RSS Feed for This Post

Ece Ayhan: Devletin ve Tabiatın Karşıt Karaşını

[Okudum Yazdım sitesinde yayınlandı]

Yortsavul!

Ece Ayhan’ı ilk olarak 1997-98 gibi Öküz dergisinde tanıdım. Kendi başına bir fenomen olan Öküz, bambaşka silüetleri içinde barındıran ve “Kültür-Fizik Dergisi” diye sunulan, biraz alt kültüre yakın ama çokca entelektüel bir dergiydi. Bu dergideki varlığının ötesini bilmediğim Ece Ayhan ise; benim için ilginç duruşu, müthiş tarihsel birikimiyle bambaşka, farklı bir şairdi.

Elbette ben de diğer bir çok şiirsever gibi onu, “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiirindeki “Maveraünnehir nereye dökülür?” dizesiyle/sorusuyla sevdim. “Aldırma 128!” diye bana sesleniyordu sanki; şaşkındım, sonra biraz biraz şiirlerini, kitaplarını okumaya başladım ve 2002 yazında, bu malsız mülksüz adamın öldüğünü (başka bir yerden değil) Leman Dergisi’nden okudum. Can Yücel’in ölümü gibi; müthiş sessiz bir acı ve isyan duydum yüreğimin gölgeli ücralarında, sonra yaşamaktan utanç…

Ulaşılmaz Bir Ada…

“İkinci Yeni’nin Keşişi” lakabıyla tanınan Ece Ayhan, benim için ölümle daha da kıymetlendi ve daha derinlerine inme merakı duydum. Nihayetinde, kısa sürede en sevdiğim şairlerden biri oldu çıktı: Kendine dönük ifadesi, kara ve karmaşık kurgusu, uçuk bir dil yapısı vardı beni çeken…

Onun şiiri; sürreal bir dünya algısı, tarihin ve coğrafyanın bireye ve zamana tesiri, modernizme ve yerel anlamda cumhuriyet ideolojisine tepki temelinde kuruludur. Verdiklerine kendini açan her şiirseverin, sanat duygusu taşıyan herkesin hayran olabileceği dik bir isimdir bu “vakitsiz Üsküdar’lı.” Bir yönüyle çekiciliği Cahit Zarifoğlu gibidir: Ulaşılmaz bir adadır yani…

Memuriyetten Sivil Şiire…

Kendini şairden çok etikçi olarak tanımlayan Ece Ayhan (Çağlar), 1931 Datça doğumludur. Erken yaşlarındayken ailesiyle İstanbul’a taşınmış ve ilk-orta öğrenimini orada tamamlamıştır. Mülkiye’yi bitirdikten sonra bazı ilçelerde kaymakamlık yapmış, 1966’dan itibaren memuriyetten çekilerek İstanbul’da bazı yayınevlerinde redaktör ve editör olarak çalışmıştır. İzmir’de bir huzurevinde hayata veda ettiğinde; dokuz şiir kitabı ve onlarca “sivil şiir” ile günce, denemeler ve bir de anlatı bırakmıştır ardında.

İlk şiirini 1954’te Türk Dili Dergisi’nde yayımlayan Ece Ayhan; Varlık, Yenilik, Pazar Postası, Seçilmiş Hikayeler ve Yeditepe dergilerinde şiirleriyle görünür oldu. 1955-1959 yılları arasında yazdığı şiirlerini topladığı “Kınar Hanım’ın Denizleri”ni yayımladığında oldukça ilgi gördü ve bunun verdiği cesaretle Türkiye edebiyatı için tanımsız olan nesir-şiirler kaleme alarak yoluna devam etti. Sonraki şiirlerinde “kara” söylemini katlarken, dilin zorlanması ve gramerin yeniden biçimlendirilmesi üstünde çalıştı. Mevcut sosyolojik olguları, tarih ve coğrafyayla birleştirirken dilde yaptığı bu “ayarlama/uyarlama,” doğal olarak bir bozma/sökme şeklinde cereyan ediyordu.

