RSS Feed for This Post

Anlatmak

“İlginç bir şey bu…” dedi Pad, sormak istiyordu da çekiniyordu.

“Sor hadi” dedi Nim, “Bunu da saçma buldun belli.”dedi çocuğun yüzüne bakarak.

“Hayır, öyle değil. Sen… Sen hiç aşık oldun mu,  diye soracaktım sadece, annem aşkın mantıksız olduğunu söyler, aşkta mantık aramamalıymış insanoğlu.”

“Ne bilge bir annen varmış senin.”

“Alay etmesene. Ne bileyim ben, annem dedi sadece, ben daha küçüğüm, bunları anlayamazmışım, niye anlayamıyorsam, sanki anlattılar da ben anlayamadım. Siz büyükler hep işleri zorlaştırırsınız zaten. Sen küçüksün anlamazsın, sen küçüksün beceremezsin, yapamazsın, düşersin, dökeceksin, sana dememiş miydim, döktün… Öf!”

“Tamam Pad, bu kadar yeter.”dedi Nim, çocuğun yüzüne tebessümle bakarak. “Ama inan aşk öyle zor bir şey ki, bunu anlatamam. Anlatsam da anlayamazsın değil, anlatamam.”

“Neden ama?”dedi sabırsız bir öfkeyle Pad.

“Bazen insan bir şeyler yaşar, neden ve nasıl öyle olduğunu, yaptığını bir türlü açıklayamaz. İnsanın duyguları alır götürür insanı bir yere. Sen sadece vardığın yeri fark edersin, ne vakit oraya geldiğini, nasıl geldiğini bir türlü hatırlayamazsın.”

“Uykunda yürümek gibi mi yani. Uyuyorsun ama yürüyorsun. Tuhaf. İnsanlar da seni olmaman gereken bir yerde bulup geri götürmeye ve uyandırmamaya çalışıyorlar, hiçbir şey olmamış gibi, kalkıp da yürüdüğünü hatırlama ve kendine zarar verme diye. Sense hiçbir şey hatırlayamıyorsun. Bunun gibi mi yani?”

“Onun gibi, tek fark, sen uyandığında olanları, her şeyi, her bir detayı hatırlıyorsun. Çünkü canın öyle yanıyor ki izi kalıyor acının.”

“Neden acı, aşk acı veren bir şey mi?”dedi Pad.

“Çoğunlukla, yani genelde, sanırım öyle. Ne bileyim çocuk, aşk işte,  dedim ya, anlatılabilen bir şey değil.”

“İyi de Nim, madem anlatılamıyor niye herkes biliyor, çok saçma, herkes biliyorsa anlatılıyor hatta çok anlatılıyor demektir.”

“Hiçbir şey gözünden kaçmıyor değil mi senin, zaten nasıl bir çocuksan henüz anlayamadım, ya çok zekisin ya da…”

“Ya da ne!”dedi Pad öfkeyle.

“Çok zekisin, tamam. Kızma hemen. Başka bir şey sorsana bana.”

“Annem senin eşyalarını sattığını, evini de satılığa çıkardığını söyledi, doğru mu, neden bana bir şey söylemedin?”

Nim, çocuğun yaşaran gözlerine baktığında, söyleyeceği her şeyin dikkatle söylenmesi gerektiğini anladı. Onu kırmak istemiyordu. İncitip, küstürmek kolay olandı, ilk kez bir insanı incitmekten bu kadar korkuyordu, gidişiyle incineceğini bile bile.

“Hani o çukur var ya, iki gün önce, onun üzerinden atladım, sonra da gitmem gerektiğini fark ettim, bugün o çukuru birlikte kapatacağız, sen ve ben.”

“Hani nereye gidersen git döneceğin yer o çukurdu, neden gidiyorsun, neden?”

“Gitmek zorundayım, gitmek ve gidip kendi hikâyemi yaşamak…” Tamamlayamadan sözünü kesmişti Pad:

“Peki bana kim hikâye anlatacak artık?”

“Zaten kötülerdi biliyorsun, hepsi anlamsızdı.”

“Hayır, sen bana bakma, ben senin hikâyelerini seviyorum. Ben sana kızdığım için mi gidiyorsun yoksa?”

“Hayır Pad, inan bana, senin yüzünden değil. İsmim neydi benim, yani anlamı?”

“Nim, yani yarım. Öyle demiştin.”

“Evet, yarım. Ve şimdi tamam olabilmek için gitmek zorundayım, dinlemek değil yaşadığımı anlatabilmek için, aşık olabilmek ve sana kendi aşkımı anlatabilmek için. Anlıyor musun beni?”

“Sanırım.”dedi çocuk, sonra da merakla adamın gözlerinin içine baktı.

“Yani aşık olabilmek için gidiyorsun, hiç dışarı çıkmadığın için kızlar seni göremiyor, doğal olarak da sana aşık olamıyorlar. Bu yüzden dışarı çıkacaksın, çok dışarı. Onlar da seni görüp aşık olacaklar, değil mi, bunu söylemek istedin?”

Nim kahkahalarla gülmeye başlamıştı, seviyordu bu çocuğu, hem de çok, onu da götürebilme şansı olsaydı yanında götürürdü, hiç düşünmeden hem de.

“Seni seviyorum çocuk, keşke benimle gelebilseydin.”dedi.

Pad, çok sevinmişti bu sözlere. Adamı sıkıca kucaklayarak:

“Ben de seni seviyorum. Ama istersen çukuru sonra dolduralım, bugün biraz yorgunum.”dedi.

Nim, bu akıllı, akıllı olduğu kadar da kurnaz çocuğa baktı,

“Tamam, sen dinlendiğinde doldururuz.”dedi.

Kırmayacaktı onu, hazır olduğunda ayrılığa, ayrılacaktı ondan, hem daha anlattığı hikâyeleri yazacaktı kağıda. Söz vermişti, yazmadan gidemezdi. Evine dönüp de masasının başına oturduğunda hikâyeleri yazmak için, biraz dinlenme bana da iyi gelir, diyerek erteledi yazım işini. Ağırdan alacaktı, acelesi yoktu. Çocuk için değerdi, uzun yıllar sonra kapısını çalan sevgiyi kaybetmemek için değerdi biraz daha beklemeye.

Elbette o çukurun kapanacağı gün gelecekti.

Az biraz sonra, vakit vakti takip ettiğinde, zaman zaman içinde dönüp durduğunda, tamam olacaktı, çukurun da dolma vakti gelecekti, yeniden açılana değin.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin