Taş ve Tokat
By Mehmet Yılmaz on Mar 30, 2011 in AKP, Basın günlüğü, BDP, Devlet Terörü, Kürtler, PKK
“…Bazı Milletvekili yaptığında iyi de, BDP’li Milletvekili yaptığında kötü. Gazetelere yansımıştı. Hac dönüşü iki AKP’li Milletvekili sınır kapısında bekletildikleri için polise tokat attıkları iddiasının görüntüleri ne hikmetse basına sızdırılmadı. Polisin tuttuğu tutanak valilik tarafından ortadan yok edildi deniliyor. Eh, onlar iktidar partisi vekilleri, onlar AKP’li! Ya diğerleri onlar BDP’li vekil. […] Siz olsaydınız ve öyle bir şiddete maruz kalsaydınız ne yapardınız? Nihayetinde bir kadın olan milletvekili uğradığı haksızlık sonucu sinirlerine hâkim olamayarak istenmeyen iki saniyelik bir görüntüye sebep oldu diye neredeyse linç edilecek. Bahçeli o elleri kırın diyor. AKP savcılara davetiye çıkartıyor. BDP’li vekil polis tokatlamış. Vay Kürt vay… Neden? Çünkü kadında olsa o vekil Kürt kökenli bir vekil öyle mi? […] “ TAMAMI
19 Yorum
Yazan:mrtnrn Tarih: Mar 30, 2011 | Reply
Eğer gerçekten bir sorunu çözmek istiyorsak bu soruna elimizden geldiği kadar objektif davranmamız ve vicdan muhasebesi ile yaklaşmamız gerekmez mi? Sen böyle böyle yaparsan benim de böyle böyle davranmaya hakkım var dediğimiz zaman gidişat sorunun çözümüne doğru değil sorunun daha da derinleşmesine doğru ilerler…
Ne yazık ki bu yazıyı okuyunca da aynı hisse kapıldım… Bu zamana kadar yapılan işkenceler, faili meçhulleri ortaya atarak, şimdi bir milletvekilinin şiddete bulaşmasını ve terbiyesizce davranmasını görmezden gelmek sizce olaya objektif yaklaşmak mı?..
Mesela;
Ayhan Çarkın’ın yediği haltları ortaya dökerek Emniyet Amiri’ne atılan tokatı doğru bulmak ne kadar doğru?.. Emniyet Amiri’nin verdiği cevap da aslında demokratik olgunluğun kimde olduğunu daha net gösteriyor: “Siz millet vekilisiniz ve millet vekilinize tokat attınız!..” Mesela siz objektif olarak bu yazıyı yazsanız bu cevabı yazmadan es geçebilir misiniz?
Kurulan “barış çadırları”ndan çıkan 166 adet molotof kokteylini, bilmem kaç tane el yapımı ses bombasını “barış” kelimesi ile yan yana anmak sizi hiç mi rahatsız etmez?…
Şu Kürt Sorunu’nun çözümü için bize en lazım olanlardan birisi de vicdanını ne örgüte ne de karanlık egemenlere devretmemiş aydınların söz hakkı alması…
Yazan:MY Tarih: Mar 30, 2011 | Reply
OHAL uygulaniyordu, Tansu çiller’in Türkiyesinde Güney Dogu Anadolu yanip kavruluyordu. 1990’li yillardi sanirim.
Paris’te bu konuyla alakasiz(?) bir konferanstaydim, konusmaci Stefanos Yerasimos idi. Kibris ve Ege sorunlari üzerine konusuyordu. Bütün dinleyicileri sasirtan bir sey söyledi:
Sonra tabi salona bakti, insanlarin yüzlerindeki saskinligi bekliyordu zaten. Söyle devam etti:
Bugün terörün verdigi bütün zarara ziyana ragmen buna buna benzer bir durumla karsi karsiyayiz. Hosumuza gitse de gitmese de ortada bir Kürt milliyetçiligi var. PKK ile göbek bagini keseMEyen siyasi partiler ve dernekler var. Kürtlerin TAMAMI DEGiL ama Kürt Milliyetçisi olanlari bu kiskacin içinde.
Askerî, iktisadî ve siyasî olarak kat kat üstün bir Türk Milliyetçiligi karsisinda ne yapilabilirse onu yapiyorlar: Terör, polemik, pislik, killik…
Kürtlerin bin tane GERçEK derdi varken gidip “bayrak isteriz, sembol isteriz” diye tutturuyorlar. Bu küçüklerin, zayiflarin stratejisidir.
Türk milliyetçileri de bunun aynisi tutum içinde terör, polemik, pislik, killik yaptikça
sorunlar çözülmüyor, uzayip gidiyor.
Biraz inceleyin, CHP, MHP, AKP’nin milliyetçi kanadi ve milliyetçi Kürtler nasil benziyorlar birbirlerine. Dünyadaki bütün dillerin Kürtçeden geldigini, Kürtlerin diger insanlardan üstün oldugunu iddia eden kaç tane yorum sildim hatirlamiyorum.
ALLAH korusun Türkiye bölünecek olsa kuracaklari Kürt ulus-devleti orada yasayan Türkleri, araplari inim inim inletecek. Hatta Kürtlerin de canina okuyacak: “Sorani, Kirmançi, Zaza neymis kardesim? ‘Ne mutlu Kürdüm’ demeyen bizim düsmanimizdir” diyecek. Bu gerçegi gören bir sürü AKILLI Kürt var zaten ve bunun için milliyetçi Kürtler tipki MHP ve CHP gibi marjinallige itiliyor.
Rum asilli bir Türk olan Yerasimos’un verdigi ders dogrultusunda Türkiye’nin devlet olarak ve halk olarak büyüklük göstermesi gerekiyor. Herkes gelip polisleri tokatlasin demiyorum elbette. Ama TMK magduru çocuklara bakin meselâ. Büyüklük gösterebildi mi devlet? Cumartesi Analari neler çekti? Örnekler çok. isin içinde Kürtler olsun ya da olmasin T.C. bugünkünden çok daha adil ve sefkâtli bir tavir içinde olmali.
milliyetçi Kürtlerin en büyük silahi Türk korkusu ve Türk nefretidir. Bunun somut biçimde ifade buldugu durumlar ise polis siddeti ve asker siddeti oluyor. Ve tabi mahkeme kapilari vs devletin Kürtlerle muhatab oldugu her an, her mekân.
Yerasimos, Hrant gibi bizden olan “ötekilerin” gözüyle kendimize bakabilsek binlerce insanin hayatini da kurtarabiliriz.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Mar 31, 2011 | Reply
Konu Kürtler olunca maalesef en demokrat bildiklerim de hemen ağız değiştiriyor.Meğer şu tokat nelere kadirmiş?Ergenekon,Kemalizm,veseyat,derin devlet vs vs söylemlerini dilllerinden düşürmeyenleri,hukusuzluktan şikayet edenleri nasıl da değiştirdi bu tokat…O yakındıkları sisteme birden toz kondurmaz hale gelmeleri ne büyük tezat,ne yaman çelişkidir böyle!
Şimdi sorma sırası bende:yahu iplikliğini pazara çıkardığınız sistemi birden bu denli can siperane savunmanıza neden nedir acaba?
Sakın şu milliyetçilik hastalığı olmasın,sakın ola sizlere de bulaşmış olmasın bu hastalık.
Kusura bakmayın beyler,ben artık bundan böyle devlet sorgulamalarınızı inandırıcı bulmayacağım.Ne yalan söyleyeyim Kürtler mevzubahis olduğunda milliyetçi damarı kabarıp nefsine yenik düşenlere,müesses nizamın 85 yıllık zulüm sicilinden dem vurup ağız değiştirenlere güvenim yok artık.
Sözümü sakınmayacağım,eleştirimi yöneltiklerim,bu siteden yorum ve yazılarıyla tanıdığım ve demokratlıklarından kuşku duymadığım İzzettin Kasım,mtrn rumuzuyla yazan yorumcu ve İbrahim Becer’dir.Bana göre artık demokrasi üzerine yazdıklarının bir anlamı olmayacak.Ha,eleştirilerim “fare küsmüş dağın haberi olmamış”kabilinden kendileri için de bir anlam ifade etmeyebilir.Hiç sorun değil,ben içimdekileri döktüm ve vicdanım gayet rahat.Ve bundan böyle bu şahısların ne yorumlarının ne de yazılarının bir kıymeti harbiyesi olmayacaktır.Protesto amacıyla bir daha da okumayacağım.
Yazan:yer altından notlar Tarih: Mar 31, 2011 | Reply
Yine sığanığıma döneceğim bugün.Yer altına!Çocuksu ruhumun en kuytu köşesi,kırılganlığımı onaracak bana ait köşeme.Sabah daha saat sekizi ya buldu ya bulmadı.Eski saatle henüz 7.Uyku tutmadı gözümü.Ancak bu kadar bekleyebildim “uygun zamanı”.Sabredemedim günün başlamasına.İçime dert oldu bir şeyler.
Biliyorum,nedenlerine henüz geçmediğim bu huzursuluk hayra alamet değil.Grur duymuyorum yazdıklarım ve daha yazacaklarımla.Ve sağlıklı bir ruh halinin işareti de olmayabilir yazacaklarım.Muhtemelen aşırı hassayetlerimin payı da vardır bundan.Çünkü emin değilim vicdanen aklen karşı olduğum aidiyet duygusunun yarattığı garip refleks ve kopmplekslerden payıma bir şeyler düşmediğinden.Bu coğrafyada yaşananlar insanı hasta etmeye yetiyor da artıyor çünkü.Gayrı,paranoya mı dersiniz,şizofreni mi,yoksa aşırı alınganlık ve hassaiyet mi ne derseniz deyin.Hatta milliyetçilikten beslenen bir duygu da diyebilirsiniz.Milliyetçiliğin de türlü şekilleri vardır zira.Hayata,gerçeklere,olaylara en rasyonel,en objektif baktığınızı düşündüğünüzde bile öyle bir hastalıktır ki milliyetçilik,apansız kendinizi içinde bulursunuz-farkında olmaksızın.Sinsidir çünkü.Toplum veya siyaset bilimcilerinin milliyetçilik’e dair klasik bir söylemi var:”ezen/ezilen ulus milliyetçiliği!Ayırırlar bu iki türü.Oysa beslendiği damar hep aynıdır.Ya ait olma duygusunun yarattığı anlaşılmaz koşullanma,ya da bir annenin yavrusunu koruma içgüdüsünden farklı olmayan o tipik,insana mahsus bir başka duygu.Aynı kapıya çıkar her ikisi de.Beyrutlu hıristiyan kökenli Arap yazar Amin Maaolouf’un dediği gibi ölümcüldür kimlikler/aidiyetler.
Şu an o dayanılmaz bir afyona dönüşen ölümcül kimlik’in neresindeyim bilmiyorum.Kendimi dışında hissettim ama dediğim gibi emin değilim.
Lafı çok uzattım farkındayım.Konu malum.Bu başlık altında yazdığıma göre lafı nereye getireceğimi az çok tahmin edebilirsiniz.Anlayacağınız,bu coğrafyanın yazgısı haline gelmiş “taş ve tokat”lar sürükledi buraya saatin bu erken saatinde.
Bilemiyorum “taş ve tokat”ın günlük yaşamımızın birer parçası haline gelip bizleri üzerinde tartışmaya sevkeden kahredici talihsizliğe mi yanayım,yoksa bu değişmez yazgının yarattığı farklı yansımalara,infiallere mi?Kararsızım.Çünkü nereden baksan talihsizlik,nereden baksan ahmakça.Talihsizlik ve ahmaklık!Ama bir o kadar da çaresizlik!Taşı atan(lar) da,tutulan(lar) da;tokadı atan da yiyen de çaresiz!Her yanımız içinden bir türlü çıkamadığımız çaresizliklerle kuşatılmış çünkü.Polis,emir kulu olduğu için,isyan eden bir başka nedenle çaresiz(!).Herkesin bir nedeni ve masum bir gerekçesi vardır.Ancak değişmeyen tek ortak neden herhalde çare diye sığındığımız şiddet sarmalına bu denli kapılmış olmamızdandır.Hikaye aynı:polis/asker çözüm adına şiddete başvurur,bilinen yegane çözüm aracı budur!Keza “mağdur”,mağruriyetini şiddetle,isyanla gidermeye çalışır!Çözüm aracı hep aynıdır:Şiddet!Öfke,kin,nefret ve intikam kokan,engellenemeyen/kontol edilmeyen/denetlenemeyen o garip,lanetli duygu.
Hiç bir mazereti yoktur ve olamaz şiddet yanlılığının veya eğiliminin.Hayır,hiç ama hiçbir şey şiddeti mazur ve meşru kılamaz.Kılmamalı.Lakin ortada başka da “araç”olmayınca ne bekleneblir ki?Nasıl olmasını bekliyorduk ki?Ruhlarımızın şiddetle yıkanıp kutsandığı bu topraklarda güllerin yeşermesini mi?
Keşke olmasydı diyoruz.İyi de diyoruz.Peki taşlar,tokatlar atılmasa,panzerlerden tazyikli sular,gazlar atılmasa…bu,negatif duyguların olmadığı anlamına gelebilir mi?Polis acaba çok mu pozitif duygular besliyor panzerlerle ezip geçtiği bir halkı,ya da o halk polise/askere/devlete ne kadar pozitif yaklaşabiliyor?
Gerçekçi olalım.Sağduyu,akliselim,hoşgörü nutuklarıyla inanın sayfaları doldurabilirim.Hiç sorun değil makul karşılanbilecek,hiçbir tarafı incitmeyecek,hiç de itic gelmeyecek söyleyecek çok sözüm var.Lakin bu da çözüm olmuyor maalesef.Kol kırılır yen içinde kalır düsturu maalesef içimizde birikmiş olan öfke gerçeğini değiştirmiyor.Ne de bu öfkenin dinmesine merhemdir,içimizdeki öfkeyle yüzleşmediğimiz sürece.
Peki gönül rahatlığıyl “yüzleşebiliyouruz” diyebilir miyiz?
Yani bu tokad hiç hoş olmadı,tasvip edilemez ama bu,birikmiş öfkelerin bir dışa vurumu,bir yansıması sadece.
***********************
İçime ne mi dert oldu?Onu da anlatacağım acele etmeyin.Bir önceki yorumumda kısa bir tepki bombardımanıyla küçük bir giriş yapmıştım.Kesmemiş olacak ki tepkim dinmedi.Dinmiyor n’apayım.General analojileri kurarak ahkam kesen demokratlar olduğunlayın serinkanlı düşünemiyorum.Dedim ya acziyetime,insanlık hallerime verilsin.Lakin “yatağından uyandırılan bir general o tokadı atsaydı ne diyecektiniz”diye -Özlem Yağız’ın yazısına istinaden-vicdan,dürüstlük sınamalarından geçilmediği şu günlerde acziyete,şaşkınlığa düşmeyecektim de ne yapacaktım?Susabilirdim belki,evet.Susamadım,susamıyorum.Nefs bu ya,benim gibi çenesi düşükleri konuşturuyor işte.İçimde uhte bırakmayacağım,bir soru da ben soracağı size sayın İzzet Kasım.Biliyorum,acıları yarıştırmak,başka topraklarda başka coğrafyalarda yaşanan dramlar üzerinden analoji kurmak doğru bir erdem değildir.Çünkü acıların ve dramların dini,mezhebi,milliyeti yoktur…rengi de yoktur acının,zulmün,gözyaşının.Filistin’de,Mısır’da ne ise burada da odur.Soruya geçeyim.Peki “İsrail tanklarına kendini siper eden bir Filistinli kadından bir İsrail polisine tokat atılsaydı”ne düşünürdnüz?Tepkiniz ne olurdu?Yorumunuzda belirttiğiniz şekilde mi tepki verirdiniz?Gerçekten içime dert oldu bu.Kusura bakmazsanız benzer tepkiyi vermeyeceğinize dair kuşkular sardı beni.Zira tokat hadisesine dair söz ve yargılarınız,Kaddafi üzerinden despotluğu,zalimliği,erkek egemen zihniyeti vs pornoyla özdeş tutarak eleştiren bir yazardan beklenen sözlerle hiç eşleşmiyor.Neyse çok uzattım,demekki demokratlık da hümanizm de bir yere kadarmış.Belirli bir sınıra gelip dayandı mıydı sözlerin rengi,şekli ahengi değişebiliyormuş.Bunu anladım bugün ve insanlık adına benim için büyük bir kayıptır bu.
Yazan:mrtnrn Tarih: Mar 31, 2011 | Reply
Sevgili aziz yılmaz bey,
İlk olarak, sizin eleştirileriniz benim için önemlidir…
İkinci olarak, demokratlık yarışına girmenin vatanseverlik ya da karşındakini vatan haini ilan etme yarışı gibi sakat bir yarışın içerisine girmeden farkı olmayacağından, kendimi “ben şu kadar demokratım” diye ispat etme lüzumu görmüyorum…
Ancak yorumumun son cümlesi anlatmak istediklerim en net halidir:
Tamam, devletin bu zamana kadar Diyarbakır Cezaevi, faili meçhul cinayetleri, işkenceleri ve akla hayale gelmeyecek bir sürü pisliği ile bu sorunun en önemli müsebbiplerinden birisi olduğu aşikar… Hatta bu ülkede baştan beri yürütülen “ulus yaratma projesi” de sizin de kabul edebileceğiniz gibi sorunun temelini teşkil ediyor… Bunların hepsine en az sizin kadar inanıyorum…
Ancak diğer taraftan sorunun çözümünde karşımıza aldığımız muhatabın bu sorunu ortaya çıkaran unsurlardan ne farkı var?..Mesela Sabahat Tuncel, MY’nin bahsettiği “Kürt ulus-devleti” önemli bir unsuru olmayacak mı?..
Abdullah Öcalan’ın talimatıyla milletvekili seçilmek ya da Öcalan’ın tasvip etmediği bir cümle kuran belediye başkanını sindirmek ne kadar demokrat bir tavır?…
O kadar uzağa gitmeye gerek yok… Öcalan’ın cezaevi görüşme notlarını inceleyin bakalım, “demokrat” milletvekillerinin demokrasi anlayışını daha rahat göreceksiniz…
Ya Şivan Perver’e, Orhan Miroğlu, Mehmet Metiner’e yapılan ve yapılmaya çalışanlara ne demeli?..
Peki diğer taraftan bu zamana kadar işkenceyle anılan bir teşkilatın mensubunun yediği tokat karşısında söylediği sözler ne kadar demokrat bir tavırdır?..Elimizi vicdanımıza koyalım bundan 10-15 sene önce polisten böyle bir tavır görebilir miydik?
Bu yüzden aziz yılmaz bey, şahsen amacım sistemden yakındığım kadar karşıdaki sistemden de yakınmak… Nasıl Türk “Ergenekonu”nun karşısında duruyorsak aynı şekilde Kürt “Ergenekonu”nun da karşısında durabilmek…
Gelin hep birlikte “ipliğini pazara çıkardığımız sistemi” savunmayalım… Sonuna kadar arkasındayım… Ancak diğer taraftan sonradan ipliğini pazara çıkarmak zorunda kalacağımız bir sistemin kurulmasına da göz yummayalım…
Eğer göz yumarsak da bu sorunun çözümü için hiç umut beslemeyelim…
Bu yüzden;
Yazan:MY Tarih: Mar 31, 2011 | Reply
Sevgili yer altından notlar,
acilariniz ve izdiraplariniz samimi, elle tutulabilir bir sicaklikta. Taslarin ve tokatlarin kelimelere, oylara, siddetsiz yürüyüs ve gösterilere dönüsmesi gerekiyor. Bu dönüsüm olmakta. olacak. Yoksa tokat atan da yiyen de yok olacak. “Ötekinin” insanligini yok saymaya kalkan önce kendi insanligini yok ediyor. Pek az insan bunun farkinda. Kürtleri şeyleştiren her panzer, her cop önce Türkleri şeyleştiriyor. Türkleri şeyleştiren her taş, her tokat kurbanindan önce öznesini şeyleştiriyor.
Ataol behramoglu idi sanirim, bir cellatin agzindan söyle sesleniyor “ben tükeniyorum öldürdükçe”
Dedigim gibi sonu gelecek bu acilarin. ama zannederim sabretmek zor. Milliyetçilik belâsi suyla sabunla çikmiyor. Ellerimiz degil ki kirli olan, kalplerimiz.
insan topluluklari aralarindaki en basit, en ilkel ortakliklara indirgendiklerinde ister istemez AKILLICA degil REFLEKS vererek cevap üretiyor. Insan toplulugu gitgide hayvan sürüsü gibi davranmaya basliyor. Öngörülebilir, manipüle edilebilir, kullanilabilir bir hammadde.
ÖZlem Hanim sayesinde duydgum bir kitabin tanitim yazisiyla veda edeyim size Modernite ve Holokost:
Yazan:özlem yağız Tarih: Mar 31, 2011 | Reply
Aziz bey mesele de burada. İnsanlar uzun uzun bir şeyler yazıyorlar. bir haklılar bir haklılar. Eh tabi alkış tutan taraf olan da çok. zannediyorlar ki çok iyi bir noktadayız falan. Ama yazdıklarının sağlamasına biraz da bir zahmet muhatabın açısından bak. Hiç böyle bir çaba yok. Mesela bir Tek türkiye dizisi yapılıyor değil mi? Raytingi iyi bir sürü insan bravo vay efendim meğer kandırılmış insanlarmış iyi Kürtler de varmış biz bilmezdik bir şeyler diyor. bu vatandaşlar da zannediyorlar çok iyi bir şey yaptık. Git bir de aynı diziyi Kürtlerin gözünden seyret oku. Onlar da evet olaylar bu şekildedir gerçeği yansıtıyor diyorsa (pkk sempatizanı olması gerekmez, bölgeyi yaşananları iyi bilen sıradan kürtler için konuşuyorum)sen başarılı bir şey yapıyorsundur gerçekten. hayır onlar öfkeleniyorlar bu diziye lanet ediyorlar. sen Batılıların gönlünü kazanıp bir iş yaptım zannediyorsun.
Sabahat Tuncel meselesinde de öyle. Kimse mangalda kül bırakmıyor. Herkes bir vicdan yarışında bir şiddet karşıtı vs. Tabi bizler birbirimizi övüp yücelltmeyi de pek iyi biliriz. Sabahat Tuncel şöyle beter böyle kaka. Peki arkadaşım sen mi gidip o halkın arasına girebiliyor, gaz bombalarının önünde durabiliyorsun. Sabahat Tuncel’e şu bu demek seni doğru bir noktada olduğunun kanıtı mı zannediyorsun. Sen de ben de orada değiliz. Kimsenin bir yarasının ucunu sarmış bir acısına ortak olmuş değiliz. Tek fark ben haddimi biliyorum. Bunca yılın zulmüne susmanın mahçubiyetini taşıyorum.
Ve bir insanın PKK lı bir geçmişi bile olsa sonuçta insan olduğunu bir zulümle karşı karşıya geldiğinde öyle çok büyük planlar vs. ile hareket etmeyip insani bir tepki verebileceğini unutuyorlar. neymiş önceden o tokatı planlamış da seçime doğru bilinçli bir şeymiş. O görüntüleri olaydan sonra bile vızır vızır düşen gaz bombalarını seyretmiyor kimse.
kendimiz konuşup kendi kendimizi alkışlıyoruz ve bu bize yetiyor. Muhtemelen milliyetçi Kürtler de aynı şeyi yapıyorlar. Şivan perver’i Orhan Miroğlu’nu tehdit ederken aynı sürü psikolojisi ile davranıyorlar. muhatabını görmemek duymamak için parmaklarını kulağına sokarsın ve avaz avaz bağırırsın. Yapılan işte bu.
Bugün başörtülüler hakkında bir yorum makale yazsaydım öncelikle başörtülülerin yaşadıkları olaylara bakışını göz önüne alırdım. Aleviler hakkında yazsaydım onu gidip bir cami cemaatine sormaz bizzat onlara sorardım. Kürtler için de aynı şey.
Yazdığım yazıyı ailesinden 25 kişi PKK tarafından katledilmiş ve hayatı boyunca PKK ya en ufak bir yakınlık duymamış arkadaşım anlıyor hatta face de paylaşıyor bizim dostlarımız neredeyse beni pkk nın kalemkanadı ilan edecekler. Çünkü anlama çabaları yok. tanımlama ve kendilerini doğrulama haklılıklarını kafalara vura vura ilan etme çabaları var. mesele budur.
Lütfen kütlerin başına gelenler ile ilgili bir şey söyleyeceğiniz zaman gidin biraz da o bölgeyi o bölgenin gerçekliğini yaşayanlara sorun danışın. Ondan sonra bir de dönüp yazdıklarınıza tekrar bakın.
Aziz bey siz de keserseniz irtibatı kim anlatacak kim bu diyalogları kuracak? Zaten ideolojik olarak kanalize olmuş kürtler bu site ile ilgilenmez. Belki öfke saçarlar. Ama siz öyle değilsiniz. diyalog çabalarınızdan vaz geçmeyiniz. türk türk e muhabbet çekilmez doğrusu:) Sonuçta oraya gitmeyelim.
Yazan:özlem yağız Tarih: Mar 31, 2011 | Reply
Merhaba yeraltından notlar. Doğrusu bir general
analojisine de cevap verecek gücü artık kendimde bulamamıştım. Görmüyor değilim ama artık bu kadarına da pes diyesim geliyor ve cevap verecek güç bulamıyorum bazen. Teşekkürler dikkatinizden kaçmamış bu durum.
selamlar
Yazan:mrtnrn Tarih: Mar 31, 2011 | Reply
özlem hanım,
size bir örnek vereyim… 1998 yılında İngiltere’de IRA sorununun çözümü için atılan adımları sonrası tarihi bir antlaşma (Good Friday Agreement) imzalandı ve referanduma gidildi… her iki taraf da artık şiddet sona erdi diye ümit ederken radikal bir grup çıktı ve 28 kişinin ölümüne neden olan Omagh katliamını gerçekleştirdi. BU olayı ilk kınayaın ve halka faillerin bulunması için söz veren kimdi biliyor musunuz?.. IRA’nın ta kendisi… Türkiye’de ise bırakın PKK’yı DTP’den böyle bir davranış görebildik mi bu zamana kadar HAYIR!..
İşte sorun burada yatıyor… Hiç bir zaman şiddetin arkasında sığınmaktan vazgeçmediler…
Sizin daha önce KCK davası ile yazdığnız bir yazı da bu operasyonun şiddet sarmalının sonar ermesi için ne kadar gerekli olduğunu KCK denilen yapının aslında Kürt derin devleti olduğunu her açkı kaynakta bulabileceğimiz iddianameden örneklerle vermiştim… Siz ise “içeriği hakkında bilgim yok ama…” gibi bir cevap vermiştiniz…ince nokta da burası zaten.. nedense “sivil itaatsizlik eylemi” için kurulan çadırda bombalar molotof kokteyli çıkıyor… Ama bunu gündeme getirmiyorsunuz…
Merak etmeyin bu satırları ve daha önceleri yazarken en az sizin kadar bölge hakkında danışarak kaleme alıyorum…
Ancak arada ince bir nüans farkı var… Ben sadece devlet tarafından uygulanan şiddete değil aynı zamanda şiddet sarmalını meydana getiren karşı tarafı da tasvip etmiyorum…
Evet fark bu… Ben ise her iki tarafça yaşatılan bu zulüme karşı çıkıyorum…
Yazan:MY Tarih: Mar 31, 2011 | Reply
mrtnrn’nin hakli oldugu nokta: Kürtlere yapilan haksizliklara itiraz etmemiz ve geçmisteki suskunluktan yakinmamiz bugünkü hatalari görmemize engel olMAmali.
Küçük bir not: Milliyetçi Kürt hareketleri her nedense basörtüsü yasagina ve genel olarak yobaz laik söylemlere karsi ilkeli degiller. Dindar Kürtlerin bölünmeye karsi duruslari midir onlari rahatsiz eden?
Islâm’dan, cemaatlerden ve tarikatlardan bahsederken yüzlerinin aldigi tiksinme ifadesinden rahatsizim. Bana fena halde CHP’lileri hatirlatiyorlar.
Yazan:mrtnrn Tarih: Mar 31, 2011 | Reply
Konuya “cuk” diye oturan bir yazı…
Yazan:MY Tarih: Mar 31, 2011 | Reply
hah, tam da bunu kasdediyordum. iyi bari. baskalari farkinda bu pisliklerin. Bu topraklarda Islâm’i kendine düsman edinenler eninde sonunda yamulmus. (çarpilmis mi demek lazimdi?) ALLAH razi gelmiyor kardesim. illâ Müslüman olun demiyoz. Ama ilismeyin. Müslümana satasmayin. Sahibi var. Koruyani var iste.
Bakin CHP’nin haline. Adamlar birbirlerini yemekten AKP ile ugrasmaya vakit bulamiyorlar 🙂
Yazan:cuk diye oturan yazı Tarih: Nis 1, 2011 | Reply
Pek oturmamış ya neyse.Bana da düzeltmek düşüyor.Gerçi kenarını kıyısını modife etmeyla pek düzelecek gibi görünmüyor ama olsun denemeye değer.
Önce, hatırlanması gereken,kısmen dikkatlerden kaçmış bazı ayrıntılardan başlayalım.
PKK kurulduğunda yani örgütün tanımıyla partleştiğinde “bağımsız demokratik Kürdistan”ı hedeflyordu.Parti programlarının ana ilke ve şiarı buydu.Örgütlenme biçimi Marksist-Leninist’ti.Yer yer diğer sol ve sosyalist hareketlerde olduğu gibi kimi Maoist filirler de yaygın olmakla beraber,dönemin politik jargonuyla “Moskova yanlılığı”baskındı.Mücadele biçimleri ise sırasıyla önce ideolojik mücadele,ardından silahlı mücadele ve son olarak siyasal mücadele olmak üzere dönemin koşullarına göre belirlenen stratejiler öngörülmüştü.Dolayısıyla teorik olarak Marksist-Leninist ideoljiyi esas alan ve mücadelesini halk hareketleri ve gerilla mücadelesi şeklinde olmak üzere iki farklı silahlı mücadele biçimi üzerine kuran bir örgütlenme biçimiyle PKK(Partiya Karkerên Kürdistan,Türkeçesiyle Kürdistan İşçi Partisi)kuruldu.
Bu,bugün PKK olarak bildiğimiz silahlı örgütün kitle desteğini almak adına belirlediği progam ve örgütlenme yapısının özeti ve aynı zamanda hedef berirleyici propagandasıydı.Ancak aynı zamanda görünen şekliydi.Zira kitlelerde kabul görmeyi amaçlayan fakat sadece görünen yanıydı.Yani buz dağının sadece görünen kısmı.
“Görünen kısmı” diyorum çünkü görünmeyen ve henüz görülememiş olan kısmı çok daha çarpıdıydı.
Şimdi hikayenin görünmeyen ama asıl canalcı kısmına geçelim.Yalnız sıkı durun!Anlatacaklarım şok etkisi yaratabir.Malum,PKK denince dış güçlerin Türkiye’yi bölüp parçalamak amacıyla tezgahlandığı ya da 12 Eylül döneminde Kürt halkı üzende yoğunlaşan baskıların sonucu(Başta Diyarbakır cezaevindeki işkenceler ve insanlık dışı muameleler olmak üzere)ortaya çıktığı bilinir.Oysa PKK’nın kuruluşu 12 Eylül’den yaklaşık üç yıl öncesine dayanır yani henüz Dyarbakır işkence efsasi başlamadan bir hayli zaman önce.Doğrudur,D.Bakır süreciyle yoğunlaşan baskılar sebep sonuç ilişkileri mantığıyla bugünün PKK’sını yaratmıştır.Lakin PKK’yı -kısmen destek ve parmağı olmakla birlikte-dış güçler değil bizzat devlet kurmuştur.Bir parantez açalım,evet süreç içinde dış güçler dediğimiz emperyal güçler mevcut iki kutuplu dünya konjönktürüne denk düşecek şekilde bu örgütün yapısal varlığından istifde etmiş ve mevcut uluslararası siyasette bir koz olarak kullanmışlardır.Ancak buna karşın PKK,dış unsurların icadı değil tamamen yereldir/TC.patentlidir.Yani namı değer adıyla Ergenekonun bir icadıdır PKK.
Hadisenin bu boyutuna açıklık getirmek için PKK’nın kuruluş aşamasına geri dönmekte fayda olacak.
Hatırlarsanız bazı evrelerden sözetmiştim.Örgütsel tanımıyla ideolojik/silahlı/siyasal olmak üzere “mücadele yöntemleri”yani.
İdeolojik mücadele denilen safha henüz partileşmeye geçilmemiş 70’lerin ortlarından başlayıp partişeşmeye geçişe müteakip 12 Eylül askeri darbesine kadar süren zamana denk gelir.Bu dönemde Irak KDP’sine yakın duran KUK’tan(Kürdistan Ulusal Kurtuluşu)ALA RIZGARİ’ye,KAVACILAR’dan DDKO’ya,PSK’ya(Partiya Soyalisten Kürdistan)kadar irili ufaklı parti ve fraksiyonlar bulunmaktadır.Bu grupların-temel olarak marksist çizgide olmalarıyla birlikte)ideolojileri,ilkeleri farklıdır(kuk istisnadır ancak zira sosyalizm iddasında değilidir.Bunun dışındaki diğer örgütler örneğin KURTULUŞ adlı örgüt Türk soluyla birlikte mücadele tezini savunur.Kemal Burkay’ın hâlâ genel sekreterliğini yaptığı bir diğer parti ise Federatif yapıyı.Şunu da ekleyelim:bu yapıların tamamı illegal olarak faaliyet sürdürmektedirler anacak çoğunluğu silahlı mücadeleye karşıdır.
İşte böyle parçalı bir tablonun olduğu 12 Eylül dönemi öncesi PKK,başta KUK olmak üzere ideolojik mücadele adı altında hemen hemen diğer tüm gruplara savaş ilan eder.Ancak silahla direnç gösteren tek örgüt KUK olur.Irak KDP’siyle de doğrudan bağlantılı olduğundan silahla karşılık verir.Böylece zaman zaman çevre aşiretleri de içine alan ölümcül bir savaş başlar…Yüzlerce insan ölür.Böylece ideolojik mücadele adı altında bölgeyi aşiret savaşlarıyla kan gölüne çeviren PKK diğer unsurları sindirerek berteraf eder.KUK tarih sahnesinden silinmiş,diğerleri Avrupa’lara kaçmayı seçer.Bunların pek çoğu PKK korkusuyla hâlâ ülkeye dönememektedir.
Peki nasıl tasarlandı bütün bunlar?Birincisi devlet PKK dışında diğer örgütlerin varlığından rahatsızdı.İşine yarayacak olan PKK’dı çünkü.Diğerleriyle uğraşacak durumda değildi.Yani kullanıp bir kenara fırlattığı(kimini asıp kimini yargısız infazlarda katlettiği)Türk solunun “tarihi misyonu”bitmiş,yerine ilerde işine yarayacak bir “gücü”yedeğine almalıydı.PKK bunun için biçilmez kaftandı ve zaten bunun için bizzat kurulmuştu.Yani kısaca kendisine ayakbağı olacak diğer Kürt grupları tasfiye olmalıydı ve PKK’nın görünürdeki yapay “ideolojik mücadele”ilkesine uygun plan geliştirilmeliydi.İdeolojik mücadele adı altında Kürdü Kürde kırdırma gerçekleştirilmiş oldu böylece.Peki ortamı geren kızıştıran,bu kanlı planın hayata geçirilmesine zemin sağlayan baş aktör kimdi dersiniz?Kim olacak,yıllar sonra Bekaa’ya kankası Apoyla samimi pozlar çeken Bay Doğu Perinçek.Yanlış anlamadınız Ergenekon sanığı Perinçek!Yani yumurtacı solcuların ikonlaştırdığı İP başkanı Perinçek.Gariptir 1975-80 arası Aydınlık adlı yayın organıyla PKK’lıları “tavuk hırsılığı”dahil her türlü yüz kızartıcı suçla suçlayarak en banal propagandayla ortamı kızıştırıp cehenneme çeviren bu zat,her ne hikmetse çok değil bir kaç yıl sonra eşkiyalıkla suçladığı örgüt başının hasretine dayanamayıp kampında(Bekaa)ziyarete gidiyor Apo’nun.Çifte kumrular gibi geziyorlar,söyleşiyorlar;geleceğin “Türkiye/Kürdistan devrimi”üzerine konferanslar tertipliyorlar.Bu kez sahip olduğu yayın organı “2000’ne Doğru”dergisidir.Türkiyeye döndüğünde manşetlere taşınmıştır artık bu “tarihi işbirliği”.Ayan beyan ve hiçbir kısıtlanmayla karşılşamadan(ufak tefek göstermelik dava dışında tabi).
Devam edecek…
Buraya açıklık getirmek için kuruluş
Yazan:MY Tarih: Nis 1, 2011 | Reply
Eski PKK’li siginmacilarla defalarca bulustum Paris’te. Kimisi kurmay kadrodan ve su an Apo ile kanli-biçakli. Ama ideolojik rengi ne olursa olsun hepsi SAPINA KADAR KÜRT MiLLiYETçiSi!
Hayallerinde kemalist modelde bir Kürt ulus devleti var. Kürt halkinin huzurunu düsünmüyorlar. Tek arzulari T.C.’yi taklid etmek ve “biz de aynisini yapabiliriz” demek. Bunun için eger PKK basarili olursa bölgede yasayan Türkler ve Araplar kadar Kirmanciler, Zazalar ve Soraniler de ezilecek. Islâm’dan arinmis, modern, tektip bir “makbul Kürt” tasavvurlari var ki bu tasavvur Atatürk’ün sapkali, tango-sever Türk tasavvuruna acayip benziyor.
@cuk diye oturan yazı,
PKK’nin bir Ergenekon uzantisi olduguna katiliyorum. Büyük ihtimal “devlet eliyle kuruldu” demek de yanlis sayilmaz, Apo ve yandaslarinin daha ögrenciiken karsilastiklari bazi güçlükler onlara uzanan “sihirli eller” bu izlenimi destekliyor.
Ancaaaaaak asagidaki ifade hem kendi içinde hem de yukaridaki saptama ile çeliski arz ediyor:
1) Derin Devlet eliyle kurulan bir silahli örgüt nasil “demokratik” olabilir? Bu “demokratlik” korkarim PKK’nin kurulus belgelerinde kalmis bir etiketten ibarettir. Belki o bile yoktur.
2) Demokrasi ile Marxist-Leninist bir görüs nasil bagdasir? Hele ki Soguk savas döneminin Sovyet Rusya’sina özensin!!!
3) Marxizm, Leninizm ve Maozim zaten çeliski arz eder ve bir arada ancak etiket olarak barinabilir. PKK bunlari nasil bagdastirdi? Bunu elbette yapaMAdi. Yapsaydi dünyanin en saygin felsefe klübü olurdu!
4) Kizil soslu bir Kürt Milliyetçiligini komünizmin “evrenselik” ilkesiyle nasil bagdasti?
Gerçek su ki PKK’nin komünistligi, demokratligi, milliyetçiligi üzerinde düsünülmüs saglam teorik temellere dayanmaz.
Türkiye ABD yanlisi ve NATO üyesi oldugu için komünist, Kürtleri kullanmak için Kürt milliyetçisi, siddet eylemlerini mesru göstermek için maoist…. kisaca PKK hiyerarsik olarak Ergenekon’a bagli, eylemci anlamda oportünist, ideolojik anlamda ise bir hiçtir PKK. Organizasyon ne demokratik ne de marxist filan degil. şark usülüdür. Yani organizasyon yoktur. Baronlar vardir. Her “bölge sorumlusu” kendi basina kral. Türkiye ile savasmadiklarinda birbirleriyle savasiyorlar.
ideolojiye ihtiyaci da yok ki zaten. Türkiye bugün resmen komünizme kaymis olsa PKK anti-komünist olacaktir. çünkü Ergenekon onlardan bunu isteyecektir. Ergenekon iyice zayifladigi için ne Türk kanadini ne de Kürt kanadini kontrol edemiyor. “Ortak Düsman” AKP, FG ya da Islâm karsisinda birlesiyorlar. Ama düsünme ve strateji yok. Refleks veriyorlar. Biraz korku, biraz yanindakini kollama, biraz ticaret, biraz rüsvet…
Asyali ve Güney amerikali ayrilikçi ve/veya etnik terör referanslarini incelerseniz hep ayni semayi bulursunuz.
Evet, bugün teorik ve/veya ideolojik bazda PKK’nin içinde çekismeler vardir. PKK disindaki milliyetçi Kürt hareketlerinde de öldürmeye varan “ideolojik” kavgalar var. Ama özünde bunlar çikar kavgasidir. Örgüte hakim olma, uyusturucu ticaretinden elde edilen gelirlerin paylasilmasi, Avrupa’da insan ticaretinden toplanan paranin paylasilmasi…
Yani birbirlerini troçkist filan diye suçluyorlar ama hiç bir PKK kurmayinin Troçki hakkinda 15 dakikalik bir konusma yapabilecegini sanmam. Marxizm’in anahtar kavramlarindan filan bahsetmiyorum bile.
PKK’yi oldugundan daha zeki sanmak da bir aldanma. Belki bazen zeki insanlar içine katilmistir ama örgüt olarak bir ortak zekâ, uzun soluklu bir strateji yok.
Yazan:cuk diye oturan yazı Tarih: Nis 1, 2011 | Reply
Şimdi tekrar 12 Eylül sonrası döneme geçiş yapalım.Başta da değindiğim gibi gerek Türkiye kamuoyu gerekse Kürtler PKK’yı komünist bir örgüt olarak bildiler.Daha doğrusu belleklerde böyle bir imge oluştu(ruldu).Zaten örgütün amaç ve kuruluş felsefesine de gayet uyuyordu bu tanım biçimi.Oysa PKK ortaya çıktığından bu güne kadar hiçbir zaman sosyalizmi savunmamış,işçi ve emekçilerin haklarıyla ilgilenmemiştir.Zaten bu mümkün de değildi,zira sahiplenmeyi kâr bildikleri sosyalizmin(veya sosyalist düzeni hakim kılacağı proleterya vs)koşulları henüz yoktur.
Bölgede toprak ağalığına dayalı feodal aşiret ilişkileri hüküm sürmektedir.Fabrika yoktur,sanayi gelişmemiştir.Dolayısıyla ortada ne sınıf çelişkileri ve bu çelişkileri harekete getirecek sınıfsal çatışma vs koşulları henüz bulunmamaktadır.Yani sosyalizm ve onun bir üst aşaması olan komünizmin ilke ve felsefesini pratikte mümkün kılacak hiç bir belirti bulunmamaktadır.Daha açık ifade etmek gerekirse sosyalist sistemi kuracak olan “proleterya(işçi sınıfı)”henüz yoktur ortada ki bir “proleterya diktatörlüğü”olsun.Kaldı ki,toplumsal koşullar/siyasi iklim, sosyalizme ve sınıf mücadelesine uygun olmamakla beraber PKK asla bu yönde bir faaliyet içerisinde bulunmamıştır.
Yani kısacası partinin ve/veya örgüt adındaki “işçi partisi”kavramı tamamen göstermeliktir.Sadece dünyayı etkisi altına alan ve “68 ruhu”olarak bilinen politik rüzgarin etkisiyle vurucu bir söylem olarak seçilmiştir(ve dikkat edin,Perinçek’in “işçi partisi”nden esinlenmiştir).
Lakin bu tarihsel gerçekliğe karşın PKK,bugün dahi sosyalist bir devlet hedefleyen Marksist bir örgüt olalarak bilinir(bkz.A.Dilipak’ın yazısı)
Oysa bırakınız soyalizmi hedeflemesini,PKK bugün bağımsız devletten yana dahi değildir.Kemal Burkay ve diğerlerini federasyon ya da kültürel özerkliğ savunuyor diye hain ilan eden PKK bugün bu taleplerin çok gerisine düşmüştür.Ancak ne tuhaftır eşit vatandaşlık talep etmesine karşın silahtan vazgeçmemektedir.Dolayısıyla Cumhuriyet yazarlarından biri ile(şu an ismini hatılamıyorum)Ertuğrul Özkök’ün başını çektiği “bölünme”tartışmalarının başlatılması koca bir saptırma ve çarpıtmadan öte bir anlam ifade etmiyor.Yaymaya çalışılan ve alttan alta toplumun ısındırılmaya çalışıldığı bu iddia işte tam da derin devlet tarafından kurulmuş olan(ve kullanılan) PKK’nın kendisine biçilmiş olan rolüne ivme kazandırılması,öngürülen planın devam etmesidir.Bu plan hakim ve otoriter zihniyetin iktidarı için elzemdir.Zira bir “iç düşman”yaratılmalı ki kitleler sindirebilsin,uyutulabilsin.E,demokratik açılımlarla silah bırakmış bir PKK’yla ilelebet bir iç düşman yaşatılamayacağına göre geriye ne kalıyor?Tabi ki bölünme korkusunu sıcak tutacak bir söylem.Derin devletin toplum mühendisleri de bunu yapıyor.
devam edecek…
Bir,böölgede feodal aşiret ilişkileri sürmektedir dı Dediğim gibi vurucu bir etki yapması amacıyla uydurulan sahte
Yazan:cuk diye oturan yazı Tarih: Nis 1, 2011 | Reply
Sevgili MY,
Haklısınız italik olarak alıntıladığınız kısmında çelişkiye neden olabilecek hatalı bir ifade var yorumumda.Gerçi ileriki bölümlerde bu ifadenin PKK’da gözlemlediğim ilkesizliklere dikkat çekme amacı taşıdığı görülecektir.Kısaca,o kısmı için “hedeflemişti”demek yerine…iddasında bulunmuştu…vb bir ifade kullanmalıydım.Oysa farkında olmayarak teyit eder bir anlam yüklemişim.
Ancak şunu da eklemek durumundayım.PKK,sizin de isabetle belirtiğiniz gibi,ortadoğu,asya yer yer afrika ve latin ülkelerinde faileyet göstermekte olan marjinal grup ve silahlı örgütlenmelerden farklı bir şema çizmiş değildir.Kesinlikle haklısınız.Lakin PKK,kendisne yakıştıramadığınız-ki ben de yakıştırmıyorum-sosyalizm,bağımsızlık,demokratik vb.kavramları kullanmıştır ve halen kullanıyor.
Ve evet marksist,leninist,maoist ideolojieri de birbirine karıştırarak varlığını sürdürmüştür.Ki bu,PKK’nın sağlam bir ideolojik ve felsefi altyapıya sahip olduğunu ima ettiğim anlamına gelmiyor.Bilakis tutarsızlığa ve ilkesizliği açık bir vurgu yapmaktı amacım.
Dolayısıyla üzerinde konuştuğumuz “demokratik” kavramının vaya bunu çağrıştıran evrensellik iddaialarının vb.nin totalitarizm ile,faşizm ile “birarada olamayacağı”tesbitiniz son derece yerinde.Ne var ki yukarıda andığımız grupların çoğu bu kavramları literatürlerinden eksik etmez pek.Düşünün,bugün K.Kore Demokratik Cumhuriyet olarak tanımlıyor sefil rejimini.Kaddafi Libyası,Saddam dönemi Irak ve daha örnek gösterilebilecek pek çok totaliter rejimler ise Cumhuriyet ile anılmakata.
Amiyane tabirle yalandan kim ölmüş ki:)Takıp taıştırıyorlar işte.
Yanlış anlaşılan kısmı umarım düzeltmişimdir.Sevgi ve dostlukla.
Yazan:cuk diye oturan yazı Tarih: Nis 1, 2011 | Reply
Çok meşgul ettim farkındayım.Bu sonuncusu olacak.
Sayın Dilipak’ın yazısına karşılık eksik kalan kısımlara katkı koymayı amaçlamıştım.Ne kadar yardımcı oldum bilmiyorum.
Mesele şu:Özlem hanımın da değindiği gibi hiçbirimiz bugün kürt sorunu,güneydoğu hadisesi adını ne koyarsanız koyun sağlıklı bir bilgiye sahip değiliz.Ben dilim döndüğünce önceki yorumlarımda bu örgütün ne amaçla ve hangi şartlarda kurulduğuna açıklık getirmeye çalışmıştım.
Ancak bugün kabul etmeliyiz ki hangi amaçla olursa olsun toplumca başımıza bela edilerek fenkeştayn(okunduğu gibi yazdım)misali icat edilen PKK denetleneyen bir canavara dönüşmüştür.Ne var ki bir o kadar da sorunun öznesi haline de gelmiş veya getirilmiştir.Kabul edelim etmeyelim bugünkü haliyle artık bir avuç çapuldurlar,son terörist ölene kadar vb.söylemlerle arzu edilen barış ortamına,toplumsal ualaşmaya ulaşmak mümkün değildir.Acı bir gerçek ve ironi olsa da,bugün itibariyle acı gerçeğimiz budur.Bu bağlamda BDP evet PKK’nın legal ayağıdır,sözcüsüdür.Bu organik bağ ve ilişkiyi asla tasvip edilebilir bulmuyorum.Ne var ki Ergenekonun güneydoğu şubesi konumundaki derin yapı artık halkın büyük bir çoğunluğunu kendi cephesine çekmeyi başarmıştır.Ve aynı şekilde kurduğu vesayete de BDP’yi mahkum ve esir etmiştir.
Gerçek şu ki bu hepimizin suçu.Sadece devletin suçu ve zaafıdır diye geçiştiremeyiz.Zira devlet çözümde geciktikçe ve “çözüm araçlarının yanlışlığında”ısrar ettikçe bizler toplum olarak böyle talihsiz bir sürece savrulduk…Milliyetçi ve karşımilliyetçilik had safhaya ulaştı ve en nihayetinde işin perde arkasını sorgulayabilecek idrak ve iradeden yoksun bırakıldık.Artık sadece keskinleşen ve bir tarafa duygu bağıyla meyletmiş taraflar var;kendisini doğrudan bir tarafa ait hisseden ikiye bölünmüş/ortadan yarılmış çaresiz bir toplum.Bugün karşı karşıya bırakıldığımız tablo maalesef genel çerçevesiyle budur.Şiddete karşıyız diyoruz ama şiddet üzerinden tartıştığımızda dahi şiddete prim verecek bir diyalogun(!)içinde buluyoruz kendimizi.
Oysa şunu hep unutuyoruz.Gazların,tazyikli suların taş ve tokat getirdiğini/asker canezelerine davetiye çıkaracağını;taş,sopa,molotof ve dahi “tokatların”da operasyonlara dönüşeceğini yeni model OHAL’lere yol açabileceğini hep unutuyoruz.Şiddet dili keza bu toplumda öfke dozunu yükseltmekte varolan gerilimi tırmandırmaktır.
Oysa bayram denilen bir kutlamaya azıcık tolerans gösterilebilseydi belki şu taş ve molotoflar da azalma gösterebilirdi.Bunu hiç denemedik.Ne devlet güvenlik adına şiddet ve orantısız güç kullanmaktan vazgeçti ne de karşısındaki güç sorunlarına şiddetle cevap bulmaktan.
Velhasıl bir kısır döngüye bir şiddet sarmalına saplandık.Kaderimiz gibi bununla yaşaya devam ediyoruz.Ve ne acıdır ki “senin şiddetin/senin suçlun”karşıtlığından öteye geçecek sorgulamaya geçemedik.Hasılı değerli dostlar,yaklaşık 30 yıl önce kuyuya atılan taşı bir türlü çıkarmayı becermedik.
Yazan:mrtnrn Tarih: Nis 1, 2011 | Reply
cuk diye oturan yazı’nın eklemelerine bir de ben ekleme yapayım:)
Terörizm literatüründe tarihsel sınıflandırma yaparken dört aşamadan söz edilir…
1. Anarşist dalga: anarşizmin revaçta olduğu ve terörün meşru kabul edildiği dalga
2. Anti-kolonyalist dalga: milliyetçilik hareketlerinin başladığı ve ulus devletlerin ortaya çıktığı dönem yaşanan terör faaliyetleri
3. Sol dalga: 68 kuşağı ve arkasından mantar gibi türeyen sol örgütler
4. Dini istismar eden terör dalgası: İran devrimi ile başlayan 11 Eylül ile farklı bir boyuta bürünen terör dalgası…
Bir Amerikalı (David RAPOPORT) tarafından yapılan bu sınıflandırma, başta 4. dalga konusunda oryantalist yaklaştığı olmak üzere, bir çok eleştiriye açıktır… Ancak diğer taraftan literatürde kabul gören bir sınıflandırmadır…
Şimdi soruyorum… PKK’yı hangi sınıfa koyabiliriz?..
Bence hiçbirine… Hatta bir dönem Hizbullah’ın revaçta olduğu zamanlarda Apo’nun militanlarına namaz kılma şartını koyduğunu da eklersem varın gerisini siz düşünün…
Rapoport şunu da ifade eder: terörizm tarihinde ideoloji değişken bir olgu iken, şiddet hiçbir zaman değişmez… Diğer bir ifade ile ideoloji araç, şiddet amaçtır…
Kısacası gelmek istediğim ve cuk diye oturan yazı’nın yazdıklarından da çıkardığım nokta:
PKK’nın şu haliyle şiddeti amaç olarak benimsediği… Hatta daha da ileri gideyim PKK’nın da çözümü fazla istemediği… Eğer istediği bir çözüm varsa bu da Dilipak’ın yazısında tasvir ettiği “demokratik Kürdistan” kurmak olduğu…
Taaa en başa dönersek; bu yüzden sorunun çözümünde hem Kürt hem de Türk tarafı (çok sağlıklı bir tasnif olmadığının farkındayım) olarak şiddeti amaç edinmemiş yani “vicdanını ve aklını hem örgüte hem de derin yapılara devretmemiş aydınların bu konuda söz alması gerektiğini düşünüyorum…
Yazan:bsm Tarih: Nis 2, 2011 | Reply
Valla ne yalan söyleyeyim sadece şiddete karşı hassasiyet göstermekle de durduk yerde sorunun çözüleceğini sanmıyorum.Tamam hepimiz şiddete karşı olalım.Nefret dilinden,toplumu kışkırtbilecek söz ve davranışlardan kaçınalım.Ancak bu yetmiyor.Zira şiddet şiddet deyip duruyoruz ama yakındığımız şiddettin çözümsüzlükten kaynaklandığını da unutuyoruz.Açıkçası,somut bir proje üretilmeden karşı tarafın talepleri dikkate alınmadan sorun kendiliğinden çözülmez.
Dolayısıyla yok PKK şunu istiyor,yok niyeti ve emelleri başkadır deyip hiç bir adım atılmaması çözüme katkı sunmaz ve sunmayacaktır.Tersine süreci tıkamaktan başka da bir işe yaramaz bu.Hep söylenir Kürtler ne istediklerini bilmiyorlar falan diye.İyi de kardeşim adamlar bas bas bağırıyor şu şu taleplerimiz var diye.Üstelik bölünmeden,bağımsız devletten yana olmadıklarını da açık açık söylüyorlar.Anayasal vatandaşlık yani eşit vatandaşlık hakkı tanınsın,bu hak anayasayla güvence altına alınsın;anadilde eğitim hakkı olsun,yerel yönetimler güçlendirilip daha işler hale getirilsin istiyorlar.Budur yani, ne istedikleri gayet açık.Lakin devlet bunları ulus devletten ödün veririm kaygısıyla yanaşamıyor,her talebe kulak tıkayıp habire oyalıyor. Elimi verirsem kolumu da kaptırırım endişesi var açıkçası.Kaldı ki devlet kendi içinde netleşmiş değildir.Yargıdan orduya,hükümetten muhalefete,birbiriyle sürekli çekişme hali var devletin kurum ve birimleri arasında.Artık hassaiyetler midir,henüz yeni açılımlara hazır olamamak mıdır,hükümetin her alacağı kararda kendisini vesayet altında hissetmesi midir bilemiyorum somut hiçbir adım atılamıyor.
Bu bağlamda hal ve vaziyet bu iken e efendim bunlar zazalara,kırmançlara,araplara musallat olacaklar,insanlara dinlerini yasaklayacaklar,adam kesecekler gibi mazeretlerin ardına sığınma bana ahlaki bir tutum gibi gelmiyor.Ha,hakimiyet PKK’nın eline geçerse doğru Kürtler veya bölgedeki diğer farklı topluluklar bugünkünden daha iyi bir noktada olmayacak.Bölünmenin kimseye bir faydası da olmayacak bunu anlamak için toplumbilimci falan olmak gerekmiyor.Lakin kendi başlarına buyruk bir modeli isteyen yok.Ayrıca madem bütün sorun PKK’nın uygulayacağı muhtemel kötü senaryolara takılıp kalıyor,o zaman da devlet insiyatif alıp çözüm yolları bulacak,cesur adımlar atacak.Devlet bu iradeyi gösterebilirse zaten PKK güç ve destek kaybedecek ve yalnızlaşacaktır.Dediğim gibi bu adımlar çeşitli neden ve çekincelerle atılamıyor.
Peki bu durumda sorun tam da PKK’ya endekslenmiş olmuyor mu?Öyle ya her ne sebeptense Kürtlerin taleplerine cevap verilemeyecek ancak buna karşın PKK şöyle yapacak böyle yapacak diye rüyalar kurgulanacak.Geçiniz efendim.PKK,anladık tu ka ka,adamlar doğuştan insan öldürmeye programlı diyelim.İyi de devletin icraatlarından haber verin;kurgulanan felaket senaryolarına alternatif ne üretildi diye sorarlar.
Kısaca eğer gerçekten samimiyet ve kararlılık gösterilecekse PKK hesaba katılmadan hukukun,adeletin ve eşitçe yaşamanın koşulları oluşturulsun.Yani PKK’nın varlığı bahane edilerek açık açık “sizi size emanet edemeyeiz”mealinden kolaycılığa kaçmakla da olmuyor.