Fütûhât-ı Mekiyye, Cilt 14 (Muhyiddin İbn Arabi Hz.)
By Mehmet Yılmaz on Haz 28, 2011 in Görmek, Göz, Hz İbn-i Arabî, Kitap Alıntısı, Kitap Sohbeti, Zaman Nedir?
“Akıl gözün görmediğini bilirken Göz fikrin reddettiğini görür. Arif olanlar ise akıl ve gözü bir araya getirir. Onların kendisiyle anladıkları kalpleri, kendileriyle gördükleri gözleri, kendileriyle duydukları kulakları vardır.”
Dün gece kıyısız bir okyanusun acayip incilerinden topladım. Paylaştıkça çoğalan inciler. Derin Düşünce okurlarıyla paylaşıyorum ki çoğalsınlar.(MY)
Sayfa 278, 390cı bölüm
“Bir şeyin zamanı onun varlığıdır” münazelesinin bilinmesi
“Sıfatlar bağımsız varlıklardır” dersek
Onunla nitelenen Bir nerede?
Bize HAKK’ın hitabı gelmiş
Elçilerinden öğrendik onu
“ALLAH’ın bir ortağı yok” dedi Peygamber (SAV)
Misli de yok, mahiyetini de bilemez kimse
Varlığın sırrını öğrenirsen
O’nun hakkında bilgiyle davran ve sakın bilgini
Her ne zaman dersem “O’nsuz ben yokum”
“Kimdir O?” sorusu sorulur ve pekişir
Dostum! Sözümü iyice anlarsan
Gerçeği de öğrenirsin ve demezsin: “Ben kimim? O kim?”
ALLAH Teâlâ bir topluluğun “bizi ancak dehr (=zaman) yok eder” (Casiye, 24) dediklerini aktarmıştır. Doğru söylemişler çünkü Hz. Peygamber (SAV) bir hadisinde DEHR’in ALLAH’ın isimlerinden biri olduğunu buyurmuştur. […]
Bilmelisin ki zaman dışta varlığı olmayan bir nispettir (=bağ). İnsanlar zamanın mahiyetinde uzun uzadıya söz etmişlerdir. Onların sözlerinden anlaşıldığı kadar, bizim de söylediğimiz üzere, zaman “ne zaman?” sorusuyla ortaya çıkan bir nispettir. Bu soruyla birlikte “ne zaman ki”, “vakta ki”, “olduğunda”, “olursa” gibi zamana ait isimler ve ifadeler ortaya çıkar. Bütün şart edatları zamanın isimleridir. İsimlendirilen ise yokluk lafzı gibi var olmayan bir şeydir. Çünkü bu lafız isimlendirileni olmayan bir addır. Bununla birlikte hükmü bilinir. Zikrettiğimiz konunun doğru anlaşılabilmesi için misal vermeliyiz.
“Zeyd ne zaman geldi?” diye sorulunca cevap “Güneş doğduğunda” veya “Güneş doğduğu zaman” olabilir. […] Bu ve benzeri sorular “ne zaman?” sorusunun cevabıdır ve hepsinden zaman anlaşılır. “Zeyd gelince ona ikram ederim”. Bunun anlamı Zeyd geliş vaktinin kendime şart kıldığım vaktin gerçekleşme vakti olmasıdır. Başka bir deyişle ona ikramın gerçekleşmesi Zeyd’in gelişine bağlanmıştır. Söz konusu olan yaratılmışlar için zaman iken kadim için ezeldir. Zamanın anlamı iki ucu olmayan, uzayan mevhum süre demektir. Geçmiş kısmına bakarak ona “mazi”, gelecek kısmına “gelecek” ve bulunulan zamanı “şimdiki zaman” diye isimlendirir ve ona “an” deriz. An (kendisi de zaman olsa bile) geçmiş kısım ile gelecek zaman arasındaki sınır demektir. Bu yönüyle an, dairenin çevresinde var sayılan bir nokta gibidir. Noktayı bir yerde var saydığında onun başlangıcı ve bitimi belirlenir.
Bu bağlamda ezel ve ebed zamanın iki ucunun olMAyışı demektir. Bu yönüyle zamanın başlangıcı ve sonu olmadığı gibi süreklilik sahibi şimdiki zaman demektir; şimdiki zaman ise sürekli olandır. Âlem sürekli şimdiki zaman hükmünde olduğu gibi ALLAH’ın âlemdeki hükmü zamanın hükmü altındadır. Zamanın geçmiş ve gelecek kısımları da şimdiki zaman hükmü altındadır.
Bakınız! ALLAH Teâlâ bize sona ermiş bazı işleri bildirirken onları geçmiş zaman kipiyle, bir kısmını gelecek zaman, bazılarını şimdiki zaman kipiyle anlatır. Bu kısma misal olarak “O her gün bir iştedir” (Rahman, 29) ayetini verebiliriz. Geçmiş zamana misal olarak “seni önceden yarattım, sen bir şey değilken” (Meryem, 9) gelecek zamana misal olarak “Onu irade ettiğimizde ona ‘ol’ deriz, o da olur” (Nahl, 40) ayetiyle “Büyüklenenleri ayetlerinde yüz çevirteceğim” (A’raf, 146) ve “Size ayetlerimi ulaştıracağım” (Enbiya37) ayetlerini verebiliriz. Bütün bu ifadeler karşısında bu işlerin kendisinde gerçekleştiği ve onun da bu işler için zarf olabileceği var olan bir hakikat ararız. Halbuki hem akılda hem duyuda böyle birşey bulamayız. Fakat vehimde bir zarf olarak zamanı buluruz. Bu zarf vehimdeki zarfın mazrufudur ve vehim sürekli onun hakkında hüküm verir. İyice düşünürsen vehimle veya akılla veya duyuyla öğrendiğin yegâne şeyin var olurken kendisine dayandığımız HAKK’ın Varlığı olduğunu görürsün. ALLAH bu nispet nedeniyle bizim için kendisini ED-DEHR (Zaman) diye isimlendirdi ki zamanın hüküm sahibi olduğu zannedilmesin, çünkü O’ndan başka hüküm sahibi yoktur. Eşya hükümleriyle birlikte O’nun varlığında ortaya çıkarlar ve O sürekli varlık demektir. Mümkünler O’nun latif varlığının perdesi ardından zuhur ederek görülür hale gelirler. Onlar HAKK’ın varlığının perdesinin ardından gözüken varlıklarımızdır. Fakat O’nu göremeyiz. Nitekim göklerin perdesinin ardından yıldızları görürüz fakat gökleri göremeyiz. Bununla birlikte bizimle yıldızlar arasında göklerin bulunduğunu akıl yoluyla biliriz. Onlar latiftir ve bu nedenle artlarında bulunan şeyleri gizlemez ve örtmezler. “ALLAH kullarına karşı latiftir” (şûra 19). ALLAH’ın latif olmasının bir yönü içinde bulundukları herşeyi onlara getirmiş olmasıdır. Kulların gözleri ise şahid oldukları şeyleri görürler ve sahip olduklarını sebeplere izafe ederler. Bu durumda HAK perdeliyken ortaya çıkar. HAK perdelenen ve zuhur edendir. HAK perde nedeniyle bâtın kalan, perde ve senin için zahir olandır. […]
ALLAH perdesinde zuhur etmiştir. Göz O’ndan başkasını görmezken O’nun üzerinden perdeler kalkmaz. O sürekli RAB iken biz yokluk ve varlık halimizde sürekli kuluz. […] Perdeli insanlar sebepleri görürken arifler sürekli HAKK’ı müşahede ederler. Bununla birlikte perde oldukları kimseler adına perdeleri de bilirler. Böylelikle onlara göre latif olan kesif olmuşken ariflere göre kesif olan latifleşmiştir:
Akıl gözün görmediğini bilirken
Göz fikrin reddettiğini görür
Arif olanlar ise akıl ve gözü bir araya getirir. Onların kendisiyle anladıkları kalpleri, kendileriyle gördükleri gözleri, kendileriyle duydukları kulakları vardır.
Satın almak için: Litera Yayıncılık
… Zaman veya Göz konusu ilginizi çekiyorsa…
“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.
Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …