Bir et parçası olarak komünist İnsan’ın kıymeti
By Mehmet Yılmaz on May 17, 2011 in Komünizm, Marx, Marxizm, Sosyalizm, Türk Solu
Etrafınızdaki insanlara bir bakın, o güler yüzlü komşunuz, yardım sever bakkalınız, manavın konuşkan çırağı…Yoldan geçen seyyar satıcılar, çocuklarınızın şefkatli öğretmeni… İş yerinizdeki çalışkan insanlar… Yüzlerini, huylarını hatırınızdan geçirin bir bir… Bir gün gelip de bu insanların birbirlerini yiyebileceği aklınıza gelir mi?
Şüphesiz Ukraynalılar da sizin gibi düşünüyorlardı. Ama komünizme, özel mülkiyetin iptaline, kolektivist tarım politikasına direnen halkı hizaya getirmek için Stalin onlara “iyi” bir ders verecekti: Holodomor!
“Kıtlık neticesinde aileler bölündü. Polis teşkilâtı GPU’nun belgelerine göre aileler en zayıf üyelerini ya da gelinlerini yediler. Yetişkinler çocuklarını öldürüp yemeye başladı. 2500 civarında insan yamyamlıktan tutuklandı ama gerçek rakam bunun çok üzerindeydi.” (Timothy Snyder, Bloodlands)
Stalin’in emriyle uygulanan kolektivist tarım politikalarına direnen insanların aç bırakılarak öldürülmesi yaklaşık olarak Hitler’in Yahudileri katlettiği döneme tekabül ediyor. (Bkz. Ukrayna’daki Komünizm ile Yamyamlık İlişkisi üzerine resimler) Fakat batılı tarihçiler uzun süre bu dosyayı açmak istemediler. Çünkü o dönemde Komünist Rusya “Özgür Dünya’nın” kıymetli bir müttefiki idi. Eli kanlı bir diktatör olan Hitler’i yenmek için işbirliği yapılan Stalin’in de en az Hitler kadar cani olduğunun duyulması hiç yakışık almazdı. İkinci Dünya savaşının sonuna kadar Amerikan ve Rus askerleri propaganda filmlerinde kucaklaşırken, birlikte votka içerken boy gösteriyorlardı, “cici” ekiptendi Ruslar. Almanlar ve Japonlar ise işkence vs yapan “kaka-pis ekip”. Dünya kamuoyuna kafa karıştırıcı bilgiler vermeye gerek yoktu. “Bizimkiler” iyi, “ötekiler” kötüydü. Fakat Kızılhaç görevlilerinin hazırladığı raporlarda yazanlar komünizmin, sosyalizmin ve solculuğun sağlıklı biçimde bir kez daha sorgulanması gerektiğini gösteriyor:
“…çocukları yamyam yetişkinlerden korumak için Harkov yakınlarında bir yetimhanede toplamıştık. Birden sessizleştiklerini fark ettik. Gidip baktığımızda aralarından en küçük olanı, Petrus’u yiyorlardı. […] Bazıları ağızlarını Petrus’un yaralarına dayayıp kanını içiyorlardı. Ufaklığı ötekilerin elinden kurtardık ve bir köşeye çekilip ağladık…”
Komünizmin (varsa) bir suçu insanları yamyamlaştırması değil, DEVRİM YOLUYLA İnsan’ı bütün insanlarda ortak olan vasıflara -yeme, içme, üreme, ölme- indirgemesi olabilir. (Bkz. Derin Göz kitabı) Ancak böylesi bir fikrî-vicdanî zeminde insanlar hayatta kalmak için her şeyi yapmaya hazır hale gelir ve diğer insanları birer ET PARÇASI olarak görür. Ama bu zaviyeden bakıldığında kapitalizm, liberalizm ve hatta İslâmcılık bile zan altında kalabilir. Neden böyle olur?
Çünkü mesele komünizmin NE olduğunun ötesinde, İnsan’ın NE olduğu ile alakalı. Yamyamlaşma – ET PARÇASI‘laşma sürecini incelerken tam de bu sebeple geçmişi bugüne bağlayan yolları gün yüzüne çıkarmak gerekiyor. Yani insanın insanı sömürdüğü kapitalizmden insanın insanı yediği komünizme nasıl geçildi? Bu süreci incelerken “arkeolojik” bir yaklaşım içinde olmakta fayda görüyorum: Devrimci komünistleri, Lenin’i, Stalin’i, Mao’yu, Pol Pot’u adamımız Karl Marx’a bağlayan çizgileri keşfetmek, KOMÜNİST DEVRİM olgusundan komünizmi soyutlamak ve ardından salt Devrim’e bakmak.
Elbette Rusların yanı sıra Komünist Çin’de insanların açlıktan birbirlerinin çocuklarını ve mezarlardaki cesetleri yedikleri 1958-1960 dönemi hatırlanabilir. Yakın tarihe meraklı okuyucuların bildiği gibi sorunun kaynağı özel mülkiyetin iptali ve komünist Mao’nun planlanmış kollektivist tarım politikaları idi. Proleterya devriminin bu yol kazasında da 30 ila 50 milyon çinlinin (insanın) öldüğü tahmin ediliyor. (1a ve 1b)
Ne var ki açlık dönemi dışında da “politik” sebeplerle insan eti yenmesi vakaları var komünist ülkelerde. Meselâ 1960’ların ortasından itibaren, Mao’nun kültürel devrimi esnasında bazı devrimci doktrinleri ispat etmek için de insan eti yenildi.(1c) Karaciğer gibi « üstün nitelikli » organlar çin Komünist Partisi’nin liderlerine ayırılıyordu. Araştırmacı-Yazar Zheng Yi’nin yaptığı çalışmalar neticesinde yamyamlığın komünist liderlerce teşvik edildiği hatta kurumsallaştığı çıktı ortaya.(1d) Sadece Guangxi eyaletinde mideye indirmek için öldürülen insan sayısı 10.000’i geçti. Başka kaynaklar ise 100.000 insanın yenildiğinden bahsediyor.(1e)
Bunun yanında Kamboçya’da (2) komünist Kmerlerin 1970’lerde sebep oldukları yamyamlık vakaları hatırlanabilir ama komünist devrimlerdeki bu “ufak aksaklıkların” ötesine de geçip tarihten dersler çıkarmak gerek. Zira Marx insanlık onurunu ve emeği yücelterek yola çıkmış iken komünistlerin çok kısa bir sürede nasıl insan eti yiyen bir düzen(!) kurabildiklerini anlamak dünya barışına daha fazla katkıda bulunabilir, şahsî kanaatim budur.
Devrim: DEVİR-mek değil ÇEVİR-mek!
Küçük bir etimoloji notuyla başlarsak… Devrim (fr. Révolution) bizdeki inKıLaB(3) gibi dönmekten geliyor. Bir makine parçasının eksen etrafında dönmesi ya da 16cı asırdan sonra kullanıldığı şekliyle siyasî bir düzenin ÇEV-irilmek suretiyle BAŞ AŞAĞI gelmesi! (Devir, deveran, yıldız ve gezegenlerin güneş etrafında dönmesi…)
Marx’ın dilinde ve kaleminde de böyle idi bu iş. Yani devrim demek dev-ir-mek, basit bir isyan ile zalim bir kralın tahttan indrilmesi değildi. Çünkü kralın yerine başka kral, bozuk düzenin yerine başa bir bozuk düzen gelebilirdi. Bütün eserlerinde ve nutuklarında görülebileceği gibi Marxçı devrim “yanlış” kurulmuş, TERS bir bir DÜZenin çevirilerek DÜZ bir DÜZen haline getirilmesiydi.
Peygamberleri devrimci gibi görmek/göstermek isteyen kimi dindar insanlar bunu zalim bir düzenin adil bir düzene ÇEV-irilmesi sanabilir ama bu ahmakça bir hata, tam bir HAMAKAT olur. Zira Marx için devrim yoluyla DÜZ-eltme aynı zamanda “batıl inanç” ve “afyon” olan her türlü ahlâk referansının, ahiret ve ilâhî yargı inancının da DÜZ-eltilmesini (=dünyevîleşmesini) kapsar! İyilik yerine fayda, mânâ yerine madde konur. (Bkz. “Din toplumun afyonudur” isimli makalemiz). Yani Marxçı anlamda devrim sadece siyasî rejimin devir-ilmesi değil üretim biçimlerinin, zenginliği paylaşma şeklinin fakat en başta zihinleri ve kalpleri ÇEV-irmek suretiyle insanları da DÜZ-eltmek demektir.
Bunu anlatmak için fotoğraf makinelerindeki “ters görüntü” olgusunu bir metafor olarak kullanır Marx. Engels ile birlikte kaleme aldıkları Alman İdeolojisi’nden okuyalım gerisini(4):
“…Fikirlerin, anlayışların, ve bilincin üretimi, her şeyden önce doğrudan doğruya insanların maddi faaliyetine ve karşılıklı maddi ilişkilerine (alm. Verkehr), gerçek yaşamın diline bağlıdır. İnsanların anlayışları, düşünceleri, karşılıklı zihinsel ilişkileri (alm. geistige Verkehr), bu noktada onların maddi davranışlarının dolaysız ürünü olarak ortaya çıkar. Bir halkın siyasal dilinde, yasalarının, ahlakının, dininin, metafiziğinin vb. dilinde ifadesini bulan zihinsel üretim için de aynı şey geçerlidir. Sahip oldukları anlayışları, fikirleri, vb. üretenler insanların kendileridir, ama bu insanlar, sahip oldukları üretici güçlerin belirli düzeydeki gelişmişliğinin ve bu gelişkinlik düzeyine tekabül eden -ve alabilecekleri en geniş biçimlere varıncaya kadar- karşılıklı ilişkilerinin koşullandırdığı gerçek, faal insanlardır. Bilinç hiç bir zaman bilinçli varlıktan (alm. das bewusste Sein) başka bir şey olamaz ve insanların varlığı, onların gerçek yaşam süreçleridir. İnsanlar ve sahip oldukları ilişkiler tüm ideolojilerinde sanki camera obscura’daymış [ç.n. fotoğraf makinesinin içindeki karanlık oda] gibi baş aşağı çevrilmiş bir biçimde görülüyorsa, nesnelerin gözün, ağtabakası üzerinde ters durmalarının onların dolaysız fiziksel yaşam süreçlerinin yansıması olması gibi, bu olgu da, insanların tarihsel yaşam süreçlerine aynı şeyin olmasından ileri gelmektedir. […] Yaşamı belirleyen bilinç değil, tersine, bilinci belirleyen yaşamdır...”(5)
Gelecek bölüm:
Komünizm adına yapılan katliam ve soykırımlarda Marx’ın payı nedir?
Dipnotlar:
1a° Hungry Ghosts: Mao’s Secret Famine (Jasper Becker)
1b° Mao’s Great Famine: The History of China’s Most Devastating Catastrophe (Frank Dikötter)
1c° Tibet, Tibet Une histoire personnelle d’un pays perdu (Patrick French), sayfa 222’den itibaren
1d° Stèles rouges : du totalitarisme au cannibalisme (Zheng Yi)
1e° Tibet: A quand l’Independance? (Armeline Dimier)
2° Pin Yathay, “Tu vivras, mon fils” (tr. Yaşayacaksın oğlum) L’Archipel yayınları, Ekim 2000, kolektivist tarım/gıda politikaları, açlık ve yamyamlık ile ilgili sayfalar: 146-148, 153-161, 179-183
Yazar Kızıl Kmerlerden kaçışını anlatıyor kitapta. Kapitalizme, burjuvaya, aydınlara açtıkları savaş neticesinde (sayfa 89-95) şehirleri boşaltıyor, parayı yasaklıyor ve ekonomiyi durduruyorlar. Çoğu Fransa’da okumuş Komünist liderler bu arada Kamboçya halkına karşı bir soykırım uyguluyorlar. Toplam nüfusu 7,5 milyonu geçmeyen bir ülkede yaklaşık 2 milyon insan bu soykırım esnasında öldürülüyor. Aynı konuda bir kaç kitap daha önermek gerekirse:
- Le Cambodge. Une tragédie de notre temps, (Philippe Richer), yayınevi: Presses de Sciences Po, 2001.
- Crimes, terreur, répression, (Stéphane Courtois), yayınevi: Robert Laffont, 1997.
- Le Génocide Khmer rouge : une analyse démographique, (Marek Sliwinski), yayınevi: Harmattan, 1995.
3° “…Kur’an-ı Kerim’de 130 civarında yerde tekil ve çoğul (KuLûB) halde geçen kalp, bir mastar olarak, Arap dilinde “bir şeyi bir yönden öteki yöne çevirmek” (Râgıb) anlamını taşır. Türkçedeki KaLBetmek (bir halden bir başka hale çevirmek), inkılap (bir halden bir başka hale geçiş veya geçirme) bu köktendir. Kalbin bu şeklinin türevleri (takallüb, ınKıLaB, münkalib, münkaleb) 30 küsur ayette geçer. […] Arap dilcilerine göre, bir mastar olan kalbin insanın gönlüne ad olması, gönlün çok süratle değişme ve halden hale geçmeye yatkın bir yapıya sahip bulunmasındandır. Nitekim, Hz.Peygamber (SAV) bile, Allah’ı Mukallib el-Kulûb (kalpleri halden hale sokan) diye anarak, kalbin hem varlık yapısındaki temel özelliğine, hem de filolojik yapısına dikkat çekmiştir…” (Kaynak)
4° Alman ideolojisi 1845’te yazılmış ama hemen yayınlanmamış. İlk baskısı yanılmıyorsam Rusça, Fransızcaya tercümesi ancak savaştan sonra yapılabilmiş.
5° Makalede sunulan alıntının yapıldığı paragrafın kesintisiz hali:
“…Fikirlerin, anlayışların, ve bilincin üretimi, her şeyden önce doğrudan doğruya insanların maddi faaliyetine ve karşılıklı maddi ilişkilerine (alm. Verkehr), gerçek yaşamın diline bağlıdır. İnsanların anlayışları, düşünceleri, karşılıklı zihinsel ilişkileri (alm. geistige Verkehr), bu noktada onların maddi davranışlarının dolaysız ürünü olarak ortaya çıkar. Bir halkın siyasal dilinde, yasalarının, ahlakının, dininin, metafiziğinin vb. dilinde ifadesini bulan zihinsel üretim için de aynı şey geçerlidir. Sahip oldukları anlayışları, fikirleri, vb. üretenler insanların kendileridir, ama bu insanlar, sahip oldukları üretici güçlerin belirli düzeydeki gelişmişliğinin ve bu gelişkinlik düzeyine tekabül eden -ve alabilecekleri en geniş biçimlere varıncaya kadar- karşılıklı ilişkilerinin koşullandırdığı gerçek, faal insanlardır. Bilinç hiç bir zaman bilinçli varlıktan (alm. das bewusste Sein) başka bir şey olamaz ve insanların varlığı, onların gerçek yaşam süreçleridir. İnsanlar ve sahip oldukları ilişkiler tüm ideolojilerinde sanki camera obscura’daymış [fotoğraf makinesinin içindeki karanlık oda] gibi baş aşağı çevrilmiş bir biçimde görülüyorsa, nesnelerin gözün, ağtabakası üzerinde ters durmalarının onların dolaysız fiziksel yaşam süreçlerinin yansıması olması gibi, bu olgu da, insanların tarihsel yaşam süreçlerine aynı şeyin olmasından ileri gelmektedir.
Gökten yeryüzüne inen Alman felsefesinin tam tersine, burada, yerden gökyüzüne çıkılır. Başka deyişle, etten ve kemikten insanlara varmak için, ne insanların söylediklerinden, imgelerinden, kavradıklarından ve ne de anlatıldığı, düşünüldüğü, imgelendiği ve kavrandığı biçimiyle insandan yola çıkılır; gerçek faal insanlardan yola çıkılır ve bu yaşam sürecinin ideolojik yansıma ve yankılarının gelişmesi de, insanların bu gerçek yaşam süreçlerinden hareketle ortaya konulabilir. Ve hatta insan beyninin olağanüstü hayalleri (alm. Nebelbildungen) bile deneysel olarak saptanabilen ve maddi temellere dayanan, insanların yaşam süreçlerinin zorunlu yüceltmeleridir. Bu bakımdan ahlak, din, metafizik, ve ideolojinin tüm geri kalan kısmı ve bunlara tekabül eden bilinç biçimleri, artık o özerk görünümlerini yitirirler. Bunların tarihi yoktur, gelişmeleri yoktur; tersine, maddi üretimlerini ve karşılıklı maddi ilişkilerini geliştiren insanlar, kendilerine özgü olan bu gerçek ile birlikte hem düşüncelerini, hem de düşüncelerinin ürünlerini değiştirirler. Yaşamı belirleyen bilinç değil, tersine, bilinci belirleyen yaşamdır. Birinci durumda, sanki canlı bir bireymiş gibi bilinçten yola çıkılmaktadır; gerçek yaşama tekabül eden ikinci durumda ise, gerçek yaşayan bireyin kendisinden yola çıkılır ve bilince de o bireyin bilinci olarak bakılır…”
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
3 Yorum
Yazan:Yazıyaz Forum Tarih: May 17, 2011 | Reply
İdeal sosyalist devrim dünyada şimdiye kadar kurulamamıştır. Katliamların, açlığın sosyalizme bağlanmasını doğru bulmuyorum. Çünkü sosyalizmde açlık, işsizlik, katliam olmaz. Neden sosyalist diye ortaya çıkan herkesi sosyalizm adına yargılama yanlışına düşelim? Sosyalizm eşitlik, özgürlük üzerine kuruludur. Katliamların, baskıların sosyalizmde yeri yoktur.
Yazan:cb Tarih: May 18, 2011 | Reply
makaleye pek katıldığımı söyleyemeyeceğim zira komünizm marks ve engels’in manifestolarıyla birlikte anılır… lenin, stalin ve mao’ya bakıp elbet “pratikte komünizmin geldiği nokta budur” denilebilir. ancak asıl mesele ise 1. ve 2. dünya savaşlarının dünyaya bıraktığı etkidir zira o dönem insanlardan çok izm’ler, ideolojiler savaşı mevcuttu, özellikle soğuk savaşa giden yolda vuruşan liberal demokrasi ve sosyalizm… bir kavramın tutmuş olması onun iyi-ideal olduğu anlamına mı gelir? bugün çin kapitalizme su taşıyor, ekonomik olarak yaklaşık 2. sırada yer alıyor ancak bunun arka planında ucuz işgücü, sağlıksız koşullarda çalışma, çalışma eylemi sırasında ölen onlarca çinli… iphone firması çalıştırdığı çinli işçilerden “kendimi öldürmeyeceğim” imzası alıyor, bu ayrı bir vahşet değil mi?
öyle ise, stalin’in zulmü nedeniyle hayvanlarıyla birlikte toprağını yakan rus köylüsüyle, havayi fişek yapımında ailece iş kazası sonucu paramparça olan çinlinin farkı nedir?
Yazan:MY Tarih: May 18, 2011 | Reply
Haklisin. Baslangiçtaki amacim Marx’i aklamakti. Lenin, Stalin ve Mao’nun yanlis anladiklarini, Marx’i kafalarina göre degistirdiklerini yazacaktim. Yazi dizisinin ilk bölümlerinde (SEYLESTIRME, MAKINELESME, BÜROKRASi) bu niyet asikâr. Ne var ki tahlil ettikçe Marx’in masum olmadigini düsünmeye basladim. Gelecek bölümlerde bunun sebeplerini açacagim.
Ayrildiklari yerler var tabi. Meselâ Marx Komünizm kurulmadan önce bütün dünyanin kapitalist olmasi gerektigini söylüyor. Hemen bütün köylülerin isçi olmasi, tarimin makinelesmesi, vs. Rusya gibi bir tarim ülkesinde Komünizm mümkün degil Marx’a göre. Yine Lenin ile ayrildiklari bir yer mülkiyet. Marx Lenin’den farkli olarak özel mülkiyeti degil üretim mallari mülkiyetini devlete vermek istiyor.
ama bütün bunlar komünizm binasinin 2ci ve 3cü katlari. Zemin katinda ise insanin SADECE VE SADECE bir homo-economicus olusuna iman var. Bu ise Komünizmi “düsmani” kapitalizm ile kardes yapiyor.
Hayir, gelmez. Kapitalizm sustainable (=sürdürülebilir) bir zulüm sekli. Komünizm ise teknik olarak daha kusurlu oldugu için önce çöktü. Ama sürmekte olan teknolojik ilerlemeler neticesinde kapitalizm de sürdürülebilir olma özelligini kaybedecek büyük ihtimal. Dünya bir asira kadar yasanmaz bir yer haline gelebilir.
Kapitalizm ile Komünizm arasindaki çekisme ZULÜM ve ADALET çekismesi degildir. “insani özellestirsek de mi hayvanlastirsak yoksa devletlestirsek de mi hayvanlastirsak?” çekismesidir.
Liberalizm insani PiYASA HAYVANI yapiyor. (Bkz. liberalizmin kara kitabi) Komünizm ise BÜROKRASi HAYVANI:
Kötülük’ün zıddı İyilik değildir
Hiç kimsenin Tiranlığı: Marx, Arendt ve Bürokrasi
Marx’in kitaplarinin yani sira nutuklarini, Fransiz komünistlerle yaptigi yazismalari ve Amerikan gazetelerine yazdigi makaleleri okudum. Meselâ Ingiltere’nin hindistani isgâl etmesinin ardindan ingiliz mali tekstil ticaretinin önünü açmak için hintli dokumacilarin ellerini kestigini biliyorsundur. Bütün bunlara ragmen Marx memnun. “Asya tipi üretim” dedigi geleneksel hayat tarzinin kapitalizm tarafindan ezilmesinin iyi bir sey oldugunu söylüyor. çünkü Hindistan tamamen kapitalist olduktan sonta komünizme uygun bir zemin hazirlanacak.
Marx insanlari oyuncak asker gibi görüyor. istatistiklerle, rakamlarla o kadar çok vakit geçiriyor ki… arkasinda insan hayatlari oldugunu unutuyor. Kapitalizmi (hakli olarak) SEYLESTIRME ve YABANCILASMA ile suçluyordu. Ama ayni fikrî ve vicdanî tuzaga kendisi düsüyor. Komünist devrimin önü açilacaksa milyonlarin ölmesi ya da kölelesmesi hiç dert degil.
Sinifsiz toplum istiyor ama bu geçisi saglamak için SERT ve EZiCi bir devletin, merkezî planlamanin gerekli oldugunu da savunuyor. Marx’in bu “geçis dönemi” proleterya diktasi ne yazik ki Lenin, Stali, Mao ve Pol Pot’un yaptiklarina çok ama çok benziyor.
dedigim gibi baslangiçta Marx’i aklamak istiyordum, Marxçilik ile Marxizm arsindaki çizgiyi kalinlastirmak, derinlestirmek için çikmistim yola. Ama gerçekler çok farkli. Karisi Jenny ve babasi ile yaptigi özel yazismalari bile okudum.
Stalin eger Marx’a sorsaydi “komünizme direen ukraynali köylüleri açliktan gebertecem, ne diyorsun?” diye, Marx itiraz etmezdi. çünkü komünist devrim artik Marx için SOYUT BiR ZAFER. Yani isçilerin doymasi, rahat yasamasi için degil, ZAFER için ZAFER istiyor. Bu çok tehlikeli bir durum.
Meselâ bati avrupa’da refah dönemleri var, Engels’e mektup yaziyor, “kahretsin, ekonomi iyi gidiyor, açlik vb kalmadi, komünist devrim yine gecikecek” filan diyor. dedigim gibi bastan çikis noktasi ve isyani çok insanî. Ama yillar geçtikçe DEVRiM adeta ilah oluyor.
Son olarak konuyla ilgili arkadaslara bir kitap tavsiye edeyim: Dirilis Neslinin Amentüsü (Sezai Karakoç)