Kitlenin İktidara İtaatinin Vahim Sonuçları
By Fatma Sancak on Nis 5, 2011 in AKP, Beyin Yıkama, Militarizm, Muhafazakarlık, Psikolojik harp, Türk Basını, vicdan
Elias Canetti‘nin, “Kitle ve İktidar” eseri yayımlandığında 1960’lardı. Canetti, eserine kaynak olacak gözlemleri çok daha erken zamanlarda, 1920’lerde edinmeye başlamıştı: 1. ve 2. Dünya Savaşları’nın, yani insan kıyımlarının olduğu dönemler…
Kitle ve İktidar, üzerinde çok uzun konuşulacak, çok zengin bir eser. Canetti, eserinde kitlenin iktidarla, iktidarın kitleyle olan ilişkisini açıklar. Kabaca ifade edecek olursam; tavandan-iktidardan gelen emrin, tabana etkisini ve kısır döngü içerisinde derinleşecek bir itaatin şuur yitimi yaratacağını iddia eder ve kesinlikle doğrudur. Uzun süreli emirler, özgürleşememiş, bireyleşememiş, kendi varlığının dahi bilincine varamamış bir kitle yaratır, kitle büyüdükçe itaat oranı da yükselir.
Benim de dâhil olduğum Buluşan Kadınlar grubu, iktidarın (iktidar derken mevcut hükümeti kast etmiyorum) emirlerine, itaat noktasında bir karşı çıkışa start vererek “Başörtülü Milletvekili İstiyoruz” insiyatifini hayata geçirdi.
Öncesinde yasaklar mevcut olsa dahi 28 Şubat Darbesi’yle her alana yayılan başörtüsü yasağı üzerinden tam 14 yıl geçti. Kitlenin seçtiği başörtülü milletvekili Merve Kavakçı’nın Meclis’te yuhalanmasının üzerinden ise tam 12 yıl geçti. Başörtülü kadınlar, eğitim, çalışma gibi haklarından mahrum bırakıldı. Sosyal yaşamın içinden, dışına itilmeye çalışıldı.
Tüm bu yaşananlar üzerine, kitlesel girişimlerin çoğu başarısız oldu. Sorunun çözümüne eğilen Ak Parti kapatılma kararıyla yüz yüze geldi. Kitle, iktidarın emri altında itaate devam etti ve bugüne gelinceye kadar sağlıklı ve kökten bir çözüm olmadı.
Bugün, emre itaat eden kitle izleye dursun yahut iktidarı kendi akıllarınca kutsaya dursun artık emre itaat etmeyeceğini ilan eden kitle içinden, bir klik “Başörtülü Aday Yoksa Oy Da Yok” diyor. Demekle kalmıyor bu haklı çıkışı, olması gerektiği gibi kitleye tebliğ ediyor.
Takip eden dönemde, Bolu’dan bir haber geliyor; başörtülü bir doktor, başörtüsüyle çalışmakta ısrar ettiği için görevinden alınıyor.
Takip eden dönemde, Ankara’dan bir haber geliyor; üniversite sınavına girmek isteyen başörtülülerin başları zorla açılmak isteniyor.
Takip eden dönemde, bazı çatlak sesler çıkıp; “Daha zamanı değil, sırası var, ya Ak Parti kapatılırsa? İktidarı zora sokmayın” diyor. Canetti’nin deyimiyle, bu emre itaat eden kitle, şuurunu yitirmiş bir şekilde kendi aleyhine olsa dahi, iktidar lehine rol oynuyor. Bazı bazı kraldan çok kralcı oluyor. Kendini öğütüyor. Özgürlüğünü, iktidara kendi eliyle teslim ediyor. Daha acısı, bunu yaparken durumunun vahimliğinden haberi dahi olmuyor. Onu kurtarmaya yönelen, iktidara haklı olarak itaat etmeyen kitlenin elini hışımla itiyor.
Kitlenin, iktidara itaati bunlarla bitmiyor. Bir başka haber GATA’dan geliyor; “Erlere kobay muamelesi“… Bir internet sitesinin görüntülü haberine göre GATA’da erlere kobay muamelesi yapılıyor. Erlerin ve ailelerinin, haberleri ve izinleri olmadan üzerlerinde bir takım tıbbi deneyler yapılıyor. Kitle yine izliyor, kitle izlerken iktidar GATA’daki etiği hiç etmiş doktorları, kitleyle birlikle izliyor ama iş başörtülü doktora gelince kitle izlerken, iktidar emir veriyor ve başörtülü kadın görevinden uzaklaştırılıyor.
Burada iktidar derken sadece seçimle iktidara gelmiş siyasi bir partiyi kast etmiyorum. Türkiye, özelinde uzun yıllar ordunun yönetime müdahalesi sonucu ordusunu da iktidara taşımış bir ülke, şu an hala yürürlükte olan ve derhal tümüyle değiştirilmesi gereken “12 Eylül Darbe Anayasası” da bunun ispatı.
Kitle ve iktidar arasındaki ilişkinin yarattığı vahim duruma, bir başka açıdan baktığımızda o erlerin ailelerini ve kendilerini görüyoruz. Sadece bu olay mı? Hayır. Daha önce intihar ettiği söylenen erin, intihar etmediği ortaya çıkmadı mı? Erlerin talimdeyken “canlı hedef” olarak kullanıldığı ortaya çıkmadı mı? Ne yapıldı? Bir er çıktı ve “Komutanımız hedefi şaşırmaz.” dedi. Niçin dedi bu evladımız bunu, emre itaati içselleştirdiğinden, belki korktuğundan. Neden korkmasın, bu zulme itiraz etmek, “halkı askerlikten soğutmak” yasasınca neredeyse ‘suç’ olmuş durumda, bahsi geçen anayasa nedeniyle durum buyken, icraatları nedeniyle, halkı askerlikten soğutan, bariz örnekleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri personeli değil mi?
Niçin itiraz etmiyorsunuz tüm bunlara, niçin itiraz etmiyoruz? Canetti’nin tezlerinin doğru olmuş olması, düzenin böyle devam edeceği anlamına mı geliyor? Neden iktidarın, muktedir olanın, size hizmetini sağlamıyor da, şuursuzca onlara “gönüllü” hizmet ediyorsunuz, ediyoruz?
Neden sakinsiniz bu kadar? Nasıl izleyebiliyorsunuz sessizce? Ben sakin değilim, kitle içindeki emre itaat etmeyen klik de sakin değil. Tüm bu yaşananlardan sonra sakin olmak ne mümkün? Öfke duymak, tepki vermek, sinirlenmek insanidir. Yoksa kitle olarak, iktidara itaat ederken, insani vasıflarınızdan da mı feragat ediyorsunuz, ediyoruz?
Tüm bu yaşananlar karşısında sessizce izlemeyi seçenler, Sebahat Tuncel’in polis memuruna attığı tokada karşı çok öfkelenebiliyor. Çünkü iktidara hala itaatteler, çünkü emir verene itaat etme aldanışlığı ile iktidarı, kurumları, kendilerini yok etme pahasına kutsuyor ve kolluyorlar. Bunu anlamak mümkün değil; anlamıyorum da zaten… Ancak, Tuncel -şiddeti tasvip etmesem de- kurumları değil, insanları öncelediği için bu noktada anlaşılmayı hak ediyor. Kendi varlığının bilincinde olduğu için kısmen hak verilmeyi de hak ediyor. Aslında o tokadı, itaate devam eden kitleyi, kendine getirmek için atıyor.
Uzun bir yazıda, birçok konuyu işlemiş olmam, kısa kesemediğimden değil, kitlenin göz yumuşlarını, sessizliğini ve emre itaatini genel çerçeve içerisinde izah etmek istediğimdendir.
Kitle içindeki bireylerin itaatinin nedenleri birbirinden farklı olabilir. Ancak kitlenin iktidara hizmeti değil, iktidarın kitleye hizmeti gereklidir, bunun için de formül bellidir. Benim için caydırıcılığıyla, yaptırımıyla “Başörtülü Aday Yoksa Oy Da Yok” demektir. Darısı diyemeyenlerin başına…
Vesile ile diyemeyen kitleye son bir not: Siz varın kurumlara, gönüllü hizmet ede durun, şimdi anlayamıyorsunuz ama “Başörtülü Aday Yoksa Oy Da Yok” diyenler, kendilerine olduğu gibi size de hizmet ettirmenin yolunu bir şekilde bulacak.
… Bu konu ilginizi çektiyse…
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
4 Yorum
Yazan:MY Tarih: Nis 5, 2011 | Reply
Modern savas teorisyenlerinin belki de en ünlüsü olan Prusyali Carl von Clausewitz Efendi “savas sisi/dumani” diye bir kavramdan bahseder:
Bu yazi sis lambasi gibi olmus, kisisel, partisel ve cemaatsel çekismelerin ötesine bakan (?gösteren) bir yazi. CB’ye tesekkür. Darisi Türk gazetecilerinin basina.
Yazan:sq Tarih: Nis 5, 2011 | Reply
Cemile hanım, çok haklısınız
Yazan:cb Tarih: Nis 10, 2011 | Reply
teşekkürler sq ve MY, geçiken cevabım için çok özür…
geçen bir küçük iskender dizesine rastladım, şair tek cümlede ifade etmiş, anlatmak istediklerimi:
“yok ile hiç arasında kalmamızın, tercihimizi eziklikten yana kullanmamızın asıl sebebi, hayati enerjilerimizi iktidardan kurtaramamış olmamızdandır”
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Nis 11, 2011 | Reply
Bir tek şey söyleyeceğim,kitlenin iktidara itaatinin her türlüsüne hesapsızca karşı duran Cemile Bayraktar,Özlem Yağız,Suzannur Başarslan ve Çuvaldız rumuzuyla yazan hanım kardeşlerim benim için birer umut ışığıdırlar.
İyi ki varsınız diyorum.