* * *

Bütün Yort Savullar’ın YKY’den çıkan baskısında, Ece Ayhan’ın Son Şiirler’i, Yeditepe’de yayımlanan sekiz şiiri ve Öküz dergisinde yayımladığı iki şiiri bulunuyor.

“Şiirimiz erkek emzirir abiler”

(Mor Külhani)

Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler…

Ece Ayhan, okurun yorgun ve kırgın/kızgın günlüklerinden dışarı çıkarmayacağı bir tarihsel dizin adeta; okuruna ağlamaklı olabilmenin yanında şapşal bir gülümseme de vaad eden güldürükçü bir keşiştir. Mesela;

“Biliyorsun işte bira içerken vergi vermek gücüme gidiyor/arkadaş” (Galata Kantosu)

Kayboluşları hiç bitmiyor; bugün burada yitirilen bir kırık resim, yarın kuş kanatlarında denize yansıyor onunla…

“Düşünmek istemek Pera’da / goygoycularla düşünmek istemek  / gücüme giden kanlı Nigar’ı.” (Kanlı Nigar) deyiveriyor bazan ve bir aşkın asaletle örtüşmesi onu andırıyor hemen. Ya da “dağlar gibi bir yalnızlık ne güzel bir hiç” (Çapalı Karşı) mısraıyla en gizli mahzunlukların bile anlamsızlaşabileceğini gösteriyor.

Ya Ali Baba’dan bize miras kalanlarla, aslında tarihin gerçeği (iyilik ve kötülüğü) nasıl başkalaştırdığını gösteriş biçimi:

“Haramiler ki kırkın üstünde artık sayıları.” (Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler)

Öyle veya böyle her halükarda: “Biz (de) tüzüklerle çarpışarak büyük kardeşim.” Bizim de kalbimizde kendimizden daha büyük bir çocuk var… Bu yüzden bizim sevdiğimiz şiir de, yalınayak şiirdir bir yerde…

“Batı benim antitezimdir.” Cemil Meriç

“Açıl Doğu açıl! Açıl dağarcığım” (Arapların At Koşturmaları)

Doğu; dilimizde değil artık, öztürkçe var; her zaman unutanlar var; hatırlatıyor ve Doğu yaşamının bürokrasisiyle devam ediyor gibi:

“Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim” (Yalınayak Şiirdir)

“Kimi cemiyetlerde hapishanelerdedir şiir, kimi sosyetelerde tımarhanelerde teşhir olunur…” (Yoksulluğun Harçlığından Denkleştirilmiş Duhuliyedir En İyisi)

Bu şiirin altına ben de not düşmüşüm: İlginç bir saptama aslında; Batı’da büyük şairlerin tımarhane deneyimleri kadar Doğu’da büyük şairlerin hapishane deneyimleri veya darağacı gölgesi vardır yazılamayan güncelerinde!

Devam edelim biz bu sivil Hıristiyan şairle:

“Devletin cüceleri nasıl iki kez ayağa kalkmak zorundaysalar

tabiatın cüceleri de bir dehliz bulmuşlardır kendi içlerinde…” (Zambakların Padişahı-XV)

Bu kadar mı söyleyeceği sanıyorsunuz, bir de “çocuklar geceleri büyür…”(Padişah İle Aslan) der… Burada benim aklıma o meşhur roman geldi; Beyaz Kale; çocuk padişahın durumu, nereden nereye?..

Cumhuriyet, cumhuriyet; ye iç, yat, keyfine bak…

“Ee. Sivil bir şair kocayınca kemalistler ürürmüş derler…”(Bir Sivil Şairin Ölümü)

“V. Mustafa’nın padişahlığının 10. Yılında aylardan mayıstı…”(Bir Askeri Şairin Ölümü!) diye devam eden bu düz mısrada alta yine not var, aslında soru olduğuna bakılmaması gereken bir not: “1933 Mayıs’ı mı? Başka seçenek?”

” ‘Cumhuriyet’, sözcüğü herhangi bir yerde geçince benim çatı katı aklıma hep şu geliyor:

Abdülbaki Gölpınarlı hoca bir gün bana demişti:

“Onlar -yani bizim sepici Yahya Kemal ve aynı meşrepten arkadaşları – Eyüp Sultan’da ‘cumhur s…’ yaparlardı.”

Kendine, hazır bir rol biçiyor bir yerde:

“Bir bakmışım ki, kuyruklu bir pezevenk olmuşum, hırçın! Sırtlan olacak yerde…” (Tepilmiş Bizans)

Bizans’ta ilk Hıristiyanlar…

“Bazı şairler anahtarı okurun eline hemen vermek isterler ama Ece bu konuda kıskançtır,” diyen İlhan Berk’in işaret ettiği gibi Ece Ayhan şiiri bir kapalı kutudur: Bu anlaşılmama arzusu gibi saçma bir gerekçeye dayanan basit bir yöntem değildir elbette, fakat modern edebiyatın bütün eserlerinde olduğu gibi yazan ile okur arasındaki bir anlaşmanın gerekliliğidir. Nitekim modern yazarın/şairin maksadı; okuru, üretilmiş bir eser sayesinde üretimin merkezine çekmek ve onunla yeniden bir üretim gerçekleştirmektir. Bu da doğal olarak (kalıpçılık değil) biçimcilik/estetik ile mümkün oluyor:

“…nedir yani? Okur kutsal, dokunulmaz bir varlık mıdır? Onun saygıdeğerliğini kaldırmalı ilkin. Suç neden hep ozanda olsun ki? Herkes başkasını yargıladığı yerde kendisi yargılanır. Evet, aramız açık okurla şimdilik…”

Yani aslında Ece Ayhan’ın kara şiirini ya da İkinci Yeni’yi anlaşılmaz veya kapalı şiir diye tanımlamak kolaya kaçmak ve modern sanatın çokyönlülüğünü hafife almak demektir.

Bir Sivil Şairin Ölümü

1.

Onlar başıbozukturlar; ama dilerseniz kendilerine ‘buçuk şair’ de diyebilirsiniz.

Sözgelişi; 1991 mayısında İstanbul’da, bir ‘kötülük dayanışması’ gereği, sık aralıklarla uçmak zorunda kalan,

sahtekar şairler arasında rahatça yer alabilmişlerdir!

İçlerinde Alman Harbi’nin (karneyle) 100 gramlık şairleri de vardır. Ve de zararsızlar! Hatta zavallılar bile!

-İşte bizim sosyal bürokratlar, akıllarınca değil de düpedüz dangalaklıklarınca, tarihte hep böyle Şiir’e ve hele Modern Şiir’e karşı olur ve karşı çıkarlar. Ve de salınırlar tarihte uzun ve pirinçten bir sarkaç gibi;

Sözgelimi; Mehmet Ali Ağca ile Yılmaz Güney arasında. (İkisinin de çocuklukları, yeniyetmelikleri ve gençlikleri kıpkızıl aç geçmiştir ve yapayalnızdırlar.)

Ayrıca her iki kör uç da, bir ‘iktidar masasında’ kolaylıkla konum değiştirebilirler.

Çırılçıplaklık, evet çırılçıplaklık, bilinmez, nerelere kadar savrulacaktır? Ya da savrulur? Bir sivil şair yine de “Biz cumhuriyette hayvan gibi yaşadık” diyebilmiştir; şiirde ilk Hıristiyanlar olarak!

Ece Ayhan’ın kastettikleri (bknz: İkinci Yeni Savaşı-Attila İlhan vd.) yani modern şiirin esası olan İkinci Yeni’yi hak ettiği tahta layık bulmayanlar; bırakınız onun yazdığı dönemi, vefatının üstünden neredeyse on yıl geçmişken onun tartışıp sorguladığı mevzuları bu toplumun yeni yeni kurcalamaya başladığını göz önüne alırlarsa “devletin, tabiatın, tarihin ve coğrafyanın cücesi” olmaktan başka bir şey olmadıklarını da anlayacaklardır…

* Yapı Kredi Yay. 2001/3. Basım

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin