Ahtapot, Yaşar, Aysel ve ötekiler
By Mehmet Yılmaz on May 20, 2011 in BDP, iyilik, Kötülük, Kürtler, Milliyetçilik
Hatırlayacaksınız, 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası için yaptığı isabetli tahminler sayesinde ün kazanmış bir Ahtopot Paul vardı. Akvaryumun içine konan cam kutulardan birinin üzerine oturarak kazanacak ekibi « tahmin » ediyordu bu hayvan. Bu ahtapot-toto tahminlerini iyi ya da kötü diye sınıflandırmak imkânsız, nereden baktığınıza bağlı. Çünkü ahtapot kaybedecek ekibe “kötü” haber verirken kazanacak ekibe “iyi” haber veriyordu. Normal, toto böyle işliyor.
Bizim üniformalı eşkıyalarımızdan Yaşar Küçükanıt ise insan kanıyla toto oynardı. Meselâ 2003’te kara kuvvetleri komutanı iken bir açıklama yapmıştı:
“sınırdan içeri 2000 terörist ve yüzlerce kilo C4 patlayıcı girdi, KÖTÜ ŞEYLER OLACAK”.
Düşünün bir, herifin emrinde yüzbinlerce asker var. Tankı, topu, istihbaratı, gece görüş cihazı, helikopteri. Gözünü dört açıp sınırı korumak yerine sokakta sopa yemiş sümüklü çocuk gibi gelip gazetecilere ağlıyor. Tabi alışmış. Kimse çıkıp demiyor ki “ulan kelle! Biz seni oraya bostan korkuluğu olarak mı diktik? Sınırı sen korumayacaksan kargalar mı koruyacak?” Bu soruyu soracak bir basın yok. Bir siyasi irade yok. Adam gitti genel kurmay başkanı oldu sonra!
Tabi, madem kara sınırlarımızı koruyamayacak kadar beceriksiz bir adamsın, gel o zaman deniz ve hava güvenliğini de sana emanet edelim!
Yaşar “kötü şeyler” diyerek kazanmıştı. Bir sürü Kürt ve Türk öldü Yaşar’ın insan kanlı totosundan sonra. Yaşar’ın “kötü şeyler” demesi biz anlayalım diye. Aslında “iyi şeyler” demek istiyor. Kürtlerin ve Türklerin çatışmasını istiyorsanız insanların ölmesi, bombaların patlaması, araçların yakılması neden kötü olsun ki? Kimine göre çok iyi şeyler bunlar. Nereden baktığınıza bağlı.
Taş ve Molotof Kokteyli Partisi’nden Aysel Tuğluk “kötü şeyler olacak, nıhahaa” dedi ve o da insan kanlı totoyu kazandı. Onun sevinç çığlıklarını duyunca bu “bizim” Yaşar gelmişti aklıma. Çünkü Aysel’e de hesap soran yok: “Ulan kelle! Sen bir siyasetçisin. Barışçı bir söylem, bir umut üretemeyeceksen ne halt yemeye milletvekili oluyorsun?”.
Yaşar Küçükanıt “kötü” ( = “iyi”) tahminleri sayesinde genel kurmay başkanı oldu. Kanlı toto oynayarak güzel (=çirkin) bir kariyer yaptı. Hatta milliyetçi Türk gençleri Küçükanıt’a insan kanıyla yapılmış bir Türk bayrağı bile hediye ettiler. Küçükanıt bu güzel (= çirkin) hediyeyi alınca ağladı. (Bkz. Zayıflamak istiyorsan daha çok yemelisin)
İnsan kanıyla toto oyununda başarılı (=başarısız) olduğu için Ona bir PKK bayrağı hediye edilebilir. Milliyetçi Kürt gençleri kıymetsiz (=kıymetli) kanlarını akıtarak böyle güzel (=çirkin) bir bayrak boyayabilirler. “Varlığım Kürt varlığına armağan olsun. ‘Ne mutlu Kürdüm diyene!’ demeyen bizim düşmanımızdır! Bayrağım! seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım” gibi iyi şeyler (=kötü şeyler) yazabilirler üzerine.
… Bu konu ilginizi çektiyse…
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
1 Yorum
Yazan:çuvaldız Tarih: May 20, 2011 | Reply
Hiçbirinin birbirinden farkı yok.
Bazıları için bilinçli bir ihmalle/tercihle yerine getirilmeyen görevin sorumlularının “ sorumluluk sorgulaması”, bir kurumu/kişiyi yıpratmaya yönelik psikolojik harekat/şantaj olarak algılanıyor.
Taraf gazetesi sınır karakollarında yaşanan olayları manşete taşıyıp en güvenilir kurumun ihmalleri/tercihleri konusunda haber yaptığında, görev ihmali ile itham edilen kurumun ilk yaptığı yayınlanan belgeleri yalanlamak/yanlışlamak olmuştu. (gömülü bulunan silahlar ve cephaneler, ıslak imzalı belgeler için de aynı savuşturma yolu izlenmişti) Ardından sorumluların değil de bu gizli belgeleri içerden dışarı sızdırma suçu(!) işleyerek hainlik(!) edenleri bulup gereğini yapmak üzere peşlerine düşülmüştü.
Bir kurumun kozmik odasına girmek bir kişinin yatak odasına(özel hayat!) girmek gibi takdim edilmiş ve bu devletin bir hakiminin bir casus ya da bir röntgenci gibi o odaya girmesine yoğun şekilde muhalefet edilmiş, engellenmeye çalışılmıştı!
Şimdi de siyasi partiler bu kurumunkine benzer bir refleksle “doğru” olandan yana tavır koymaktansa ne olursa olsun “bizden olan yanlış yapmaz” edasıyla kişilere dolayısıyla da “yanlış’a sahip çıkıyor!
Mahremmiş, kişilerin özel hayatıymış, aldatmak ahlaksızlıkmış ama bu görüntüleri çekmek ve yayınlamak hukuken suçmuş….bla bla bla…cambaza bakmaya devam! Kaşar küflenmiş biz dönmüş bu kaşara kim küflü diyerek suç işledi diyerek kendimize saflardan birinde yer arıyoruz.
Buyrun yine bugün bir gazete bir çocuğa yapılan tecavüzü manşet yapmış. Tecavüzcüler, iftira, komplo deyip işin içinde sıyrılabilirler. Hem kime ne, öyle ya adamın özel hayatı! Bunu kim tespit edip, faş ettiyse suç onundur!
Beyinsiz, vicdani muhakemeden habersiz bir ahtapot gibi ucundan tutalım diye önümüze konulan seçeneklerden birine yapışmayı bir tercihte bulunmak sanıyoruz; tavşana fal baktırmak gibi…