Sevgili Bay X Postanız Geldi
By Fatma Sancak on Nis 21, 2011 in edebiyat, Öykü, Sanat
[Hece Öykü dergisinde yayımlanmıştır]
Sevgili Bay X,
Öncelikle kaktüs mekanımın kuytusundaki kuyunun vatandaşı olan ben, bilmediğim her şey adına sizden özür dileyerek, iki sıra satır başı hatırına beni affedeceğinizi umarak söze başlarım. Orada beni okuyan bir ağız varsa, cehaletimin akışkan lavlarından nasiplenmemesini de dilerim çünkü cehalet, her gece misafir kabusumdur.
Sevgili Bay X,
Konuştuğumda kibir, ortaya görünen bir yazı koyduğumda cahillikle itham ediliyorum. Derdim cahillik ve kibir arasında bir köprüde yürüyor olmadığımı görmenizdir. İnanın bu mektup ‘ne olacağım’ değil ‘neyim’ hali üzeredir. Ne olacağıma cevap vermem için önce ne olduğumu bilmem, izah etmem gerekmez mi?
Sevgili Bay X,
Aslında bu mektup, ithamların öldürdüğü bir meftunun sade ve sorunsuz isyanıdır, konuşmaya her meylinde mühürlenen, susturulan bir dilin intizarıdır.
Sevgili Bay X,
Size X demem yokluğunuzdan olmadığı gibi Bay deyişim erkekliğinizden değil, varsınız ve cinsiyetsizsiniz, işte bu sizi “BAY X” yapan kusursuz nedenlerim. Ancak beni, ben yapan kusursuz nedenlerim yok çünkü ben kadınım ve o nedenler, o nedenler… Çünkü ben kadınım ve istemesem de varlığımın yokluğuyum.
Cinsiyetsizlik bay, erkek ve müzekkerdir çünkü dişiliğin kendinden mevcut teşhir hali, bahsi geçenlere mucizevi olarak bulaşmamaktır, bir nevi doğal kusursuzluk müessesinin kaymağını işte bu izah ettiğim yollar ile yiyişiniz ise yine seçim hakkı olmamaktan yana tek lüksünüzdür.
Sevgili Bay X,
Önceliği sizi tanıtmakta kullandığım nezaketimden sonra, kısaca kendi durumumdan bahsettiğim satırlar üstüne, hırıltılı nefesinizin sükuna devşirildiği hissine kapılarak, affınıza sığınarak kendimi de tanıtayım isterim ancak bu tanım içeriğinde benim kendimi tanıtmam ile beni tanıtanların izahatları iç içe geçmiş durumda; dürüstlüğüme şahit olmanız için tümünü, noktası, virgülüne dokunmadan paylaşıyorum;
Bildiğiniz kibritçi kız masalından an ile fırladım, yani yokluktan varlığa geçişime ilk şahit olarak sizi seçtim. Çünkü sizden başka kimsem yok, evet benim kimsem yok zira kimsem olması beni “kimse” yapabilir, oysa ben “kimse” değilim. Lütfen dokunun ellerime, bakın hala soğuklar, titriyorum… Gerçekten o masalın ayracından fırsat bulduğum bir aralıktan fırladım, öylece size bakarak;
Sahne ismim Ja ama hiç sahneye çıkmadım. Zaten pek bir numara da bilmem, ses yok, yetenek yok, sihir yok, yalın ve dahası kuruyum, kuru…
Bir kuyuda yaşıyorum ama aslında hiç yaşamadım. Zaten beni bilen de yok, doğuran yok, açıkçası öldüren de olacağını sanmıyorum.
Sadece durum ve hal eklerimi, çarpıp dilbilgisi ruhuna, harflerin oynaştığı bir yap-boz (puzzle) örneğine, sadece yazarak can vermeye çalışırım çünkü benim yazmaktan anladığım; kuru aklımın, nemli gözle(m)lerimin ve ıslak yaşadıklarımın(?) özetine kalem çalabilmektir. Evet, yokluğa ve kötülüğe cevabım budur.
Oldukça iyi ve olmadıkça kötüyüm.
Sanırım bana dair anlatacaklarım bu kadar, daha fazla kelam etmek isterdim -biraz arsızım, aralık bıraktığınızda hiç affetmem, oradan fışkırırım- ancak üzülerek söylüyorum ki, ben dil bilmem, dilden bildiğim birkaç harekedir, o nedenle bana dair kelimelere burada bir “stop” çekmek durumundayım. Lütfen hak ettiğimde siz de bana çekiniz, acımayınız, yılışmaya müsait, kilit altında çürüyesice dilime kanmayınız.
Açık sözlü oluşum sizde masum olduğuma dair bir his bırakmasın, bu sürekli oynadığım oyunun üzerime huy olması hali, göz boyayan bir büyüdür. Lütfen bana kanmayınız. Sizden önce kanan ve dahası bana sonsuzca inanan aklın sahibi, bir cesedin üzerinden parmak izlerim ve bulaşıcı hastalık taşıyan DNA’larımın çıkmasına rağmen salıverdi beni. Bir ölüme daha şahit olmak istemiyorsanız, lütfen kanmayın, inanmayın bana.
DNA ve parmak izlerim olmasına rağmen insan olduğum pek söylenemez; dindarların dinini, ırkçıların ırkını, cesetlerin kutsallığını inkar ettiğimden bu yana insan saymıyor insanlık beni.
Sevgili Bay X,
Buradan itibaren yüksek sesle konuşacağım, hayır duymama ihtimalinizden yahut öfkemden değil, yağmur çok şiddetli ve sesimi örtmesi ihtimaline karşı hazırlıklı olmaktan belki, belki kirli kelimelerimi temizlemesinden kaynaklı bir ton değişikliği.
Hazırsanız başlıyorum, ah unutmadan lütfen bir kağıt ve bir kalem edinir misiniz, bundan sonrasını not etmenizi istiyorum, lütfen… Lütfen, benim notlarım yetmiyor, sizin de okşayışınıza muhtaç bu kelimeler.
Sevgili Bay X,
Hangi zaman dilimindeyim ve saat kaç bilmiyorum, iyice kararmış bir gecenin tam ortasındayım, loş bir ışık, bir yaylı melodi ve savuracağım kelimelerim, ayrıca siz ve benden başka kimsenin olmadığı bir yerdeyim.
Hafızamı her gün parça parça kaybediyorum. Bu nedenle sadece hatıramda kalanlardan bir zaman çizebilirim size çünkü yaşımı da bilmiyorum. İsterseniz bu özete o sabah ile başlayayım:
Uyandığımda, ışığa gözlerim alışır alışmaz, etrafı kolaçan eden bakışlarım başucumda duran çerçeveye takıldı; tanıdığım iki kadın yazarın tam ortasında, bacak bacak üstüne atmış bir şekilde oturan, saçlarını ensesinden topuz yapmış, kulağından süzülen elmas küpelerin, parmağındaki tek taş elmas yüzüğe baktığı kadın dikkatimi çekti. Uzaktan Ave Maria’yı söyleyen sese yönelmek için doğrulup, kapıya doğru yürürken, duvardaki aynaya çarpan gözlerimin idrakiyle birlikte çığlık attım; resimdeki üçlünün ortasındaki beni işte o an tanıdım, diğer iki kadını tanıyan ama kendini tanımayan biri olduğumu anladığım an acımaya başladım kendime. Çerçeveyi açarak resmi çıkarttım, arkasındaki el yazısı notta; ” Küçüğüm Ja, sana baktığımda gördüklerim senden fazlası ” yazıyordu. İmza yoktu.
Hatıramda kaldığı kadarıyla, şaşırmıyordum tüm bunlara ama siz şaşırıyorsunuz değil mi? Ah sevgili Bay X, bu anlattıklarımın hepsi doğru, lütfen buruşturup atmayın bu mektubu, deli değilim, sizinle eğlenmiyorum, sadece sizden diliyorum…
Ah sevgili Bay X,
O gün, başkalarını tanıyıp, kendimi tanımadığım o gün var ya işte o gün beni kendime getiren, kendimden alandan çok daha güçlüydü. O gün “anne” diye bana seslenen Johaan Sebastian isimli o çocuğun yalın ayaklarıyla bana doğru koştuğu gün, açamadığım kollarımın, yüzünü görmediğim, arkamda nefesini duyup bir türlü yüzüne dönemediğim adamın varlığında durunca zaman, işte o an, o bitmeyen an tükenmedikçe, sabırlarım taşınca, bir umut size yazmaya karar verdim, bir umut…
Sevgili Bay X,
Bilemediğim her şey için sizden özür dilerim. Belki kaybettiklerim ve benden alınanlar uyanmadan bilebileceğime söz bile verebilirim. Ah Sevgili Bay X, sizden başka kimsem yok, lütfen beni çıkartın bu kuytu kuyudan, lütfen.
Hayır. Bir şizofren yahut deli değilim. Piyano tuşlarına dokunur gibi yazışım korkutmasın sizi, tek istediğim yazmak, ancak yazarak var olabiliyorum, başka şansım olsa inanın denerdim, yazmak insanın kendi kanını akıtmasıyken başka seçeneğim olsa bunu yapardım, inanın yapardım.
Sevgili Bay X,
Sizden isteğim sadece beni karanlıkta o kabuslarla yalnız bırakmamanızdır. Gerekirse ölüm gelinceye kadar her cuma akşamı yazacağım size, kelimelerim ziyaret edecek sizi, gerekirse.
Sevgili Bay X,
Yalnızca sizin ve benim olduğumuz bir kağıt üzerinde “mektubuma son verirken” cümlesi hiç kurulmayacak, bu size vaadim olsun, bu son değil, başlangıç olacak.
Ah sevgili Bay X,
Size söylüyorum, tutun ve savurun beni, son yüzyılın kelimelerinin saklısına, ben çürürken unutmayın beni orada, unutmayın, unutmayın ki, solmasın ölüm, solmasın umut.
Ah sevgili Bay X,
Laleleri kar yaktığı gün, toprak gümüş doğurmalı, günü gelmeden, bir ben doğurmalı ve bir akşam buğusunda, göğü yalıyorken kuşlar size seslendiğim gibi. Siz, siz beni duymalısınız çünkü; çünkü bir kadın sevinçlerim kısa sürüyor diye inliyor, bir başkası sevinç nedir diye soruyor, bir başkası sevinç benim sadece adım diyerek ölüyor.
Ah sevgili Bay X,
Lütfen son özrümü de kabul buyurun; aslında var olmayan sizi, sırf konuştuğumda beni duyabilecek “biri” olsun için ben yarattım. Beni anlayacağınızı, bu iyi niyetli kötülüğümü mazur göreceğinizi tahmin ediyorum.
Ah sevgili Bay X,
Ben ben olmadan evvel, bana kim olduğumu dayatanlardan, nasıl davranacağımı buyuranlardan, beni hiç dinlemeyenlerden ve hatta bana kendimi unutturacak kadar ileri gidenlerden, beni oraya buraya, kuyuya tıkıştıranlardan yana çok yorgun ve “ben buyum” demeye niyetli bir kadından başkası değilim. Tüm temaşa ve paradoks gibi görünenler, aslında bizzat yaşadıklarımın, kelimeye tezahürüdür. Bundan sonra “ben buyum” için, kendi tanımlarımla yazacağımı size vaat ederek, mektubuma, sadece şimdilik, bir süreliğine burada son veririm.
Sevgilerimle
Ja
… Bu öyküilginizi çektiyse …
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserle romanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.
Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …
2 Yorum
Yazan:Zeyneb Karataş Tarih: Nis 22, 2011 | Reply
Sevgili Ja,
Ben Bay X değilim, üstelik cinsiyetim bile bayan,yani senden güçlü de değilim, zaten sen de kuyudan çıkarılmak için bir erkek gücüne ihtiyaç duymuyorsun. Anlaşılmak için herhangi birine ihtiyacın olduğunu düşündüm, anlamaya çalıştım, gerçekten!
Ja
Yazdığın mektubu baştan sona, önce ilgi ile sonra da merakla okudum. Duydum seni, ama senin yaratığın değilim. Paradokslarını ben de gördüm, kadın zaten paradokslarıyla yaşamak zorunda,değil mi ?
Ja
Mektubundaki “ben buyum” çığlığına ben de ses veriyorum, kendimiz hariç herkesi tanımakla yükümlü ama kendimizden bihaberiz. Başkaları, başkalarının başkaları o kadar çok üzerimizde iz bırakmış ki, acaba bizde ‘biz’e benzeyen ne kaldı, ben bilmiyorum. Ama sen de bilmiyorsun sadece kendini okumanın alfabesini çözmüşsün. Kelimelerin ondan bu kadar ‘kendince’ ve bu kadar kuyudan gelir gibi yankılı…
Ve Cemile
Ellerine sağlık, ara ara seslenişinin ritmini kaçırsam da çok özel bir kız Ja, ben onu çok sevdim.Belki de çok sevmedim sadece bana benziyor diye fazla ilgilendim.
Yazan:cb Tarih: Nis 30, 2011 | Reply
sevgili zeynep hanım, geç döndüğüm için kusuruma bakmayın, lütfen…
bir yazan için yazdığında bir okuyanın kendisini bulması muazzam bir şey, bu duyguyu yaşattığınız için ben teşekkür ederim, sevgiler