Libya: Kâfirin silahıyla mücahid olunur mu?
By Mehmet Yılmaz on Nis 22, 2011 in Amerikan Saldırganlığı, Batı, Cihad, Dış Politika, NATO, Savaş
Kâfirin(*) silahıyla mücahid olunmaz. Ama Hollywood filmlerine figüran olunur. Yönetmen abi “kamera stooop!” diye seslenince durulur. Ya da BlackWaters, Beni Tal, SAIC, Secopex, Meteoric Tactical Solutions gibi firmaların masasında meze olunur. Neden?
Sovyet Rusya 1979 sonunda Afganistan’ı işgal ettiğinde 9 yaşındaydım. “Koskoca” bir dev küçücük bir Müslüman ülkenin üzerine çullanıyordu. Üstelik kötü adamlar “gomonist” idi. “Bizimkiler” ise Müslüman. Savaşın adı “Cihad” oldu, savaşanlar “mücahid”, ölenler “şehid”…
Oysa Ruslar saldırmadan önce Afganlar birbirleriyle savaşıyorlardı. Müslümanlar din kardeşlerinin kanını döküyordu. 9 yıl süren işgal sırasında birleştiler ama eski kuyruk acılarını unutmadılar. Afgan direnişi büyük ölçüde Amerikan desteği ile örgütlendi. Tabi Müslüman ülkelerden de yardım geliyordu ama nihaî öge Amerikan malı stinger füzeleri oldu. Bunlar tek bir askerin kullanabileceği kadar hafif ve basit roketlerdi. Özellikle Sovyet helikopterlerini düşürmek için kullanıldılar. ABD firmaları Afganistan’da silahlarını test ettiler, ABD ordusu ise çeşitli asimetrik savaş taktiklerini.
Sanıldığının aksine Afganistan’ın geleceği hiç bir zaman Afganların elinde olmadı. “Mücahid” Afganlar elbette tek tek bakılırsa samimi idiler. Vatanlarını savunmak için savaştılar ve öldüler. Ama gerçekte soğuk savaş masasına meze oldular. “Mücahidler” ABD’nin müsade ettiği kadar güçlü idiler. Gerçek amaç Afganların mutluluğu ve bu ülkenin gelişmesi değildi. Komünist Rusya’yı diplomatik olarak zayıflatmak ve ekonomik çöküşünü hızlandırmaktı.
Öyle de oldu. Savaş Afgan güçlerin zaferiyle değil 15 şubat 1980’da Gorbaçov’un emriyle bitti. ABD Afganları kullanarak Sovyetlerin savaşma kapasitesini ve azmini asgarî seviyeye indirmişti.
Neden bir Afgan zaferi değildi bu? Çünkü asimetrik savaşta mutlak zafer olmaz. Ortak bir siyasi irade varsa asimetrik savaş bir araç olabilir ancak. Savaş diplomatik bir araçtır, politikanın hizmetindedir. Türkiye gibi siyasetin düzenli olarak ordu tarafından gasp edildiği ülkelerde yaşayanların bunu anlaması zor olabilir. Çünkü “halkın ordusu” yerine “ordunun halkı” zihniyeti geçerli iken halk ordunun elinde mühimmat olur, harcanır. Ordu halkına hesap vermez. Devletin, halkın ve haliyle hukukun üstündedir. (Bkz. Kendi ülkesini işgal eden ordu isimli kitap)
Asimetrik savaş ve gayrı nizamî harp konusunun teknik yönlerini PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye? isimli makalemizde işlediğimizden burada detaylandırmaya gerek görmüyorum. Ancak Afganistan’ın 2011’deki haline baktığımızda ABD yardımlarının bu ülkeye barış ve huzur getirmediği aşikâr. Ruslar çekilince Afganlar geçmişten gelen kuyruk acılarını hatırladılar ve kabile kavgalarına, kan/soy/ırk davalarına geri döndüler. Ne var ki bu kavgalar eskisinden çok daha kanlı, çok daha yıkıcı olmaya başladı. Zira Ruslardan ve ABD’den kalan silah ve mühimmat “mücahidlerin” elindeydi. Dünün “mücahidleri” bugünün “müntekimleri” haline geldiler. Politik çekişmeler, ticarî rekabet, arazî, miras meseleleri, kız kaçırma, namus vb anlaşmazlıklar roketatarla, el bombasıyla çözümlendi(!)… tabi yeni kurbanlar, yeni ölümler ve yeni intikamlar üreterek.
Müslümanlar içlerinde yaşadıkları dünyayı okuyabiliyorlar mı? Bundan o kadar emin değilim. Uluslararası meselelere baktıkları zaman penceresi çok dar. Dün-Bugün-Yarın… Amerika’ya kafa tutan(?) Saddam’ın ve Kaddafi’nin isimleri Türkiye’de doğan erkek çocuklara verildi meselâ. Bosna’da “kurtarıcı” Clinton’un ismini taşıyan sokak ve meydanlar vardı. Libya’ya karşı ilk saldırıları başlatan Sarkozy’yi takdir eden yazılar gördüm hem Türkiye basınında hem de Arap gazetelerinde. Oysa aynı Sarkozy’nin adamları değil miydi Tunus’lu Ben Ali’ye silah gönderirken suç üstü yakalanan?
Müslüman aydınların çoğunluğunda Savaş = Cihad gibi bir saplantı var. Hemen soruyorlar, “kimdir kötü? Bizimkiler nerede? Kimin tarafını tutalım?” Bu ancak kovboy filmi seyrederken olur ya da futbol maçı. Gerçek savaşların ilk kaybı masumiyettir.
Libya’da Kaddafi’ye direnen “isyancıların” silahlandırılması çok yanlış okundu. Türkiye’de korucular yüzünden yaşanan sorunları hatırınıza getirin. Bakkalı, çobanı, kaportacıyı silahlandırmanın yol açtığı sorunları:
- Korucu olmayı reddeden köylülere yapılan eziyetleri,
- Eğitimsiz korucuların birbirlerini ve kendilerini kazayla yaralaması, öldürmesi,
- Ellerindeki silahların bir kısmını PKK’ya vermeleri, bazen satmaları,
- Bazı korucuların düpedüz eşkıyalığa soyunması, mafyalaşması…
Şu bir gerçek ki dünya beyaz ve siyah şapkalar giymiş iyi ve kötü kovboylardan oluşmuyor. Çok farklı koşullarda gerçekleşmiş olsa da Afgan tecrübesi ile Türkiye’deki koruculuk sistemi benzerlikler arz ediyor. Benzeri girişimler Güney Amerika’da özellikle Kolombiya’da yaşandı. Uyuşturucu mafyasıyla mücadele edebilmek için halka silah dağıttı yönetim. Hemen arkasından tecavüzler, adam kaçırmalar, soygunlar arttı. Çünkü sefaletin ve zulmün altında yıllarca ezilmiş, yüreği intikam duygusuyla dolu bir insan topluluğuna silah dağıtarak onları “mücahid” yapamazsınız.
Irak’ta ve Afganistan’da Müslümanları ağır bombardıman ve işkenceler altında inim inim inleten ABD, Fransız ve İngiliz kuvvetleri Libya’da “cici adam” şapkalarını taktılar ve “kahraman libyalı direnişçileri” silahlandırıyorlar. Gariplik şu ki her gün onlarca Iraklı ve Afgan bebek bu askerlerce yanlışlıkla(?) öldürülüyor. Ardından “pardon, collateral dammage yaptık” diyen bu askerlerin hükümetleri ailelere 50 sterlin ödeyerek kayıpları tazmin(!) ediyor. Aynı hükümetler nasıl oluyor da “Kaddafi’yi vuramıyoruz, sivilleri kalkan olarak kullanıyor” diye mazeret üretebiliyor?
Cezayir’i işgal ettiğinde tarlaları ve hayvanları yakarak, bir milyondan fazla insanı açlıktan öldüren Fransa, Libya’yı işgal ettiğinde ülkeyi kasıp kavuran İtalya nasıl oluyor da bugün Libya halkının huzur ve barış içinde yaşaması için kendi askerlerini ve parasını feda ediyor? Ya Guantanamo’nun, Abu Graib’in ABD’si?
Ancak Libya’da o kadar çok petrol yok ve mesele petrol hırsızlığı ile açıklanabilecek kadar basit değil. Büyük resmi görmek için Batılı ülkelerdeki yöneticilerin, özellikle de Sarkozy’nin etrafını saran askerî danışmanlara daha yakından bakmak gerek. Yoksa dünkü bakkalın, taksi şoförünün eline silah vermekle asker yapılamayacağını Batı da biliyor. Kabile savaşlarıyla yırtılan bir Libya’da siyasî irade kurulamayacağını da…
Bugün Kaddafi gerçekte olduğundan çok daha güçlü gösterilerek Saddamlaştırılıyor. Libya ise Iraklaştırılma yolunda. Özetle Libya halkına yardıma koşan(!) Batılı güçlerin tek bir sorusu var:
Libya’da halkı silahlandırsak da mı öldürsek yoksa silahlandırMAsak damı öldürsek?
(*) Silah üretenler şu veya bu dine tabi oldukları için değil tersine insan kanından dolar ve avro ürettikleri, iyiliği örttükleri için “kâfir” diyorum bunlara.
Müslüman’ın Zaman’la imtihanı
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
2 Yorum
Yazan:Ozkan Tarih: Nis 23, 2011 | Reply
“”Türkiye’nin PKK terörüne karşı verdiği mücadelede taraflardan birinin masum olduğunu iddia edebilir misiniz? Askerleri bile bile ölüme gönderen subayları, askerî hapishanelerde yapılan işkenceleri, gelişigüzel tutuklamaları, polisin orantısız şiddetini göz ardı ederek “bizimkiler cici, ötekiler kaka” diyebilir misiniz?””
Tabii ki iddia ederim, tabii ki teroristlerin karsisinda Turk ordusu masumdur. Hic bir subay askerini bile bile olume gondermez. Boyle bir davranisin ahlaki ve vicdani yonunu gectim, rasyonel hic bir temeli yok. Neden bir subay kendi adamlarini ve muhimmatini bos yere heba etsin. Boyle bir heba ancak arkadan gelecek destek ekibini beklerken savunulan yeri, konumu kaybetmemek ve zaman kazanmak adina dolayisiyla daha yuksek can kaybini onlemek adina olabilir. Yoksa o subay ya aptaldir ya haindir, boyle bir sey de orduya maledilemez fevri bir davranistir.
Askeri hapishanede devletin bekasi icin iskence gerekiyorsa iskence yapilir. Tum dunya ordularinin mantigi bu yondedir. Merhamet hak edene gosterilir.
Orantisiz siddet kullanilmamalidir, sivillere zarar verilmemelidir. Turk ordusu da buna dikkat ediyor zaten, hatta dunyada en fazla dikkat eden ordulardan biri.
Yazida yer alan Libya, Irak, Afganistan gibi ulkelerde, bati guclerinin oynadigi kirli oyunlar konusuna katilmakla beraber silahlanmanin neden ocu gibi gosterildigi konusuna anlam veremiyorum. Turkiye’de uygulanan koruculuk sistemi elestirilmis. Koruculuk sisteminin zararlarinin yaninda, terorle mucadelede cok cok buyuk faydalari olmustur. Bunlari neden gormuyorsunuz?
Sirplar’in Srebrenitzka katliamini nasil gerceklestirdiler biliyor musunuz? Tum Sirp halkini silahlandirip, Bosnalilar’i silahsizlandirarak. Bu sayede binlerce Bosnali kadin cocuk demeden kiyildi. Karsinizda silahli gozu donmus bir guruh varsa, o zaman mecburen sizde silahlanmalisiniz. Benzer olay 1974’te az daha Kibris’ta da tekrarlanacakti. Libyali muhalifler de batili gucler tarafindan olsun olmasin silahlanmak zorunda.
Ordunun siyasetin bir araci ve siyasete bagli olmasi ancak, normal durumlarda mumkun olabilir. Savas gibi, teror gibi olaganustu durumlarda emir-komuta zincirine dayali askeri burokrasi, zaten dogasi geregi sivil burokrasiden ustun oldugu icin sazi eline alir. Zaten boyle de olmak zorunda cunku bir ulkede demokrasi ve hukukun ustunlugunun isletilebilmesi icin once o ulkenin guvenliginin saglanmasi gereklidir.
”Democracy is two wolves and a lamb voting on what to have for lunch. Liberty is a well-armed lamb contesting the vote.”
Yazan:Şeyda Tarih: Kas 14, 2011 | Reply
Bu yazıyı sevmemiştim. Ama zaman içinde MY’nin haklı çıktığını düşünüyorum. Libyalı muhalif gruplar birbirleriyle silahlı çatışmaya girmişler. insan nefsi değil mi? Filistin’de bile yok olmak üzere bir halk var, hâlâ birbiriyle çarpışan siyasî gruplar, “biz mü’miniz, birbirimizi öldürmeyelim” demiyorlar. Keşke Davutoğlu kendi Libya vizyonunu kabul ettirebilseydi ve sıradan insanların silahlanması engellenebilseydi…
Bugünkü Zaman’dan: