RSS Feed for This Post

Oruç Bozdum

O günah, bu günah dini

  Çocukluğumda Ramazan bahara denk gelirdi, hayatımın en güzel yıllarının, en güzel ayı olmasının nedeni büyük bir aile olarak yaşadığımız apartmanda, iftar sonrası kılınan teravihleri, babamın cemaatle kıldırmasıydı. Dedeler, amcalar, kuzenler ah ne saadet…

  Elbet o zaman Ramazanın manevi içeriğine dair çok şey bilmezdik, çocuktuk, çocuktum. Büyüdükçe, Ramazan’ın, hele o son 10 gecenin, o geceden bir mübarek gece Kadir Gecesinin mahiyetine dair malumat sahibi olduk, Ramazan yine saadet ayı oldu.

  Ramazan insanın en başta enesine, nefsine karşı durduğu aydır. İnsan bu öze vakıf ise biraz kendime çekileyim ister; televizyon sussun, insanlar sussun, sükut ruhumu sarsın, tüm varlığımla, inandığım gibi Rabbime varayım ister… Tüm bu nedenlerden Ramazan arifesi kalem orucuna da niyet ettim. Ne mümkün?

  Babam ilahiyatçıdır. Evde sık sık “din” üzerine konuşulduğundan kendimi bildim bileli aşina olduğum bir konu. Ancak gel gelelim Türkiye genel olarak “geleneksel İslam” damarından beslenmiş bir yer. Evde ilahiyatçı, kısmen modernist düşünen bir babayı dinlerken, sokakta duyduğum “gelenekçi, hurafesi bol İslam” anlatımından da nasiplendim. Bu bende ister istemez “o da olur, o da olur” bakış açısı geliştirdi, belki bu nedenden düşünceye önem veririm, tekfir etmem ve hatta en büyük illetin bu tekfir etme hali olduğunu düşünürüm.

  Bugün oruç bozdum; kelam orucumu bozdum, e sabır taştı!

  Düne kadar Türkiye İslam’ı ortodoks bir anlayıştan kısmen uzak, Kuran-ı Kerim’den, Peygamber (SAS)’in sünnetinden uzak, okumaktan yana olmayan daha çok “o hocanın vaazı, bu hocanın fıkhı” ile öğrendi. Genellikle bu anlatımın-öğretimin sahibi dini anlatırken haşa Allah’ı zalim kılmaya kadar gitti ve ortaya “o günah, bu günah” diyerek bir “yaptığın her şey günah” dini çıkardı.

  9 yaşımdayken, bir yaz günü anneannem bana Kur’an-ı Kerim okumayı öğretirken, tüm çocuklar sokakta, ben evdeydim. Boğazım acıyarak “ğayn” harfi çıkartmaya çalışırken, Allah ondan razı olsun anneannem “yanlış okursan, Allah dilini kızgın makasla keser” diyordu (Ne yapsın, öyle öğrenmiş). Haşa, bu Allah’a su-i zandır. Rab, merhametlidir, bi-iznillah merhameti kendine yazmıştır.

  İşte mevcut nokta bu denli acıdır.

O yok, bu yok dini

  Bugün ise her gün bir başka televizyon programına konuk olan bir ilahiyatçı, bir hoca ” o yok, bu yok dini” oluşturuyor.

  Misal, Abdülaziz Bayındır ve Yaşar Nuri Öztürk “Teravih diye bir namaz yok” diyorlar. Açıkçası bunu yadırgamıyorum zira bunları babam 20 yıl önce söylerdi, yani şaşkınlıkla bir tepki veriyor değilim. Kendi dalında ilmi olan kişilere, ders verecek de değilim ancak bu dinin maneviyatını bir kenara koyup salt nesnel-sayısal veriler ile kuru kuru tebliğ edenlere de susacak değilim.

  Ramazan’ın ilk günü bir misafirimizi evine bıraktık. Kavşakta kırmızı ışıkta beklediğimiz yer bir camii önüydü, camiiye sığmayan cemaat avludaydı, onlarca kişi Allah’ın huzuruna yönelmişti, ben orada ümmeti gördüm, ben orada Ramazan’ı hissettim. O hisler içinde imamın “Allah-u Ekber” demesiyle secdeye varmak isteğiyle titredim.

  Şimdi ümmetin maneviyatını elinden alan bu modernisler -ki ben de kendimi kısmen modernist sayarım- “o yok, bu yok” diyerek belki hurafe yahut bid’atlardan dini arındırmaya çalışıyorlar, bunu anlıyorum ancak nasıl oluyor da, maneviyatın da içini oyuyorlar?

  Hepsi var kardeşim!

  Ramazan içinde, vicdan azabım var, Allah’a mahcubum, günahlarımdan, hatalarımdan utanıyorum. Ya benden kırıldıysa diye hayıflanıyorum, tam duha vakti* o sırada açık kalmış televizyondan bir ses geliyor; “Rabbin sana darılmadı ve seni terk etmedi. Şüphesiz ki, ahiret hayatı senin için dünyadan daha hayırlıdır“. Sübhanallah.

  Bir arkadaşımın sosyal ağ iletisi: “İstemez misin Ya Ömer, dünya onların olsun, ahiret bizim” olsun diyorsun, olsun.

  An ile biri hakkında konuşuyorsun; Kur’an mealinde ayracın Humeze Suresinde kalmış; “Vay o önden ve arkadan çekiştirenin haline, vay o ayıplayanın haline” tövbe ediyorsun.

  Açlıktan kan şekerin düşmüş, hafif gerginsin biraz annene söyleniyorsun, uyuşmuş zihnin kendine gelerek hatırlatıyor; “Sakın ola anne ve babana öf bile deme, seni bu zamana kadar getiren onlardır” anana hürmet ediyorsun.

  Dünya bu, iş yerinde, belki evinde bunalıyorsun, bir mağaraya tıkılmış gibisin, can derdine düşmüşsün, geçim derdine düşmüşsün, korkuyorsun işte o an bir muştu varıyor sana, “yalnız değilsin” diyor hem Rasulullah’ın ağzından “Üçüncüsü Allah olan iki kişiye kim zarar verebilir, Ya Ebu Bekir?” Ebu Bekir oluyorsun.

  Nefis var, şeytan var, belki hayatın olumsuzlukları peşi sıra geliyor, yakana yapışıyor, istediğin olmuyor; “hiç gülmeyecek miyim?” diyorsun. Yine bir rivayet sana şikâyetini unutturuyor, Rasul ile yollarını bağlıyor; Hz. Fatma, Peygamber Efendimizin ölümüne yakın, başucunda ağlıyor, güzeller güzeli Efendimiz: “Üzülme kızım, bundan sonra babanı hiç kimse üzemeyecek” diyor. Utanıyorsun, salavat getirip, ağlıyorsun.

  Zekât günü gelmiş, fitre günü gelmiş, belki nefsine yeniliyorsun zor geliyor, belki dünyaya, metaya harcadığın için “verirsem ay sonunu nasıl getiririm?” diye hayıflanıyorsun. O Sahabe geliyor, duruyor önünde, verecek tek şeyi elindeki hurması olan ve ondan başka yiyeceği olmayan o Sahabe geliyor aklına; Ebu Bekir gibi, Ömer gibi coşuyorsun, hepsini vereyim istiyorsun.

  Var kardeşim var! Bu dinin sol değerlere, rakamsal ifadelere, boğulmayan, “o yok, bu yok” demeyen, “o günah, bu günah” demeyen, bir tarafı var. Örnek olacak bir Peygamber var. Seni duyan Allah var.

  Bu din, “Malının 5000 lirasından fazlasını alırım” diyen gaspçılardan, “Teravih yok” diyen yokculardan, “böyle yaparsan kaâfir olursun” diyen tekfircilerden, “ne kadar Laileillallah, o kadar huri” diyen ahlaksızlardan, “şu rakamlı sureyi şununla çarparsan, şu olur” diyen şifrecilerden, “meal okumayın” diyen uzaklaştırıcılardan mütevellit değil, elhamdülillah. İslam’ın Kuran’dan ve sünnetten gelen örneklerle, tavsiyelerle, yol haritalarıyla talibinin içine içine hitap eden bir yanı var.

  Bozduğum kalem-kelam orucumdan naçizane; Allah’ın bize fırsat kıldığı mübarek ay da, gecelerinizi namazla aydınlatın, dilinize zikri pelesenk edin, orucu hakkıyla tutun, yetimi-öksüzü gözetin, malınızdan infak edin, Kuran’ı anlamıyla okuyun; O Allah’ın sözüdür ve Allah tek tek her birinize hitap etmiştir. Sözü yumuşak söyleyin, kalplerinde hastalık olanlara fırsat vermeyin, az yiyin, az konuşun, az gülün, kırdığınız insanların gönlünü alın, boş verin “dünya onların olsun, ahiret sizin“.

