5,2’lik seçmen kararını vermiş…
By İbrahim Becer on May 9, 2011 in BDP, Kürtler, şiddet, Sivil itaatsizlik, Terör
Avukat kimliğiyle geçtiğimiz günlerde İmralı’ya giden Aysel Tuğluk iyi saatte olsunlar bu kez de Milletvekili kimliğiyle basına şöyle bir beyanatta bulunmuş: “Kürtler hükmünü vermiştir; çözüm AKP’ye rağmen gelişecektir. Kürtler ‘in bu anlamda sabrı da, tahammülü de bitmiştir. Devletle olmuyorsa, halkımız kendi demokrasisini kuracak ve kurduğu bu sistem içinde yaşamasını bilecek kadar örgütlüdür. Bu statüsüzlük durumu daha fazla devam edemez. Mısır gibi mi olur, Suriye gibi mi bilinmez. Ancak, bir statü kazanılacak ve ne pahasına olursa olsun savunulacaktır”
Bu sözlerin Aysel Tuğluk’a ait olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü İmralı’da görüştüğü Abdullah Öcalan’ın açıklaması da şu şekilde: “15 Hazirandan sonra ya anlamlı bir müzakere dönemi başlar ya da savaş başlar; müzakere başlarsa çok büyük bir müzakere olur, savaş başlarsa çok büyük bir savaş başlar ve kıyamet kopar. Her ikisi de anlamlı ve kutsaldır…” Türkçede bunun karşılığı olan çok güzel bir atasözü vardır, bilirsiniz: “Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur” derler.
Böyle bir beyanat karşısında kalem oynatacaksanız önünüzde iki seçenek vardır; ilki, kolay olan işin “ideal” kısmına vurgu yapmaktır. Burada öyle ütopik yaklaşımlarda bulunursunuz ki yazının sonunda Thomas More’un ütopyasına rahmet okutursunuz. İsterseniz metni o kadar zorlarsınız ki işin ucu Sabahat Tuncel’den özgürlük savaşçısı çıkarmaya kadar varabilir. İkincisi, zor olanını yazmaktır. Gidişata bir anlamda projeksiyon tutabilmektir büyük ölçüde. Dikkatli ve bir o kadar da vicdan sahibi bir çift gözün çok rahat görebileceği malumun ilanıdır yaptığınız ama olsun.
Aylar önce bir yazı yazmıştım: “Kararı Kürtler Verecek!” isminde bir yazıydı. Kesif bir Okur kitlesi tarafından “Kürtleri tehdit etmekle” suçlanmak gibi beklemediğim bir dönüş alınca, ” Güneydoğudaki en acı kaybımız: Masumiyetimiz” adında yeni bir yazı hazırlamak zorunda kalmıştım. Sözün özü şuydu: Bu işi bir bıçağı bilemek olarak görün; bir tarafını bilediğiniz anda diğer tarafı kendiliğinden bilenecektir. Eğer ki siyaset kurumuna girdiğiniz halde halâ arkanızda dağda gezen yedi bin eli silahlı adamın teminatını bir senet olarak görüyorsanız, emin olun ki birileri de karşı cenahtaki eli silahlı on binleri bir şeylere zorlayacaktır. Bu yüzdendir ki ne Dağlıca ne de Aktütün gibi baskınlar bana normal gelmemiştir. Bu olaylar daha çok bir şeylere zemin hazırlamak için müsaade edilmiş, çok da karşı konulmamış eylemler olarak tarafımdan not edilmiştir. Ne zaman Kürt Meselesini akıl yoluyla çözmeye kalkışsak dikkat edin olmadık bir işe imza atılıyor bu topraklarda.
Okurun sabrını zorlamak istemiyorum ama Şırnak’ta geçen bir yıllık tecrübeme dayanarak söylüyorum Dağlıca, Aktütün, Han tepe baskınları “zorlama” olaylardır. Normal şartlar altında ne PKK böyle bir baskını yapabilirdi ne de Ordu buna müsaade edebilirdi. O günlerde internete düşen ses kayıtlarını dinlerseniz, Örgütün youtube’da yaptığı çekimi izlerseniz (Oramar Baskını) sanki bir danışıklı dövüşe şahit oluyormuşsunuz izlenimi uyandırıyor insanda.
Şimdi aynı oyunun BDP formatını izliyoruz sanki. Pasif eylemsizlik parolasıyla yola çıkan bir siyasi hareketin bir ayda geldiği nokta çokça tanıdık olduğumuz Vandalizmin yağma kültüründen başka bir şey değil. BDP ve onun mümessilleri, bu korkak tavırlarını üzerlerinde taşıdıkları müddetçe asla ve asla olmayacak siyasi ikballeri uğruna ısrarla yeni “Cem Erseverler” i meydana inmeye zorluyorlar.
Türkiye’deki Kürt Meselesinin bugün geldiği nokta bildik bir sloganın ete kemiğe bürünmüş halidir zannımca: “Kral çıplak! Türkiye’de Kürt meselesi hakkında kalem oynatan, sözü muteber, empati yeteneği gelişmiş kaç tane Kürt Aydını tanıyorsunuz. Orhan Miroğlu neden tehdit edildi, Şivan Perver neden boykot edildi, Kürtlerin içinden İmralı’ya aykırı bir ses neden çıkmıyor? Soruları çoğaltabilirsiniz ama gelin bir başka pencereden bakalım olaya. Düne kadar sistem için büyük tehlike olarak addedilen Ak Parti iki dönemdir iktidar ve üçüncü dönemine doğru yürürken, aynı elmanın iki yarısı olan Saadet Partisi ve Has Parti’nin eleştirilerinden geri durduğuna şahit oldunuz mu? Ya Tayyip Erdoğan’ın gerek sağlığında Hoca’ya karşı, gerek Numan Kurtulmuş’a karşı bir tehdidini işittiniz mi? Kabul edersiniz veya etmezsiniz ama Türkiye’de İslamcı Hareketle, Kürt Hareketinin arasında ciddi bir nitelik farkı vardır. Bu farkın kapanmasının mümkün olmadığını gören BDP’nin şu anda yaptığı da şiddeti tırmandırarak hiç olmazsa farkı koruyabilmektir. Kendi içinde çok sesliliği sağlayamayan ve geliştiremeyen bir siyasi hareketin tehditlerle bir yere varabilmesi de mümkün görünmemektedir.
Olay daha sıcak; Söke ve Kuşadası arasında kendi halinde bir köy olan Ağaçlı’dan geçen BDP konvoyu bakkalda asılı bayrağı yırtmak için duruyor, Atatürk büstüne taş atıyor ve ortalık bir anda savaş alanına dönüyor. Geçimini bazlama ve gözleme yapıp yoldan geçen araçlara satmakla sağlayan Köylüden yarım saatte canavar yaratan bu zihniyetin varmak istediği noktayı anlamak için çok fazla mürekkep yalamaya gerek yok.
BDP ve onun mümessilleri kışlasına çekilmiş Askeri, Kato’ya, Besta’ya, Botan’a çekmek için canla başla çalışıyorlar, bundan adım gibi eminim. Başbakan’ın konvoyuna Karadeniz’de suikast düzenleyip, telsiz kayıtlarına rağmen inkâr stratejisi izlemek de acemi siyasi manevradır o kadar. Tabanını ancak ve ancak akmasına sebep olacağı kanla ayakta tutmaya çalışan bu siyasi hareketin barışı da istemeyeceği aşikârken artık kimseyi tehdit etmesine gerek kalmadı. Bu yazıyı yazdığım saatlerde geçen alt yazıda Ordu’nun Kato’ya yürüdüğü haberi geçti. Aysel Hanım’ın gözü aydın restini gördüler. Coğrafyayı bilen birisi olarak söyleyeyim iki taraf için de hareketli günlerin arifesindeyiz. Beytüşşebap’ın batısı Kato, Onun arkası adına Besta Vadisi denilen uçsuz bucaksız bir arazi. Aklın, mantığın, siyasetin, olmadığı, hayatta kalmak için karşındakini öldürmek zorunda olduğun gerçek bir cehennem. Yazının başında ideal olanı değil, gerçek olanı yazacağım derken kastettiğim buydu. İnanın, uzun süredir sönmüş olan bu cehennemin ateşini yakan da Kürtlerin yüzde 5,2 si olacak. Hangi taraftan, kaç kişinin öleceğini bilemem ama emin olduğum tek şey akacak her damla kanın BDP değirmenine oy taşıması içindir bu gerilim stratejisi.
Bu taktik BDP’ye iktidar yolunu açar mı hep beraber göreceğiz. Pasif eylemsizlik denilince bankaları soyan, kaldırım taşlarıyla mağazaların camlarını çerçevelerini indiren, Molotoflarla insanların hayatları boyunca kazandıklarını tek hamlede yakıp kül eden bu zihniyetin dilinden “barış” kelimesini düşürmediğini görmekse, “ironi tarihi” açısından bir kilometre taşı olarak literatürde şimdiden kendine bir yer edindi bile. Barış diyorsun siyasi rakibine pusu atıyorsun, demokrasi diyorsun muhatabını tehdit ediyorsun.
Ve ciddiye alınmadığın için şikayet ediyorsun…
… Bu konu ilginizi çektiyse…
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
40 Yorum
Yazan:MY Tarih: May 9, 2011 | Reply
basligin çok güzel ifade ettigi gibi bu seçimler demokrat Kürtler ile boz-Kürtlerin ayrismasina sahne olacak. Hemen olmaz ama 15-20 yila kadar yeni ve harbiden “SiViL” bir Kürt siyasi hareketinin dogacagini umuyorum. site gibi Sivil yani medine gibi medeni yani “ötekine” yasam hakki taniyan, bir arada, iNSANCA yasamak için siyaset yapan…
Yazan:deniz Tarih: May 9, 2011 | Reply
yazınızda haklısınız bu çatışma ve gerilim BDP oylarını artırıyor; ama bıçağın diğer yanında MHP var onunda oylarını artırıyor keşke bunada değinseydiniz……s.becer
Yazan:mrtnrn Tarih: May 9, 2011 | Reply
@ MY,
15-20 yıl konusunda Mehmet Abi size katılamıyorum… çünkü artık 15-20 yılın demokrat kürtlerin bu topraklardan çıkması için çok geç olacağı kanaatindeyim…
bu sitede Kürtler ve demokrasi konusunda her tartışmada Kürtleri gerçek anlamda temsil edecek kanaat önderlerinin yokluğu konusunda ortak kanıya varıyoruz… doğru ortada…
ancak diğer taraftan bu sorunla yaklaşık 30 yıldır boğuşuyoruz. 25-30 yaşındaki orta yaşlı bir Kürt bile bu sorun ile doğdu, büyüdü… ve ne yazık ki şu an sokakta taş atan, molotof atan çocuklar gençler bu dönemin ürünü… sorsanız kendilerine belki de alternatif bir yaşam, PKK’sız, terörsüz bir yaşam tasvir edemezler… işte bu yüzden 15-20 yılı beklemeden, acılarımız daha da derinleşemeden gerçek demokrat Kürtlere, inisiyatif alan kanaat önderlerine en kısa zamanda ihtiyacımız var…
düşünüyorum, acaba çok mu zor böyle bir zümrenin çıkıp “kardeşim PKK terörünü ve devlet terörünü kınıyorum. ben burada Türk kardeşlerimle birlikte yaşamak için hakkımı yine onlarla birlikte meşru yollarla aramak için çağrıda bulunuyorum” demek?..
varın bu çağrıya eklemeleri de siz yapın…
Yazan:Zeyneb Karataş Tarih: May 9, 2011 | Reply
Yazı tam da endişelerimi dile getirmiş. Gerçekten de endişeliyim ve bu endişe 5,2’nin içinde yer almayan kürtler için daha koyu bir endişe.
Orhan Miroğlu’nun ” iki halka da huzur getirecek bir çözüm arayışında olmalıyız” sözü aslında neden tehdit edildiğinin açık göstergesi; sadece kürtleri memnun edecek bir çaba çözüm değil, huzursuzluğun ta kendisi olacak,bunun farkında Miroğlu. Bdp kürtlere de huzur vermek istemiyor, sadece huzursuzluklarından nemalanıyor.
Yalnız, Bdp şunu gözden kaçırıyor; bu çığırtkanlık ve şehir eşkiyalığı, BDP’nin toplum nezdinde siyasi olarak başarısızlığının da göstergesi oluyor/olacak. Dağa çıkma yoluna sürekli vurgu yapan, tehditkâr tavırları ve içini kendilerince doldurdukları argümanları onları bu süreçte yarı yolda bırakır.
Bdp’nin kapatılmaması gerektiğini, kürtlerin siyasi arenada söz sahibi olmalarının elzem olduğunu sürekli vurguladık ama BDP adeta “bizi kapatamazsın kiii!” diyerek, aslında “kapat, işimize gelir” diyor fiiliyatta. Çünkü BDP hiç iktidar olamayacak.Chp gibi muhalif ruhlu da değiller, daha çok gündemi sabote etme peşindeler.
Öldürülen PKK’lıları bahane edere-tabi Apo’nun doğum günü gibi ilginç sebepler de var.- sürekli kepenk kapatan bu zihniyet,zaman zaman” Diyarbakır’da halk kepenk kapattı” diyorlar. Hayır, bu yalan, halk binbir türlü bahanelerle sokakları talan etmelerinden pek memnun değil.Evet kepenk kapatıyor ama, bu günde iş yapmayıverelim, dediklerinden değil ‘başımıza bir iş gelmesin, camlarımızı taşlamasınlar’ diye düşündüklerinden. Çünkü şehir eşkiyaları, kepenk açanların potansiyel AKP’li olduklarını ve mutlaka taşlanarak, mallarına zarar verilerek cezalandırılmaları gerektiğini düşünüyor.
Evet masumiyeti kaybettik. Bir tek gözü yaşlı analarımız var, onlar başlarındaki beyaz örtü kadar masumlar gözümde.Ve ne Aysel’e ne Emine’ye ne de Sebahat’e hiç benzemiyorlar…
Umarım o anneler çocuklarını ikna edebilirler ve çekip alabilirler bu oyunun içinden…En büyük görev, en büyük acıyı çekene kalıyor yine…
Yazan:MY Tarih: May 9, 2011 | Reply
@mrtnrn,
Eger okumadiysan sana ve bütün okurlara bir yazi tavsiye etmek isterim: Bir bebekten nasil katil yapilir?
aslinda senin istedigine benzer çagrilar yapan çok Kürt var ama basinda o kadar yanki bulmuyor. Bir yer yakilinca ya da bomba patlayinca hemen bütün gazeteler yaziyor ama “filanca Kürt baris çagrisi yapti” seklinde haber yapmiyorlar. Klasik gazeteci tavri, o kadar dert degil. Ayrica birileri Kürtlere “kaka pis mahalle çocugu” rolü biçti, bu hem Türkçü hem de Kürtçü milliyetçilerin isine geliyor. Esas kirilmasi gereken bu çerçeve.
Yalniz barisçi Kürtlerin sesini bastiran baska etkenler de var. “içeriden” bastiriyorlar. Yakin zamana kadar “Zazayim” diyen bir dostum vardi, çesitli siyasi hareketlerde kurucu kadrilara dahil olmus, ayni zamanda is adami. Simdi her firsatta “neden Kürdüm demiyorsun?” diye azar isitiyor malum çevrelerden 🙁
Bunlarin asilmasi kolay degil. Hatirla, bizim Ergenekon’un ilk basladigi zamanlar kolay miydi? Yasar Büyükanit, ilker Basbug utanmadan hükümeti, TBMM’yi, halki tehdit ediyordu.
Bu zihniyetlerin evrilmesi lazim. Bir gecelik “iyilesmeler” ancak devrimle oluyor ve çabuk kazanilan çabuk kaybediliyor.
Kürtlerin adam gibi bir siyasi hareket kurmalari basit bir sey degil. Adamlarin köyleri yakildi, zorla göç ettiler. Yaslilar geri dönüyor bazen, gençler büyük sehre alismis, kalmak istiyor. Kültürel dokulari yirtildi, ekonomik dokulari yirtildi. OHAL bitti ama Güney Dogu kanserden kurtulmus bir insan gibi su an.
Bütün bu yirtilmalar (ki ne devlet ne de 70 milyon masum degiliz) neticesinde köklerinden kopmus bir güruh olustu. Dogru dürüst Kürtçe konusamazlar, Kürt sairlerini, edebiyatçilarini tanimazlar… Bütün tutunabildikleri SOYUT BiR KÜRTLÜK.
Gerçek durumlarindan o kadar utaniyorlar ki gurur duyacak bir sey lazim. PKK ile gururlaniyorlar. Bu milliyetçi Kürtler bizim fanatik Türkçüler gibi bir Günes Dil teorisi bile ürettiler. Bütün dünya dillerinin Kürtçe’den türedigini iddia ediyorlar!
Bak mesela en koyu milliyetçilere sor, bir kaç Türk alimin ismini bilmezler. Orta Asya’daki ülkeleri, Ebru sanatini… Türklüge dair hemen hiç bir sey bilmezler. Ama ölmeye hazirdirlar.
Bursa’daki olaylari gördün mü? insanlar gurur duyacaklari bir gerçek hayat kuramadiklarinda bir futbol takimi, bir sarkici ya da etnik kimlik adina ÖLMEK/ÖLDÜRMEK konusunda çok istekli olabiliyorlar.
Böyle kimlik üzerinden siddete yönelme konusuna ilgi duyan okurlara iki tavsiyem olacak:
AH WELATE MiN – AH VATANIM
PKKlilari affetmek
Yazan:ali yardım Tarih: May 9, 2011 | Reply
Kürtler kimlik konusunda ciddi ölçüde kompleksli davranıyorlar. bir çok Kürt kurduğu cümlelerin bütününde, zımnen Türkleri ve devleti suçlama eğiliminde. fakat mesela bakıyorsunuz, bölgedeki Arapları da suçlayan bir yaklaşım var. çünkü Araplar devlet yanlısı bir tavır geliştirdiler genellikle. Kürtçülük bu yüzden tahrip edici ve ileri derecede kompleksli. bunu da aşamıyorlar. batı karşısında duyulan kompleksten dolayı, 1920lerde Türk ulusçularından bazılarının Osmanlı-İslam tarihini es geçerek, marazi tarihsel yaklaşımlara sığındıkları gibi, Kürt ırkçıları da Türklük karşısındaki komplekslerinden dolayı kronik bir kimlik problemi ile karşı karşıya kalıyorlar. bir Kürt ulusçusu için tarihin kaydettiği bir Kürt devleti de yoktur, Ahmed-i Hani’den başka edip de yoktur. Kürtçeye mevlid çevirebilirsiniz ama Bergson’u çevirebilir misiniz bilinmez. büyük İslam alimi Said Nursi’nin beş bin sayfalık külliyatının bütünü -bir kaç Arapça risale hariç- Türkçedir. hele öz Kürtçe hareketine girişirseniz, elinizde kart kurt kalır. oysa Kürtler, Türklerle aynı medeniyetin ve aynı devlet geleneğinin varisçisi olduklarının farkına varırlarsa, köklü bir kültüre yaslanırlar.
bunlar sadece birer öneri. şunu belirtmek gerekir ki, bu topraklarda bazı meselelerin hassas noktası ülkenin bütünlüğüdür. eğer bu tartışmaya açılmaya başlanırsa, hele silahlı terör örgütü tehditlerle güven ortamını hedef alırsa, hiç arzu etmeyeceğimiz sonuçlar doğabilir. biz 16 milyon kilometreden yedi yüz kilometreye sıkışmış bir milletiz ve bir kilometre üzerinde tartışmaya dahi müsaade etmeyiz. eğer Kürtçüler olağanüstü şartlar yaratmaya kalkarsa, Türk devleti de olağanüstü önlemler almaya başlar. bunu da hiç bir liberalin sorgulamaya hakkı olmaz. devletin reflekslerinin yumuşak kalması biraz da, sivri dilli Kürt sözcülerinin aklını başına almasıyla mümkün olur.
Yazan:ufuk tan Tarih: May 9, 2011 | Reply
Görece yumuşak ortamlarda demokrasiyi savunmak riski olmayan bir şeydir.İş devletle yüz yüze gelince korkular hezeyanlar başlar.”İşte ben demedim mi,şimdi derin güçleri uyandıracaklar,ne güzel oturdukları yerde oturuyorlardı,iktidardaki partide onlara haklarını verecekti,şu seçimler bir bitseydi,anayasayı değiştirseydik,ne vardı şimdi canım.Şimdi sırasımı ana dilde eğitim istemek,hele hele arap ayaklanmalarına atıfta bulunmak,bizden uzak yerlerdeki isyanları desteklemek güzeldi,İsrail askerleri Filistinli çocukları -aynı bizim askerlerin yaptığı gibi- öldürürken bağırıp çağırmak içimizi rahatlatıyordu,şimdi diken üstündeyiz,ya çatışma çıkıp asker darbe yaparsa,ne güzel parada kazanmaya başlamıştık,tüh Allah kahretsin bu aşırıları-yada milliyetçilerin değimiyle boz Kürdleri-.
Kürdler kararlarını verdiler,özgür olmak istiyorlar,ana dilde eğitim istiyorlar,kendilerini kendileri yönetmek istiyorlar.Kısacası kendi kaderlerini belirlemek istiyorlar.Ya kabul edersiniz,yada düşman olarak görürsünüz.
Yazan:MY Tarih: May 9, 2011 | Reply
Ufuk Tan, sizce kaç Kürd var Türkiye’de?
Yazan:MY Tarih: May 9, 2011 | Reply
Bu sebeple Diyarbakir’da yine Kürtlere ait dükkanlara molotof kokteyli atilmasi mi gerekiyor?
son lafinizda ise biraz George W. Bush kokusu var. “Ya bizimlesiniz ya da bize düsmansiniz”
Bu kisim Türklere degil daha çok Kürtlere verilmis bir mesaj gibi: “Ya BDP’li olurunuz ya da bizim çocuklar gelip dükkâninizi yakar!”
Bu türlü baris ve demokrasi anlayisi ise ancak BDP’de var. 6-7 Eylül olaylarindaki sivil olmayan itaatsizlik gibi.
YSK’nin vetosunu takip eden olaylarda zarara ugrayanlarin neredeyse tamaminin Kürt olmasi yoksa bu türlü agresif demokrasi(!) anlayisinin bir ürünü müdür?
Yazan:mrtnrn Tarih: May 10, 2011 | Reply
@MY
korktuğum nokta da burası zaten… “soyut kürtlüğü” kendisine şiar edinmiş kürtlerle, tasvir ettiğin şekilde milliyetçiliği algılayan güruhun (şu an olduğu gibi) bu ülkede daha çok sesinin çıkması…
serdar kaya ile twitter’da benzer konu üzerine tartışırken bana sormuştu: “hangi Kürtler, hangi Türkler?”
ben de ona : “ırkçılıktan uzak duran, Kürtlerin ve Türklerin artık et tırnak gibi birbirine yapıştığının farkında olan sessiz çoğunluktakiler” demiştim.
o ise bana: “sessiz çoğunlukların değil örgütlü toplumların sesinin bir anlam ifade ettiğini” söylemişti…
bu yüzden bu “sessiz çoğunluğun” sesinin duyurması gerek…
Yazan:MY Tarih: May 10, 2011 | Reply
haklisin, sessiz çogunluklar şirret azinliklarin kurbani olur genellikle. Ama artik bir seyler oynuyor yerinden. Türkiye’deki sivil hareketler hem kalabaliklasiyor hem de renkleniyor. 5-6 bin kisilik aktivist gruplar kendi kimliklerini ve TEMEL kurulus amaçlarini kaybetmeden kisa süreler için bir konu etrafinda ittifak yapabiliyorlar ve sonuç aliyorlar.
Bu dinamik ve çok renkli yapi hepimizin özledigi Türkiye için olmazsa olmaz bir güç. Örgütleniyor herkes. Bundan 5-6 sene sonra daha da iyi olacak. Mesela su an 12-13 yasinda olan çocuklara bak. Esas demokrasi onlarin omuzlarinda yükselecek. Biz “moruklar” düse kalka bir seyler yapiyoruz. Onlar bizim hatalarimiza bakip daha iyi yapacak.
Bu akimla PKK ile göbek bagini kesmis ya da hiç bagi olMAmis bir Kürt gençligi de gelecektir. Ama geçmisin travmalarini asmak kolay degil. Bu sebeple 20-30 sene alir.
Yazan:mrtnrn Tarih: May 10, 2011 | Reply
bu ümitlere ve dileklere katılmamak mümkün değil 🙂
Yazan:ufuk tan Tarih: May 10, 2011 | Reply
Hangi Kürdlermi? tabiiki mücadele eden Kürdler.Çıkardıkları m.vekilleri öldürülen,zorla içeri atılan,gaz bombası mermisiyle yaralanan Kürdler.Kürd sorununun bir toprak sorunu olduğunu anlamayanlar,hala çözümün kendi direttikleri çizgide olmasını savunanların milliyetçilerle ve ulusalcılarla ne farkları var.1.dünya savaşı sonunda emperyalistlerin çizdiği sınırları savunanlar kendilerini hem demokrat,hemde anti emperyalist sayıyorlar.Gülünesi bir durum.
Ancak bölünmüş Kürd ulusu ve bölünmüş Arap ulusu birleşir ve kendi kaderlerini tayin hakkına kavuşurlarsa dünyaya barış gelecektir.Gerisi ulusalcılığa hizmet etmekten başka bir şeye yaramaz.Bakınız,akp’nin söylemleri,chp’nin söylemleri,bakınız mhp’nin söylemleri hatta tkp’nin söylemleri özünde hepsi aynı.Hepsi ulusalcı,hepsi yüce Türk ulusunun savunusunu yapıyorlar.
Yazan:MY Tarih: May 10, 2011 | Reply
Bir de proleteryanin burjuvayi ezip geçmesi ve Napoleon’un askerlerini Italya’dan geri çekmesi gerek bunlari söylemeyi unuttunuz galiba 🙂
Yaw Ufuk Bey o kadar determinist, o kadar kesin konusuyorsunuz ki bir an Kapital’den bir alinti okuyorum sandim 🙂
1840’ta yasamiyoruz, birakin bu “tarihin yasalarini” filan. Lütfen. Rica ediyorum.
Yazan:sKaya Tarih: May 10, 2011 | Reply
İşte tartışmanın bittiği yer. ufuk Tan’ın kalan bütün cümleleri bu cümlenin içini doldurmak ve kendisini haklı çıkarmak için bezenmiş gibi duruyor.
Bu cümlenin üzerine nasıl “barış” konuşulabilir. İyiki tanıdığım tüm Kürt kardeşlerim ufuk tan gibi düşünmüyor.
Benim gibi düşünsün düşünmesin, ancak bu ülkenin tartışılabilen Kürtlere o kadar çok ihtiyacı var ki…
Yazan:durhat Tarih: May 11, 2011 | Reply
Bu alıntıya karşılık söylenenler:
Yaaa!bu cümleden sonrası barış falan konuşulamaz di mi?
Peki sizin olus devletiniz ne oluyor?Sizinki olunca akan sular duruyor öyle mi?Ya en demokrat takılanınızdan bile ırkçılık,kibir,üstünlük taslamak damalıyor da farkında değilsiniz.
Zatı alinize sorsam sizin Türkiye Cumhuriyeti diye kutsadığınız şey nedir acaba?Tabi ya unutmuştum,siz Türkler için Ulus devlet modeli falan gayet yakışır.Ama ne üdüğü belli olmayan Kürtler için afaki,hayali,konuşmanın bittiği yer!
Yazık ya,bir de sıkılmadan kardeşlik teraneleriyle ahlak dersi verirsiniz.Peki sizim sahip olduğunuz şeylere neden Kürtler sahip olmasın.Sizin üstüne titrediğiniz ulus devlete gelince “çakıl taşı vermeyiz”tripleri.Ama aynı şeyi Kürtler isteyince kıyamet kopuyor.Geçiniz ya!Tamamam anladık,gırtalığına kadaf milliyetçiliğe batmışsınız da bari demorkrasiydi,insan haklarıydı diye maval okumayın.Hani görmeyen biilmeyen bu ülkede hiç devletçilik yok,ulus devlet denen bir şey yok da durup dururken Kürtler icat etti bunu da ortalığı karıştırdı zanneder.
Ben size bir şey söyleyim mi?Sizin “iyi kürt”,”konuşulabilif kürt”dedikleriniz size sonsuza kadar itaat eden,varlığını inkar eden,değerlerinden vazgeçen Kürttür.
Ama en cahil bildiğiniz Kürt bile bu ezik,kendini ifade edemeyen edilgen kimliğe razı değil.
İstediği nedir biliyor musunuz bu Kürtlerin?Sizin sahip olduğunuz haklar.Ama bir türlü kendinizle eşit göremediğinizzden en ufak talepleri oldu muydu kutsalınıza saldırılmış gibi kendinizden geçiyorsunuz.Ama unutmayın diğer zalimler gibi siz ırkıçılar da tarihte hakettiğiniz çöplükte yerinizi alacaksınız.
Yazan:mrtnrn Tarih: May 11, 2011 | Reply
ufuk tan kardeşim, müstakbel Kürdistan’ın haritasını bize bir çizebilir misin?… mesela mersin kürdistan’ın parçası mı olacak ya da en fazla kürt nüfusunun yaşadığı şehir istanbul’u ne yapacacağız?.. o kadar uzağa gitmeyelim elazığ, mardin hakkında ne düşünüyorsun?.. dediğin gibiyse mardin’i de “bağımsız arap devleti”ne bağlayalım…
bence sen de yazdıklarına inanmıyorsun:)
diğer taraftan eleştirdiğin faşist türk solu ile aynı çizgide olduğunu fark etmiyor musun?.. onlar da Kürtlerin Türkiye’yi “işgal ettiğini”, kendi topraklarına dönmesi gerektiğini söylüyorlar…
Yazan:MY Tarih: May 11, 2011 | Reply
Durhat Bey,
Siteye kodugum Propaganda filmini seyrettiniz mi?
1920-1930 döneminde Irkçi prensiplerle bir Türk ulus-devleti kurularak büyük bir hata yapildi. Burada hemfikiriz. Ama bunun çaresi ikinci bir hata midir? Burada ayriliyoruz.
Duygusalligi bir kenara birakin, bir aptalligin panzehiri ters yönde ikinci bir aptallik olabilir mi?
Mübadele mi yapacaksiniz? Diyarbakir’da Türk tipli vatandas avina mi çikacaksiniz? Birlikte yasamanin yollarini bulmak gerek. Kürt ve Türk iki ayri canli türü degil ki. Insanlardan bahsediyoruz. Hem de her bakimdan birbirine karismis, evlenen, birlikte çalisan, ticaret vb yapan insalardan.
Selam ile
Yazan:sKaya Tarih: May 11, 2011 | Reply
@durhat
Bu sözleri farklı mı yorumluyoruz? Bu sözlerin özü ben sizinle birarada yaşamak istemiyorum değil midir? Benimle birlikte yaşamak istemeyen birisiyle nasıl barış konuşulur.
Bu cümle eğer maksadını aşan bir şekilde kullanılmamışsa, karşılıklı tartışılarak ulaşılacak hiç bir ortak nokta Ufuk Tan’ı tatmin etmeyecektir ki.
Bu sözlere bilinçli olarak sahip çıkan bir kişiyi tatmin edecek tek şey “At pazarlığı”dır. Yani nereleri alalım nereleri verelim.
Buna ne kadar barış denirse artık.
Belli ki sizin varlığından ve birlikte yaşamaktan rahatsız olduğunuz, ama bence Türk,Kürt,Rum, Ermeni 82 milletin birarada yaşayabileceği, Türk’ün Kürt’e, Kürt’ün Arap’a yeğ tutulmadığı/üstün olmadığı bir yer.
@Durhat
Bu arada bu topraklarda yaşayan diğer etnik unsurlar için nereleri uygun görüyorsunuz? Lütfen bunları da belirtin. Mesela Mardin,Siirt,Urfa yöresinde önemli bir nüfusa sahip Arap kökenli vatandaşlarımız için planlarınız neler?
Yazan:Zeyneb Karataş Tarih: May 11, 2011 | Reply
Toprak meselesine vurgu yapan arkadaşımızın yazılarını okuyunca ” Kürtler ne istiyor?” sorusunu ciddiyetle kendime sordum.
“herkes kürtlerin ne istediğii bal gibi biliyor” diyenler var.
Bana göre, herkes kürtlerin ne istediğini ‘bal’ gibi bilmiyor. Kürtler de tam olarak ne istediğini bilmiyor veya hemfikir bir görüş yok.
talepler;
– Anadilde eğitim hakkı, kürtlerin anayasal olarak tanınması, toplu af, apo’nun imralı’dan ev hapsine alınması, bölgesel özerklik, Diyarbakır cezaevinin sorumlularının cezalandırılmaları, devlet kurma hürriyeti birbirinden bağımsız veya bağımlı birçok görüş….
Her kürt bunların kaçı üzerinde mutabık kalabilir? -devletin büyük bir özveriyle bütün talepleri yerine getireceğini bir an düşünelim-
Bunlardan en makul olan anadilde eğitim değil mi ?
Üzerinde en fazla mutabakat olacak konu bu olduğuna göre bu hakka sahip olunduğu takdirde mutabık kürtler ne kadar anadillerine sahip çıkacaklar? Daha öncede örneğini emsal bir makalenin altında vermiştim; bugün kürtçe dil merkezleri rağbet görmüyor çünkü kürtler ya kürtçeyi iyi bildiklerine inandıklarrından yada dil eğitimine kapalı olduklarından rağbet göstermiyorlar. Diyarbakır’da sadece kürtçe eğitim veren Cigerxwin Kültür merkezinde kürt dili bölümünde okuyan kaç genç var ?
Yine kürtçe yazılmış bir elin parmağını geçmeyecek edebi nitelikte kitapların okunurluluğunu merak ediyorum, Diyarbakır’ın en ünlü kitapçısı Ensar Kitabevi -üzülerek- çok az diyor…
Bakın daha diğer görüşlere ve taleplere geçemedim bile, onlar üzerinde mutabık olan kürtlerin ideal ve real şartlarda aynı şeyi düşünmediklerini görüyorum.
İdeal olarak bir kürt devleti veya yönetimi isteyen İstanbul ikametli kürt, kürtlerce yönetilmek uğruna Diyarbakır’da yaşamayı göze almaz. Bu bir gerçek, ideoloji, ideal vs. söz konusu pratik olunca o kadarda ‘tatlı’ gelmiyor.
Ve mesela yine makul bir talep olan Diyarbakır cezaevinde olanların suçlularının bulunması meselesinde bile mutabakat sadece fikirde ama ayrıntıda mesela Diyarbakır İstasyon meydanında halk mahkemesi kurulması ve halkın suçluları yargılaması fikrine herkes eşlik etmeye bilir.
O yüzden bana sahici gelmiyor birçok ‘sözde’ talepler. Makul olan bütün görüşleri dinlemeye hazırım ama hayal kuranın hayallerine iştirak etmeye mecbur değilim.
Kürtler, bir dönem radikal hayalleri olan islamcıların, İran modeline olan hayranlıklarının hüsrana dönüşmesini yaşıyorlar. Kuzey Irak’tan hayır yok ama Türkiye kürtçülüğü daha farklı olacak , diyenler ayakta rüya görüyorlar bence.
Yazan:durhat Tarih: May 11, 2011 | Reply
Benim derdim ayrı bir devlet falan değil.İki seneden fazla DD’yi takip ediyorum.Asla bölünme taraftarı değilim,dolaylı dahi olsa bu yönde bir talebim de olmadı yorumum da.
Ayrıca her ortmada şiddete karşı olduğumu ve dolayısı ile de PKK’nın yöntemlerini tasvip etmediğimi üzerine basarak ifade ettim hep.
Ancak dikkatinizden kaçan bir şey var:1920-30 ‘larda Irkçı prensiplerle kurulduğunu idda ettiğiniz Türk-Ulus devletinin 2011’lerde aynı prensip ve ilkelerle yoluna devem ettiğini ya unutuyorsunuz,ya da özellikle PKK’nın şiddeti tırmandırmasından ötürü ıskalıyorsunuz.
Ne düşürsünüz bilmem ama 1920’lerden bu yana devletin ulus-devlet anlayışında ilerleme değil gerileme olmuştur.TRT şeş,Kürtlere artık kart-kurt denmemesi katı resmi ideolojinin aşıldığı anlamına gelmiyor.Devletin sürdürmekte ısrar ettiği bu aşılamayan katı,despot anlayış sadece Kürtlere yönelik geliştirilen inkar,asimilasyon ve imhalarla da sınırlı değildir.Düşünün,paranoyak kaygılarla hala başörtüsü özel alan/kamusal alan şeklinde tartışılmaya devam ediyor.Niçin?Bir avuç jakoben elitin keyfi böyle istiyor diye.Yargı kurumlarından eğitim kurumlarına,ordudan siyaset kurumlarına kadar başörtüsünü laikliğin karşıtı odak ve faaliyetler olarak lanse ediliyor topluma.Dünyada eşi benzeri görülmeyen bu köhne işlerlik laik,soyal bilmemne hukuk devleti gibi yalanlarla bizzat bu kurumlar tarafından korunuyor.Hukuk devleti diye yutturulan bu çürük sistemin paidar kalması adına yeri geldiğinde darbeler,suikastler,katliam ve provokasyonlar tertipleniyor.
Peki derin devlet temsilcilcisi ulusalcı klik’in, halıhazırda sürmekte olan bu onur kırıcı,sefil,anlamsız yasağı koruma adına can siparene direnç gösterdiği şu antidemokratik düzen ortamında devletin 1920’lerin zihniyetini terkettiğini söylemek mümkün mü?
Şimdi izninizle bir kaç sorum olacak:Başörtüsünün özgür kılınmasını,koca bir yalan ve aldatmadan ibaret olan laik sosyal hukuk devleti,anayasal değerler,cumhuriyet’in kazanımları vs.söylemlerle bir tehdit gibi sunan bu gerici zihniyetin Kürtlere bakışı farklı olabilir mi?Soruyu biraz değiştirelim,Bu hakim/egemen zihniyet Kürtlererin kimliklerini özgürce yaşayabilmeleri adına ne tür bir değişim geçirmiş,hangi reformlar yapılmıştır?Bu birinci sorum.
İkinci sorum ise şu:Son zamanlarda “sürüden ayrılanı kurt kapar”kabilinde ısrarla Kürtlerin mevcut statüko içinde kalmalarını öğütleyen sizler acaba Başörtüsü yasağına dair aynı iyimserliği gösterip mevcut statik yapıyı evla görebiliyor musunuz?Öyle ya,üstüne basa basa”ikinci hataya düşmeyelim”diyorsunuz.Yani mealen:İyi kötü var olan yapının içinde kalmayı öğütlediğinize göre,inancını,tercihlerini özgürce yaşamak isteyen sünni dindarlar için ne tür bir alternatif öneriyorsunuz?Ya da haklarına kavuşmada ısrar eden inanç mağdurları mantık yürütmesine göre “ikinci bir hataya”mı düşmüş olacaklar?
Bakın gerçekçi olmak zorundayız.Sorunu asıl koronikleştirip yeni sorunları üreten en büyük faktör,değiştiğini zannetiğiniz ve aman elden bırakmayalım/bozmayalım dediğiniz sistemin ta kendisidir.Kürtlere göstermelik bir iki şey dışında elle tulabilir hiçbir hakları verilmiş midir?Anadilde eğitim hakkı?Anayasal vatandaşlık hakkı ve/veya eşit vatandaşlık? Sıkça dillendirilen bir argümandır:”Kürtler ne istediklerini bilmiyor”deniliyor.Çok basit,Kürtler bas bas bunları talep ediyor.Peki devlet bu noktada dişe dokunur hangi adımı atmiştır?Çok mu zor anayasada bu bariz hukusuzluğu onaracak bir iki değişiklik yapmak?Neden denenmiyor?Belki de denense bu yangın biraz sönecek.Devlet neden yanaşmıyor buna?Çünkü başörtülüleri potansiyel tehdit gördüğü gibi Kürtleri de böyle görüyor.Bölünme korkusunu bahane ederek Kürtleri yok sayıyor.
Sonuç itibariyle kabul edin etmeyin,bu paranoyak endişelerle Kürtlere onurlaca yaşama hakkı verilmediği sürece bu sorun devam edecektir.
Duygusal biri değilim.Geçekleri konuşuyorum.Konu ulus,devlet,bayrak,dil falan olunca en demokratından en dindarına kadar anlaşılmaz kutsallarla konuya bakılıyor.Nedir bu tek dil,tek bayrak,tek millet takıntısı!Niye bu kadar tabudur bunlar?Kürtler açık açık biz ayrı bir millettiz diyorlar.Ayrılalım,bağımsız bir devlet kuralım da demiyorlar.Bir milletin sahip olduğu tüm haklara bölünmeden biz de sahip olalım diyorlar.Siz ne diyorsunuz?Aman bu sizi bozar,akkıllı olun diyorsunuz.Nasıl olacak?Adam ben ıspanaklı börek yemiyeceğim,tercihim patateslisi diyor siz hala yok ıspanaklı yiyeceksiniz diye diretiyorsunuz.Gerekçe?.E patateslisi bünyeye zararlı,tamam da müsadenizle buna siz değil Kürtler de karar verebilsin.
Ha,deseniz ki kimlikler,milliyetler,bayraklar,semboller akıl karı değil,insanlığa faydadan çok zarar getirir/ayrıştırır,daha kötü sonuçlar doğurur… amenna sizinle hemfikirim.İyi de 1920’lerle kıyaslayarak düzeldiğini sandığınız mantalite devam ederken(bağırtıla bağırtıla ant içirmeler,karşıdakinin gözüne sokarcasına sallanan bayraklar,değiştirilen belde isimleri vs.)beterin beteri var diye Kürtler adına buyurganca karar vermek ne kdar adil bir yaklaşım olabilir?
Beğenmediğiniz o 1920’lerde bölgeye Kürdistan deniliyordu,eski meclis tutanaklarında geçer,Kürdistan vekili vb tanımlamalar vardır.Ha,bunlara sahip olmakla Kürtlerin başı mı göğe erecek?Hayır.Ancak bu denli tabulştırılcağına Kürdistan denilebilsin ne var bu kadar endişenecek?
Yani etnik kimlik,ulusal semboller,bayraklar falan anlamsızsa sadece Kürtler için anlamsız bulmayacaksınız.Yok bu kadar vazgeçilmez değerler iseler Kürtler’in tercihlerine bir hak olarak göreceksiniz.
Şunu da ekleyeyim.PKK’nın ve BDP’nin hiçbir yöntemini tasvip etmiyorum.Ancak Kürtlerin istekleri bir takım hassaiyetler uğruna değiştirilmesi dahi teklif edilemez babında tabulaştırılıp kırmızı çizgilerle çevrelenirse bu kavga son bulmayacaktır.PKK’a biter daha belalı bir PKK çıkar.BDP’nin siyasi arenada eli zayıflatılır veya binbir hileyle(yüksek seçim barajı,siyasi partilere sağlanan hazine yardımının kısıtlanması vb.)yerini başka bir siyasi yapı dolduracaktır.Kaç Kürt partisi kapatıldı,yerine hemen yenisi kurulmadı mı?Yayımı durdurulan,kapıtılan onca gazete başka bir isim altında yayını sürdürmedi mi?
Bu bağlamda Kürtlere devlet eliyle uygulanan zulmü en insani ve vicdani yönüyle bu sütünlara taşıyorsunuz ama bu anlamsız kavganın neden sürdüğü yeterince sorgulamıyorsunuz.Dersim katliamını sayısız kez işlediniz.İnsani duyarlılık adına haddim olmayarak takdir ediyorum bu çabalaınızı.Ama unutmayın o katliamların dayandığı nedenleri tüm gerçeklği ve yalınlığı sorgulamadığız müddeçe böyle başladığımız noktaya döneriz.Misal devlet güçleri sırf Kürt kanı dökmek için ordularını Dersime yığmış olamaz.Demek ki ortada ciddi bir sıkıntı,bir sorun var.Ve bu sorunlar nasıl tamımlarsak tanımlayalım tüm boyutlarıyla masaya yatırılmadan kendilğinden ortadan kalkmaz.Kısacası ne Kürtler durduk yerde isyan çıkarmış olabilir ne Türk Devleti sırf zevk olsun diye orantısız güç kullanmış olabilir.Sorunun varlığına neden olan arızalar giderilmedikçe müspet bir netice elde etmek mümkün değil.Nitekim de görüyoruz,bir asırdan fazla bir geçmişe sahip bu anlaşmazlık bölgesel aşiret isyanlarıyla başladı PKK’yla devam etti.Şayetkalıcı bir çözüm yolu bulunmazsa yarın daha farklı boyutla bizleri toplum olarak meşgul etmeye devam edecektir.Bu bir realitedir.Alternatif bir çözüm bulunmadığı sürece hiçbirsorun kendiliğinden çözülmez.
Ne bübadalesi,ne avı?Milliyetçi duygulardan kurtulun,Kürterin sizinle aşit haklara sahip olabileceği cesur adımlar atın.Çünkü ne derseniz deyin Kürtler hala ikinci vatandaştır bu coğrafyada.Provokasyon yaratan ırkçılara “vatandaş”Kürtlerin-ki pek çoğu tasvip edilemez-tepkilerine ise “terör örgütü yandaşı”şeklinde medyadaki hoyrat yakıştırmalar bile Kürtlerin ne kadar “eşit”olduğunu göstergesi değil midir?
Yazan:MY Tarih: May 11, 2011 | Reply
@Durhat,
Bütün yazdiklarinizi okudum, sanirim ben sizi oldugunuzdan daha “ayrilikçi” sanmisim, siz de beni oldugumdan daha fazla “milliyetçi”. Ufak tefek ayrilan fikirlerim olsa da son yorumunuzdaki hassasiyetleri paylasiyorum. Sanirim GERçEKTEN ayrildigimiz tek bir yer var, orada da fikirlerinizi ögrenmek isterim:
iyimserlik-Kötümserlik ve/veya Zaman-çözüm algimiz farkli.
Su anki durumu begenmiyorum yani 2011 Türkiyesi sadece Kürtler ya da tesettürlü kizlar degil hiç kimse için ideal degil. Burada hemfikiriz. Milliyetçi ve Laik Yobaz zihniyet tasfiye olmadi.
Ama sahsen gelecege dönük olarak iyimserim. Ne AKP, ne Ergenekon davasi, çünkü öncelikle halkin kendisinden ümitliyim. “Kürt” kelimesini yazdi diye gazeteci tutuklayan bir Türkiye’den “Kürtler ne istiyor?” diye sorabilen bir Türkiye’ye geldik. 27 Nisan’da Gaziantep’te kizlar ilâhi okudu diye muhtira veren üniformali eskiyalarin Türkiyesinde yasamiyoruz. Yasar Büyükanit’in, Ilker Basbug’un nazi komutani gibi tehditler savurabildigi bir ülke degil bizim Türkiyemiz. Evet, sizin ve benim özledigim ülke olmadi henüz ama olabilir.
Tabi olMAyabilir de. Eger hassas insanlar çalismaya devam ederse olur. Bakin eskiden Türkiye insanina ne düsünecegini Hürriyet gazetesi dikte ederdi. Bugün TARAF var. Evet, Hirant Dink vuruldu. Ama ne bileyim, meselâ Osman Can gibi insanlar var.
Siz bile yukarida yazdiklarinizin onda birini 1990’li yillarda yazsaydiniz belki 100 yil hapse mahkum edilirdiniz.
Bu bir iyilesme sürecidir. Takdir edersiniz ki Kanserden kurtulmak ile nezleden kurtulmaya benzemez. Türkiye 80 yillik hatalari tamir etmeye çalisiyor. Türkiye diyorum çünkü AKP tek basina yapmiyor, yapamaz bunlari. Bakin surada tartisan Logic, siz, diger bütün yorumcular… Hepimiz damla damla ilaç tasiyoruz. Olabilir, hastamiz iyilesebilir. Ölebilir de. ikisi de mümkün. Ama tek tek, birey olarak sesimizi çikarmaya devam etmemiz gerek.
Yargida, sagda solda kösesine sinmis bir sürü adam var. Bugün bir ögretmen okul çikisi basini örten kizi yakalayip tartaklamis. Bu gibi adamlar var. Bunlarin bir kismi savci, bir kismi hakim vs. Bazisi mahkemeye verilecek, bazisi uyanacak, vicdaninin sesini duyacak, bazisi emekli olacak, ölecek. Bir sekilde bunlardan da kurtulacagiz.
Milliyetçilik virüsü çok bulasici. Her gün yasiyoruz bunu. Bütün Türkiye’den TAMAMEN temizlenmesi imkânsiz. Ama “sürdürülebilir” bir seviyeye çekilecek. Tabi ekonomik kriz, savas vb dönemlerde yeniden dirilir, o ayri. Bakin Avrupa’da irkçilik diriliyor mesela.
Türkiye’de de yobaz laiklik ve Kürt düsmanligi basta olmak üzere bütün fikrî hastaliklar gerileyebilir. Bunun için TBMM’ye büyük görev düsüyor. Ama gazetecisi, akademisyeni, siradan vatandasi… her kesimden insan ile sabirla, igne ile kuyu kazmaya devam edecegiz.
Dönem dönem gerileme olacak, aksaklik olacak, yilmadan ugrasmak lazim.
Buraya kadar okuduysaniz sabriniza tesekkürler 🙂
Yazan:ufuk tan Tarih: May 12, 2011 | Reply
Tarihi Kürd bölgesi neresiyse toprak sorunu oradan başlar.İran,Irak,Suriye hatta Ermenistanın bir bölümü.Şunu belirteyimki kendim Kürd değilim,Kürdlerin kendi kendilerini yönetmelerinden yanayım.Ulus devletler bitmiştir masalınıda bir tarafa bırakın lütfen,kapitalizm devam ettikçe sermayenin koruyucusu ulus devletlerde devam edecektir.
Kürdlerin çoğunluğu ayrılma taraftarı olmayabilir,onların kararına saygı duyarım.Çümkü kendi kaderini tayin hakkı sadece ayrılmayı gerektirmez.birlikte yaşamanın koşullarınıda belirlemeyi gerektirir.Evet Arap ulusuda emperyalist devletlerin çizdiği sahte sınırlara hapsolmuşlardır,onlarında ulus olarak birleşmeleri gerekmektedir.Bu ilerici bir görüştür.
Türkiye’de yaşayan diğer azınlık uluslar içinde kendi kaderini tayin hakkı geçerlidir.Türkiye devletinin bu günkü tekçi yapısını savunmak(ulusal olarakta-dini ve hezhepsel olarakta) gericiliktir.Ulus devlete sahip çıkarak,ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkına karşı çıkarak yapılan şey,tamda milliyetçiliktir.Ezilen yada parçalanmış ulusların birleşmek ve özgürleşmek için yaptıkları ezilen ulus milliyetçiliğidir, ve bu ezen ulus milliyetçiliğinden kat be kat farklıdır.Birincisi yok etmeyi asimile etmeyi,diğeride özgürleşmeyi hedefler.
Asıl özgürleşme tüm ezilen sınıfların ve halkların iktidara gelmesidir.Sömürünün olmadığı bir düzen.Bunuda her kes biliyor.
Yazan:sKaya Tarih: May 12, 2011 | Reply
Cidden kafa karışıklığı söz konusu olan. Buna bakış açısı diyemiyorum. Çünkü kendi içinde tutarlı her türlü bakış açısı ile ya uzlaşabilirsiniz ya da uzlaşamayacağınızı net olarak anlarsınız.
Belki bakış açısı tutarlı ancak, ifade etme biçimimizde bir problem var. Bu arada, ifade problemi yaşayanlar diyerek kendimi ayrı tutmadığımı da belirteyim. Sanırım sorun hassasiyetler ile doğrudan ilgili, hassas olduğumuz konuda aşırı tepki veriyoruz sanırım.
Ufuk Tan’ın (bana göre açık biçimde toprak ayrımını savunan) yazısına karşı eleştirime @durhat’ın verdiği tepki ilk etapta Ufuk tan ile @durhat aynı paralelde düşünüyor izlenimini ister istemez düşündürdü . Şu cümleler nasıl yorumlanmalı?
@MY’ye cevaben yazdığı yazı da ise, kendi cümleleri ile “bölünme taraftarı” olmadığını net olarak ifade etmiş ki, bu ifadeleriyle benim için @durhat “tartışılabilen” bir noktaya taşınmıştır. Farklı düşündüğümüz birçok nokta var, ancak tartışılabilen birisiyle ortak zeminde bulunma şansımız her zaman vardır. Sakın bu “tartışılabilen” sözüme farklı anlam yüklemeyin. Aşağıdaki şekilde değerlendirirseniz mutlu olurum.
Demiştim. Niye mi? Çünkü benim düşünceme göre sözde değil, özde barış yanlısı Kürtler, bu ülkeye barışın gelmesi için benden daha çok katkı yapacaklardır. Birlikte protesto yürüyüşüne gelmiş olmasına rağmen (yani benzer hassasiyetleri taşırken) sağa sola taş, Molotof kokteyli atanların önüne geçip kendini siper eden, engellemeye çalışan Kürtler, yüzlerce “İnternet Silahşörü”nden (tıpkı şu an benim yaptığım gibi) daha fazla saygıyı ve takdiri hak etmektedir.
Ancak @durhat gibi barış yanlıları dahil, başta belirttiğim hassasiyetler nedeniyle, ya kendimiz de ya da karşımızdakinde kafa karışıklığı yaratıyoruz.
Bu cümlelerde kesin bir kabul yok mu? Bu cümleler bir Kürt milliyetçisi söylemini çağrıştırmıyor mu?
Endişe demeyelim de, yeni bir sorunun başlangıcı diyelim. Yukarıda arkadaşlar örneklerini verdi, o Kürdistan içindeki Arap, Türkmen, Süryani vs. için adil oldu mu şimdi? Mesela Ahlat ve Adilcevaz’ı ne yapalım? Bunu cidden soruyorum, mübadele mi, Lesotho tarzı bir sınır mı, yoksa Kürdistan denilen bölge içinde bir azınlıktır deyip geçelim mi? Sizce böyle bir çözüm hakikaten yeni problemlerin başlangıcı olmayacak mı?
Sırf üzerinde tartışılabilsin diye o sınırları çizmeye kalkın problemleri siz de göreceksiniz.
Sizin gibi bölünme yanlısı olmayan, barış isteyen birisi bile; ya bu kafa karışıklığını yaşarken veya (paradigmalarımız ve hassasiyetlerimiz nedeniyle diyelim) bize yaşatırken Ufuk tan ile orta noktayı nasıl bulacağız?
Yazan:sKaya Tarih: May 12, 2011 | Reply
Birleşsinler yani.
Şimdi de ayrılsınlar mı?
Irkçı milliyetçilerle bu söylemler arasında bir nüans var yani, öyle mi? Turnusol kağıdı da ezilmişlik.
Ezilmişlik ölçüsü nedir?
Ezilen ulus derken, o ulusu belirleyen etnik kimlik mi?
Kafam karıştı?
Bir ben bilmiyormuşum öğrenmiş oldum.
Ben sanıyordum ki,ezilen sınıf ve halklar iktidara gelince,yeni ezenler artık onlar oluyor. Bknz. SSCB
———-
Üslubum için özür diliyorum, ama tam da böyle hissettim
Yazan:Stefan Yeresyan Tarih: May 12, 2011 | Reply
bak sen şu işe… ermenistandaki milliyetçiler çok gülecekler arapları hiç sormayın zaten… tarihi kürt bölgesi + büyük sırbistan + yunanların ENOSIS bölgesi + büyük ermenistan (diyarbakırı da kapsar!) + büyük türk ülküsü (osmanlı,selçuklu, ortaasya) + … bütün milliyetçi rüyaları toplarsanız jüpiter bile yetmez size yahu. bence jüpiteri verelim milliyetçi kürtlere.istediginiz kadar molotof kokteyli atarsınız, oksijen yok, yakamazsınız masum insanları 🙂 bizde rhat ederiz burda.
Yazan:durhat Tarih: May 12, 2011 | Reply
Belki de GERÇEKTEN ayrıldığımız hiçbir nokta yok,sadece birbirimizi anlamakta sıkıntı yaşıyoruz.Yani isabetle buyurduğunuz gibi birbirimizi ayrılıkçı/milliyetçi falan düşünmeye başlıyoruz.Bunun suçlusu biz değiliz.Yaşadığımız koşullar bu tip algılara neden oluyor.
Fikrimi sormuşsunuz.Fikrim şudur,niyet okumalarından kurtulmanın yolunu bulacağız hep beraber.Karşıdakini bağnazlıkla suçlama rehavetine kapılmaktan kurtulursak daha iyi anlaşabileceğiz.
Misal,BDP’nin şiddetten medet uman basiretsizliği eleştirildiğinde bundan milliyetçilik çıkarımına varılmamlı.Aynı şekilde “madalyonun başka yüzü var”diyenleri de potansiyel ayrılıkçı/bölücü fikirlere sahip olduğu algısından vazgeçilmeli.
İlk yorumumu okudunuz mu bilmiyorum.Sanırım yazdıklarımdan ötürü Türk milliyetçisi olmam gerekirdi.Lakin şiddette karşı gösterdiğim bu net tutuma karşı farklı boyutlarıyla konuya yaklaştığımda da hemen linç kampanyası başlıyor(sizin için söylemiyorum).
Peki bu nasıl bir algı şeklidir?Bir insan hem Türk milliyetçisi hem de Kürt ayrılıkçısı olabilir mi?Bizde oluyor maalesef.Ezberlerin dışına çıkıp kutsallara dokunduğunuz anda artık fikirleriniz değil kim olduğunuz önem kazanıyor.
Bir başka yorumcu, etnik kimliğimi veya adiyetimi önceden eliyle koymuş gibi bilircesine saydırmış diğer etnik kimlikler için ne düşündüğümü sormuş.Sanki yememişim içmemişim bütün ömrümü diğer etnik unsurların inkarına adamışım.Yahu dur bakalım,belki de tasasına düştüğün o unsurlardan birine de ait olabilirim.
Açıkçası konunun yakıcılığıdır anlaşamamıza sebep.Kürt sorunu ya da adı her neyse işte tam da bu yakıcı olanındandır.En ufak bir fikir ayrılığı bile etiketlemelerle,niyetokumalarla tıkanmaya mahkum kalıyor.
Tamam ikinci yorumumdan çok da gurur duymuyorum.Lakin toprak lafı geçince hassasiyetleri devreye giren arkadaşı karşı abartılı tepki verdim.Ne yani toprak/vatan sözcükleri “konuşmanın bittiği yer”mi oluyor?Kaldı ki toprak lafını dillendiren yorumcu Kürt olmadığını beyan ediyor daha ne olsun?Fikri mi doğru bulunmadı,bunun karşısına argüman konur.Öyle yok Zazalar ne olacak,Araplar için ne düşünüyorsunuz,Boşnaklara nasıl bir duygu besliyorsunuz testleriyle sürdürülen bir tartışmadan ortalama bir ikna zemininin yakalanabileceğini ya da azgari müştereklerde uzlaşılabileceğini düşünmüyorum.Ne yalan söyleyeyim tek sermayesi bu tür çıkarımlar olanlardan hazzetmiyorum.Yoksa BDP’nin yaslandığı şiddet yöntemlerinin en başta Kürtlere zarar verdiğini ve Kürtleri zor duruma düşürdüğünü bilmiyor değilim.Devletin uyguladığı zulmden fazlasını BDP ve şurekası Kürtler üzerinde deniyor.Ancak bu ahmakça siyaset Kürtlerin diğer uluslar gibi kendi kaderini tayin etme hakkını yok saymaz.Yorumcu arkadaş Ufuk Tan’ın işaret ettiği gibi illede bağımsız devlet şart değil,birlikte yaşama koşulları oluşturulmalıdır.
Görünürde bu koşulların esamesi yoktur.Olmadıkça da Türküyle,Kürdüyle bu sorundan kurtulmamız zor görünüyor.
İlginiz için ve okuma sabrınız için ben de size teşekkür ediyorum.
Saygılarımla.
Yazan:sKaya Tarih: May 12, 2011 | Reply
@durhat,
Buna bir tercih mi demeliyim, yoksa “yok farzetme” yöntemi mi bilemiyorum. Ancak üçüncü kişiler üzerinden yorumlarıma cevap vermeniz pek şık değil. Cevaplanmaya değer bulmayabilirsiniz, ..ki anlayabilirim. Ama bu tarzınız, bir önceki yorumumda biraz üstü kapalı belirttiğim kafa karışıklığınızın bir yansıması sanırım.
Oysa ne güzel başlamışsınız son yoruma,
Diyerek de, güzel bir tespit yapmışsınız.
İşte problemler burada başlıyor. Ben hassasiyetlerden bahsederken, kendi hassasiyetim kadar sizin hassasiyetinizden de üstü kapalı dem vurmuştum. Ama üstünüze alınmadığınız anlaşılıyor. İnşallah “ben haklıyım” düşüncesinden kaynaklanmıyordur.
Toprak/vatan sözcükleri konuşmayı bitirir mi? Tersinden bakalım isterseniz: “Bu toprakları biz damarlarımızdaki asil kanla kazandık, siz kimsiniz, beğenmiyorsanız çekin gidin” diyen bir ırkçı ile siz ne konuşmayı umarsınız.
Bölünmek isteyen birisine, bu bölünmenin nasıl olacağını sormak haklı argüman değil mi sizce? Bölünmek istemeyen birisinin, bu sorulara muhatap olmasını gerektirecek bir durum yok zaten.
Kafanız bu yüzden karışık veya bizimkisini karıştırıyorsunuz. Bölünmek istemediğinizi, ikinci yorumunuzun maksadını aştığınızı/aşırı tepki verdiğinizi belirtmişsiniz. Sonradan sahiplenmediğiniz bir yorum üzerine yazılan eleştiriye şimdi neden tepki veriyorsunuz ki. O soruların muhatabı bölünmeyi savunanlardır.
Hakikaten çıkarım mı? Baştan yorumlarınızı tekrar okumaya ne dersiniz?
BDP özelinde aşırı bir eleştiri/özeleştiriyi dahi içinde barındıran, barışa yönelik tespitleriniz bunlar.
Peşinden gelen bu cümleyi nasıl yorumlamalıyız. Şimdi problem argümanda mı, ifadede mi, kafa karışıklığında mı?
Ya Kürtler kendi kaderini tayin etme hakkını, ayrılmak yönünde kullanırsa, sizce sorun yok mu? Herkes kendi kaderini kendi tayin etmeye kalkarsa ortak uzlaşma nasıl bulunacak. Ya bir türk ırkçısı da, kendi kaderlerini Kürtleri yok ederek tayin etmek istiyorsa, ne olacak? Bu kader ortak kaderimiz olamaz mı? Beraber tayin etsek nasıl olur?
Hakikaten kafanız karışık, veya yanlış ifadelerle bizimkini karıştırıyorsunuz. “illede bağımsız devlet şart değil” demek aslında olursa iyi olur demektir. Cümlenin geri kalanı ise tahminime göre asıl vurgulamak istediğiniz husus.
Kafanız karışık dediğim için bana tepki verdiğinizi/verebileceğinizi tahmin edebiliyorum. Ancak siz hep sorunları sıralamışsınız, çözüme dair “ortak yaşama koşulları” gibi yuvarlak cümle dışında somut bir argüman bize sunmuyorsunuz ki?
Ufuk tan’ın yorumuna da sahip çıkıyorsunuz, Kürtlerin kendi kaderini kendilerinin belirlemesinden de dem vuruyorsunuz, vatan/toprak deyince bu ne tepki diyorsunuz, BDP’yi devletten fazla zulüm uygulamakla suçluyorsunuz, sonra birlikte yaşama koşulları oluşturulmalıdır diyerek tamamlıyorsunuz.
Yaşanan sorunlarla (haklı olarak) fazla meşgul olmaktan, çözüm önerilerine dair net bir tavrınız yok sanırım. O da olur bu da olur, nasıl yaparsınız o sizin sorununuz, yeter ki bunca yıl yaşanan haksızlıkların hesabı verilsin, tarzı bir yaklaşım mıdır sizin ki? O da karışık.
İşte bir önceki cümlenin önünü tıkayan bir tespit daha. Eğer “Esame” diye aynı şeyden bahsediyorsak, Kart-kurttan nerelere geldiğimizi görmek bile yeter. Yeterli mi? Tabii ki hayır. Ama merdivenin basamakları maalesef böyle çıkılıyor.
Benim bu yorumumu muhatap almayabilirsiniz, ancak kendi yorumlarınızı bir kez daha sindire sindire okursanız beni mutlu edersiniz.
Yazan:durhat Tarih: May 12, 2011 | Reply
@sKaya,
Haklısınız,yorumlarınızı cevaplama şekli -yeniden okuduğumda-benim de içime sinmedi.Tartışmaya dahil ettiğime göre size hitaben yazmam daha makul olurdu.Yalnız hatamı kabul etmekle beraber sizi temin ederim ki düşündüğünüz anlamda kabalıkla tepki vermeyi amaçlamadım.Dikkat ederseniz,”tepkim abartılı oldu”şeklinde yumuşatıcı bir gönderme vardı.
Haklı çıkmayı zaman zaman hepimiz arzu edebiliriz.Muhtemelen ben de nefsime yenik düşerek “haklı olduğumu”kanıtlayacak şekilde bir algıya sebebiyet vermiş olabilirim.Bunun tam olarak neresindeyim bilmiyorum ama haklı çıkmaktan çok anlaşılmayı yeğlediğimi bilmenizi isterim.Yine de meramımı doğru anlatamamktan ötürü bu iki şeyi karıştırmış olabilirim.
Sizin için bir anlamı olacaksa evet son paragraftaki sözlerinizde haklılık payı var:Tek taraflı değil hassasiyetleriniz.Bunu değerlendirmeyi atlamışım.
O halde düzelteyim.Diğer yorumlarınızı tekrar okudum.Hadiseye son derece insani duyarlılıkla yaklaşmışsınız.Tepkime neden olan şey bazı kavramların tabulaştırılmasınadır.Tabulaştırma gibi bir eğiliminiz yoksa bile”konuşmanın bittiği yer”ifadesine takıldım.Bence hiçbir aykırı fikir konuşma ve diyaloga engel olmamalı.Takdir edersiniz ki her zamandan çok diyalog ve uzlaşmaya ihtiyacımız var.
Bitirmesin diyorum ben de.Eleştirimin temelinde bu kaygı yatıyor yanlış ifade etmiş olsam bile.
Bakın burada ciddi bir karışıklık var.Haklı argüman ile uygun/doğru argüman aynı şey değil.Haklılık üzerinden bakarsak “bölünmeyi isteyen”kişi de kendine göre haklı olabilir.Bunlar birer tercih.Haklılığı haksızlığı görecedir.Lakin oturup tartışılabilmeli diyorum.Zira bölünmek istemek (ya da bölünme taraftarı olmak) ile bölünmenin dahi özgürce tartışılmasını istemek birbirinden farklıdır.Ulus-devlet,ulusların kaderini tayın hakkı,bağımsız devlet talebi vs konular dokunulamaz kutsallar olmaktan çıkarılmalı.Zira “sakıncası”nedeniyle konuşmanın dışına itildikçe bu tür kavramların daha keskin ideolojilere evrilme riski daha yüksektir.
Dolayısıyla sizinle beraber Bağımsız bir Kürdistan devletinin Kürtler için de Türkler için de doğru bir tercih olamayacağını tüm ayrıntılarıyla konuşabilmeliyiz.Lakin sınırsız olması kaydıyla.Şuraya kadar tartışılabilir dedik miydi inanın bu yarardan çok zarar getirir.Tabi bu arada Türkiye coğrafyasının salt Kürtler ve Türklerden teşekkül olmadığına da katılıyorum.Tartışma alanı geniş tutulabilirse belki de kimlikler üzerinden değil insanı önceleyen kısmına gelme şansımız yüksek olacaktır.Bilmem katılır mısınız?
Yorumunuzun kalan bölümünü de yarına bırakıyorum izninizle.Şimdilik esen kalın.
Yazan:sKaya Tarih: May 13, 2011 | Reply
@durhat
Katılmak ne demek, önünde saygıyla eğilirim.
Karışıklık olmasın diye, çoğunlukla olumlu bulduğum yorumunuza dair bir iki hususu dile getirmeyi sonraya bırakıyorum.
Bu arada “haklı argüman” “doğru argüman” tespitiniz çok yerinde. Bu hususu atlamışım, bazen bir kelimenin üzerinde fazlaca düşünülmesi gerekiyor demek ki.
Saygılarımla.
Yazan:mrtnrn Tarih: May 13, 2011 | Reply
@durhat ve @sKaya arasında yürüyen tartışmaya bakınca seviye Kürt sorunun çözümü açısından umut vaat ediyor… Son olarak @durhat’ın söylediği üzere sorunları özgürce tartışma boyutuna erişebildi… Yani en azından @ufuk tan’ın 1960 model solculuğundan daha müspet adımlar var…
Şöyle bir çıkarımda bulunsam yanlış mı olur acaba?..
Bu sorunun görüldüğü kadarıyla iki boyutu var:
İlk olarak üslup sorunu… Kürt sorunu gündeme geldiği zaman bir taraf diğerini en baştan bölücülükle suçlarken, diğeri ise karşı tarafı milliyetçilikle suçluyor(aslına bakarsınız bence ikisi de suç değil)… Bu nedenle tartışma bu ithamlardan öteye taşınamadan bu sorunun çözümü için bize en lazım olan DİYALOG gerçekleşemiyor…
Bu noktada @ufuk tan’a ve @durhat’a da sormak istiyorum… @ufuk tan tarafından yazılan yorumlar DİYALOG’a açık yorumlar mı acaba?
Diğer taraftan böyle bir DİYALOG’un gerçekleşebildiğini de @durhat’ın yorumları bize gösterdi…
Mevzunun ikinci boyutu ise birlikte yaşama üzerine tartışılan konuların somut ve her iki taraf için yapıcı seçenekler ortaya konması…
Mesela kendi kaderini tayin hakkı tartışılsın tamam… Fakat kendi kaderini tayin hakkının da ulus devlet anlayışının bir eseri olduğu, yine ulusların “kendi kaderini tayin hakkı”nın kabul edilmesinden sonra Osmanlı’nın, Ortadoğu’nun parça parça topraklara ayrıldığını, ancak Avrupa’nın tam tersine daha birleşik bir yapı haline geldiğini görelim… Hadi onu geçtim ulus-devleti aşırdığımız Avrupa’nın AB ile daha fazla birleşmeye çalıştığını söylemeden de geçmeyelim…
Dil konusuna gelirsek… Hepimizin koştura koştura İngilizce kursuna gittiğimiz bir zamanda Kürtçe’nin bu ülkede İngilizce’den “bölücü” olamayacağını görelim… Kürtçe’ye karşı “aslan” kesilen dil milliyetçilerinin bunu en başta İngilizce için yapmaları gerektiğini söyleyelim… Eğer millete Türkçe konuşturmak istiyorsak Kürtçe’yi yasaklamak yerine Türkçe’yi cazip hale getirelim… Bkz: İngilizce’nin şu an bizim için olduğu gibi… Bkz: Gülen Hareketi’nin yurtdışında Türkçe öğrettiği çocuklar gibi…
Hatta Kürtçe’nin normal hayatta kullanılması ve yaşatılması konusunda devlet tarafından desteklenmesi gerektiğini de söyleyelim…
Ancak ,-kabul edin etmeyin- diğer taraftan anadilde eğitim gibi sebeplerle şu an Belçika denen devletin yıkılmakta olduğunu, İspanya’da anadilde eğitimin bir çözüm olmadığı gerçeğini de görelim…
Lafı uzatmayayım… Demek istediğim, DD’de yayınlanan Kürt Sorunu’nun bir diyagonal çerçevesinde irdelenmesi gerektiğini vurgulayan bir yazı vardı… İşte buraya göre her iki toplumun menfaatlerinin ortak noktada bulaşacağı somut adımların, seçeneklerin ortaya konacağı somut adımlar üzerine DİYALOG geliştirelim…
Yazan:mrtnrn Tarih: May 13, 2011 | Reply
son kısımda bahsettiğim yazının linkini eklemeyi unutmuşum:
Galtung Diyagonali Penceresinden Kürt Sorunu
kusura bakmayın…
Yazan:durhat Tarih: May 13, 2011 | Reply
Sayın KAYA,
Kaldığım yerden devam ediyorum.Daha doğrusu “kafa karışıklığı”na neden olan en kritik yerine geliyorum.
Yine biraz alıntı yapalım:
Bunlar yorumumdan alıntı,bana ait sözler.Sanırım alt alta getirildiğinde kendi içinde çelişkili görünmüş size.Özellikle de son cümle.
Sanırım siz bundan, “BDP,yanlış siyasetine rağmen Kürtlerin hak ve talepleri noktasında temcilcidir dolayısı ile tek alternatiftir”şeklinde algılamışsınız(yanılıyorsam düzeltin).
Oysa söylemek istediğim bu değildi.Tutun ki “PKK’nın silah ve şiddette ısrar etmesi Kürt halkının meşru taleplerinin yok sayılmasına engel değil,olmamalıdır”deseydim çelişkili bulur muydunuz?
Bu bağlamda:
diye sormuşsunuz ya,sanırım ifadede.Daha doğrusu ifade biçimimden kaynaklı.
Ha,kafa karışıklığıma verebilirsiniz.Zira yöntemleri doğru veya yanlış bugün Kürt halkının hak ve taleplerinin tek temsilcisi BDP olarak biliniyor(ya da daha etkilidir diyelim).Dolayısı ile benim gibi sesi BDP kadar çıkmayan sessiz çoğunluk’u bazen siz Türk aydınları BDP’yle özdeş tutma algısına düşünüyorsunuz.Oysa BDP’nin Kürtlerin mağduriyeti üzerinden yürüttüğü ve “başarı ve kazanımları”yine Kürtlerin mağdur olmasına endekslediği hazır duygusal zemini üzerinden sürdürdüğü sakat siyasetin dışında da alternatif görüşler var.Yani sanıldığı gibi siyasi ve ideolojik duruş anlamında bir homojenlik yok.Dediğim gibi bu sessiz çoğunluk BDP kadar etkili değil ve yeterince gündeme yansımıyor farklı görüşler.Tabi bunun bir çok nedeni var.En başta PKK ve BDP’nin bölgede korku ve sindirmeyle teksesliğiğe doğru bir iklim yaratmış olmasının büyük bir payı var bunda.Ancak bunun yanı sıra demokrat ve aydın çevreler de-sizin görüşlerinizin satır aralarında da seziliyor bu-Kürtler lehine olaşabilecek görüşler noktasında yanılgıya düşebiliyor.
Kısacası meşru haklarını talep eden her Kürdü PKK veya BDP yanlısı görmek yanılgıdır.
Tabi konuşup tartıştıkça bu tür kafa karışıklıkları kısmen aşılacaktır.Onun için ısrarla “sözün bittiği yer”e gelmeyelim diyorum.
——————
Biraz parça parça oldu farkındayım.Zaman sorunum var biraz.Acaleye gelsin istemiyorum,birbirimizi daha iyi anlayabilecek şekilde sizinle fikir alışverişim sürecek.Tabi sizin için de mahsuru yoksa.Şimdilik hoşçakalın.
Yazan:sKaya Tarih: May 13, 2011 | Reply
Yazı dilinde bu problemlerle sık sık karşılaşıyorum. Çünkü sözcüklere farklı anlamlar yüklenebiliyor. Evet “tartışmanın bittiği yer” diyerek yanlış anlamaya çanak tuttuğumu kabul ediyorum. Ancak takdir edin ki, kullandığımız her argüman için uzun bir dipnot hazırlamak bu tür fikir platformları için çok zahmetli, fikirlerimizi bir kitapta açıklıyor olsak neyse.
“Tartışmanın bittiği yer” ile ne demek istedim:
Sanırım her ikimizde tartışmadan kastın “diyalog” olduğunda hemfikiriz. Diyalog ise birbirini anlamak ama daha önemlisi “orta yolu bulmak” adına gerçekleştirilir, diye düşünüyorum.
Amaç bu sorunu birlikte çözmek ise eğer, bana göre öncelikle “kazanımlarımız” üzerinde hassas olmalıyız.
Bana göre bu mesele üzerinde ülkenin önemli “kazanım”ları var.
1. Marjinal gruplar haricinde çok az kimse artık kart-kurt diyor, MHP dahil Kürt kimliğini tanıyor. Ortak bir kazanımımız bence. (MHP zemininin Kürt kimliği ve Kürt milleti konusundaki bazı ayrı fikirleri bu konuda çözüm için önemli bir engel teşkil etmez diye düşünüyorum)
2. PKK ve BDP ayrı bir Kürt devleti istemediğini belirtti (eğer “tırtıklama” siyaseti değilse) , bu konuda ciddi bir Kürt muhalefeti de yok, bu da sorunun çözümüne dair önemli bir kazanım.
3. Devlet eliyle terörün meşru sayılamayacağına dair de ciddi bir ittifak oluştu. (Marjinaller hep olacaktır)
Bu listeyi uzatabiliriz. Bu kazanımlarımız konusunda itirazınız varsa, o zaman şimdi yazacaklarım anlamsızlaşacaktır.
Şimdi diyaloga başlarken bu kazanımlar hiç yokmuş gibi tekrar aynı konuları tartışmaya açmanın çözüme fayda sağlayacağına hiç inanmıyorum.
Yine meseleye tersten yaklaşalım: Birileri “Kürt diye bir şey yoktur kart-kurt vardır” diyor diye bunu tartışma ortamına tekrar çekelim mi? Bu çözümü kolaylaştırır mı, çetrefilleştirir mi? Yoksa mevcut kazanımlarımız üzerinden ilerlemek mi, bizi sonuca yaklaştırır.
Zaten kaygan bir zeminde piramide tırmanıyoruz, patinaj yapıp geri gitmenin kime ne faydası var. O yüzden kazanımlarımız üzerinden yeni bir tartışma benim için gereksiz ve sözün bittiği yer.
Daha da açayım, beyin jimnastiği yapıyoruz ya! Kart-kurt meselesini yeniden tartışmaya açtık diyelim. Yine farzedelim, kimsenin reddedemeyeceği tarihsel bir kaynak ortaya çıktı, meğer kart-kurt doğruymuş. Şimdi kağıtları yeniden mi karacağız. Kürt halkının bütün sıkıntıları sonlanacak mı? El ele halaylar mı çekmeye başlayacağız, bütün mesele etnik kimlik mi yani?
Aynı konuyla ilgili bir diğer husus da; gerçekçi olmak lazım ki, her iki uçtaki marjinaller karşı mahalle ile diyaloğa pek açık değil maalesef. Arasıra DD’ye takılan ırkçıları fark ediyorsunuzdur, niye kimse akıllı uslu şekilde bu kişilerle tartışmıyor sizce.
Bakın “tartışmanın bittiği yer”in dip notu en az bu kadar sürdü. Halen daha tüm fikirlerimi aktaramadığımı hissediyorum.
Gelelim ikinci meseleye
Hayır, öyle algılamadım. Zaten BDP’nin tek alternatif olduğunu da düşünmüyorum. Bana göre BDP önemli bir faktör, ancak PKK ile bağını koparamadıkça, çözümün bir parçası olamayacak gibi duruyor. Belki sizin gibilerin dahil olacağı yeni bir oluşum ile çözüm şansı daha yüksek.
Benim itirazım başlı başına “ Kürtlerin diğer uluslar gibi kendi kaderini tayin etme hakkı”na o ifadenin başındaki Kürtler yerine Türklerin, Çerkezlerin, Arapların da deseniz benim için fark etmez. Çünkü mesele kendi içinde çelişkili. Meseleye “ulus” bazında değil de “insan” bazında bakmak daha tutarlı sanırım.
Konuyu açalım isterseniz.
Önce birinci problemli ifade, “ulus” sözcüğü.
O “ulus”a yüklenen anlam nedir. İki ihtimal var gibi duruyor.
1. Etnik kimliğe dayalı Kürt ulusu
2. Diyarbakır ulusu, Hakkari ulusu gibi coğrafyaya dayalı “ulus”, (yazarken bana bile tuhaf geldi ama, “Kürt sorunu” mu, “güneydoğu sorunu” mu tartışmalarının kesişim noktası) (Hala tuhaf geldiyse, 1939 yılında Hatay meselesinin çözümünde kendi kaderini tayin edenlerin, etnik ulus değil coğrafi ulus olduğunu hatırlatmak isterim {çelişkili gibi duruyor ancak, o tayinde “et ve tırnak meselesi” yoktu})
1’inci üzerinden gidelim, yani “etnik Kürt kimliğine dayalı ulusun kendi kaderini tayini” Bir taraftan Türk ulus devleti yapılanmasının açtığı yaralar dururken, yeni bir etnik kimliğe dayalı ulus üzerinden çözüm aramak hem başlı başına çelişkili, hem de yeni sorunların başlangıcı. Hani biz etnik kimlik milliyetçiliğinden yakınıyorduk. Yeni sığınak yeri, Kürt milliyetçiliği mi? Başlangıçta adını böyle koyarak çözüm ararsanız, ulaştığınız çözüm her ne ise Kürt milliyetçiliğini pompalamayacak mı?
Hadi diyelim Kürt ulusu kendi kaderini ayrılmak yönünde tayin etti. İstanbul,İzmir’deki vs. Kürtler de buna dahil mi? Ya onlar gelmek istemezse? Buna karşılık birileri, çıkıp da “yok öyle Kürt ulusu gidiyorsa Ankara, Bursa’dakiler de gidecek demeye başlarsa”
İstanbul’da, İzmir’de yeni 6-7 Eylül olaylarının olmayacağından nasıl emin olacağız. (çünkü keskin bir ayrım söz konusu.) Misal, benim üst komşumun hali ne olacak? Koca Kürt, karısı Türk üstüne üstlük çocukları da var.
Ayrılık konusunu geçmiştik değil mi? Peki, federasyon diyelim o zaman. Yine farzedelim, etnik Kürt kimliğine dayalı “ulus” kendi kaderini federasyon yönünde tayin etti. Bu sefer önceki yorumlarımda belirttiğim Mardin, Urfa, Ahlat meseleleri ortaya çıkacak gibi duruyor.
Şimdi çıkıp onlarda “Biz de etnik Arap/etnik Türkmen kimliğimizle kendi kaderimizi tayin etmek istiyoruz. Bizi de içine alan “Kürdistan federasyonu” adı üstünde etnik bir tanımlama. Biz bunu kabul etmiyoruz” derse ne yapacağız. O ulusların da kendi kaderini tayin etme hakkı olmalı öyle değil mi?
Bundan kaçış yolu ise “birlikte yaşadığımız o insanları da kendi kaderimizi tayin etme meselesinin içine dahil etmek”ten geçiyor gibi duruyor, yani coğrafi birliktelik.
Şimdi geldik, 2’nci “ulus”a, yani coğrafi ulus.
Birincisinden daha az sorunlu gibi duruyor. Tabi o coğrafyada yaşayanlar ortak karar verebilirse. Bir de ana gövde buna onay verirse. Halen 6-7 olaylarının yaşanma ihtimali var, ama göz ardı edilebilir diyelim.
Bu kapıyı bir kez açınca, ya yarın İstanbul, İzmit, Bursa, bizde kendi coğrafyamızda kendi kaderimiz tayin etmek istiyoruz. Hadi bana eyvallah derse ne yapacağız. (Ülkenin geri kalan kesimine göre daha zengin bir coğrafya ya!!)
Absürd mü geldi? Katalan ve Flaman meselelerinin, hatta Çek, Slovak meselesinin kökenleri tam da böyle değil mi? Yarın Hakkari’nin kaderiyle başbaşa kalmıyacağını garanti edebilir misiniz? Bu arada batıda kalan Kürtlerin sorunları havada kaldı ki ona hiç girmiyorum.
Uzun oldu ama gelelim “ Kürtlerin diğer uluslar gibi kendi kaderini tayin etme hakkı”nın ikinci bölümüne.
İkincisi ise “kendi kaderini kendinin tayin etmesi” yani dikte etmesi, ortak çözüm arayışı değil yani. Herkes kendi kaderini tayin ettiğinde diğerleri buna rıza gösterecekse sorun yok. Ama bunca sorunu niye yaşıyoruz, bunca tartışmayı niye yapıyoruz zaten. Sorun orta yolu/ortak çözümü bulamamış olmak değil mi?
Diğer yandan etnik türk milliyetçileri de “şu Kürtleri tehcir edelim yönünde kaderlerini tayin etmeye karar verdiler” diyelim, hangisini önce uygulayacağız. Önceki yorumumda belirttiğim gibi benim düşüncem, “kaderimiz ortak öyleyse birlikte tayin edelim” şeklinde.
Bakın “tartışmanın bittiği yer” ile “Kürtlerin diğer uluslar gibi kendi kaderini tayin etme hakkı”ndan bunca laf çıktı. Gerekli mi gereksiz mi, tabiî ki bunu siz değerlendirebilirsiniz.
Sorun değil de çözüm odaklı düşünüldüğünde “Kürtlerin diğer uluslar gibi kendi kaderini tayin etme hakkı” için, ne var bunda demek zor oluyor.
Sonuç olarak; çözüm önerilerinizi net olarak ifade ettiğinizde, benim için problem yok. Anlaşır mıyız, anlaşamaz mıyız, o belli olmaz. Ancak eminim yeni “kazanımları” listeye ekleyebiliriz.
Kafalar karışık derken kastettiğim bu, herkes sorunları anlatıyor, çözüm konusunda yeterince kafa yormayınca, herkes algıları/hassasiyetleri ile konuya yaklaşıyor. Karşınızdaki ile çözüm arayışına nereden başlayacağınızı bilemiyorsunuz o zaman.
Buraya kadar okuma sabrı gösterdiyseniz,umarım kendimi ifade edebilmişimdir.
Saygılarımla.
Yazan:ibrahim becer Tarih: May 13, 2011 | Reply
“söylemiştim” demekten nefret ediyorum ama söylemiştim…
Yazan:durhat Tarih: May 13, 2011 | Reply
@sKaya,
Yazdıklarınızın tamamını okudum.Çoğunlukla kaygılarınızı paylaşıyorum.Ulus-devlet modeli hakikaten temel hak ve özgürlükler noktasında insan topluluklarına kazanım sağlayacak bir sistem değil.Aksine yeni problemler üretmesi de kaçınılmaz gibi görünüyor.Olası risklerini sıralamışsınız,fazlası sizi tekrar etmek olur.
Gel gelelim gelecekte karşılaşması muhtemel handikaplarına karşın,özelinde tartıştığımız Kürt sorunun kapsamında sıkça konuya dahil edilebiliyor Ulus-devlet kavramı.
İki algı üzerinde temmeleniyor bu kavram veya model:
Bir-Şu an mutabık olduğumuz yani olası riskleri açısından,
İki-Bir şekilde-talipçisi az da olsa-belirli bir kesim için “umut”(veya kurtuluş)vaddetmesi açısından.
Kısaca “karşıtları” ve “taliplileri” olmak üzere bir şekilde siyasi yaşamımızda/ toplumsal belleğimizde yer etmiş.
Dolayısı ile toplumda farklı farklı algılara yol açan Ulus-Devlet modeli,bu anlamda artı ve eksileri bir yana önümüzde bir realite olarak duruyor.Bakın bu modele duyulan gereksinim açısından söylemiyorum.Talipçisi az da olsa bir kesim tarafından bir cazibe barındırdığı ve dolayısı ile halı hazırda sürmekte olan toplumsal çatışmalara neden teşkil etmesi bir realitedir.
O halde bence öncelikle Ulus-devlete ve/veya bağımsız bir devlete duyulan özlem ve beklentinin beslendiği kaynağı doğru tespit etmek durumundayız.
Zira dünya ölçeğinde deneyimlenen benzer modellerin getirdiği yıkımlara karşın yine de yeni Ulus-Devletlere bir şekilde imreniliyor ve kurtuluş “burada”aranıyorsa bunun bir takım sosyolojik nedenleri olmalı.
Ben aklıma gelen ilk nedeni söyleyeyim:Ulus-Devlete duyulan sevdayı yine bir başka Ulus-Devlet inşa eder.Daha açık bir ifadeyele Kürtler’i ayrı bir devlet hülyasına sürükleyen yegane faktör yine Türk-Ulus devletidir.
Tarihi dikkatle inceleyin,Kürt İsyanlarını gözden geçirin,göreceksiniz ki milliyetçiliğin yükselişi ve etnik çatışmaların başladığı millat yer yer Osmanlının son dönemleri ve ardından Cumhuriyetin başlangıcıyla yaşıttır.Bu süreç ayna zamanda dünyada milliyetçilik rüzgarının estiği ve Ulıs-Devlet’lerin giderek çoğaldığı zamana tekabül eder.
Burada yorumunuzda yer verdiğiniz günümüz koşullarına dönmek istiyorum.Tabi ki Türkiye eski Türkiye değil.Çözüm adına yeterli değilse de bugün geçmişe oranla çok daha iyi bir noktadayız.Bakın sn.yorumcu mrtnrn’nin de dediği gibi çok değil 90’lı yıllarda bunları konuşmazdık.Ve dediğiniz gibi kart-kurt’lu yıllardan Kürt kimliğinin/realitesinin devletçe kabul edildiği bir döneme geldik.Bunlar elbette demokrasi adına iyi gelişmeler ve elbette birlikte elde ettiğimiz kazanımlar.Burada sorun yok,sanırım hemfikiriz.
Sanırım siz de,”denize düşen yılana sarılır”misali Ulus-Devlete duyulan sevdanın nereden kaynaklandığı konusunda hemfikirsiniz.Eski defterleri karıştırma amacında değilim.Beyaz bir sayfa açacaksak günümüzü ve geleceğimizi konuşmalıyız.
O halde şöyle söyleyebilir miyiz?Madem çıkmaz sokaklar’da çözüm arayabilecek noktaya geldik ve bu çıkmaz sokak sevdası eski hataların yıkıntıları üzerinde yeşerdi,tamam “ikinci bir hata”yapmayalım.Yani bağımsız bir devlet savdasından eskisini aratmayan bir sakat rejimden vazgeçelim.Peki sizce toplumu bu yönde ikna etmenin yolu O eski yıkıntıların izlerini tamamen silmekten/temizlemekten geçmez mi?
İşte değerli kardeşim sorun da burada başlıyor,çözümü de.
Sorun nedir?:Bir takım iyileşmelere karşın Ulus-Devletten sadır olan kronik alışkanlıklar devam ediyor.
Çözüm nedir?:Başımıza ne geldiyse madem bu Ulus-Devlet tutkusundan geldi ve madem Kürtler için çok sakıncalı bulunuyor,o zaman da itici gelen yanları törpülenecek ki inandırıcı olsun.
Ulus-Devleti çağrıştıran yapı düzeltilmedikçe sizce Kürtlere bundan uzak durun demek mantıklı mı?
Ha,değiştirilmesi/dönüştürülmesi gereken yapı nedir derseniz:Çok basit,insanların her alanda kanun önünde kendini eşit gördüğü bir hukuk devleti.Hatızatında bütün konuştuklarımız hukuk konusudur.Lakin bir takım çekincelerden dolayı bir türlü demokratik reformlar gerçekleşmiyor.Neden?Çünkü hala 1920’lerin,30’ların kafasıyla dünyaya bakıyoruz.Bilemiyorum insanların anadillerinde eğitim hakkına kavuşması acaba kime ne zarar verecek?Gelin görün ki bir türlü buna cesaret edilemiyor.Belçika örneği vermiş bir arkadaşımız.Güya böyle bir hak veilirse hepten sıkıntıya düşecekmişiz.Oysa diğer ülkelerden örnek verip yerimizde sayacağımıza pekala bir güven ortamı oluşturulabilmeliyiz.Bir yerde sorun yaratmışsa bu ille de bizde de benzer sonuçlar doğuracağı anlamına gelmez.?Ona bakarsanız iki futbol takımı için de insanlar birbirine girebiliyor,peki futbol mu yasaklanmalı?Kısacası bu bir güven ve uzlaşı meselesi.Toplumu buna ikna edersek bence başarabiliriz.Anadilde eğitim hakkı yasaklanıyor diye sokak şiddetiyle yaşama razı olacağımıza,serbest bırakılmasını da deneyelim.Belki sandığımız kadar dünyanın sonu olmayacak.En azından şimdi içinde bulunduğumuz gerilimli ortamdan kötü olmayacak zannedersem.
Tabi dediğiniz gibi biraz sabırlı olmak gerekir.Bütün bunlar süreç işi,85 yıllık kemikleşmiş yapının bir anda değişmesi mümkün değil.Ancak dediğim gibi 1930’ların psikolojisinden kurtulacak cesur adımların atılması şart.
Saygılar.
Yazan:ufuk tan Tarih: May 14, 2011 | Reply
Kürd sorunun çözümünde her fikir değerlidir.Her çözüm adımı da demokratik kazanımdır.Ama Kürd sorununun çözümünde maalesef Kürdlerin değil devletin dili konuşuluyor.Ulusların kendi kaderini tayin hakkı sadece ayrılmayı içermez yukarıda yazdığım yazıda belirttim.Birlikte yaşamanın şartlarınıda belirlemeyi içerir.Benin solculuğumda altmışlı yılların değil 1871’lerin solculuğu.O yıllardaki avrupanın üzerinde gezinen hayalet şimdi bütün dünyanın üzerinde geziniyor.
Sovyetlere gelince tarihi iyi okumanızı öneririm.Marxim-Leninizm’i okumayanlar Sovyetler üzerine tahlil yapmasınlar lütfen.Sanırım küreselleşme masallarına hala inananlar var.Ab’nin durumu ortada..
Yazan:sKaya Tarih: May 14, 2011 | Reply
@durhat
Yorumunuza büyük çoğunlukla katıldığımı öncelikle belirteyim. Yalnız bir “güya” sözcüğü sanırım tepkisel olmuş. “Ana dilde eğitim meselesi” halen kazanımlar içinde olmadığına göre tartışılabilmeli, peşin reddedilmeli.
Benim oyum ise ana dilde eğitimin, amasız, fakatsız uygulamaya geçirilmesinden yana.
Yine benim tahminime göre; “devlet refleksi”nin de bu konuda çok inatçı olmayacağını düşünüyorum. Ancak sanırım nereye kadar gidileceğinin/gidilebileceğinin görülmesi bekleniyor. Yani şu an için muhatap gibi görülen BDP’nin elini görme, diğer yanda şartların olgunlaşması bu adımı geciktiriyor sanırım.
Şunu her iki taraf da baştan kabul etmezse çözüm tıkanır. Her iki tarafın tüm tam anlamıyla tatmin olacağı bir çözüm şekli imkansız olduğuna göre; @mrtnrn’nin yukarıda bize hatırlattığı Galtung Diyagonali Penceresinden Kürt Sorunu da belirtildiği gibi (1,1) noktası için çaba göstermeliyiz.
Saygılarımla.
Yazan:durhat Tarih: May 15, 2011 | Reply
Sayın sKaya,
Yorum içinde geçen “güya”yı tepkiden ziyade bir durum tespiti açısından kullanmıştım.Daha doğrusu zihnen doğruluğuna inandığım gözlemlerimi yansıtan bir bir serzeniş sözcüğü diyebilirsiniz.Hangi görüşe ilişkin ifade edilmişse,ifadede bulunan görüş sahibinin “yanılıyor olabileceğine” dikkat çekmeyi amaçlamıştım anlayacağınız.Tabi bu düşüncemi daha pozitif bir ifadeyle de belirtebilirdim.
Uyarınız için teşekkür ederim.Zira uyarınız hem hatamı düzeltmeye hem de asıl ifade etmek istediğimi açamaya vesile oldu.
Hemen konuya geçeyim.Hatırlarsanız “güya”kelimesinin geçtiği yer anadilde eğitim hakkının geçtiği bölümdü.Malum bu ve benzer demokratik reformlara özünde karşı olmamakla beraber,sonuçları itibariyle sıkıntılar yaşanabileceğine dair kaygılar taşıyan yaygın bir kanaat var.
Ben,önemli bir karar aşamasında sonuçları itibariyle(olası riskleri hesaplanarak)atılan temkinli adımlardan rahatsız değilim.Zaman zaman yersiz bulsam da anlamaya çalışıyorum.Zira sadece anadilde eğitim hakkı serbestisi değil,mevcut sorunlarımızın çözümünde öngürülen pek çok yenilik bir şekilde “ne getirip ne götüreceği”üzerinde tartışmaya muhtaçtır.Dolayısıyla bir takım çekinceler olması doğaldır.Kısaca çekinceler de olacak,bu kaygı ve çekincelerin çözüm alternatifleri önünde bir engel oluşturmaması yönünde görüşler de olacak.
Çok şükür bu aşamada epey yol kattetik.Kalıcı çözümleri pratiğe geçirecek düzeye erişilmemiş dahi olsa pek çok sorunu konuşuyor tartışıyoruz.Bu sizin de takdir edeceğiniz gibi işin yarısıdır,önemli bir başlangıçtır.
Lakin özgür düşüncenin hayata geçtiği bu olumlu demokratik ortama karşın demokratik kazanımlar aynı oranda pratikte işlemiyor.Sadece Kürtlerle ilgili hak taleplerinde değil genel olrak süreç böyle işliyor.Düşünün yeni bir sivil anayasaya geçiş yapamıyoruz.Öyle ki ülke çapında toplumun tüm katmanlarıyla yürütülen onca kampanyaya rağmen bu çabalar”bir yerler”in engeline takılıyor ve arpa boyu yol alabiliyoruz.STK’ların,toplum kanaat önderlerinin,akademisyen ve hukukçuların koordineli yürüttüğü ve dediğim gibi toplumun bütün katmanlarının iştirak ettiği bu geniş çalışma neden bu kadar ağır aksak işliyor?Dahası kendi içinde tam mutabakat sağlamasa da hükümetin de yeni anayasa için start vermesine karşılık yaşanıyor bu tıkanıklık.
İşte mesele dönüyor dolaşıyor sonunda farklı çenincelerle akamete uğruyor.Kimine göre rejim tehlikededir,kiminin iktidar hesapları bozulacaktır…Ve en önemlisi her “yeni reformun ağır bir faturası olacak” diye topluma pompalanan korku ve endişeler nedeniyle toplum da arzu edilen desteği vermemektedir.
Tekrar konumuza dönelim.Bugün anadilde eğitim hakkının hayata geçmesiyle Türkiyenin daha çok karışacağına inanmış(ya da yukarıda değindiğim gibi olası risklerin vehmedilmesiyle inandırılmış)yüklü bir kesim var.Üniter yapıya zarar vereceği ve toplumu ayrıştıracağı kaygısı bir şekilde yer etmiş belleklerde.Oysa türlü endişelerle sürüncemede bırakılan sorunların varlığıdır ayrıştırıcı olan,çözümler değil.Bunu Kürtçe yasağında gördük,Kürtçe türkülerin yasaklanmasında,Kürt kelimesinin telaffuz edilmesinin cezalarla sonuçlandığı dönemlerde gördük.Peki ne oldu?(sorum size değil)Kürtçe Türküler yasak olmaktan çıktı da halk birbirine mi girdi?Farklı ezgilerin bangır bangır çalınması insanları mı böldü?Tecrubelerimiz,bir on yıl önceki endişelerin yersiz olduğunu gösterdi.Oysa geçmişte,bu talepler de ülke bütünlüğü adına tehlike olarak görülüyordu.
Eminim yarın bir gün anadilde eğitim hakkı tanındığında ve yasalarca güvence altına alındığında endişelerimizin yersiz olduğunu göreceğiz.Ve eminim imkansız gibi gördüğümüz bu uygulama hayata geçtiğinde bugünkü çatışmalı ortamdan çok daha iyi bir noktada olacağız.
Ama tabi işin bir diğer boyutu daha var.Sizin de isabetle belirttiğiniz gibi bunlar süreç işi.Yılların birikmiş sorunları gordion düğümü gibi çözülmesini beklemek hayal.Gönül isterdi ki bunca bedel ödenmeden,acılar yaşanmadan uzlaşabilsin orta bir yol bulunsun.”Diğer boyutu”ndan kastım,PKK’nın ısrar ettiği silahlı mücadele yönteminin garabetliğidir.Daha önce yazdım,yine söyleyeceğim;dünyanın hiçbir yerinde demokratik haklar için silahlı mücadele edildiği görülmemiştir.Eğer bağımsız bir devlet adına olsa belki kendi içinde bir mantığı olabilirdi.Oysa PKK,söylemlerinde birlikte yaşamaktan,eşit vatandaşlıktan dem vurmaktadır.Keza BDP,sivil itaatsizlik diyor-ki gayet makul ve anlaşılabilir bir protesto yöntemidir-ancak sokakları cehenneme dönüşmesine ses çıkaramayarak bundan medet umar duruma gelmiştir.Bir yorumumda BDP’nin devletten daha çok Kürt halkına zulmettiğini belirtmemin nedeni de buydu.Zira BDP,medet umduğu siyaset yöntemiyle en büyük zararı Kürtlere veriyor…Siyasi hırsları uğruna Kürt halkı iki ateş arasında kalıyor…Dükkanları yakılılyor,huzurları kaçıyor!Ve bu hikaye yeni değil.90’lı yılların başında devlet zoruyla köyleri zorla boşaltılan,evleri yakılıp yıkılan mağdur Kürtlerin en büyük müsebbiblerinden bir tanesi de BDP ve onun öncülleri aynı zihniyete sahip partilerdir.Zira PKK ve sivil uzantısı olan zihniyet devletin bu zülmüne çanak tutmuş ve Kürtlerin acıları üzerinden siyaset üretmiştir.Bugün de bu kirli eğilimden vaz geçmiş değildir.
O bakımdan diyorum ki gelin hep beraber insanı ama sadece insanı önceleyen projeler üretelim.Ne devlet ağzıyla konuşalım ne de ideoloji ve iktidar hırsını Kürt halkının öncelikli taleplerinin önüne koyan BDP’nin siyaset tarzına teslim olalım.
Tabi katı devlet anlayışı da,karşısına dikilmiş sözüm ona Kürtlerin savunucusu BDP(PKK,KCK vs)de bugün bir realite olarak karşımızda duruyor.Yapacağımız tek şey üzerimizde tepinen bu filleri taraf anlayışına kapılmadan demokrasinin veya insanlığın gerektirdiği ölçülere çekmek olmalıdır.Bizler empati geliştirdikçe devletin despot anlayışı da halkını felakete sürükleyen uç guruplar da yalnızlığa mahkum olacaktır.
Benim çözüm önerim budur.Yani şiddete baş vurmadan,Türk/Kürt takıntısından kurtularak insanların onurluca bir arada yaşabileceği yepyeni proje ve açılımlara ihtiycımız var.
Lakin bu da oldukça zor ve zahmetli.Bir toplumun içine düşmanlık tohumları ekildikçe bunu söküp atarak olaylara berrak bakmak,hatta sağlıklı düşünebilemek o kadar zor ki.
Ne diyeyim Türkü,Kürdü,Lazı,Çerkezi,Arabı;Sünnisi,Alevisi…Bu coğrafyada yaşayan tüm insanların hapsolduğu/hapsedildiği ideolojik,aidiyet taasubundan kaynaklı kamplaşmalardan arınmaları dileğiyle yorumumu bağlıyorum.
Biraz kavgalı başladı ancak sizinle fikir paylaşımında bulunmaktan keyif aldığımı belirtmek isterim.Okuma sabrını gösterdiğiniz için teşekkür ediyor,kırıcı sözlerde bulunmuşsam özür diliyorum.
Saygı ve selamlar.
Yazan:sKaya Tarih: May 15, 2011 | Reply
@durhat;
Son yorumunuz için “çoğunlukla katıldığım” ifadesini dahi kullanamıyorum. Katılmadığım hiç bir cümleniz yok.
Bana göre biz sizinle ortak noktada çoktan buluştuk. İnşallah Allah bana ve size mahallelerimizde bu duyarlılığı insanlara yaymayı nasip eder.
Özür dilenecek hiçbirşey gelişmedi aramızda. Allah şahidimdir ki ben sizden razı oldum, Allah da sizden razı olsun.
Saygılarımla.