Yeni Türkiye’nin eskimeyen gazetecileri
By Konuk Yazar on Eyl 10, 2011 in Demokrasi, Özgürlükler, Türk Basını
Türkiye, geçmişten beri birtakım sorunlarla yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, din ve laiklik sorunu, Alevi sorunu, başörtüsü- türban sorunu, Ermeni meselesi, yargı sorunu, medya sorunu ve asker sorunu… Ancak bu sorunlarımıza ilişkin tanımları ülkemizde hep asker yaptı, kırmızı çizgileri hep asker belirledi. Dolayısı ile de askerin belirledikleri Cumhuriyet kurulduğundan beri devletin resmi ezberi oldu. Bu ezberlerin, kırmızı çizgilerin ihlal edildiğini görünce de müdahaleler ve darbeler geldi askerden: 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 postmodern darbesi ile 27 Nisan 2007 e- muhtırası gibi. Demokrasiye ve hukuk devletine yakışmayan 1982 Anayasasıyla yargı ve üniversitelerin düzeni ile hak ve özgürlükler askerin tekeline kaldı. Kürt sorununda, Ermeni meselesinde, din eğitimiyle ilgili meselelerde, Kıbrıs sorununda son sözü hep asker söyledi bu ülkede. Çünkü asker, sivillere güvenmiyordu ve bu yüzden 88 yıl önce kurduğu devleti seçilmişlere bırakmadı ve bırakmak da istemiyor. Daha fazla özgürlüğün, daha fazla demokrasinin, daha fazla hukukun bölücülük getireceğine, irticayı güçlendireceğine inanıyordu asker ve bu yüzden Avrupa Birliği (AB) yolundan da hazzetmedi hiçbir zaman. Tüm bu sorunları çözemeyince aş ve iş sorunu da çözülemedi bu ülkede. Yunanistan ve İspanya gibi ülkeler darbecilerden hesap sorarken, darbecileri cezalandırırken Türkiye’de 27 Mayıs darbesini yapan cuntanın lideri cumhurbaşkanı seçildi. 12 Mart’ı yapanlara dokunulmadı. 12 Eylül’ü gerçekleştirenlere de şimdiye kadar dokunulamadı ve hatta 12 Eylül darbecilerinin anayasası 28 yıl bu ülkede ‘demoklesin kılıcı’ gibi sallanıp durdu halkın üzerinde. Türkiye’yi 30 yıl sonra yine bir 12 Eylül’de 12 Eylül darbe anayasasından büyük ölçüde kurtaran yeni anayasa paketi, halk oylamasına sunuldu ve % 58 ile kabul edildi. Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarına yargı yolu açıldı, memurlara yeni haklar getirildi, memurlara toplu sözleşme hakkı tanındı, gazilere, engellilere, kadınlara pozitif ayrımcılık getirildi, darbecilere yargı yolu, komutanlara ise yüce divan yolu açıldı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısı değiştirilerek yargı ve yargıç güvenliği oluşturuldu, Anayasa Mahkemesi (AYM) geniş tabanlı hale getirildi yeni anayasa paketi ile.
Yargı Sorunu
Anayasayı parlamento yapar, AYM sadece yasanın yapılması sırasında şekil şartlarına uyulup uyulmadığını denetler. Ancak ‘367′ ve ‘başörtüsü’ gibi şekilden girilip esastan çıkılan davaların mevcut olduğu ülkemizde yıllarca hukuku uygulamaları için verilen yetkileri hukuksuz bir biçimde kullanan yargı üyelerine, şimdiye kadar darbeleri ve darbe girişimlerini sorgulamayan yüksek yargıya, Erzincan Ergenekon’unda ucu orduya dokunduğu için Erzurum’daki özel yetkili savcıların yetkilerini ellerinden alan ancak hakkında onlarca iddia olan Erzincan eski Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner için hiçbir şey yapmayan HSYK’ya, yüksek yargı üyeleriyle ordudan üst düzeyde önemli davalardan önce yapılan görüşmelere şahit olduk.
Medya Sorunu
Medya, yıllarca bu ülkede askerin sözcülüğünü yaptı, Güneydoğu’da yaşanan fail-i meçhulleri görmezden geldi, Kürt sorunundan bahsetmedi. “Türkiye Türklerindir” diyerek yıllarca bu ülkede yaşayan Kürtleri, gayrimüslimleri ve onların sorunlarını görmezden geldi. Dindarlara ‘yobaz’, Kürtlere ‘terörist’, Alevilere ‘dinsiz’ diyerek halkı birbirine düşman etti. Yaşanan yüzlerce terör olayının ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) “Bu kadar şehit nasıl verilir? Saldırılarda askerin ihmali var mıdır? Varsa bunlar nelerdir?” diye hiç sormadı. Ancak son birkaç yılda yeni basın yayın organları ortaya çıktı. Askerin her dediğini doğru kabul etmeyen, olayların arkasını araştıran, gerçekleri halkın da görmesini sağlayan bu gazeteler ve televizyonlar sayesinde bizler Dağlıca, Aktütün ve Hantepe’de yaşanan skandalları, 3 yıl önce yaşanan ve PKK’lılardan “kendi adamlarımız” diye bahseden bir Pilot Üsteğmen’in bir Yarbay’a “Adamlarımız çok zayiat veriyor ya koordinatları değiştirin ya da Heron’u düşürün” dediğini, yarbayın ise “Çaresine bakarız” cevabı verdiğini ve bu skandalın 3 yıl boyunca ‘sümenaltı’ edildiğini, geçmişte yaşanan birçok karanlık olayın arkasında kimlerin olduğunu, Ergenekon’u, Balyoz’u, Kafes’i, AKP ve Fethullah Gülen’i Bitirme Planı’nı, Gediktepe saldırısında olduğu gibi yapılan uyarılara rağmen göz göre göre gelen saldırıları ve daha birçok gerçeği öğrendik. Arkasından Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un belgeye ‘kâğıt parçası’, lavlara ise ‘boru’ demesine, Balyoz’da 102 sanık hakkında yakalama kararı çıkmasına rağmen sanıkların teslim edilmeyerek ordu evlerinde korunmasına, Genelkurmay’ın sanıkları yargıya vermemek için direnmesine, 3. Ordu Komutanı Org. Saldıray Berk’in yargıyı takmayıp araçları şehir merkezinde yürütmesine ve Erzurum adliyesine gitmeyip yerine uçakları göndermesine ‘merkez medyanın’ sessiz kaldığını gördük.
Doğrusu YAŞ toplantılarındaki oturma düzeninin değişmesi, 27 Nisan e- muhtırasının Genelkurmay’ın resmi internet sitesinden kaldırılması, 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamasında Başkomutan olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tebrikleri kabul etmesi gibi “Yeni Türkiye”nin ayak sesleri hissedildi son zamanlarda. Yukarıda da yazdığım üzere medyanın değiştiğine dair bazı emareler de vardı. Slogan, “Yeni Türkiye’nin yeni medyası” şeklini almış, hatta bir gazete “Yeni Türkiye’nin gazetesi” sloganı ile yenilenmişti. Ancak görünen o ki yeni medyanın eski medyadan hiçbir farkı yoktu.
Gazeteci kimdir?
Aralık ayında bu sitede yayınlanan “Taraf, Baransu Gazeteciliği ve Karargâh Kitabı” başlıklı yazımda şu cümleleri yazmıştım:
Gazeteci kimdir? sorusuna Amerikalı gazeteci Clifton Daniel şöyle cevap veriyor: ‘Bir olayı dosdoğru bir biçimde öğrenen, derleyen ve sonra onu en doğru ve gerçeklere uygun biçimde yazan kişidir.’ Gazetecilikte temel işlevin, gerçekleri bulup, bozmadan kamuoyuna yansıtmak olduğunu göz önünde tutarak;
1) Yayınlarda hiç kimse, ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi ve dini inançları nedeniyle kınanamaz, aşağılanamaz.
2) Düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlak anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da incitici yayın yapamaz.
3) Bir kamu müessesi olan gazetecilik mesleği, ahlaka aykırı özel amaç ve çıkarlara alet edemez.
4) Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan veya iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verilemez.
5) Basın organları, yanlış yayınlardan kaynaklanan cevap ve tekzip hakkına saygı duyar.
Gazetecilerin yukarıda bazı maddelerini yazdığım andını ve Basın Meslek İlkelerini okuyup bir de basınımızdaki gazetelere baktığımız zaman gerçekten şaşırmamak, ülkemiz adına üzülmemek elde değil.
Basınımızın en büyük sorunlarından birisi holding gazetelerinin basın dışındaki ticari işleri sebebi ile veya gelir durumları kısıtlı olan gazetelerin bir kısmının, ayakta kalabilmek için bazı kişi veya kuruluşların sesi olma yoluna gitmesi, karşılıklı olduğu düşünülen menfaatlerin var olmasıdır. Seçim dönemlerinde bunun en canlı örneklerini görebiliriz. Belirli bir zihniyeti destekleyen ve karşılığında beklentisi olan pek çok gazete vardır. Birçok gazete reklâm alamama korkusu ile elde ettiği bilgi ve belgeleri yayınlamamaktadır. Ancak 4 yıl önce Ahmet Altan kaptanlığında “Düşünmek Taraf olmaktır” sloganıyla yayın hayatına başlayan Taraf gazetesi bu tabuyu yerle bir etti.
Bu yazımın üzerinden henüz 1 sene bile geçmedi ki çok çarpıcı örneklerle karşılaştık.
Sayıştay üyesi Eroğlu örneği…
Sayıştay’a şubat ayında seçilen üye Necla Eroğlu, 23 Nisan törenlerini izlemek üzere eşiyle birlikte Meclis’e gitti. Kapıdaki görevliye davetiyesini gösterdi ve Yüksek Yargı üyelerine ayrılan locadaki yerine oturtuldu. Ancak bir süre sonra Eroğlu ‘başörtülü’ olduğu gerekçesiyle bir görevli tarafından yerinden kaldırıldı. Ve Eroğlu daha sonra da Meclis’i terk etti. Haberi “Başörtüsü milletin egemenlik devletin” diyerek Taraf gazetesi sürmanşetinden duyurdu. Hatta haberi araştırmak için Taraf’ın Ankara Bürosundan Melih Altınok, Meclis’e gitti ve ertesi gün de Altınok’un haberi gazetenin sürmanşetinde yer aldı. Ancak diğer gazeteler olayı görmezden geldi. Hatta muhafazakâr basın da…
24 Nisan’da gazeteler olayı nasıl verdiler?
Yenişafak gazetesi, iç sayfalardan “Sayıştay üyesi misafir sanılınca…” başlığıyla duyurdu Eroğlu’na yapılan ayrımcılığı.
Gazetenin Ankara temsilcisi Abdulkadir Selvi ise 25 Nisan günü “O manzarayı görünce içimden bir şeylerin koptuğunu hissettim. Birileri o koltuklara verilen başörtüsü mücadelesinin sonucunda oturduklarını unutmuşa benziyorlar. Evet, benim içimden bir şeyler koptu. Yok yok aslında çok şeyler koptu.“diye yazdı.
Bu tür haberleri genelde “Başörtüsüne büyük ayıp” veya “Başörtüsüne yapılan ayıba çığ gibi tepki” şeklinde veren Zaman gazetesi, Eroğlu’na yapılan ayrımcılığı iç sayfalardan “heyecana mahal yok” babındaki “Dışarı çıkarılma sebebi başörtüsü zannedildi” başlığıyla verdi.
Star gazetesi, olayı iç sayfalardan “Protokol locasında başörtüsü tedirginliği” şeklinde verirken, en küçük bir krizi bile manşetine 9 sütun çeken Akit gazetesi, 1. sayfasının en altında küçük bir şekilde verdi: “Başörtülü Sayıştay üyesine büyük ayıp”
Habertürk gazetesi olayla ilgili olarak “23 Nisan hassasiyeti” derken, epey bir ‘tedirgin’ olan Sözcü gazetesi ise “Eroğlu’nun türbanıyla bürokratlara ayrılan bölüme oturması paniğe neden oldu” dedi. ‘‘Merkez medya” ise yapılan ayrımcılığı görmezlikten geldi. Herhalde son zamanlarda sıkça ağızlarını bağladıkları bantları bu kez gözlerine bağlamışlardı. Doğru ya ‘‘muhafazakâr medya” bile bu şekilde görürse bu ayrımcılığı, diğer medya ne yapsın değil mi?
CHP Lideri Kılıçdaroğlu örneği…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Zonguldak’taki mitingde Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a yönelik “Yakınlarıma çıkar sağladığımı ispat edersen eyvallah. İspat edemezsen, adımı yolsuzlukla anarsan a… gerisini getirmeyeyim” sözlerinin gazetelere yansıması da bir medya klasiği idi…
Muhafazakâr medya, Kılıçdaroğlu’nun sözlerini 1. sayfadan vererek “Türkiye, Kılıçdaroğlu’ndan özür bekliyor” şeklinde başlıklar kullandı.
Star gazetesi, 1. sayfadan “Zonguldak’ta ağzını bozdu“,
Zaman gazetesi, manşetin yanından “Kılıçdaroğlu ağzını bozdu: CHP mitinginde inanılmaz küfür“,
Taraf gazetesi, sürmanşetten “Utan biraz Kemal Bey“,
Cumhuriyet gazetesi, mitingi 1. sayfadan büyük bir coşkuyla verdi ama küfürden eser yoktu haberde,
Radikal gazetesi, “Erdoğan’a tepkide ölçüsünü kaçırdı, ‘ana’da durdu” başlığıyla 1. sayfadan,
Milliyet gazetesi, “Kılıçdaroğlu’nun söylemediği söz ne?” başlığıyla,
Hürriyet gazetesi, 1. sayfadan Kılıçdaroğlu’nun küfürlü sözleri yerine, mitingin ardından gazetecilere yaptığı açıklamayı “Kılıçdaroğlu söylemediği sözleri açıkladı” başlığıyla verirlerken,
Vatan gazetesi “Sözlerini neden yarım bıraktı” diye sordu,
Akşam gazetesi ise Kılıçdaroğlu’nun gazetecilerin sorusu üzerine söylediği “Ayağını denk al diyecektim” sözlerini kâfi buldu.
