İslam’da Reform 2
By Ekrem Senai on Ağu 18, 2011 in Akıl, Hamza Yusuf
Birinci bölüm: İslam’da Reform 1
Bu yazı, Hamza Yusuf’un 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı konuşmanın tercümesidir. Konferansın videosuna ve transkriptine rethinkingislamicreform.co.uk adresinden ulaşılabilir
Onlar, dilin bu belirsiz yönünün daima farkında oldular. Kur’an birçok şekilde yorumlanabilir, birçok anlam taşıyabilir ve sonuna kadar böyle olmaya devam edecektir. Ayetler yeni bilgiler ışığında yeniden yorumlanabilir, yorumlanmıştır ve yorumlanacaktır. İslam reformu veya tecdid geçmişte gerçekleşmiştir , birçok örneği vardır. 19. yüzyıldan birkaç örnek vereceğim. Bu örnekler 19. yüzyılda Batı’nın Müslüman ülkelerini sömürgeleştirmesine tepki olarak ortaya çıkmış örneklerdir:
Bu tepkilerden biri tasavvufu kendine hedef olarak seçmişti. (Muhammed Abduh ve onun gibi) reformistler Müslümanların ahiret işlerine çok fazla daldıklarını; tasavvufun dünyayı tamamen dışlamak noktasına geldiğini düşünüyorlardı! Uzun süredir ihmal edilen politik ve ekonomik boyutlara eğilmek üzerine vurgu yapıyorlardı. Dolayısıyla, bu reformist hareketler İslam dünyasındaki sorunları siyaset ve ekonomiye dayanarak çözmeye çalışan hareketler oldu. Öncelikle eğitim, mühendislik gibi ihmal edilmiş sorunlar çözülmeliydi; İslam üniversiteleri yeniden şekillendirilmeliydi. El-Ezher buna iyi bir örnektir. El-Ezher geleneksel İslam eğitimi veren bir üniversiteydi. Şimdiyse çok-boyutlu, çok yönlü bir üniversitedir. Bu hareketler, İslam üniversitelerini geleneksel İslam ilimleri boyunduruğundan kurtarma çalışmalarıydı. Daha sonra Dr.Ramazan’ın büyük babasının da içinde bulunduğu siyasi hareketler ortaya çıktı. Reşid Rıza geleneğinin temsilcisi Hassan el Benna bunlardan biriydi. Cezayir’de Ben Badis Benna’dan etkilendi ve Cezayir’de reformist bir yapı ortaya koydu; Fas’ta Allal el-Fassi de bu reformistlerden biriydi. Bu hareketler 1780’ler ve 1790’lardaki Vehhabi hareketine paralel olarak gerçekleşiyordu. Daha sonra kral Abdül Aziz’in Arap yarımadasını işgali ile yeniden canlandı. Bütün bunlar Müslüman egemenliğinin ve Müslüman kültürünün çöküşünü engellemeyi amaçlayan reformlardı.
İslam dünyasının en büyük travması 1924’te Osmanlı Hilafetinin resmen kaldırılması oldu. Mekke’de halifeliğin ihyası ve yeni halife seçimi için bir konferans gerçekleştirildi. Konferansın başkanı, Usame bin Ladin’in halefi Eyman Zevahirinin dedesi Muhammed Zevahiri’ydi. Zevahiri, o zaman el-Ezher şeyhiydi. Bu çok acayip bir şey! Eyman Zevahiri’nin anne tarafından büyükbabası Mısır anayasasını yazıyor! Mısır anayasasının hazırlanmasındaki en önemli kişilerden biriydi Zevahiri; geleneksel, aristokrat Mısırlı bir aileden geliyordu.
Peki Muhammed Zevahiri ile Eyman Zevahiri arasında neler olup bitti? Yani 1924’te Mekke’de halife seçilemediğinde meşhur “Buyrun İslam milletinin cenaze namazına” sözünü söyleyen Muhammed Zevahiri ile aradaki bu uçurum nasıl oluştu?
Aslında olan şu: içinde yaşadığımız post-modern dünyada internet fikirlerin paylaşılmasında olağanüstü bir mecra sağlıyor. Batı’ya göç eden birçok Müslüman var ve bunlar batı liberalizmini, batının birçok kavramını solukluyor ve ortada birçok ruh arayışı var. Örneğin ABD’de gay ve lezbiyenler içinde- eminim burada da- Müslüman aileler içinde doğanlar var. Bunlar gay ve lezbiyenlere sıcak bakan bir İslam istiyorlar. Gay ve lezbiyen topluluğunu da içine katacak ve böylece kendilerine hareket imkanı sağlayacak kadar geniş bir İslam arayışı içindeler. İrşad Manji gibi ayrıca bu reformu isteyenler de var, yanlış anlaşılmasın… ‘İslam’ın Sorunu’ bugün belli bir grubun sözcülüğünü yapıyor.
Sorulması gereken soru şu: Neden İslam geleneğine karşı bu kadar güvensizlik ve korku hakim? Bence bunun ana sebebi şu: Lord Cromer – Oxford’a gitti mi bilmiyorum – Mısır’ın sömürge valisiydi ve Muhammed Abduh’un yakın arkadaşıydı, şöyle diyor: “reforme edilmiş İslam, İslam değildir”. Bu bir yönden doğrudur, ve bir yönden yanlıştır. Şu bir gerçek ki İslam reformist bir hareket olarak başladı. İslam, Hristiyanlıkta bulunan problemlere atıfta bulunuyordu; sekteryenlik- insanlar o dönemde Orta Doğu’da Hristiyanlıkta ne kadar çok farklı mezhep olduğunu bilmiyor: Nestoryanlar, Yakubiler, Aryanlar, Bizans Ortodoksisi, Katolikler – birbirinden farklı bir çok grup! Hala Hindistan’da mevcut olan Mali Bari Nasrani’leri ; baskılar sonucu Hindistan’a gitmek zorunda kalmış Ebunitler gibi Semitik Hristiyanlar- tüm bu farklılıklar; ve ayrıca Yahudilerin Hz.İsa’yı reddetmesi… İbrahimi geleneğin reforme edilmesi gerektiği ortadaydı.
Hazret-i Peygamber bu yüzden birçok kısıtlama koydu, Kur’an’da da inancı değiştirmemek üzerine birçok ayet bulabilirsiniz. Bu konuyla ilgili birçok ayet vardır. Müslüman bilincindeki temel kavramlardan birisi bid’attır- yenileme fikri- yapıyı değiştirmek… Bu yüzden Müslümanlar dinin kalibrasyonunu değiştirmek konusunda son derece ihtiyatlıdır. Ve yeni fikirler ortaya çıktığında tepki vermeye meyillidirler. Bu, Müslümanların temel davranış şeklidir. Bunun yakın zamanda değişmesini mümkün görmüyorum. Mümkün değil. Özellikle Müslüman dünyada akut haldedir, burada o kadar değil. Batılı Müslümanlar fikir ayrılıklarına son derece hoşgörülü… hatta anlayış farklılıkları bulunsa bile burada, Müslüman dünyaya göre, daha geniş bir hoşgörü var. Tamamı değil ama Müslüman dünyasının birçok bölgesi bu durumda. Fakat tarihte Müslümanlar fikir ayrılıklarına karşı daima hoşgörülü olmuştur.
Şimdi Britanya İslam’ı hakkında da bir tartışma var, biraz buna değinecek ve kapanış notlarımı paylaşacağım. Britanya Müslümanlarının “asimile” olması gerektiğiyle ilgili bir tartışma var. “tamamen Britanyalı” olmalıdırlar ve bu problem çok kültürlülükle ilgili diyorlar. Çok kültürlülük toplumumuzun bağlılığını tehdit ediyor diyorlar. Bağlılık fikri beni heyecanlandırıyor- bunu görmek istiyorum, neredeymiş bu muhteşem bağlılık bir gösterseler! Sanırım bu odadaki yetmişindekiler altmış, yetmiş sene önceki “bağlı” komşulukları hatırlayabilirler, bugün bu çok az; ve ben kendi komşuluğumun nasıl olduğunu ve bugün nasıl olduğunu hatırlayacak kadar yaşlıyım. Dolayısıyla bizde – sosyal parçalanma genel bir problem. Ben, Britanyalıların “Amerika’ya bakın! Ne kadar birbirlerine bağlılar!” demelerini komik buluyorum. “Onlar bayrağa yemin ediyorlar. Hem biliyorsun şükran günleri var! Herkesin ulusal bir hindi günü var biliyorsun… neden bizim de bir sülün günümüz olmasın….? Veya bu fazla mı acayip oldu, mesela ulusal çoban pastası günü olabilir…?”
Bir kere Amerika her zaman çok kültürlü bir toplumdu, birlik içinde bir toplum hiçbir zaman olmadı. Amerika’da farklı formlarda İngilizce konuşan insanlar var! Gerçekten! Ve Britanyalılar bizim Amerika’da farklı formlarda İngilizce konuştuğumuzu söyleyecekler ama biliyorsunuz… bakın… bizim insanlarımız var – onları anlamıyorum – ‘Ebonics’ adında bir dilimiz var. ‘Gumbo’ diye bir dil var – Jambalaya ve kerevit pasta ve fileto bamya? ‘bu gece ma cher amio ile buluşacağım?” Anlıyor musunuz…? Ben bunu anlamıyorum, bu Hank Williams şarkısı… Yani o anlıyor çünkü bu Louisiana lehçesi; bense ne olduğunu bilmiyorum! Ve eminim burada Yorkshire’daki insanlar, sizler de neden bahsettiğini anlamıyorsunuz. Amerika’da go kart arabalarında seyahat eden adamlar var. Go kart arabalarında! Bu arabalara lastik teker takıp takmamayı tartışıyorlar! Bunun tartışmasını yapıyorlar ve ben bunu uydurmuyorum!
Amerika’da devletin ”Siabla Englais’ dediği yerler var. Bunun anlamı şu ”Biz burada İngilizce konuşuruz.” Bunu uydurmuyorum! San Fransisco’da Çinliler’in yedi jenerasyonu var, China Town’da İngilizce konuşan yok. Yedi nesildir ABD’deler- burası Amerika! Dolayısıyla bu fikir – bu fantezi – ki bazı Britanyalı politikacıların ‘Amerika’nın muhteşem birliğini’ buraya getirme düşüncesi? İyi şanslar arkadaşlar. cidden.
İngiltere ile ilgili sevdiğim şeylerden birisi sizlerin daima farklı olana tahammül etmenizdir! Neden farklı dinleri tolere edemeyesiniz? Gerçekten! Yani bunda yanlış olan nedir? Bu ülke din savaşlarını gördü; din ve kabile savaşlarını bir dereceye kadar gördü, bu savaşların içine çekildi – bu savaşlardan çok şey öğrendiniz. Britanya dünyanın en hoşgörülü toplumlarından biridir, gerçekten böyle. Ve Dorothy Sayer gibi – Dorothy Sayer benim en favori teologlarımdandır – ayrıca gizem yazarıdır, ama iyi teologdur. Dorothy Sayer der ki ‘İngilizler zor kızar, fakat kızdıkları zaman aptal gibi davranırlar,’ bunun doğru olduğuna inanıyorum. Yavaş kızmaları, İslam’da en değerli erdemlerden biridir – ‘hilm’, diğerlerine tahammül etmek, öfkesine hakim olmak.
İslam reformunda hükümetlerin etkisi nedir diye sorulacak olursa… Müslüman hukukçuların işaret ettiği en önemli konulardan birisi hükümetin sınırlarıdır. Müslümanlar geleneksel olarak yaklaşımlarında libertaryandı, hükümetten hoşlanmazlardı- hukukçular da sevmezlerdi- hükümet için çalışmazlardı. Yasama hukuçulara aitti ve hukukçular bağımsızdı. İslam şeriatı hükümet desteğinden tamamen bağımsız oluşturuluyordu; büyük hukuçular aslında- Malik, Ahmed bin Hanbel, Ebu Hanife, İmam Şafi- hayatlarını hükümet hapishanelerinde geçirdiler ve hepsi Sünni geleneğin kurucularıydı. Şi’a da hükümet tarafından sürekli cezalandırılmıştır, hem de bazı yönleriyle Sünnilerin maruz kaldığından daha zalimce yöntemlerle. Sonuç olarak Müslüman hukukçular daima Hükümete karşı mesafeli olmuşlardır.
Bununla ilgili bir şey aktarayım…hükümetle ilişkide olmak kadar toplumda küçük düşürücü bir şey yoktur. Güvenilirliğinizi yitirirsiniz, Beyaz Saraya gittiğimizde, sadece misafir olmama rağmen, ki değildim…Bana ödeme yapmadılar biliyorsunuz. Para almadım biliyorsunuz. Belki istemeliydim… Fakat bu durum Müslüman toplumun büyük bir kısmında itibarımı lekeledi, çünkü Müslümanlar hükümetlere yakın olan alimlere karşı son derece mesafelidir, ve hep böyle olmuştur. Ve bu sebepsiz değildir. Çünkü hükümetler bunu hiçbir zaman iyi niyet ve nezaketlerinden yapmazlar. Birlikte çalışırlar . George Bush ‘biz İslam’la savaşta değiliz’ derken CNN kamerası aniden bana çevrildi. Bu bana önceden planlanmış gibi geldi. Yani bizim de devlet basınımız var. Biliyorsunuz… Rusya’da Pravda diyorlar, biz CNN diyoruz. Bunlar çözmemiz gereken sorunlar.
Peygamberimiz diyor ki en kötü alimler hükümetlerin kapısındakilerdir ve en iyi sultanlar alimlerin kapısındakilerdir. Hocam Şeyh Abdullah bin Baya birincisinin kısıtlı olduğunu, ikincisinin mutlak olduğunu söylemişti. Bunun ‘usuli’ dilde anlamı şu: ilki mutlak bir ifade değil çünkü alimin niyetine bağlıdır. En kötü alim hükümetlerin kapısında olandır derken onlardan kişisel çıkar bekleyendir demektir. Eğer Allah adına hükümete tavsiyeye gidiyorsa kötü alimler sınıfına girmez. Metni bu şekilde anlamamız daha doğru olur.
Sonuçta özet olarak, Birleşik krallıkta, ABD’de ve aslında Avrupa’da çok önemli şeylerin yapılması gerekiyor- biz şimdi Batı Avrupa’da birçok istatistiğe göre otuz milyon Müslümanız. ABD’de altı ila on milyon Müslüman var. Üç milyon kadar Kanada’da var… belki iki milyon. Ama Toronto’da beşyüz bine yakın. Yani Toronto nüfusunun yüzde onuna tekabül ediyor. Philadelphia’da, Amerika’nın ilk başkentinde Müslüman nüfusun oranı yüzde on. New York’ta, Şehir Meclisi bayramı tatil yapmaya karar verdi, çünkü New York’ta okullardaki çocukların yüzde yirmisi Müslüman. Yüzde yirmisi ! Burası ABD’nin en büyük şehri ve buranın devlet okullarındaki çocukların yüzde yirmisi Müslüman.
Bu muazzam bir fırsat, ama aynı zamanda bir kriz, ve biliyorsunuz Çin ideogramında kriz aynı zamanda fırsat demektir. Müslümanlar, keşfedilmemiş denizlere açılmak için gerekli entelektüel altyapıdan mahrum olduğunu anlamadığı sürece krizdir. İslam geleneğinde köklü ve kurulu bu cihazlar akıllıca kullanılmazsa, ciddi problemimiz var demektir.
Externality-dışsallık sözcüğünü kullanacağım … ‘dışsallık’ bildiğiniz gibi… bir kurumun negatif dışsallığı onunla açığa çıkan zararlı yan ürünleridir. BP gibi, pozitif olan kuyu kazmaktır; negatif dışsallık kuyunun çalışmamasıdır. Dinlerin de negatif dışsallığı olur. İşler yanlış gider. İnsanlar yanlış gider. Aynı bunun gibi sosyal gövdeden negatif dışsallığı olan Müslümanlar var. Şimdi insanlar işi BP’ye bırakıyor, ama bazen problem BP’den büyük olabilir. Devletin müdahalesini gerektirebilir.
FBI bana geldiğinde- sorgulamak için değil, bana hiç sorgulamaya gelmezler. Yani havaalanında tamam ama, basında bahsedildiği gibi evime sorgulamaya hiç gelmediler. Ve Dr. Ramadan basını iyi bilir. Ben artık medyaya inanmıyorum. Çünkü basında kendinizi okuduğunuzda bunun saçmalık olduğunu görüyorsunuz. Ve Wikipedia…aman Allahım, biliyorsunuz. Sonra FBI…Dedim ki bakın. Benim isteğim, biliyorsunuz, gerçekten, sizlerin bunu iyi anlaması. Gerçekten. Bu bir suç problemi. Bunlar suçlular ve durdurulmaları gerekiyor.
Aşırılık elmalı turta kadar Amerikalı bir şey. Bizim ekstrem sporlarımız var. Biz biliyorsunuz binalardan atlıyoruz, bungee ipleri ve aletleriyle. Aşırı yiyoruz. Bir kadın yakınlarda su içme yarışmasında öldü. Bir seferde yüz elli sosislinin yendiği sosisli yeme yarışmalarımız var. Mısırlı kardeşlerimiz bunu asla yapmaz biliyorsunuz. Ekstrem müziğimiz var. Bizim müziğimizi Guantanamo körfezinde işkence amacıyla kullanıyorlar. Ciddiyim. İşkence için kullanıyorlar. Aslında, heavy metal grupları kendi müziklerinin işkence olarak kullanılmasını protesto ettiler . Bizim…ekstremliğimiz gerçekten elmalı turta kadar Amerikalı bir şeydir. Problem aşırılık da değil. Aşırılık daima var olmuş ve olacak bir insan problemidir. Problem sivil toplumdaki şiddettir. İşaret etmemiz gereken konu budur: şiddet problemi.
İslam özünde irenik bir dindir. Barışçı bir geleneği vardır. Peygamberimiz bir savaş kışkırtıcısı değildi. Savaşı sevmezdi. Savaşı küçümsemişti. Hiçbir zaman düşmanlarınızla karşılaşmayı ummayın, ama karşılaşacak olursanız savaş meydanında cesaretli olun demişti. Sivillerin öldürülmesini yasaklamıştı. Kadın ve çocukların öldürülmesini yasaklamıştı. Maliki fıkhında mesela bir kadınla ancak karşı safta savaşçı olarak yer alıyorsa savaşabilirsin. Maliki hukukçular hadis konusunda o kadar endişelidirler ki, savaş meydanında bir kadın görürseniz ondan kaçın demişlerdir . Hadisin hükmü altına girmek istemiyorlardı, çünkü mütevatir bir hadis. Yani Kur’an’la aynı bağlayıcılıkta eksiksiz bir hadis.
Şimdi en büyük problemlerimizden birinden bahsederek kapatmak istiyorum, ben buna Şeyh Google diyorum; ‘ Hafta sonu müftüleri’. Geleneğimizdeki otoriteyi kaybettik. Bu da insanların Şeyh bin Ladin gibi olmasına yol açıyor. Birisi beni geçenlerde Arapça bir programa çağırdı ve şöyle sordu: ‘Şeyh Usame bin Ladin hakkında ne düşünüyorsunuz?’ Ben de şöyle dedim: Öncelikle bu sorudan beklentiniz nedir? Yani ne dememi bekliyorsunuz, yarın Guantanamo’ya sevkedilmek için ‘iyi çocuktur’ mu diyeyim? Yani bu bir fikir mi? Ne diyeyim? Bu adamı kim Şeyh yapmış? Gerçekten. Şeyh Usame bin Ladin’i Şeyh yapan kim? Usame bin Ladin muhasebecidir. Eyman el-Zevahiri pediatrik cerrahtır. Ve bu insanlar Afganistan’ın mağaralarından insanları öldürün diye fetva veriyorlar.
Onların fetvası meşhur Mardin fetvasına dayanıyor. Enver Sedat’ın öldürülmesine de gerekçe olan aynı fetvaya. Şeyhim ve hocam, Şeyh Abdullah bin Bayyah, geçenlerde Türkiye’de bir konferans düzenledi, Mardin şehrinde, fetvanın verildiği yerde. Fetva o şehirdeki spesifik bir konuyu işaret ediyordu. Şehrin valisi Müslümandı ama İslami kuralları uygulamıyordu, ve o zaman Müslüman olmayan Moğolların etkisi altındaydı. Ona buranın dar-ül harp mi yoksa dar-ül İslam mı olduğu soruldu. O da ne o, ne de diğeridir diye cevap verdi. İkisinin arasındadır çünkü dar-ül harp özelliğine sahip değildir; dar-ül İslam özelliklerine de sahip değildir. Ve sonra çok ilginç bir şey söylüyor. Mümin kişiye müminliğine uygun muamele edilmelidir; kafirleyse savaşılmalıdır: “yukatilu el-har’cen el-şaria b ima yestahikuh’. Kafirle savaşılmalıdır çünkü Şeriatı terk etmiştir, ve bunu hak etmiştir.
Şeyh Abdullah bin Bayyah, bu fetva Mardin’de okunduğunda, bu metnin doğru olamayacağını söyledi.
Katılımcılar arasındaki ulema- bir kısmı Müslüman dünyanın en büyük ilim adamlarıydı- hepsi ‘Şeyh efendi, fetvayı değiştirme’ dediler. Bu Şeyh-ül İslam’ın fetvasıydı. Fetvanın problemlerine işaret edebiliriz ama fetvanın metnini değiştirmemeliyiz dediler. Şeyh Abdullah bin Bayyah metinde bir problem olduğu konusunda ısrar etti. Arapça gramerine uygun olmadığını söyledi. Cidde’ye döndüğünde, metnin bir başka kopyasını buldu ve gördü ki ‘Şeriat’ı terk edenle savaşın’ demiyor. ‘yukatilu’ yerine, ‘yu’amilu’ diyor. Ona kafir gibi muamele edilmelidir diyor. Yani, kafirlere ilişkin birçok kural vardır. Sonra Şam’daki Zahiriye mektebindeki en eski kopyasını buldu. Ve orada diyordu ki cezalandırılmalıdır, yani ne öldürün, ne de savaşın diyor. Fetva yüz yıl önce verilmiş ve sayısız bir şekilde savaşılmalı diye kopyaları var. Bu Abdül Selam Ferac’ın Enver’i
öldürmesine zemin teşkil eden fetvadır. Bin Ladin’in Amerika’lıları öldürmek için kullandığı fetvadır, ve Suud evini Suudi Arabistan’da yok etmek için kullandığı fetvadır. Baskı hatasıdır. Tüm felsefelerini yüz yıl önce verilmiş baskı hatalı bir fetvaya dayanıyor. Bu topluluğumuzun bir krizidir: otorite krizi. Kimler bu metinleri okuyacak ve kimler anlamını belirleyecek? Çok teşekkür ederim.
2 Yorum
Yazan:Eflatoon Tarih: Ağu 18, 2011 | Reply
ne kadar güzel tesbitler. evet değişimi ve farklılığı sisteme güç olarak katabilen, kriz yönetimini verimli kılabilen bir bakışa hayati derecede ihtiyacımız var.
çeviri ve paylaşım için teşekkürler. ramazanınız kutlu, gayretiniz mübarek olsun…
Yazan:mikdat eryiğit Tarih: Ağu 19, 2011 | Reply
s.a gerçekten güzel bir araştırma ve tesbitleri harika Allah yar ve yardımcısı olsun selam ve dua ile