakta, bir dilim ekmek için gece saat ona, onbire, onikiye kadar çalıştırılmaktadır. Elleri ayakları yorgunluktan bitkin, vücutları kavruk, yüzleri kireç gibi, insanlıkları taş gibi bir uyuşukluğa dönüşmüş; düşünmek bile insana dehşet veriyor. […] Virginia ile Carolina’lı pamuk yetiştiricilerini yeriyoruz. Oysa, onların zenci pazarlarından, kamçılarından, insan eti bezirganlığından, kapitalistlerin kâr ve kazançları uğruna tüller ve yataklık danteller örmek için sürdürülen insanlığın bu yavaş yavaş kırımı daha mı az lanetliktir?” (Kapital, Cilt 1, Üçüncü Kesim. – Sömürüye Yasal Sınırlar Konulmayan İngiliz Sanayi Kolları)
[…]
Bununla birlikte 1861 Araştırma Komisyonu beklenilmeyen bir sonuçla karşılaştı: Kuzey Denizi kıyılarındaki bazı tarımsal bölgelerde bir yaşından küçük çocuklar arasındaki ölüm oranı, nerdeyse, en kötü fabrika bölgelerindekine eşitti. Bu yüzden Dr. Julian Hunter, bu olayı yerinde incelemekle görevlendirildi. Dr. Hunter’in hazırladığı rapor, VI. Report on Public Health ile birleştirildi. O zamana kadar çocukların sıtma ile, çukur ve bataklık bölgelere özgü diğer hastalıklardan kırıldıkları sanılıyordu. Ama inceleme bunun tam tersini ortaya koydu; yani sıtmayı ortadan kaldıran aynı neden, toprağın kışın bataklık, yazın cılız bir çayırlık halinden çıkartılıp verimli bir ekim bölgesi haline getirilmesi, çocuklar arasındaki olağanüstü ölüm oranını doğurmuştu.Dr. Hunter’in bu bölgede görüştüğü 70 sağlık memuru bu nokta üzerinde “tam görüş birliği” içindeydiler. Gerçekten de, ekim tarzında devrim, tarıma sanayi sistemini sokmuştu. Erkek ve kız çocuklarla birlikte çalışma grupları halinde çalışan evli kadınlar, belli bir ücret karşılığında, bütün topluluğu kiralayan “ırgatbaşı” tarafından çiftlik sahibinin emrine verilir. “Bu çalışma grupları bazan kendi köylerinden çıkıp kilometrelerce uzağa giderler; sabah ve akşamları bunlara yollarda raslanır; kısa bir eteklik, gömlek ve çizme, bazan da pantolon giyerler; çok sağlam ve sağlıklı bir görünüşleri vardır, ama alışageldikleri hafif ahlakın yanısıra, sevdikleri bu hareketli ve bağımsız yaşamın, evlerinde kıvranan talihsiz yavrulara getirdiği öldürücü sonuçlara aldınmaz bir halleri vardır.” Fabrika bölgelerindeki bütün olaylar, burada, hem de daha geniş ölçülerde yinelenmektedir: gizli çocuk öldürme, çocuklara afyonlu maddeler verilmesi gibi.Özel Kurul üyesi ve Halk Sağlığı Raporunun başyazarı Dr. Simon, “Yetişkin kadınların sanayide geniş ölçülerde çalıştırılması konusundaki derin kaygılarımı, bu gibi kötülükler konusunda bildiklerim haklı ve mazur gösterebilir.” diyor. Fabrika müfettişi Mr. Baker ise, resmi raporunda şöyle söylüyor: “İngiltere’deki sanayi bölgelerinde aile sahibi evli kadınların kumaş fabrikalarında çalışmaları yasaklandığı gün, bu bölgeler için büyük mutluluk olacaktır.”