Dikkat ettiyseniz iki farklı olay ve iki farklı medya söz konusu. Birinci olayı ‘muhafazakâr medya’ görmezden geliyor, ikinci olayı ise ‘merkez medya’… Ancak bu iki farklı medyanın aksine Taraf gazetesi, hem ilk olayı hem de ikinci olayı sürmanşetinden duyurdu.
Ve Deniz Feneri Davası örneği…
12 Haziran 2007’de İstanbul Ümraniye’de bir evde bulunan el bombaları ile başlayan Ergenekon Davası sürecinde ortaya çok ciddi bilgi ve belgeler çıktı. Kafes Planı, Balyoz Planı, AKP ve Gülen’i Bitirme Planı gibi çok önemli belgeleri ilk olarak Taraf gazetesi yayınlamış ve ayrıca Zaman, Bugün, Star ve Yenişafak gibi gazeteler de belgelerin peşine düşmüştü. “Merkez medya” diye adlandırılan gazeteler ise bu belgeleri görmezden geldiler ve ısrarla “masumiyet karinesi” ile veya soruşturmada yapılan kimi hataları gündeme getirerek davayı sulandırmaya çalıştılar. Hatta bu medya, belgeleri yayınlayan medyanın yayınladığı belgeleri yalanlamak için elinden geleni de yaptı. Ancak tüm çabalarına rağmen Ergenekon Davası’nda 20 dalga yaşandı ve bu dalgalarda dokunulamaz denilen generaller tutuklandılar. Ancak aradan yıllar geçti ve Deniz Feneri Davası başladı. Bu davada da çok ciddi bilgi ve belgeler olmasına rağmen devran tersine döndü. Deniz Feneri Davasını yürüten 3 savcı görevlerinden alındı. Daha önce Ergenekon savcılarının önüne engeller çıkaran HSYK’yı eleştiren “yandaş medya” bu sefer sus pus oldu, yapılan yanlışlığa gözlerini kapadı. Ancak bu sefer de daha önce Ergenekon savcılarına engel olmaya çalışan HSYK’ya karşı ses çıkaramayan “merkez medya”, yapılanın yanlış olduğunu söyledi. Maalesef “yeni” denilen, daha önce “HSYK, Ergenekon savcılarını niye görevden almak için uğraşıyor?” diye soran, yapılan yanlışları ortaya çıkaran, Ergenekon ile ilgili belgeleri yayınladığında “Taraf’ın haberine göre” diyerek belgeleri manşetten yayınlayan medya, bu sefer “Fener savcıları niye görevden alınıyor?” diye sormak yerine “savcılar belgeleri Taraf’a ve Aydınlık’a sızdırıyor, hani davanın gizliliği?” diye sorarak Taraf’ı karalamaya çalıştı. Ve “yeni Türkiye’nin yeni medyasının nesi yeni?” sorusu da cevaplanmış oldu: Önceden “Paşasının medyası” vardı, şimdi ise “Başbakanın medyası” var. Önceden “emret komutanım” denilerek kalem oynatılıyordu, şimdi ise “emret başbakanım” denilerek… Önceden asker vardı ve asker eleştirilmiyordu, şimdi ise başbakan var ve bu sefer de başbakan eleştirilmiyor. Ha “candaş medya” ha “yandaş medya”; “Al birini vur ötekine” dedirten bu tablo, ülkemizde aslında 3 tür gazeteciliğin olduğunu gösteriyor: ‘‘Yandaş gazetecilik”, ‘‘candaş gazetecilik” ve ‘‘Taraf gazeteciliği”…
… Bu konu ilginizi çektiyse…
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
4 Yorum
Yazan:salih Tarih: Eyl 10, 2011 | Reply
ülkemizde ve dünyada gazeteci biraz şımarık olur.Menfaati karşılığı çok şeyi görmez. Ya da menfaati yoksa görülecek konular bulur.Bize dürüst satılmayan satılmayacak gazeteci lazım.
Yazan:ahmet Tarih: Eyl 14, 2011 | Reply
Erden Bey önemli bir konuda haklı bir yazı yazmışsınız. Yazınızı analiz ile desteklemeniz ve aynı zamanda objektif ve eleştirel bir şekilde yazmanız yazınıza ayrı bir güzellik katmış. Tebrikler…
Yazan:gaye Tarih: Eyl 15, 2011 | Reply
ergenekon hala gazetecilere dokunmadı onlarsız dava eksik kalır.
Yazan:osman yürek Tarih: Eyl 19, 2011 | Reply
kalite demokratlıkla ölçülür. ölçülmeli.rüzgara göre yön değiştirene adam bile denmez bizim köyde.