  Özünü kaybeden, ayrıntıya takılır kalır “varların ve yokların” arasında “öz”e sarılın, vesselam.

* Duha Vakti: Gündüz müddetinin, yani imsaktan güneş batana kadar olan sürenin dörtte biri.

 

 

… Bu kitaplar ilginizi çekebilir…

 

Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Raporu-2009/2010

 ”Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Raporu-2009/2010″ adlı bu çalışma son iki yıl süresince en çok konuşulup, tartışılan temel sorunlarından biri olarak karşımızda duran başörtüsü yasağına dönük bir dökümantasyon çalışmasıdır. Raporun ana omurgasını, iki yıllık süreçte başörtüsü eksenli yaşanan hak ihlalleri ve buna karşı sergilenen tutumların, davranışların ve tavırların kronolojik bir sırada aktarıldığı almanak tarzı bir arşivleme çalışması oluşturmaktadır. Raporun sadece yasak uygulamalarından ibaret kalmaması; soruna dair gösterilen tepkilerin, politik aktörlerin demeçlerinin ve yasak karşıtı çeşitli etkinliklerin de yer alması; konu etrafında oluşan gündemin ana hatlarıyla aktarılarak, dönemin genel fotoğrafını çerçeveleme kaygısıyladır. Böylece araştırmacılar, bugün ve ileride başörtüsü sorunu etrafında yapacakları çalışmalarda, Türkiye’de ve dünyada başörtüsü sorunu etrafında 2009 ve 2010 yıllarında yaşanan gelişmeleri, oluşan gündemi izleme imkânı bulabileceklerdir. Raporu buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 7 Yorum

  2. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 17, 2011 | Reply

    Tebrikler, çok güzel ifade etmişsiniz. İlahiyatçılarımız o yok, bu yok ile, dinin zahiri ile kışırı ile, kabuğu ile uğraşacaklarına biraz bu din, aşkla, muhabbetle nasıl yaşanır; nasıl gözyaşı dökülür, nasıl Allah’a vuslat iştiyakı duyulur bunlara çözüm bulsalar.
    O yok, bu yok diyen adamların suratlarına bak. Yani, sizin dininizi yaşarsam sizin gibi mi olacağım diye düşünüyorum, Allah korusun.
    Din, hakkında ahkam kesilecek, egomuzu şişirecek, ‘hiçbiriniz bilmiyorsunuz, ben biliyorum ben!’ diye caka satacağımız bir şey değil. O Allah’a yakın olmanın yolu. Arifler çok güzel sınıflandırmışlar: Şeriat, tarikat, hakikat, marifet diye. Hepsi araçtır. Amaç Allah’tır. Seni Allah’a ulaştıracak bir ilmin yoksa, onu Şems Hazretlerinin yaptığı gibi suya at, perde etme.

  3. Yazan:zehra Tarih: Ağu 17, 2011 | Reply

    Eyvallah…Biraz ferahladık şu mübarek günde…Bırakın kocakarı imanıysa bizi yeşerten su verelim hep birlikte.

  4. Yazan:says Tarih: Ağu 17, 2011 | Reply

    sahiden dinde o yok, bu yok ise ne yapsın hocalar? a. bayındır’ın katıldığı programlarda fikrini savunuş tarzı, karşısındakiyle konuşması tam bir felaket bence. onun yüzüne bakınca tabiki bu mübarek adamın savunduğu şey doğrudur dinin özü budur, deyip tekfir etmiyorum diğerlerini. ama teravih yoktur derken maneviyatı reddetmiyor ki hoca, herkes nafileyi evinde kılsın kardeşim diyor. farz olmayan ibadeti camiye sokamayız diyor. ve bunları derken peygamberimizin yaptıklarını örnek veriyor. diğer yandaysa teravihin hikmetleri, faziletleri konuşuluyor. iki taraf da sünnetten yola çıkıp birbirine tam zıt iki hükme varıyorsa halk ne yapsın.? ahir zamanın imtihanı bu sanırım.

  5. Yazan:bu örtü bu başla çıkar Tarih: Ağu 17, 2011 | Reply

    allah razı olsun

  6. Yazan:Hatice Kübra Tarih: Ağu 17, 2011 | Reply

    Eline,Yüreğine sağlık Cemile Ablam ..Ne güzel yazmışsın hakikattende ..Şöyle bir ruhum ferahladı..Allah razı olsun..:)

  7. Yazan:çuvaldız Tarih: Ağu 18, 2011 | Reply

    Yazın ile ilgili beğenimi ve oruç kelam orucunu bozma konusunda düşündüklerimi bir vesile ile kısaca iletmiştim. Kelam orucu güzel kelam hurması ile böyle bozuluyorsa şayet Allah kabul etsin. Fetva ya da ikametgah senedi, referans vb.nin peşine düşmeden kendi kendimin hocası olarak ”böyle bir oruç, iftar vardır makbuldür ve hatta elzemdir” diyorum. 🙂

    Yazı konusuyla ilişkili olarak öncelikle başlığın düşündürttüklerini paylaşmak isterim. Geçen gün Hilal Kaplan’ın Muhalif programında R.İ.Eliaçık pek çok şeyi özetleyen oldukça güzel bir ifadede bulundu; ”namaz camiden çıktıktan sonra, oruç Ramazandan sonra, Hac tavaftan sonra başlar.” Sanırım bizler hep şikayetlendiğimiz dikteye uygun olarak bir ibadet/Müslümanlık anlayışı geliştirdik; Allah ile kul arasında olan olarak tanımlanmış ve kabul edilmesi beklenen şartlanmışlığa uygun olarak belirlenmiş süreler içinde part time Müslüman olarak davranıyoruz; namaz süresi, ramazan ayı boyunca, Hac süresince vb gibi. Bu açıdan yaklaşınca yazını, kelam orucunu bozmuş birinin yazısı gibi görüp değerlendiremiyorum.

    …ancak bu dinin maneviyatını bir kenara koyup salt nesnel-sayısal veriler ile kuru kuru tebliğ edenlere de susacak değilim…(C.B)

    Susma zaten…Susmayıp, yazmış ve içi oyulmaya çalışılan o maneviyatın ne olduğunu eline yüreğine sağlık çok güzel de ifade etmişsin. Hurma tadında demem de bu yüzden 🙂 Onbir ayın her günü kelam orucu bu şekilde bozulsun inş.

    Büyük bir kısmımız belirli zamanlarda enesine/nefsine yular vurup, sonrasında finiş çizgisine yaklaşmış jokey gibi onu mahmuzlayıp, dört nala şahlandırıyorsa yani part time Müslüman olmaya razı olmuşken birilerinin kendini 7×24 İslam memuru ilan edip, şikayet edildiği üzere var ve yoklar konusunda ahkam kesiyor olması kaçınılmaz ne yazık ki. Belki de bu şahlanmış nefslerin eylemlerinden ötürüdür ki kendilerini memur ilan edenlerin söylediklerinin ekosu yükseltilebiliyor.

    Yalnız, ilgiyle ve dikkatle takip edebildiğim kadarıyla ne Y.N Öztürk ne de A. Bayındır “Teravih diye bir namaz yoktur” demedi! Bu ümmetin ibadet sezona uygun olarak ivme kazanmış maneviyatıyla balonlarını doldurup traj/rayting irtifası arayanların saha kenarından “kapıştırmak” için yaptıkları tezahürat cümlesi bu.
    Kısacası sezona/iklime göre konu belirleyen fırsatçı hasatçıların yanlış yönlendirmeleriyle ve aynen onların takdim ettikleri gibi dini meslek edinip erbabı olan bu kişileri “tebliğ edenler” olarak tanımlamak genelin kanıksayıp, alışılmış olduğu yanlışın tekrarı nevinden olduğundan pek doğru bir yaklaşım olmasa gerek! Arındırılmaya çalışılan hurafeler de bidatlar da kendilerini tebliğ edici ilan edenler ve birileri onayladı(!) diye öyle oldukları kabul edilenler tarafından dine sızdırılıp eklemlenmedi mi?

    Günah/sevap havale edebileceğimiz hocası bol din dersimizde(!) hâlâ şekilcilikten muhteviyata geçemedik. Utanç ve günah içinde boğulduğumuzu düşündüğümüzden olsa gerek dinin bir model gibi resmini yapmaktan kurtulup ne diyor diye derin derin gözlerine, ruhuna bakamadık vesselam. Cihan hanımın yazısı bu açıdan oldukça değerli.

  8. Yazan:cb Tarih: Ağu 25, 2011 | Reply

    selamlar,

    ne güzel yorumlar düşmüşsünüz, Allah razı olsun…

    çuvaldız,

    senin halen yazmıyor oluşuna şaşıyorum, bak ekrem senai az da olsa ne kadar güzel yazılar çıkarıyor…

    Allah sonuna vardığımız mübarek Ramazan’ın tekrarını nasip etsin, amin

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin