Gandhi’nin Saklı Sesi
By Emre Paksoy on May 18, 2011 in Adalet, Çeviri, Demokrasi, şiddet, Sivil itaatsizlik, vicdan
Gandhi ve “sivil itaatsizlik” kavramı son dönem siyasi gelişmelerimizin müdavim unsurları haline geldi… Kemal KILIÇDAROĞLU “siyasi açılımını” Gandhi kimliği üzerinden yapmaya çabalarken, BDP ve PKK ise “sivil itaatsizlik” başlattıklarını iddia ediyorlar… Ülkemizin her daim maruz kaldığı kavramların sloganlardan öte gidememesi sendromunu yine yaşamaktayız kısacası… Böyle bir zamanda Mahatma Gandhi ve fikirleri hakkında tartışmaya açık bir makaleyi beğeninize sunmak istedim… (EP)
(Bu makale Pankaj Mishra tarafından kaleme alınan ve www.newyorker.com adresinde yayınlanan “The Inner Voice” isimli makalenin serbest çevirisidir.)
Mahatma Gandhi şiddet içermeyen politikaların 20. yy’daki en meşhur savunucusuydu. Ancak kendisi aynı zamanda en görkemli siyasi başarısızlığın da sahibi miydi?.. Bu ihtimal onun yoğun ve esnek cazibesi nedeniyle genellikle göz ardı edilir. Even Glenn Beck’e göre, Gandhi örneği Martin Luther King, Jr. Nelson Mandela, Dalay Lama ve Aung San Suu Kyi gibi dünya çapında saygı değer birçok figür için ilham kaynağı oldu. Mark Zuckerbeg’den daha ziyade, Gandhi’nin direniş teknikleri Kahire’de Hüsnü Mübarek’e karşı düzenlenen gösterilerde tamamen benimsendi. Bu gösteriler tüm dünya medyasının gözlerini kamaştıran ve şiddet içermeyen geniş katılımlı gösteriler olarak tarihe geçti.
Ancak Hintli lider en önemli amacını gerçekleştirmekte başarısız oldu. Ömrü boyunca geniş bir kesim tarafından da sevilmedi… Gandhi sadece sömürgeci düzene karşı değildi. Aynı zamanda dünyanın en ücra köşesine Batılı emperyalistler tarafından yayılan modern sanayileşmiş topluma da karşıydı. Fakat Gandhi, Kral Lear gibi, dünyayı tekrar düzenleme konusunda limitlerini görmek için kendisini sonuna kadar zorladı.
Ancak Gandhi’nin siyasi ve politik hareketlerin geniş alanı üzerindeki etkisi ile böyle bir Shakespear trajedisi bağdaştırılabilir mi?.. Diğer taraftan neden Gandhi’nin örnekleri hala ahlâkî gücünü arttırmaya devam ediyor?..
20. yüzyılın başlarında Güney Afrika’da yaşayan bir genç olan Gandhi ahlâkî inançlara dayalı bir siyasi hareket modeli olan “satyagraha”yı geliştirdi. Bu dönem içerisinde Güney Afrika’da küçük Hintli azınlık ırkçı ayrımcılığa da maruz kalmaktaydı. Fakat Güney Afrika’daki ırkçılığa dayalı hiyerarşik yapı yüz yıl daha bozulmadan devam etti. 1915 yılında Hindistan’a döndüğü zaman Hindistan’da dokunulamaz olan sosyal yapı ile mücadele etme yollarını araştırdı. Fakat onun bu çabaları sembolik bir anlamdan öteye geçemedi. Hatta kendisini düşük gelirli Hindular bile desteklemedi. Gandhi’nin ideali küçük çaplı köy endüstrisi ile çevresel ve sürdürülebilir bir yaşam tarzı idi. Onun müridi ve daha sonra Hindistan Başbakanı olan Jawaharlal Nehru ise bunun yerine Gandhi’nin kabul etmeyeceği yöntemleri tercih etti. Bu yöntemler geleneksel ulus inşasının bir parçası olan hızlı endüstrileşme ve şehirleşmenin yanı sıra 1,2 milyarlık Hindistan nüfusunun Batı tarzı tüketici toplum haline getirilmesiydi. 1930’ların ortalarına doğru Gandhi büyük ölçüde siyasetten uzaklaştı. Kendisini Hintli köylülerin ruhsal ve sosyal gelişmesine adamak için resmen Kongre Partisi’nden ayrıldı. 2. Dünya Savaşı’nda tükenmiş olan İngilizler ise bağımsızlık gelene kadar bu köylüleri Hintli değerlerinden koparma konusunda ümitsizliğe kapılmışlardı.
İngilizlerin Hindistan’dan acele ve düşüncesizce geri çekilmesi 20. yüz yılın en büyük fiyaskolarından birisine neden oldu… İngilizlere ait Hindistan’ın Hindu ve Müslüman çoğunluğu 1947 Ağustos’unda Pakistan’a dâhil oldu. Yaşanan kardeş katliamları Hindistan ve Pakistan’ı yıkıcı savaşlara ve orduların birbirilerini zayıflatma çabalarına mahkûm etti. Bu dönem içerisinde milyonlarca Hindu ve Müslüman katledildi. Bu Gandhi için azap verici bir durumdu. Gandhi’ye göre sömürgeden kurtulmak merhamet ve adalet değerlerini benimsemeden insanların özgür olması anlamına geliyorsa böyle kurtuluş hiçbir anlam ifade etmiyordu. Bu nedenle Gandhi son büyük protestosunda da kaynaklarını Pakistan ile paylaşmayı reddeden Hindistan’a yönelik bir açlık grevi düzenledi. Bu zaman dilimi içerisinde Gandhi öleceğini sezmişti. Kendisine tahsis edilen tüm polis korumalarını reddetti. 1948 Haziran’ında da “böyle mantıksız düşüncelerin bağımsız bir Hindistan’ın askerî gücüne ve zindeliğine zarar vereceği” düşüncesiyle vatansever bir Hindu tarafından suikasta kurban gitti. Gandhi’nin düşünceleri küreselleşen dünyanın engin tecrübeleri ile daha da kökleşti.
Gandhi, 1869 yılında sakin bir Hindistan kasabasında dünyaya gelmişti. Dünyaya geldiği coğrafya acıklı bir halde maddi yönden Batı’ya bağımlı haldeydi. Yine aynı derecede entelektüel mana da Batı’ya yönelmişti. Askeri güç sahibi Avrupalılar milyonlarca Asyalı işçiyi daha uzak sömürgelere taşımaktaydılar. Bu şekilde ham maddelerin ve malların Asya ekonomisinden alınıp işlenmiş ürün halinde yerel pazarlara aktarılmasına çabalıyorlardı. Diğer taraftan kendilerinin Asyalılara göre ahlâkî yönden üstün olduklarına ikna olmuşlardı. Böylece Asya üzerinde sosyal ve kültürel reformlar yapılması için çalışmalar yapıyorlardı. En liberal örnek John Stuart Mill bile “Hintliler’in Batı’ının önerdiği demokrasi, ekonomik özgürlük ve bilim gibi güzel değerleri benimsemeleri için ilk başta İngiliz vesayeti altında yetişmeleri gerektiğini” öne sürüyordu. Bu düşünceler neticesinde birçok Asyalı dinlerini, ailelerini ve geleneklerini de barındıran çok eski köylerini ve kasabalarını terk etmeye zorlandılar. Bu terk edişlerinin sebebi güçlü beyaz adamın küçük ulus devletler kurma, kâr güdüsü ve daha çok silahlanarak dünyayı şekillendirme yönündeki iştahlı çabasından başka bir şey değildi.
Kırsal ortamından koparılan ve kendisine Batı tarzı eğitim verilen Gandhi de ilk başlarda bir İngiliz’den daha İngiliz olmak için çabalıyordu. Londra’da hukuk eğitimi aldı. 1891 yılında Hindistan’a geri döndü. İlk başlarda avukat olarak iş kurmak için çabaladı. Daha sonrasında öğretmen olmak için uğraştı. Fakat bu dönemi takiben yaklaşık on yıl içinde yaşamış olduğu ırkçı aşağılamalar kendisinin gerçek dünyada hangi konumda olduğunu anlamasını sağladı. 1893 yılında Hintli bir ticaret firmasında çalışmak üzere Güney Afrika’ya taşınmıştı. Bu dönem içerisinde batı modernitesinin araçlarının gerçekleştirdiği dramatik dönüşümü keşfetti. Bunun en iyi örnekleri gazetelerin yayınlanması, vapurların, demiryollarının ve silahların üretilmesi idi. Asya ve Afrika’da geniş bir nüfus uluslararası kapitalist ekonominin taleplerini gerçekleştiren çarka dâhil edilmişti. Gandhi Batı’nın geleneklerini ve yaşam biçimlerini dünya çapında yok eden ahlâkî ve psikolojik etkileri ile Batı kültürünün, siyaseti ve ekonomik kurallarının hükümranlığını keşfetmiş oldu.
Kendisi yalnız değildi. 20. yüzyılın başlarında modern Çinli ve Müslüman aydınlar Batı’nın evrensel Aydınlanmacı fikirlerini adaletsiz ırkçı bir hiyerarşik düzen için ahlâkî bir maske olarak görüyorlardı. Bu nedenle hasarları düzeltilmiş güçlü ve saygın bir Konfüçyanizm’e ve İslam’a dönüş içerisindeydiler (İnancını yitirmiş olan bu Konfüçyanist ve İslamcılar daha sonra komünizmin ve radikalizmin uzlaşmaz çizgilerine savruldular.). Bununla beraber Gandhi’nin yaptığı eleştiriler ise dikkat çekici biçimde orijinaldi. O bu görüşlerini 1909 Kasım’ında dokuz gün içinde hararetle yazdığı Hind Swaraj isimli kitabında bir araya getirdi. Gandhi Marks’tan, Herbert Spencer’dan, Rus nihilistlerden, İtalya ve İrlanda’daki nasyonalistlerden etkilenerek Hindistan’da devrim gerçekleştirmeye çalışan emsallerinden farklı düşünüyordu. Gandhi suikastının entelektüel ataları kabul edilen Hindu nasyonalistler de Hinduizm temelli birleşik bir Hindistan’ı savunuyorlardı. Gandhi’ye göre bu nasyonalistler ülkeye İngiliz vesayeti yerine bunun benzer bir türünü getirmeyi amaçlamaktaydılar.
Gandhi’nin modern medeniyet hakkındaki fikirleri daha da ileriydi. Ona göre, insan emeğini güce ve para kaynağına çeviren endüstriyel devrim, makinenin insan üzerinde üstünlük kurması, dinin ve ahlâkî değerlerin göz ardı edilmesi anlamına geliyordu. Gandhi’nin gördüğü kadarıyla Batı’nın siyaset felsefesi dünya endüstriyel kapitalizmi tarafından itirazsız onaylanmıştı. İngilizlere ait olan bu liberalizmin kuralları ekonomik gelişmelerin meydana getireceği endişeleri dikkate alsaydı, Hindistanlılar için belki de fayda sağlayabilirdi. Birçok Hintli tarafından da bu görüş kabul etmişti. Diğer taraftan medeniyeti sadece kendilerine ait bir değer olarak gören Avrupalılar Hindistan’ın sabır, basitlik, incelik, öte dünya inancı gibi geleneksel görüşlerini hor görüyorlardı. Gandhi hiçbir zaman Batı modernizminin bu önyargılarını bozmak konusundaki çabalarına son vermedi. Hintli köylü kıyafetini giydi ve modern entelektüel ve siyasi işaretlerini taşıyan her şeyi reddetti. Onun vurguladığı doğru medeniyet maddî rahatlık, bedenen iyi olma ya da gelişmiş sanat ve mimariden ziyade ahlâkî yönden kendini tanıma ve ruhen güçlü olma anlamına geliyordu. Gandhi ağır silahlarla donatılmış merkezi ulus devlet yerine kendine yetebilen kırsal toplumu; büyük fabrikalar yerine küçük işletmeleri; makineler yerine el işçiliğini tercih etmişti. Aynı zamanda siyasi muhaliflerine empati yapmaları ve İngilizlere yönelik uygulanan şiddetten vazgeçmeleri için “satyagrahis”i teşvik ediyordu. Medeniyetin, İngilizlerin ya da her ne olursa olsun insan açgözlülüğü ve şiddetinin çok eskilerden beri var olan kurbanları için modern dünyanın ekonomisi, siyaseti ve biliminde şimdiye kadar görülmemiş ahlâkî yaptırımlar önerdi. Satyagraha belki de Hintlileri endüstriyel medeniyetin kötülüklerinin ne olduğunu fark etmelerini sağlayabilirdi. Düşmanlarının Gandhi’nin eylemlerine yönelik düşmanca yorumları Gandhi’nin hayatı boyunca devam etti. Müslümanlar Gandhi’yi Hindu “Raj[i]“‘ın habercisi olmakla suçladılar. Diğer taraftan Hindu nasyonalistler kendi argümanlarına yeteri kadar destek vermemekle suçladılar. Sol görüşlü Hindu’lar ise onun büyük Hintli iş adamları tarafından sınıflar arası çatışma çıkarmak maksadıyla satın alındığını iddia ettiler. Gandhi hakkında Avrupa’da konuşan çoğu kimse ise ona korku ve endişe ile yaklaşıyordu. Winston Churchill Gandhi’nin “ayaklarını ve ellerini Delhi’nin kapısında yere koymasını ve kendisinin üzerinde Hindistan valisinin oturduğu bir kocaman bir fil tarafından orada çiğnenmesini” istediğini belirtiyordu. Gandhi’nin Güney Afrika’da bulunduğu dönem içerisinde güvenilir bir hükümet raporu “onun vicdanının, olaylara ahlâkî ve entelektüel yaklaşımının sıradan düşüncelere göre şaşırtıcı derecede farklı” olduğunu ifade ediyordu. Hükümet kadar İngiliz basını da Hindistan’da var olan anti-sömürgeci hareketlere küçümseyici bir gözle bakıyordu.
Gandhi kendisine ait olan ve yüz sayıya ulaşan “Collected Works” isimli eserleriyle modern dönemin en üretken düşünürlerinden birisi… Aynı zamanda hala yeri doldurulamayan evrensel boyutta bir düşünür… Onun Güney Afrika’daki en yakın arkadaşları Almanya ve İngiltere’den göç eden Yahudi entelektüellerdi. İngiliz centilmen olmak için harcadığı boşuna çabaların ardından Rus bir din bilimcinin tavsiyeleri sayesinde Hindu bir filozof olma yolundaki adımlarını attı. Yeni Ahit, Ruskin, Thoraeu, G.K. Chesterton ve Tolstoy (romancı olmalarından ziyade tartışılan Hıristiyanlar)’dan olduğu kadar Bhagavat Gita[ii]‘dan da beslendi. Bu eserler sayesinde şiddet içermeyen kıssalar ile verdiği mücadelenin haklılığını tekrar yorumladı.
Samimi bir Hindu olduğu bilinmesine rağmen, Gandhi tapınakları nadiren ziyaret ederdi. Dinî gelenek ve ritüelleri de genellikle reddederdi. Başını çektiği hareketin takipçileri tarafından “Gandhizm” olarak ifade edilmesini tümüyle reddediyordu. Aslında “izm”li tüm ideolojilerin yok olması gerektiğini ifade ediyordu. Kendisi modern anti-emperyalist bir dil kullanmasına rağmen anayasal demokrasiye, komünizme, endüstriyelleşmeye ve Asyalı, Hintli anti-emperyalistlerin kendilerini güçlendirmek için kullandıkları hiçbir argümanı desteklemedi. Bunun yerine ruhun gücüne, saklı sese, duaya ve zihnin saflığı ve temizliği gibi “eski boş inançları” tercih etti. Ki bu inançlar tepki toplamasına ve suikasta uğramasına sebep olmuştu.
Gandhi’nin topluma ayak uydurmayan (non-conformist) yöntemleri seküler düşünceye sahip gözlemciler tarafından korku ile karşılandı. Bu yöntemler kendisinden uzaklaşılmasına neden oldu. George Orwell, Gandhi’nin “insan karşıtı (anti-human) ve gerici amaçları” için “estetik bir tiksinme” olduğu itirafında bulundu. “Gandhi’nin öğretileri her şeyin ölçüsünün insan olduğu şeklindeki bir inanışla benzeştirilemez.” diyerek doğru bir uyarıda da bulunmuştu Orwell.
Dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta sağ görüşlü İngiliz tarihçi Andrew Roberts Gandhi’yi cinsel yönden tuhaf birisi olduğunu iddia etmesiydi. Roberts’ın tamamen hatalı olmadığı nokta ise Gandhi’nin “siyasi yönden yetersiz ve aşırı şekilde geçici heveslerine düşkün birisi olduğu” konusu idi. Gandhi, Avrupalı Yahudilere Hitlere karşı şiddet içermeyen bir direnişte bulunmalarını tavsiye etmişti. Bunun üzerine III. Reich’i komik bir biçimde yanlış anlamakla suçlanmıştı.
Diğer taraftan Gandhi birçok davranışında oldukça bencil bir tavır sergilemekteydi. Gandhi kendisinin dinî sebeplerle evlenememe konusundaki yeminini karısına zorla kabul ettirmiş, öncesinde ise karısına danışmamıştı. Bunun yanında İngiliz tarihçi Judith Brown karısının iddialarını açık bir şekilde abartarak vermekte: “insan hayatı, onun amaçları, kapasitesi ve toplum içinde kadının ve erkeğin doğası, işbirliği ve şiddet sorunu hakkında birçok radikal düşünceye sahip olan herhangi birisi Gandhi’nin daha önceden zaten bu fikirlere sahip olduğunu ve bunlarla uğraştığını görecektir.”
Gandhi’nin ismi artık oldukça sık bir biçimde birçok çatışma bölgesinde kullanılmakta. Zaman zaman bir Filistinli ya da İsrailli’nin Gandhi’nin fikirlerine ilgi ve arzu duyması onun şiddet içermeyen politikalarının ahlâkî üstünlüğünün kanıtı olarak kabul ediliyor. Gandhi bizim bağımsız dünyamızdaki birçok hastalığı ileri görüşlü olarak tanımlanabilecek yöntemlerle teşhis etti. Onun ekolojik çevre konusundaki görüşleri onun “Dünya her insanın mutlu olacağı kadar imkâna sahip, fakat her insanın açgözlülüğünü karşılamak için yeterli değil.” sözüyle özetlenebilir. Onun bu görüşleri ve organik tarıma teşvik etmesi artık herhangi birisinin güçlükle özel taşıta sahip olması veya dünya nüfusunun sadece bir kısmının düzenli olarak et tüketebilmesi kadar enteresan gelmiyor. Almanya’da giderek popülaritesi yükselen Yeşiller Partisi’nin kurucularından Petra Kelly de, Gandhi’nin şu an için bayağı bir düşünce olarak görülen çevreye duyarlı topluma sahip olma düşüncesi hakkında olumlu düşünüyor. Gandhi’nin fikirlerinin “kendi isimlerinin şiddetle birlikte anılma riskinin azaltılmasında” faydalı olacağına inanmakta.
Bununla birlikte, Gandhi’nin siyasete en büyük katkısı, onun teori ve pratiklerinin yüksek motivasyona sahip, disiplinli topluluklar meydana getirmesi. Bu noktada onun ruhanî inanışları çok önem arz ediyordu. Özellikle, demokrasi ya da diktatörlük, kapitalist ya da sosyalist herhangi bir rejim altında yaşayan insanlar her zaman bir vicdanın özgürlüğüne, daha derinlerde ahlâkî seçim yapabilme yetisine ömürlerinin her anında sahiptirler. Gandhi’nin kendi gücünün farkında olan bireylerin işbirliği içinde hareket etmeleri düşüncesi her zaman tasvip edilmekte. Bu düşünce ahlâkî manada “gerçek ve sürekli güç” sahibi bireylerin sayısının şaşırtıcı çokluğuna dünya medyasının dikkatini çekebilir. Son olarak Arap isyanları da bunu doğrulamış durumda. Bu durum Hannan Arendt’in 1968 Prag Baharı hakkında yazdığı analizle benzerlik teşkil eder: Baskıcı bir rejim ya da hükümet terörü kullandığı müddetçe ya da baskıcı düzene tamamen teslim olunmadıkça ne böyle bir düzen meydana getirilebilir ne de böyle bir düzen baskı kurabilir.
Gandhi, başını çektiği siyasi hareketi sonu önceden belli bir yol olarak görmedi. Eskiden üyesi olduğu Kongre Partisi’ne yeni bir yönetim sınıfı oluşturmak yerine Hindistan’ın bağımsızlığını sağladıktan sonra kendisini feshetmesi tavsiyesinde bulundu. Gandhi siyasetin profesyonel siyasetçilere, teknokratlara ve hükümet politikalarını şekillendiren ve kamuoyunu etkileyen gazetecilere bırakılacak kadar önemli olduğunu hissetmişti. O “halk” ve “hemşerilik” argümanların kullanıldığı seçim taktikleri ve siyaset yöntemlerinden uzak durdu. Onun için çalışmak ile kadın ve erkeğin kan, ten birlikteliği ile birbirine bağlı olması (mutlu bir kadın-erkek ilişkisini kastediyor (ç.n) dünyada var olmanın en mutlu yollarıydı. Bu yüzden siyasi ve sosyal hareketler kendi içlerinde sonları barındırmaktaydılar.
Akeel Bilgrami, Gandhi’yi Lenin ve Frantz Fanon’dan daha büyük “anti-emperyalist teorisyen” olarak tanımlıyor. Bu doğru olabilir, çünkü Gandhi, diğerlerinden farklı olarak, sadece Batı emperyalistlerini hedef almadı. Kapitalizmin yeni pazarlar ve Asya ve Afrika’da yeni kaynaklar için sonu gelmeyen açlığını da suçlamadı. Onun görüşüne göre, insanların ve kaynakların organize bir biçimde sömürülmesi tüm endüstriyel medeniyete has bir özellikti. Yine o Japonya gibi güçsüz olma pahasına bu düzenin Asya’daki gönüllü taklitçilerini de bu eleştirilerinden ayrı tutmadı. Gandhi yine Mao’nun Batı’nın sanayileşmesini yakalamak için başlattığı ve yaklaşık üç dört milyon insanın hayatına mal olan “Büyük Atılım Hareketi (Great Leap Forward)” gibi hareketleri de onaylamıyordu. Eğer Hindistan sanayileşirse bunun diğer uluslar için bir hakaret, dünya için bir tehdit olabileceğine ikna olmuştu.
Bilgrami’ye göre Gandhi bilimsel bir dünyanın, dinî bir dünya üzerinde kazanacağı zaferin doğayı kutsallıktan yoksun bırakacağını düşünüyordu. İnsafsızca ve sistematik bir biçimde madenciliğin, ormanların yok edilmesinin, tarım ticaretinin doğayı yağmaya tabi bırakacağını sezmişti. Gandhi’ye göre, insanlığın modern bakış açısı çerçevesinde “kazançlar ve faydalar” terimleriyle tanımlanması “dünyanın kendi bünyesinde ahlâkî ve kuralcı (normative) taleplerin hiçbir etkinliğinin bulunmadığı” şeklinde algılanmasına neden olmaktaydı. Yine aynı şekilde bu tanımlama Batı’nın ve Doğu’nun “kavramsal esaret (cognitive enslavement)” yönüyle benzeşmesinin de sebebini teşkil ediyordu. Gandhi için gerçek bir anti-emperyalizm milyonlarca Hintliyi “çökmüş ve faydacı modernitenin” demir kafesi içine sokmayan siyasi ve ekonomik bir yapının tasarlanmasında yatmakta.
Gandhi’nin fikirlerinin sahip olduğunu düşünebileceğimiz küstahça bir radikalizm onun isminin ortaya çıkardığı evrensel tatlılık içinde kaybolmuştu. Onun birçok argümanının çılgınca bağırıp çağıran bir Liddute[iii]‘ınki ile benzer olduğu görülebilir. Mesela onun günümüz avukat ve doktorlarını daha açgözlü ve sorumsuz olmakla suçlaması buna bir örnek teşkil eder. Fakat bunlar gerçekte doğrunun özünü yansıtmaz… Yüzyıl sonra biz Gandhi’nin fikirlerini daha iyi kavramış olacağız… Bir avukatın kâr güdüsünün insanları bir araya getirmekten ziyade daha fazla ayrışmaya neden olduğunu fark edeceğiz… Modern ilaç sanayinin kârlı işlerinin hastalığını gerçek nedenlerini göz ardı ederken hastalığın semptomlarını tedavi etmeye çalıştığını görmüş olacağız…
Yazar David Macdonald Gandhi’yi kesinlikle sevdiğini söylüyor. Çünkü Gandhi liberal gelişimin demiryolları vb. ıvır zıvırlarına karşı saygı duymuyordu. Yine demokrasi ve faşizm ile ilgili de bir söylemi yoktu. Ona göre, Gandhi “dünyada bir maskeye sahip olmayan ve insan olarak ön plana çıkan son politik liderdi.” Macdonald Gandhi’nin ölümünün ardından şu övgü dolu sözler yazmıştı : “insanî ölçüde son lider.” Ancak Gandhi’nin birçok toplumun kurtuluşunu hedefleyen rasyonel ve seküler ideolojileri (liberal kapitalizm, nasyonalizm, sosyalizm) reddetmesi bizim onun eşsiz bir dünya görüşüne sahip olduğunu düşünmemiz konusunda bizi zora sokuyor.
Ruhani düşüncelere sahip bilge bir düşünür figürü olarak dini inançlarının da ortaya koyduğu üzere, Gandhi modern toplumun ahlâki sorumluluklarını ve görevlerini dile getirmesi konusundan uzak kaldı. Otoriteye ait bu tarz geleneksel görüşler günümüzde ideolojiler, mevcut kurumlar ile bilimin ve ticaretin seküler dünya görüşleri tarafından ortadan kaldırılmış durumda. Bu alan göreceli olarak Simone Weil, Reinhold Niebuhr ve Czeslaw Milosz gibi marjinal dinî yazarlara ahlâksız (immoral) ve karışık toplumlarda ahlâklı (moral) kadın ve erkeğin bir arada varlığının zorluğuna değinilmesi için bırakılmış vaziyette.
Gandhi tarihin en şiddet dolu yüzyılının ortalarında ahlâkî bir yaşamın yolunu çizmeye çabaladı… Şimdi görülüyor ki kendisi karşı-kültür geleneği içerisinde en seçkin figür olarak yerini almış durumda. Diğer taraftan eğer onun mesajlarının bazı bölümleri doğruyu işaret ediyorsa, bu bizim onun sosyal yaşamımız ile ilgili endişelerini paylaşmamız sebebiyledir.
[i] Raj: Hindu dilinde olumsuz anlamda “Krallık” manasına gelir.(ç.n)
[ii] Bhagavat Gita: Hinduizm’de kutsal bir kitap. (ç.n)
[iii] Liddute:Sanayileşme, otomasyon ve benzeri yeni teknolojilere karşı muhalif tavır sergileyen bir akım.(ç.n) Bkz: http://en.wikipedia.org/wiki/Luddite
13 Yorum
Yazan:ZemheriBuzağısı Tarih: May 18, 2011 | Reply
Peki Türkiyede ” sivil itaatsizlik ” kelimesini ilk kim kullandı ? .Benim bildiğim kadarıyla ,bayan Alev Alatlı.
Bu ülkede ”sivil itaatsizlik” konusu hiç bilinmezken ,Bayan Alatlı’nın internet sitesi ve internet grubu ”sivil itaatsizlik ” konusunu sık-sık ele alıp işliyorlardı;90’lı yıllarda.
Bayan Alatlı’yı bu ileri görüşlülüğü için kutlamalı mıyız ?…Yok sa ”MASON ” bir babanın kızı olan ,Bayan Alatlı için ,paranoyakça şüpheler mi yöneltmeliyiz 🙂 ?.
Yazan:MY Tarih: May 18, 2011 | Reply
hiçbirini yapmaya gerek yok. Sivil itaatsizlik insanlik kadar eski. Adi farkli olabilir ama insanlar siddet killanmadan bir kanunun yanlisligini vurgulamak için o kanunu BiLEREK, iSTEYEREK, GÖSTEREREK çignedikleri anda sivil itaatsizlik yapmis olurlar.
Yazan:Zeyneb Karataş Tarih: May 18, 2011 | Reply
Peki Türkiyede ” sivil itaatsizlik ” kelimesini ilk kim kullandı ? .Benim bildiğim kadarıyla ,bayan Alev Alatlı.
Bu ülkede ‘’sivil itaatsizlik” konusu hiç bilinmezken ,Bayan Alatlı’nın internet sitesi ve internet grubu ‘’sivil itaatsizlik ” konusunu sık-sık ele alıp işliyorlardı;90′lı yıllarda.
Bayan Alatlı’yı bu ileri görüşlülüğü için kutlamalı mıyız ?…Yok sa ”MASON ” bir babanın kızı olan ,Bayan Alatlı için ,paranoyakça şüpheler mi yöneltmeliyiz ?.
Alev Alatlı ileri görüşlü değil belki ama ‘iyi’ empati yapıyor :
BEN BİR KÜRT AYDINI OLSAYDIM
http://www.alevalatli.com/menu.asp?sayfa=detay&makale=154&v=G%DCNEYDO%D0U%20SORUNU&kat=17
Yazan:mrtnrn Tarih: May 18, 2011 | Reply
alev alatlı’nın ileri görüşlü olmadığını söylemek haksızlık olur … bu ülkede “saçaklı mantığı” ilk ele alan kendisidir…bana göre zaten iyi empati yapabilmesi de buradan kaynaklanıyor…
Yazan:bsm Tarih: May 19, 2011 | Reply
BİR KÜRT AYDINI OLSAYDIM…Başka kimlik yüklenerek insan(lar)a “benim gibi düşünmelisin”mealindeki buyurganlığın neresi örnek alınasıdır acaba?
Bir insanı elbette inadığı doğruya ikna etme çabası olabilir.Şiddeti,militarizmi retedersin;dogmalara dönüşmüş katı ideolojileri retedersin;aidiyet duygusunun yol açabileceği tutuculuğu retedersin…Bunların yerine,daha ufuk açıcı,şiddet barındırmayan siyasi duruş/yöntem ve açılımları önerirsin,hepsine eyvallah.
İyi de onaylanmayan yöntemlerin öznesi neden Kürt aydını olarak seçiliyor?Bir tek Kürtler mi “adam olmaya”muhtaç?Yazık çok da veciz bir metinmiş gibi iştiyakla refarans yapılmış bir de.
Aman ben izninizle almayayım bu kibir kokan buyurganlığı.Aydın değilim ama insan olarak varlığımı Alatlı’nın manifestosuna dayandırmaya da niyetli değilim.Çok bilmişse içinden geldiği Türk Solu’nun bugün düştüğü perişanlığa dair öz eleştiyle başlasa ya,belki o zaman yoldan çıkmış bu “sapkın Kürt aydınları” için de örnek teşkil edebilecek dersler çıkabilirdi.
Nalıncı keseri gibi yont babam yont kendine,e walla sivil itaatsızlık değil sivil küstahlıktır bunun adı.
Yazan:durhat Tarih: May 19, 2011 | Reply
Walla muhteşem bir makale,bitmesin istedim okurken.Çeviride emeği geçenlere de biz okurlara ulaşmasını sağlayan site yöneticilerine de canı gönülden teşekkür ediyorum.
Tabi BDP ve Kemal Kılıçdaroğlu da bir teşekkür hakediyor:)Sağolsunlar sayelerinde Gandhi gibi bir bilgenin ‘saklı sesi’ni duyma bahtiyarlığına eriştik.
Gandhi’nin yaşamını konu alan filmi ısrarla tavsiye ederim.Hele İngiliz hakimiyetinin son bulmasının ardından Müslüman ve Hindular arasında alevlenmeye başlayan kanlı çatışmalardan sonra açlık grevine başladığı bölüm görülmeye değer.Ömrü boyunca uğrunda mücadele verdiği felsefesinin anlaşılmadığını ta o zaman anlar.Büyük bir hayal kırıklığı yaşar onca çabadanın ardından.Zaten yaşadığı o yıkımın ardından da fazla yaşamaz.Gerçi fanatik bir Hindu tarafından katledilir ama Hindistanla Pakistan arasında başgösteren kanlı gerilimdir O’nu yıkan.
Yazan:mrtnrn Tarih: May 20, 2011 | Reply
@bsm
başta empati ile kastedilen hiçbir zaman buyurganlık olmaz… kendi görüşlerini karşıdakine kabul ettirme derseniz, belki empati bir nebze bunun için bir yöntem olabilir… ancak empati yapılmasına da artık tahammülünz yoksa diyalogdan bahsetmek biraz abes olur…
bence bir de şu pencereden bakın: bir türk aydını kürt aydını gözüyle bir olguyu okumaya çalışıyor… doğru ya da yanlış farketmez… bence empatinin doğru ya da yanlış yerlerini tespit etsek daha güzel olmaz mı?…
diğer taraftan eğer Alev ALATLI’nın “Orda Kimse Var mı?” roman serisini okumuş olsaydınız, kendisinin manifesto ya da buyurganlık yapmadığını, yazdığı zamana ve günümüze göre ülkemizdeki kimlik sorunu hakkına cesur tespitlerinin olduğunu görürdünüz…
ayrıca Alev ALATLI’nın “içinden geldiği Türk Solu” (bunu da ilk sizden duydum) nasıl eleştirdiğini de biraz üstüne düşerseniz görürsünüz…
Yazan:bsm Tarih: May 20, 2011 | Reply
@mrtrnr,
Bakın diyaloga bile tahammülünüz yok demeniz de bir empati kurmaksa inanın çok doğru yerdesiniz.Empatiden anladığınız buysa size tamamen katılıyorum:sayın Alatlı empatinin alasını yapmıştır.Size empati eleştiri,kinaye,ironi,mizah vs.nin farkını anlatmayı zekanıza hakaret sayarım.Lakin unutmayın tenkit ile tahammülsüzlük aynı şey değildir.Bu açıdan, dilerseniz tahammülsüzlüğüme odaklanacağınıza fikirlerim üzerinden eleştirinizi yapın.Bakın siz de ne güzel eleştirmişsiniz beni,şimdi ben size “farklı görüşlere tahammülünüz yok” mu demeliyim.Dolayısıyla fikirlerimi kasderek “diyalogdan bahsetmek biraz abes olur”gibi basit polemikleri aşalım artık.Bu kadar abes ise affedersiniz ne diye zorluyorsunuz diye sorarım ben de.
Bir Türk aydını,Kürt aydını gözüyle elbette olay ve olguları değerlendirebilir.Ancak yanıldığınız bir nokta var:Alatlı Kürt aydının gözüyle değil “kendi doğruları”yla bakıyor olaya,yani kendisi gibi düşünebilecek bir aydın profili çiziyor.Bu da gayet doğal ve anlaşılır.Lakin ikisi arasında fark vardır.
Doğru veya yanlış…demişsiniz.Elbette,sonuçta bir fikirdir.Ancak takdir edersiniz ki bir fikrin doğru veya yanlışlığı da tartışılmaya açıktır/açık olmalıdır.
Empatinin doğru veya yanlışlığı tartışsak daha iyi olmaz mı?…Peki ben ne yapıyorum sizce?Alatlı’nın görüşlerine katılmadım tahammülsüzüm!Bu mudur?
Kusura bakmayın bu da çok sorun barındıran bir önerme.
1-Alatlı’nın adı geçen eseri de dahil diğer kitaplarını okuyup okumadığımı nereden biliyorsunuz?
2-Sizce Alatlı’nın kitaplarını okumayan biri kendisini bir fikir veya görüşünden ötürü eleştiremez mi?
Ve 3-Bir yazar,kanaat önderi ya da aydın kimliği taşıyan bir entelektüelin ortaya attığı argümanın/savın/tezin doğruluğunun teminatı yazdığı kitaplar mı olmalı?
Bakınız bugün ergenekon davasından yargılanan Yalçın Küçük,Soner Yalçın gibi yazarların da okumaya değer kitapları vardır.Peki bugün rüzgarına kapılarak savruldukları islamofobik ulusalcılıklarını kitaplarına referans yaparak görmezden mi gelinmeli.
Dolayısıyla bir şair,bir edebiyatçı için de geçerlidir bu.Ataol Behramoğlu’nun şiirlerine bayılırım mesala.Ama şöyle bir tv açık oturumunda konu sünni dindarların,Kürtlerin çiğnenen haklarından açılınca görün o dizeleri inci gibi dizen şairin nasıl ideolojik bir taasuba savrulduğunu.
Ait olduğu kesimin aydınları demek istemiştim.Burada bir ifade hatası var.Sol’a gönderme yapmamın nedeni ise,sizin empati olarak düşündüğünüz nasihatvari metinde Kürt aydınında “aranan vasıfların”Türk soluna öykünme üzerine kurulmasınadır.Aslında dikkatlice okunduğunda Kürt aydınınına değil Kürt Solcusuna bir eleştiri var.Prag işgali,Mehmet Ali Aybar,TİP,sınıf çelişkileri vb yer alıyor metinde.
Dolayısıyla Alatlı Milliyetçi düşüncelere daha yakın duran bir entelektüel olmakla birlikte Türk Solu’nu rol model alan bir serzeniş üzerinden kurguluyor; olmasını istediği Kürt aydınını.
Bu kısmının üzerinde de siz biraz düşünün,ne dersiniz?
Not:Burada TİP(Türkiye İşçi Partisi)konuya dahil etmekle birlikte şu an sesi daha çok çıkan çakma sol’la özdeşleştirdiğim anlamı çıkarılmasın.TİP,bana göre gerek Kürt sorunu noktasında olsun gerekse ana akım solun takipçisi olduğu evrensel değerler açısından olsun Türkiye solunun yüz akıdır.Nitekim özellikle Sovyetlerin Çekoslovakya işgali döneminde duruşunu halkların özgürlükleri doğrultusunda kullanarak EMPERYALİST İŞGAL olarak yorumlamışlardır.Ancak,özgürlük ve demokrasi yanlısı parti üye ve yöneticilerinin bu tutumu,parti içi Ulusalcı/Kemalist klik tarafından akamete uğratılmış ve TİP içindeki ilerici unsurlar tasfiye edilmişlerdir.Partinin altını kirli tezgahlarla oyan Kemalist dalkavuklar Mihri Belli,Yalçın Küçük vb’nin ise bugün ulusalcığın hangi sularına yelken açtıkları ortadadır.
Yazan:mrtnrn Tarih: May 20, 2011 | Reply
demişsiniz… sonra :
ben ilk alıntıda bir fikir göremedim.. gören varsa söylesin… direk Alatlı’ya giydirmişsiniz…
demişsiniz… tekrar ilk alıntıyı hatırlatayım… yorumu siz yapın…
yine :
demişisiniz…
1- Evet, niyet okuma yapmış olabilirim.. kusura bakmayın… ama sadece meraktan soruyorum: okudunuz mu?
2- Evet eleştiremez… Bir aydın ya da yazar fikirlerini kitaplarında anlatır… Hadi eleştirdi diyelim… Ben size sorayım bilmediğiniz bir fikir, ideoloji veya şahıs hakkında yaptığınız eleştiri ne kadar sağlıklı olur?..
3- Evet olmalı… Kitaplarının başına kocaman isimlerini boşuna yazmıyorlar…
Yalçın KÜÇÜK ve Soner YALÇIN konusunda ise sizden farklı olarak kitapları ile söylemlerinin tutarlı olduğunu, hatta o kitapların da bir proje ürünü olduğunu düşünüyorum…
Verdiğiniz Ataol Behramoğlu örneği ise elma ile armutu benzetmek gibi olmuş..şöyle ki eğer ben Behramoğlu’nun şiirleri hakkında bir eleştiri yapacak olursam tabii ki eserlerini okumam gerek… kendisi bir şair çünkü… Ancak kendisinin farklı bir konu hakkında bir söylemi varsa o ayrı bir konu… Alev Alatlı ise ne şair ne de müzisyen… bu makalesi de yazdıkları kitapları da yazdıkları da aynı konular…
Son olarak Türk Solu eleştirisine gelirsek;
Alatlı’nın “Kürt aydını olsaydım” dediği konular aslında DD’de uzunca yeni bir Kemalist-Kürt aydın kesiminin oluşmasına yönelik endişe ve eleştirileri dile getirilen konular aslında… ilk alıntıyı yapan Zeyneb Karataş da belki de (niyet okuma olmasın) bu noktaya dikkat çekmek istedi…
bu yüzden asıl mesele meydanın Mihri Belli, Doğu Perinçek, Yalçın Küçük tarzı Nezan KENDAL, Mehdi ZANA ve Abdullah ÖCALAN gibi “çakma Kürt solculara” bırakılmaması… Mesela Alatlı’nın “Aydın Despotizmi” isimli eseri tamamen Yalçın KÜÇÜK’ün fikirlerine yönelik eleştirileri içermekte…ayrıca Öcalan-Küçük ilişkisini de burada hatırlatmak isterim…
“Not” kısmında yazdıklarınızla aslında siz de aynı konudan muzdaripsiniz diye düşündüm… yanılıyor muyum?
Yazan:bsm Tarih: May 20, 2011 | Reply
@mrtrnr,
Zahmet edip bayağı alıntı yapmışsınız ama konu biraz dağılmış.
Aslında çok basit.Alev Alatlı’nın kaleme aldığı metne katılmıyorum.
Bana göre empati filan yok ortada.Empati benim bildiğim karşıdakini anlamaya çalışarak ve kendisini onun yerine koyarak”ben olsaydım ne yapardım”şeklinde olur;kendince karşısındakine “benim gibi düşünmelisin” kabilide siyasi kimlik biçerek değil.
Ha,size göre yazılanlar kusursuz bir empati örneğidir.Bana göre değil,yeterli oldu mu?
Yazan:sevim Tarih: May 21, 2011 | Reply
mrtnrn,
muhatabanız için elma ile armudu benzetme nitelemesi yapmışsınız ama bence hiç de öyle değil.kusura bakmayın iki kişi arasında yaşanan tartışmalar hep ilgimi çekmiştir.bu ilgiden olsa gerek bsm müstearıyla yazan yorumcuyla aranızda geçen tartışmayı noktasından virgülüne kadar takip etmiş bulunuyorum.dolayısıyla elma armut mecazine de,fikir yoksunluğu isnadıyla muhatabınızı tahkir edici sözlerinize dayanak yaptığınız kısımları da tek tek gözden geçirdim.
çıkardığım sonuç,haklı çıkma gayretinizin öne çıktığı yönünde.tabi bu sonuca nasıl vardığımı da izah edeceğim.
önce şu elma armut meselesinden başlayayım.yorumcu gayet doğal bir sav atıyor ortaya(ki bu sav, sizin alatlı’nın roman serilerini okusaydınız böyle düşünmezdiniz sözlerine karşılık bir açıklamadır).peki ne demiş bu açıklamasında,beraber bakalım.
ardından da behramoğlu’ndan,y.küçük’ten,soner yalçından vs açıklamasını destekleyecek örnekler eklemiş.
peki siz ne yapmışsınız?
elma ile armutu benzetme nitelemesi,yok alatlı müzisyen mi?vb.alaycı tavırlar.
peki sorsam acaba menfi veya müspet,burada alatlı acaba kitapları üzerinden mi yoksa yazdığı yazı üzerinden mi elştiriliyor?
ikincisi siz alatlı’nın roman serilerini referans alıyorsunuz da başkasının benzer ilişkilendirmesi sizi neden bu kadar geriyor?
yoksa fikri tassaruf hakkı sadece sizin gibi her şeyi ben bilirim havasında olanların tekelinde midir?alatlı’nın her söylediği de Allah kelamı değil müsade ederseniz.siz kürtlere giydirildiğinde gayet hoşnut olabilirsiniz,bu metni soner yalçın da kaleme alsa eminim alkışlardınız.iyi hoş da fikir hakkı tekelinizde değil ve herkesin sizin gibi düşünme zorunluluğu da yoktur.
kısacası yorumcu gayet açıklayıcı bir şekilde,kişinin yazdığı kitapların tüm görüşlerinin doğruluğunun teminatı olmayacağını belirtmiştir.şimdi bunun mizisyenlikle,akrobatlıkla ne alakası var?
bir diğer nokta,ortada fikir görüyor musunuz?sen şu kitabı okudun mu?vb.belirlemelerde saklı olan kibirdir.bekir coşkun küstahça insanlara bidon kafalı,göbeğini kaşıyan adam dedi bir ara.şimdi kemalizm hastalığına yakalanmış bir bekir coşkun fanatiği,bu nezaketsizliği onaylamayanlar için”git kitaplarını” oku dese sizce ne kadar tutarlı olur?bekir efendinin kitaplarını/köşe yazılarını vs hatmetmemiş bir vatandaş bu hoyrat dil karşısında söz hakkına/itiraz hakkına sahip olmamalı mıdır?
burada amacım alatlı’yı bekir coşkunla aynı kefeye koymak değil.kürt aydınına dair doğru tesbitleri de olabilir.bu size göre empatidir,bsm’ye göre başka bir şeydir.bunu anlamak bu kadar mı zor?
Yazan:mrtnrn Tarih: May 22, 2011 | Reply
@bsm
@sevim
öncelikle ortada bir tahkir ya da alaycı bir üslup olduğunu kabul etmiyorum… eğer öyle bir algılamaya neden olduysam sizden ve tüm okuyanlardan özür dilerim… öyle bir niyetim, amacım yok…
tabii ki herkes eleştirme hakkına sahiptir… zaten burada yapılan tartışmaların büyük bir çoğunluğu eleştiriler üzerine kuruluyor…
ancak yine ilk yaptığım alıntıda olduğu gibi yazılan ilk cümleler eleştiriden ziyade yukarıda da söylediğim gibi “giydirme”, sizin söylediğiniz gibi “tahkir” içeriyor… sonrasında da yazmıştım, seversiniz ya da sevmezsiniz eğer alatlı’nın yazısını eleştiriyorsanız en azından yazdıklarından kitaplarından ya da sonrasında yazıldığı gibi TİP’in tarihi sıkıntılarından tutun, içerisindeki çakma solculara kadar her şeyi ekleyebilirsiniz… yine söylüyorum ben şahsen öyle bir durum görmediğim için itirazda bulundum hepsi o kadar…
bir diğer mevzu behramoğlu ve elma-armut meselesinde verdiğim örneğin yine geçerli olduğunu düşünüyorum… bence eğer bir yazarın yazdıkları fikirleri hakkında net bir bilgi sahibi olmadan eleştirmek, bu yazının giriş kısmında emre paksoy’un da dediği gibi kavramların kişilerin anlaşılmasından ziyade sloganlaştırılmasına neden olabilir… farklı bir örnek vereyim: mesela kavramları slogan diye algılayan, Vatan Millet Sakarya’dan başka bir şey bilmeyen bir milliyetçi (genelleme yapmıyorum bu arada) için nazım hikmet denildiği zaman akla ilk gelen “gomunist” olur… ancak gitseniz nazım’ın “kurtuluş savaşı destanı”ndan bir parça okusanız çok hoşuna gider… sizce böyle bir durumda nazım doğru mudur, yanlış mıdır; milliyetçi midir, komünist midir?…
ya da şöyle bir örnek vereyim “ünlü” piyanist Fazıl Say fanatik bir ulusalcı için büyük bir deha, büyük bir yetenektir, onun her yazdığı, çaldığı bir sanat şaheseridir. Ancak belki de klasik müzik konusunda sağlam bir eleştiri yapabilen birisi sloganlara başvurmadan onun icra ettiği sanatla ilgili net bir eleştiri yapabilir… buna hak verilebilir.. en azından onun müzik yapması fikirlerinin doğru olduğu anlamına gelmez… ya da kötü müzik yapması fikirlerinin yanlış olacağı anlamına gelmez…
aynı şekilde alev alatlı’nın yalçın küçük ile aynı kefeye konulması, ya da milliyetçi denilmesi de aynı kapıya çıkıyor…
son olarak siz de benim soner yalçın’ı alkışlayacağımdan tutun da bekir coşkun’a benzetilmeme kadar tahkir kokan ifadeler kullanarak aslında beni eleştirirken o hataya sizin düştüğünüzü hatırlatmak isterim… birisine bekir coşkun demek…valla kavgada bile söylenmez:)
isterseniz bu konu üzerinden tartışmaya son verelim, ne yazana ne de okuyana hiçbir faydası yok… bunun yerine Alatlı’nın yazısında olduğu gibi kürt aydınlarının düştüğü yanlışları, Türk Solu’nun, Kürt Solu’nun, Alatlı’nın doğrusunu yanlışını tartışacaksak okuyalım, yazalım…
Selam ve saygı ile…
Yazan:sevim Tarih: May 22, 2011 | Reply
mrtnrn,
makul bir öneri,bana uyar.kişisel atışmaya dönüşme riski sezildiğinde en selametli yol tartışmayı sonlandırmak olmalıdır bence de.
yalnız bu önerinize katılmakla beraber,tartışma eksenini değiştirebileceğini düşündüğünüz sav/lar konusunda(türk veya kürt entelijensiyasının yeterince tartışıl(a)maması )size katılamayacağım.benim izlenimim-yanılıyor olabilirim tabi- tartışılamamaktan çok sanki biraz tartışmaya karşı tepkili davrandığınız yönünde.zira katılır veya katılmayız,yazı linki verildikten sonra alatlı’da,türk solu da eleştirilmiştir,tartışılmıştır.şayet alatlı’yı eleştiri dışı tutacak şekilde savunmacı bir hassasiyet göstemeseydiniz zannedersem kürt aydınına dair eleştiri de oluşabilirdi.lakin kusura bakmazsanız bu yolu peşinen tıkadığınızı düşünüyorum.
neyse fazla uzatmayacağım,aslında Gandhi gibi düşünce ve felsefesi milyonlara mal olmuş bir düşünüre dair bu muhteşem makale çok daha fazlasını hakediyor.alatlı’nın yazıları,kılaçdoroğlu benzetmeleri ve en son tanığı olduğumuz pdp tarzı “sivil itaatsizlik”,vesairin gölgesinde kalmamalıydı makale.
son olarak düzeltmek istediğim bir nokta var,aşağıdaki sözlerinizle ilgili.
soner yalçını alkışlamak…kabul etmeliyim ki tepkisel ve maksadı aşan bir beyan-dı.bunu geri alıyorum.
ancak bekir coşkun’a benzetme kısmını yanlış anlamışsınız.ben sadece bekir coşkun’dan örnek vererek benzer sübjektif değerlendirmeler ve veya yakışıksız ithamlar karşısında ne düşünürsünüz demek istemiştim.yine de ifadeden kaynaklı yanlış sözlerim olmuşsa sizden ve tüm katılımcılardan özür dilerim.
ayrıca kimi katılmadığım kısımlarına karşın son yorumunuzu son derece yapıcı bulduğumu belirtmek isterim.
ben de size selam ve saygılarımı iletiyorum.