Beyaz Geceler (Dostoyevski)
By Suzan Nur Basarslan on Nis 13, 2011 in edebiyat, Kitap Sohbeti, Makale, Sanat
Beyaz Geceler[1], Rus yazar Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin 1848 yılında yazdığı bir aşk hikâyesi. Dört gece ve bir gündüzün anlatıldığı, beyaz/aşk dolu geceleri yağmurlu, üzgün bir sabahın takip ettiği, romantik ve coşkun duygulardan hayatın gerçekliğine dönüşü anlatan bu eser, Dostoyevski’nin diğer eserlerinden farklı olarak daha coşkun bir üslubu barındırmaktadır. Gözlemleri ile tanınan Dostoyevski bu eserinde de gözlemlerini dile getirmiştir. Aşka bakış, yalnızlık, gerçek hayat ve hayal dünyası, St. Petesburg/şehir hayatı… yansıttığı gözlemlerden bazılarıdır.
Kahraman anlatıcı bakış açısı ile, hikâyenin ana kahramanının gözünden takip ettiğimiz bu hikâyede, sekiz yıldır St. Petesburg’da yaşayan ve ismini öğrenemediğimiz gencin yıllardır içinde yaşadığı yalnızlığı, hayâllerini süsleyen aşkını bulduğunu sanması üzerine hayal dünyasından çıkarak gerçek hayata adım atmadaki aceleciğini kendi ağzından dinleriz. Şehri çok iyi tanıyan, insanlardan çok şehirdeki evlerle, yollarla, mekânlarla arkadaşlık yapan, onları kişileştiren, St. Petersburg’u bir kadın gibi tarif eden ve bu mekânları hayâlindeki olaylarla bütünleştiren bu gencin birbirinin aynı olan günleri, bir gece nehrin kenarında ağlayan on yedi yaşındaki bir genç kız görmesi ve onunla tanışarak hayâlindeki sevgilinin suretini ona giydirmesi ile tamamen değişir. Nastenka, kör ninesi ile yaşayan, evlerinde kiracı olarak kalan ve kendisine Walter Scot, Puşkin’in kitaplarını getiren, kendisini Sevil Berberi operasına götüren kişiye âşık olan, dünyayı tanımayan, cahil bir genç kızdır. Sevgilisini beklerken tanıştığı kahramanımız ile geçirdiği dördüncü gecede, sevgilisinin kendisini terk ettiğini düşünerek yeni bir sevgiye yelken açan ama sevgilisinin dönüşü üzerine koşarak sevgilisine giden bir genç kızdır.
Eserin en ilginç yönü, anlattığı aşk değil, hayal dünyasında yaşayan, yalnız ve kendini sosyal hayattan soyutlamış gencin, bu aşk ile kaçırdıklarını fark etmesi, gerçek hayat-hayal dünyası karşılaştırması yaparak, bilinçli olarak tercih ettiği hayâl dünyasının tahlilini yapmış olmasıdır. Bu tahlilde kahramanımız şunları der:
“…şimdiye kadar yaşadığım hayatın kendisi bir suç, günahtan başka bir şey değilmiş… Ama öyle zamanlar oluyor ki, acı ve çaresizlik içinde, neredeyse… İşte öyle zamanlarda, ölünceye kadar gerçek bir hayatın bana nasip olmayacağını zannediyor, gerçek hayatla olan ilişkimi tamamıyla yitirdiğimi hissediyor ve kendimi Tanrı’nın ve insanların sevgisinden mahrum kalmış kötü bir adam olarak görüyorum. Çünkü hayâl âleminde geçirdiğim gecelerin sarhoşluğundan bir an olsun ayılmak o kadar dayanılmaz oluyor ki! Aynı zamanda, etrafımı saran insan selinin çıkardığı gürültü patırtıyı duyuyor, benim gibi rüyada olmayanların nasıl yaşadıklarını görüyorum. Ve o zaman farkına varıyorum ki, onların hayatları uydurma değil, onların hayatları benim hayâllerim gibi birden paramparça olup gitmiyor. Bilâkis, hayatları her gün yenileniyor, renkleniyor; bir saatleri bir saatlerine uymuyor. Bir de benim gibi zavallı hayâlperestin hayatına bak! Öldüresiye monoton; gölgelerin, hayâllerin, uydurma düşüncelerin esiri bir hayat… İşin en acısı, en sonunda hayâl âlemi de o çok güvendiğimiz, bitimsiz sandığımız âlem yavaş yavaş yorgun düşmeye, eski canlılığını yitirmeye başlıyor. Bütün rüyalarımızı üstüne kurduğumuz düşünceler eskimeye başlayıp yerine yenilerini de koymayınca, hayâl âlemi de yıkılıp yerle bir oluyor.”[2]
Bunların farkında olan kahraman, tüm bu hayâl dünyasının sebebini de açıklar bize. Sebep, yaşayabileceği tek hayatın hayâl âlemi olmasıdır, yalnızdır, ama gerçek hayatın o kadar uzağındadır ki, bu hayâl âlemini, işe yaramasa da, devam ettirmek zorundadır. Tutunacak birine ihtiyacı vardır ve onun da Nastenka olduğunu zanneder, birkaç beyaz gece yaşar karanlıklar içindeki hayatında, ama bu dünya da, tutunmak istediği kişi tarafından yıkılır.
Dostoyevski, diğer romanlara da bakış atarak bunların etkilerini kör nine ağzından “Ahlâka uygun kitaplar mı bunlar? Eğer ahlâk bozucu kitaplarsa asla okumana izin vermem!…” şeklinde dile getirerek romanları ahlâki olan ve olmayan şeklinde iki kısma ayırır ve romanlardan ne gibi kötülük öğrenilebileceğini “Bin bir türlü şeytanlık yavrum… Delikanlıların genç ve terbiyeli kızları nasıl baştan çıkardıklarını, evlenme vaadiyle kandırıp zevklerini aldıktan sonra sokak ortasında nasıl bıraktıklarını, böyle bir macerayla baba evini de terk etmiş genç kızların sonunda nasıl mahvolup gittiklerini. Ben bu çeşit bir sürü kitap okudum kızım, bilirim… Hem bu kötülükleri kitaplar o kadar heyecanlı ve tatlı anlatır ki, ben gece demez gündüz demez gizlice okurdum… Onun için aklında olsun, Nastenka, bu çeşit kitaplardan uzak dur.”[3] cümleleriyle dile getirir ve bu bakış açısıyla ahlâki olmayan romanlara olan bakışını da dile getirmiş olur. Genç kızlar, ahlâki olmayan romanları okumamalıdır ancak nineye, genç kızlığında bunları okuduğunu söyleterek, aslında bu tarz romanların dahi insana bir bakış açısı kazandıracağını da göstermiş olur.
Genç kızın reddedildiğini düşündüğü zaman, aşka ve ayrılığa yönelik yaptığı tespitlerse, insan doğasına tutulmuş ayna gibidir. Bu tespitlerde şunlar söylenir:
“Sakın beni hoppa, maymun iştahlı bir kız sanmayın. Öyle çabucak unutacak veya ihanet edecek biri değilim. Onu bütün bir sene boyunca sevdim. Ve Tanrı şahidimdir, bir kere olsun ona ihanet etmedim. Böyle bir şey aklımdan geçmemiştir. Oysa o bütün bunları küçümsedi, ayaklar altına aldı. Duygularımla alay etti. Madem öyle, güle güle!… Ama beni incittiğini, aşkımı hiçe saydığını da unutmasın! Hayır, artık onu sevmiyorum! Ben ancak anlayışlı, cömert, nazik bir insanı sevebilirim; çünkü kendim de öyle birisiyim, dolayısıyla o bana lâyık bir adam değil. Ama yine de kötülüğünü istemiyorum, bahtı açık olsun! Hem böylesi daha iyi oldu. Ne biçim bir insan olduğunu sonradan anlasaydım, iş işten geçmiş olacaktı… Her neyse, artık bu iş burada bitti! Ama şöyle düşünmekten de kendimi bir türlü alamıyorum: Belki ona olan aşkım diyorum, bir hayâlden ibaretti, çocuksu bir maceraperestlikti, belki de ninemin elinden kurtulmak için başvurduğum bir çarenin sonucuydu. Kim bilir, belki de ondan başka birisini sevmem için bir araçtı. Hissedebilen, beni anlayan bir adamı sevmem yazgımdı da, o sadece bir araçtı…”[4] Bunları diyen Nastenka, söylediği sözlerin üzerinden çok vakit geçmeden, eski sevgilisini gördüğü anda onun kollarına koşar; gönderdiği mektupta, sevdiklerimiz kalplerimizi kırsalar dahi onlara uzun zaman dargın kalamayız; ve unutmayın, siz de beni seviyorsunuz[5], diyerek.
Hikâyenin sonunda, Nastenka’nın mektubunun ardından, kahramanın ruh hali, yaşadığı odanın ihtiyarlaması, pencereden görülen karşıdaki evin köhneleşmesi, kısaca beyaz gecelerin griye ve siyaha evrilmesi ile verilmesi; hayatımıza bakışımızda, gördüğümüz her şeyde psikolojik halimizin nasıl etkili olduğunun göstergesidir ve bu kısım, çok başarılı bir tahlil olarak karşımıza çıkar ve son cümle ile hikaye, “Tanrım, bir anlık mutluluk! Ama bir ömür boyu sürecek gerçek mutluluk!…”, hikâyenin başındaki İvan Turgenyev’in -hikâyenin ana fikri de olan- alıntı cümlesi ile birleşir ve hikâye başladığı noktada biter:
“Ömrü boyunca, yalnızca bir an için, senin kalbine yakın olmak için mi yaratılmıştı?”
[1] Romanın kahramanı olan genç adam St. Petersburg‘un kasvetli ve beyaz gecelerindan birinde, tesadüfen kendisi gibi yalnız olan bir genç kızla tanışır. Genç kızla beraber tüm hayallerini ve anılarını paylaştıkları dört beyaz geceyi St. Petersburg’un sokaklarında geçirir. Genç kız birkaç yıl önce tanıştığı fakat bir yıldır haber alamadığı sevgilisini beklemektedir. Genç adam ve kız geçirdikleri gecelerde birbirlerine yakınlaşırlar ve ikisi de karamsar duygularını unuttukları anlar geçirir. Üçüncü gecenin sonunda genç kız bir yıldır beklediği sevgilisini bulur ve hikâyenin kahramanı ile arasında başlayan zarif aşkı yine zarifçe bitirerek sevgilisine döner. Kitabın kahramanı olan genç adam ise yine eskisi gibi hayalperast yaşantısına geri döner. http://tr.wikipedia.org/wiki/Beyaz_Geceler_%28%C3%B6yk%C3%BC%29
[2] Beyaz Geceler, Dostoyevski, Akvaryum yayınevi, çev: Zeynep Güleç, ss: 35.
[3] Beyaz Geceler, Dostoyevski, Akvaryum yayınevi, çev: Zeynep Güleç, ss: 42-43.
[4] Beyaz Geceler, Dostoyevski, Akvaryum yayınevi, çev: Zeynep Güleç, ss: 71-72.
[5] Beyaz Geceler, Dostoyevski, Akvaryum yayınevi, çev: Zeynep Güleç, ss: 78.
9 Yorum
Yazan:cb Tarih: Nis 13, 2011 | Reply
Ahh suzancığım, senin kalemine bin bereket dilerim…
Gırtlağıma kadar “siyaset” olduğum şu gün, su gibi geldi, ruhuma şifa oldu, sağolasın, şunu dinlerken okudum;
http://fizy.com/tr#s/1sqkqm
Yazan:suzannur Tarih: Nis 14, 2011 | Reply
Ben de senin kalemine bereket dilerim Cemile… Siyasetten uzaklaşmak iyi geliyor bazen, çok değişken bir akışı var çünkü ve hiç bitmeyen telaşları… Dinlediğin müzik çok hoşmuş bu arada. Yumuşacık bir ses.
Yazan:Zeyneb Karataş Tarih: Nis 14, 2011 | Reply
Suzan Hanım dediğiniz gibi ‘iyi geliyor’ gerçekten biraz uzaklaşmak siyasetten..
Ne yazık ki, istemesekte gözümüze batıyor siyaset çünkü görüyoruz ve görmek zorundayız da ama özellikle kitap okurken birşeye dikkat etmeye çalışıyorum; en azından bestseller olan kitapları biraz geçikmeli okumayı tercih ediyorum.Çünkü o kadar çok üzerinde konuşulup yazılınca okurken dikkatimi objektif olarak kitaba yöneltemediğimi farkediyorum…
Mesela bir zamanlar Soner Yalçın’ın ” efendi” adıyla çıkardığı kitapları hatırlıyorum da üzerinde ne çok konuşulmuştu, kimin nerden geldiğini, sabataycıların ve günümüz uzantılarını ne çok tartışıldığını hatırlıyorum. Kitabı artık unutulmaya yakın olduğu bir dönemde okumuştum ve şimdi aklımda kalan kimin kimlerden geldiğinden ziyade İzmir’in Çankaya’sından bahsederken,şimdiki Şifa Hastanesinin oralardan bahsetmesi, sonra eski Karşıya’nın bağlarını anlatması, İzmir’de yaşayan gayri müslimlerin bölge bölge dağılımlarını… Yani aklımda kalan o kapkalın kitaptan sadece bu ve buna benzer birkaç ayrıntı….
O yüzden çok iyi ediyorsunuz böyle ‘eskimeyen’ kitapları tanıtarak. Son dönemlerde Hanefi Avcı’nın “Haliçte Yaşan Simonlar” kitabından da -bana göre- geriye kalacak olan sadece kitap isminin hikayesi olacaktır.
Simon hikayesi şöyle :
Bir PKK militanını sorgulayan Hanefi Avcı, çok çarpıcı itiraflarla karşılaşır. Örgüt tarafından oluşturulan bir sözde mahkemede yargılanan bir örgüt üyesinin durumu Avcı’yı şaşkına çevirir. Öyle ki yargılanan örgüt üyesinin kardeşi, öz kardeşinin suçsuzluğunu bildiği ve yargıç pozisyonunda oturduğu halde, sırf güçlü olan üst yönetime şirin görünmek için karşı çıkmıyor. Ve kardeşine yapılan zulme hem seyirce kalıyor hem de aynı zulme ortak oluyor. Hanefi Avcı bir adım daha atıyor ve şunu demeye getiriyor; Her kesim dışa karşı Hz. Ömer olurken kendi mahallesinde olup bitenlere karşı simonlaşıyor.
Sizi dikkatle takip ediyorum, ve gerçekten tanıttığınız kitapları öyle tanıtıyorsunuz ki ‘okumazsam birşeyler eksik kalacak’ hissine kapılıyorum.
Sevgiyle.
Yazan:suzannur Tarih: Nis 14, 2011 | Reply
Zeynep Hanım, açıkçası ben de popülist kitapları okuyamam, hatta siz etkisi azalınca okuyormuşsunuz ben onu da yapamam, öyle bir duygu gelişiyor ki içimde, değil okumam kitabın suratına bile bakamıyorum 🙁 Üzücü ama öyle. Bazı kitaplar hiç eskimiyorlar ki onları sanat ürünü yapan da bu özelliği zaten. Her çağda her döneme söyleyecek ve verecek bir şeyi olmak… İşte sanat.
Güzel yorumunuza teşekkür ederim.
Yazan:ÖZLEMT Tarih: Nis 14, 2011 | Reply
”Ahh Nastenka…” dedirmişti bana..2-3 yıl evvel bir internet sitesinde şu yorumu okumuştum ”Kitabı bitirdim ve yere çaldım”.. :))Bu kadar karanlık bir hikaye için aydınlık sizin deyiminizle coşkun bir dil sarıveriyor insani..Eyvallah Suzan hanım..
Yazan:suzannur Tarih: Nis 14, 2011 | Reply
Özlem Hanım, eyvallah :))
Yazan:derin Tarih: Tem 31, 2013 | Reply
beyaz geceler saf ve ulaşılmaz bir aşkı anlatmakta gercekten heyecanı coşkuyu çok güzel anlatmış hayal ve gercek kavramını çok güzel ortaya koymuştur .
Yazan:anonim Tarih: Şub 1, 2017 | Reply
ben bu kitabi anonim yayinlarindan aldim
can yayinlariyla ayni içerik demi?
Yazan:Gürkan Tarih: Oca 7, 2023 | Reply
Ben Akın Altan’dan dinledim. Kitaptan okusam belki aynı hareketi yapardım. Şu yoruma çok güldüm; “Kitabı bitirdim ve yere çaldım” Finali iyi bitebilirdi. Zaten doğal bir final değil. Hikaye de doğal değil. Masal gibi bir şey. İyi bitmeliydi.