[…]
” Buckingham ve Bedford eyaletlerinde dantelacılığın bittiği yerlerde, hasır örücülüğü başlar ve Hertfordshire’ın geniş bir kısmıyla Essex’in batı ve kuzey kesimlerine kadar uzanır. 1861 yılın da, hasır örücülüğü ile hasır şapka yapimında 40.043 kişi çalışıyordu; bunların 3.815’i her yaştan erkek, geri kalan 14.913 kişinin 7.000’i yirmi yaşın altında çocuk olmak üzere kadındı. Dantela okulları yerine buralarda da “hasır örgü okullarını” görüyoruz. Çocuklar hasır örme öğrenimine genellikle 4 yaşında, bazan da 3-4 yaş arasında başlıyorlar. Kuşkusuz, öğrenim gördükleri de yok. Çocuklar, ilkokullara, kendi aralarında, “sahici okul” diyorlar ve böylece, yarı-aç analarının öngördüğü günde 30 yardalık işi bitirmek için hapsedildikleri bu kanemici yerlerden, ilkokulları ayırdediyorlar. Bu aynı analar, bunları okuldan sonra çoğu zaman gece 10, 11, 12’ye kadar çalıştırıyorlar. Sürekli olarak ıslatmak zorunda oldukları kamış, dudaklarını ve parmaklarını kesiyor. Londra’daki bütün hekimlerin genel kanısı olarak Dr. Ballard, bir yatak odası ile işyerinde her insan için en az 300 foot küpe gerek olduğunu belirtiyor. Ne var ki, hasır okullarında yer, dantela okullarından daha cimrice kullanılıyor ve “bir kişiye 121/2, 17, 181/2 ve 22 foot küpün altında yer düşüyor”. Komisyon üyelerinden Mr. White, bu sayılardan en küçüğünün, eğer bir çocuk, boyutları 3 foot olan bir kutuya konulsa, burada kaplayacağı yerin yarısından daha azını temsil edeceğini söylüyor. İşte çocukların, 12 ya da 14 yaşlarına kadar yaşamdan tattıkları zevk bu. Sefil ve yarı-aç yaşayan ana-babaların düşündükleri tek şey, çocukların elden geldiğince çok para kazanmaları. Çocuklar ise biraz büyür büyümez, çok doğal olarak ana-babalarına on paralık değer vermiyorlar ve onları bırakıp gidiyorlar. “Böyle yetiştirilen insanlar arasında bilisizlik ve kötülüğün yaygın olması çok doğaldir. … Ahlak en düşük düzeyde. Kadınların pek çoğunun evlilikdışı çocukları vardır ve bu kadınların yaşları o kadar küçüktür ki, suç istatistikleri ile ilgili olanları bile şaşkınlığa düşürür.” Ve bu örnek ailelerin anayurdu, Avrupa için örnek bir hıristiyan ülke oluyor; bu sözleri, hıristiyanlik üzerindeki derin bilgisi hiç kuşku götürmeyen Kont Montalembert söylüyor!
Yukarda sözü edilen sanayilerde zaten acınacak düzeyde olan ücretler (hasır örme okullarında bir çocuğun alabileceği en yüksek ücret, ender olarak 3 şiline ulaşabilir), her yerde ve özellikle dantela bölgelerinde egemen olan aynı sistemle, nominal miktarının çok daha altına düşer” (Kapital, Cilt 1, Onbeşinci Bölüm, Makine Ve Büyük Sanayi, Sekizinci Kesim. – Büyük Sanayiin Manüfaktürde, Elzanaatlarında Ve Ev Sanayiinde Yolaçtığı Devrim d. Modern Ev sanayii)
Çarpık kentleşme ile gelen ahlâkî çöküş
” İşçi sınıfının en çalışkan tabakalarının çektiği açlık sancısı ile, zenginlerin kapitalist birikime dayanan, kaba ya da ince aşırı tüketimleri arasındaki yakın ilişki, ancak ekonomik yasalar bilinince kendini ortaya koyar. Ama “yoksulların barınması işinde” durum böyle değildir. Üretim araçlarının bir merkezde toplanması ölçüsünde, emekçilerin belli bir yere üstüste yığıldıklarını, tarafsız her gözlemci rahatça görebilir; kapitalist birikimin hızı ne kadar büyük olursa, işçi nüfusun barındıkları yerler de o kadar sefil ve perişandır. Servetin artışıyla birlikte kentlerde görülen “imar hareketleri”, eski yapı mahallelerin yıkılması, bankalar, mağazalar vb. için işhanlarının yükselmesi, iş trafiği, lüks arabalar, tramvaylar vb. için caddelerin genişletilmesi, yoksulları gittikçe daha da kötü kenar mahallelere sürer. Öte yandan, herkes bilir ki, evlerin pahalılığı ile nitelikleri ters orantılıdır ve sefalet madenini, ev spekülatörleri, Potosi’deki gümüş madenlerinden daha büyük bir kârla ve daha az masrafla sömürürler. Kapitalist birikimin uzlaşmaz karşıt niteliği ve dolayısıyla genel olarak kapitalist mülkiyet ilişkileri burada o kadar açıktır ki, bu konudaki resmi İngiliz raporları bile, “mülkiyet ve mülkiyet hakları” üzerinde alışılagelene aykırı düşen çıkışlarla doludur. Sanayiin gelişmesi, sermaye birikimi, kentlerin büyümesi ve “ge1işmesi” ile birlikte kötülükler de öyle hızlı ilerlemektedir ki “saygıdeğer kişilere” bile saygısı olmayan bulaşıcı hastalık korkusu yüzünden, 1847-1864 yılları arasında sağlık konusunda Parlamentodan en az on tane yasa çıkmış ve Liverpool, Glasgow vb. gibi bazı kentlerdeki korkuya kapılan burjuvazi, belediyeleri aracılığı ile çok sıkı önlemler almıştır. Bununla birlikte Dr. Simon, 1865 tarihli raporunda şöyle diyor: “Genel bir ifadeyle, kötülüklerin İngiltere’de serbestçe kolgezdiği söylenebilir.” İnceleme Kurulunun buyruğuyla, 1864 yılında tarım emekçilerinin, 1865’te de kentteki yoksul sınıfların barınma durumları üzerinde bir araştırma yapılmıştır. Dr. Julian Hunter’in hayran olunacak çalışmalarının sonuçları, yedinci (1865) ve sekizinci (1866) “Halk Sağlığı” raporlarında görülebilir. Tarım emekçilerine daha sonra değineceğim. Kentteki meskenlerin durumu konusunda, bir giriş olmak üzere Dr. Simon’in genel bir görüşünü buraya alıyorum. “Benim resmi görüşüm salt sağlık açısından olmakla birlikte, insanlık duyguları, bu derdin diğer yanlarını da görmezlikten gelmemeyi emrediyor. … En yüksek derecesinde” (yani pek kalabalık), “kaçınılmaz olarak, insanlarla bedensel faaliyetlerin pis bir şekilde birbirine karışması, hayvanca cinsel bir çıplaklığın gözler önüne serilmesi gibi, insandan çok hayvanlara yakışan, her türlü ar ve haya duygularına ters düşen bir durum yaratıyor. Sürekli olarak bu gibi durumların etkisi altında bulunmak, insanda gitgide derinleşen yozlaşmaya yolaçar. Bu lanetli durumun içinde doğan çocuklar, daha o anda, rezaletin ortasında vaftiz edilmişlerdir. Böylece koşullanan insanların, başka bakımlardan, özü, fizik ve ruh temizliği olan uygarlık atmosferine heves edeceklerini beklemek, boş bir umuda kapılmak olur.” …” (Kapital, Cilt 1, Yirmibeşinci Bölüm Kapitalist Birikimin Genel Yasası Beşinci Kesim. – Genel Kapitalist Birikim Yasasının Örneklendirilmesi (b) İngiliz Sanayi İşçi Sınıfının Çok Düşük Ücret Alan Tabakası)
[…]
“Genç evli çiftler, yetişkin erkek ve kız kardeşler için iyi örnek oluşturmazlar: olayları görüp saptamak mümkün olmamakla birlikte, kardeş1er arası cinsel ilişkiden dolay, bu işe katılan kadınların büyük ıstıraplarla ve bazan ölümle yüzyüze geldiklerini söylemek için yeter bilgiler vardır.” (Dr. Hunter, l.c., s. 137.) Uzun yıllar Londra’nın en berbat mahallelerinde görev yapmış olan bir taşra polis memuru, köyündeki kızlar için şunları söylüyor: “Bunlardaki açık-saçıklığı ve utanmazlığı, Londra’nın en berbat yerlerindeki görevim sırasında bile görmedim. … Çoğu kez, büyük oğlanlarla kızlar, analarla babalar aynı odada yatıp kalkıyorlar ve domuzlar gibi yaşıyorlar.” (Kapital, Cilt 1, Yirmibeşinci Bölüm Kapitalist Birikimin Genel Yasası Beşinci Kesim. – Genel Kapitalist Birikim Yasasının Örneklendirilmesi (e) İngiliz Tarım Proletaryası )
Uluslararası ticaret ve endüstrileşmenin halkları köleleştirmesi
Fransa’da, 18. yüzyılın ilk yarısında, 100 farklı türde ipekli kumaş dokunmuş ve Avignon’da, “her çırağın, kendisini yalnız tek bir çeşit kumaşa vermesi, birkaç çeşit kumaşın hazırlanmasını aynı zamanda öğrenmemesi”, yasa halini almıştır. Belli üretim kollarını, ülkenin belli bölgelerinde yoğunlaştıran bölgesel işbölümü, her özel olanaktan yararlanan manüfaktür sisteminden taze bir dürtü kazanır. Her ikisi de, manüfaktür döneminin genel varoluş koşulları içersinde olan sömürge sistemi ile dünya pazarlarının açılması, toplumda işbölümünün gelişmesi için zengin malzeme sağlar. İşbölümünün, toplumun yalnız ekonomik değil, diğer alanlarını da nasıl sardığını ve her yerde, insanı uzmanlaştırma ve türlere ayırma sisteminin temellerini nasıl attığını, ve Adam Smith’in ustası A. Ferguson’a, “Köle bir ulus yaratıyoruz, özgür vatandaş kalmıyor.” diye feryat ettiren, insandaki, tek bir yetinin diğerleri aleyhine nasıl geliştiğini göstermeye devam etmenin yeri burası değildir. Toplum içersindeki işbölümü ile bir işyeri içersindeki işbölümü arasında sayısız benzerlikler ve bağlar olsa bile, bunlar, yalnız derece bakımından değil, ama aynı zamanda tür bakımından da ayrıdırlar. Benzerliğin en tartışma götürmediği yer, çeşitli işkollarını birleştiren görünmeyen bir bağın varolduğu durumlardır. Örneğin, hayvan yetiştirici ham-deri üretir, derici bu ham-deriden deri üretir ve ayakkabıcı da kundura.
[…]
Bir işyerinde, işbölümünün dayandığı a priori sistem, düzenli olarak yürüdüğü halde, toplumdaki işbölümünün de, doğanın zorladığı, üreticilerin yasa tanımayan keyfiliklerini denetleyen ve pazar fiyatlarının barometrik dalgalanmalarında kendini belli eden a posteriori bir sistem halini alır. İşyerinde işbölümü, kapitaliste ait bir işleyişin yalnızca bir parçasından başka bir şey olmayan insanlar üzerinde onun tartışma götürmez otoritesi demektir. Toplumdaki işbölümü ise, rekabetin otoritesinden başka otorite, karşılıklı çıkarların yarattığı baskıdan başka zorlayıcı bir güç tanımayan bağımsız meta üreticilerini temasa getirir; tıpkı hayvanlar aleminde bellum omnium contra omnes‘in, azçok her türün varoluş koşullarını sürdürmesi gibi. İşçiyi, yaşamı boyunca tek bir parça işleme bağlayan ve onu tümüyle sermayenin boyunduruğu altına sokan işyerindeki işbölümünü, üretkenliği artıran emeğin bir örgütlenmesi olarak göklere çıkaran burjuva kafası – ki bu aynı burjuva kafası, üretim sürecinin toplumsal bir denetim ve düzen altına alınması yolundaki bilinçli her girişimi, mülkiyet hakkı, özgürlük ve bireysel kapitalistin sınırsız gücü gibi kutsal şeylerin çiğnenmesi olarak yerin dibine batırmaktadır. Fabrika sisteminin tutkulu savunucularının, toplumsal emeğin genel bir örgütlenmesine karşı, böyle bir şeyin bütün toplumu muazzam bir fabrikaya dönüştüreceğini öne sürmekten öteye bir şey bulup söylememeleri, çok ilginç bir durumdur.
Kapitalist üretim biçimine dayanan bir toplumda, toplumsal işbölümünde anarşi, işyerindekinde ise zorbalık, birbirlerinin karşılıklı koşulları ise, işkollarının kendi gelişmeleri sonucu birbirlerinden ayrıldığı, billurlaştığı ve ensonu yasayla sürekli bir durum aldığı çok eski toplum biçimlerinde, tam tersine, bir yandan toplumsal işin bir plan ve zorunlu bir düzen içersinde yürütüldüğü bir örgütlenme örneğini, öte yandan, işyeri içersinde, işbölümünün ya hiç bulunmadığını ya da olsa olsa, güdük, dağınık ve raslansal bir gelişme düzeyinde bulunduğunu görüyoruz. (Kapital, Cilt 1, Dördüncü Kesim. – Uretimde İşbölümü Ve Toplumda İşbölümü)
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
7 Yorum
Yazan:izzettin Tarih: Mar 24, 2011 | Reply
Yazı için teşekkürler,hakikaten Marx yabancılaşmayı öyle izah etmiş ki diyecek pek bir şey kalmıyor.Ancak;kadın ve erkeğin aynılaşması üzerine söylenecek nice sözler var.Irgatbaşı örneği maalesef hala ülkemizde mevcut.Kapitalizmin ruhu ortadan kaldırdığı inkar edilemez bir gerçek.Böyle bir dünyada ve işbölümünün böyle planlandığı çalışma ortamında bir deha ortaya çıkması maalesef çok zor.Umarım Türkiye solcuları bunlardan ders çıkarır;kapitalizmin kaldırım taşını polise atmayla yıkılmayacağını;faşizmle enternasyonalliğin bir arada olmayacağını görürler.Ne yazık ki faşist İşçi Partisi bile Marksist kabul ediliyor.Artık solun güzel bir özeleştiri yapıp,”zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanlar”a yönelmesi gerekiyor,moda tabirle ”halka inmesi” gerekiyor solun Silivri’ye değil
Yazan:Gürhan Tarih: Mar 24, 2011 | Reply
“Kendisini solcu zannedenlerin konferans basarak, lastik yakarak solcu olamayacaklarını öğrenmeleri gerekiyor artık. (MY”
Değerli MY, naçizane hatırlatmak isterim ki; “Marx kütüphanedeyken, Bakunin barikatlardaydı.” Ne yani, yukarıdaki “çıkarsamanıza” göre Bakunin de “kendini solcu mu zannediyordu.Edward Said de West Bank’te Siyonistlere taş attı, illa kendini bir şey mi zannetmesi gerekiyor. Paylaşımınız çok şümullü ve üzerinde gerçekten emek harcanmış bir çalışma, ama bir de şu Akif Beki, AKP Grup Başkanvekili Suat ….vs. gibi demagogcuların kötü pragmatist diskurlarını araya sokuşturmasanız rahat edemeyecek misiniz? Polis şiddetiyle, karnındaki doğmamış sabi dünya yüzü göremeden mevlasına kavuşan kadının hesabını sormak için her solcunun Marx olup bi de Engels bulup Manifesto mu yazması gerekiyor?
Yazan:MY Tarih: Mar 24, 2011 | Reply
“Polis şiddetiyle, karnındaki doğmamış sabi dünya yüzü göremeden mevlasına kavuşan kadının hesabını sormak için her solcunun Marx olup bi de Engels bulup Manifesto mu yazması gerekiyor?”
Hayir, gerekmiyor. Ama zulme direnmek için insan olmak yetmeli. Solcu olmak gerekmez. insan eger “ben solcuyum” diyorsa bunun fikrî bir zemini olmali. Yoksa vicdanen “dogru” oldugunu düsündügünüz bir isi yaptiktan sonra “ben böyle yaptim çünkü solcuyum” deme durumuna gelirsiniz. Böyle bir tavir ise iyilik¨/ güzellik / dogruluk gibi kavramlari ideolojik TEKEL altina almak olur. degil mi?
karsidan karsiya geçmeye çalisan bir yasli insana yardim etmek için solcu / müslüman / feminist olmaya gerek var mi?
Yazan:MY Tarih: Mar 25, 2011 | Reply
“Irgatbaşı örneği maalesef hala ülkemizde mevcut.Kapitalizmin ruhu ortadan kaldırdığı inkar edilemez bir gerçek.”
Haklisin Izzettin, 150 yil önce yazilmis bir metin Kapital. Ama ne kadar “taze” hâlâ. Üstelik Marx bir Alman Yahudisi, ülkeden ülkeye sürülen, o dönemin baskici devletlerine, ulus-devlet modeline alternatif üretmeye çalisan bir insan.
Bizim milliyetçi ve devletçi solcularimiza bakiyorum da… Yani “solcu” demeye bin sahit gerek 🙂
Yazan:durhat Tarih: Mar 25, 2011 | Reply
Sorun da bu ya,
“Solcu”demeye bin şahit isteyen milliyetçi ve devletçi solcular</strongının(daha doğrusu solcu geçinenlerin)ifrit olduğu şey de ulus-devlet modeline alternatif üretilme çabasıdır.Çakma solcuların yönlerini kâbe misali Silivri’ye çevirmelerinin nedeni de işte bu tapınmacı devlet sevgisinden gelir.
Yazan:izzettin Tarih: Mar 25, 2011 | Reply
Maalesef Türkiye solu faşizmle ve demokrasi dışı aktörlerle hemhal olmaktan kurtaramadı.Solun ideolojik arka planı bir daha gözden geçirip yeniden yapılanması gerek.Kapital hala güncel;bu demek ki insanlık Marx’tan bu yana kapitalizmin yarattığı sorunları çözememiş.Aslında solun önünde mükemmel bir fırsat var.Marx’ı doğru anlayıp bu sorunlara makul çözümler üretirlerse hem ülkemizdeki sol eksikliği giderilecek hem de sol ciddi bir iktidar alternatifi olacaktır.Solun fraksiyonlara bölünüp enerjisini iç çatışmalara harcamak yerine ülke sorunlarına vakfetmesi ülke için de solun geleceği için de çok önemli.Sosyal adalet,sosyal devlet,gelir bölüşümündeki adaletsizlik gibi sorunların ciddi bir sol olmadan kat’i bir çözüme kavuşmayacağına inananlardanım.Umarım sol daha sivil,demokrat,halkçı ve aşırılıklardan arınmış bir hale gelir
Yazan:ali duman Tarih: Mar 25, 2011 | Reply
Türkiye’nin derin devleti ve onun beslemesi toplum mühendisleri 85 yılda o denli başarılı işler çıkardılar ki tarihi yeniden yazdılar denebilir, bu kapsamdaki en başarılı eserleri NASYONAL SOL’culuğu SOL olarak yutturmalarıdır.
bu çalışma bizzat Atatürk’ün sahte komünist T”K”P’yi kurdurtmasıyla başlatılmıştır, zira Şevket Sürayya AYDEMİR’e kurdurulan bu partinin devamındaki bugünün sahte T”K”P ise AYDEMİR Güler’e kurdurularak sol’u katletme görevine(!) kaldığı yerden devam ettirilmiştir. Ne de olsa dünyanın en usta ve deneyimli derin devlet geleneği ve toplum mühendisliği bu ülke topraklarına has (maalesef ki)
kendini sol diye yutturan nasyonal solcusumcuları sol olarak sayamayacağımıza göre bu ülkede hakiki anlamda kaç solcu vardır? iki elin parmağı kadar mıdır? ya da daha fazla olma ihtimali var mıdır?
özel bir sol düşmanlığı siyasetini uygulamaya sokan kemalist iktidar solu yok etmiş yerine sahte bir “kemalist sol”culuğu sahneye sürmüştür. (esasında bu ikameci uygulamalar sadece sol’a karşı değil, sağ’a, milliyetçiliğe, islam’a da aynı şekilde uygulanmıştır.)
iki elin parmak sayısı kadar solcusu olan bu ülkede solculuk çok zor bir mücadele, zira yeni bir sayfa açmak gibi bir şans dahi yok.
önce nasyonal solun yarattığı tahrifatlar ve zihin bulandırmaları ortadan kaldırılmalı, kısaca 85 yılda giydirilen DELİ GÖMLEĞİ parçalanmalıdır ki, sıfır noktasından başlanabilsin, yeni bir sayfa açılabilsin. (sol kadar ağır olmasa da aynı durum sağ, milliyetçilik ve islamcılar için de geçerlidir)
zira hala ulusal devleti savunan İLKEL ve BAĞNAZ bir solcusumculukla karşı karşıyayız.
Oysa bilimsel sol’un kurucusu Marx, sol ve sosyalizm için en büyük düşman olarak “ULUS DEVLET”i görmüş ve buna karşı ENTERNASYONALİZMİ savunmuştur.
bizim solcu geçinen solcusumcular, ENTERNASYONALİZMDEN, NASYONALİZM anlıyor olmalılar ki, ulus devleti ve dolayısıyla da faşizmi savunmaktalar.(solun “karanlık ORTAÇAĞI” bu olsa gerek)
kendilerine giydirilen deli gömleğini arap ve afrika halklarının dahi parçalamakta oldukları şu günlerde, soğuk savaş döneminin sosyalizme (SSCB’ye) karşı SINIR KARAKOL görevi nedeniyle emperyalist ülkeler tarafından giydirilen DELİ GÖMLEĞİNİ bilgi çağı olan 21nci yüzyılda dahi çıkarmamakla ısrar edenler tarihin çöplüğündeki yerlerini alacaklardır, işte o gün “yeni sol”un da doğum günü olacaktır.
bugün sol, TBMM’de tek milletvekili (Ufuk Uras) ile temsil ediliyorsa bu Atatürk’ün ve Kemalizmin yarattığı derin devlet ve toplum mühendisliğinin bir sonucudur.
bu devletin kuruculurı, sol’suz bir devlet tahayyül etmişler, sol’u da kendi oluşturdukları “sahte sol” ile ikame etmeye çalışmışlardır.
yani bir anlamda CHP’nin Ankara il Başkanı ve Valisi Tandoğan’ın “bu ülkeye komünizm gerekiyorsa onu da biz getiririz”i hayata geçirilmiş ve darbelerle, katliamlarla, muhtıralarla, komplolarla başarılı bir şekilde uygulanmıştır.
bir benzetme yapacaksak önümüzde kolu, bacağı, kafası ve tüm kemikleri kırılmış bir sol durmaktadır daha da kötüsü idrakine deli gömleği giydirilmiştir.
sol’un işi zor, önce kendisini bu hale getiren CHP’yi ve kemalizm kuyrukçuluğunu sol’culuk olarak yutturan sahtekarlara hesap sormakla işe başlamalıdır.
(artık kemalizm kuyrukçuluğu tarifi bile hafif kalıyor, siyasi ahlak yoksunu bu şarlatanlar kendilerini ergenekon kuyrukçuluğuna terfi ettirtiler ki, meşreplerine de, nasyonal solculuklarına da yakışan budur)