Yanlış Cumhuriyet (Sevan Nişanyan)
By İbrahim Becer on Kas 2, 2011 in atatürkçülük, Ergenekon Nedir?, Kemalizm, Kitap Sohbeti, Resmî Tarih
“Bir fikre, bir zümreye ağız tadıyla ancak bu şekilde muhalefet edilebilir”.
Sevan Nişanyan’ın “Yanlış Cumhuriyet” adlı kitabını ilk okuduğum zaman hissiyatım buydu. “Her türlü muğlak ifadelerden, komplovari yaklaşımlardan uzak kendisinin sorup, kendisinin cevapladığı Atatürk ve Kemalizm üzerine 51 sorudan müteşekkil bir kitap.
Bir anlamda MFÖ’nün o meşhur “sen neymişsin be abi!” şarkısına atıf yapar gibi bir kitap “Yanlış Cumhuriyet”. Bir yanda en güzel, en adil, en cesur, en şık, en moda Cumhuriyeti ben kurdum diyen bir Laik koro, diğer yanda ona cevap veren sakin bir Sevan Nişanyan.
Atatürk’ün bizzat kendisinin olmasa bile takipçilerinin kendisi adına yaptıklarını eleştiren çok sayıda kitap okudum. Sadık Albayrak, Hasan Hüseyin Ceylan, Abdurrahman Dilipak, Rıza Nur ve eserleri ilk aklıma gelenler. Yine de geçen zaman zarfında ciddi bir eksiğim vardı; olan biteni Kemalist Güzelleme tadında yapmayıp, bir parça da olsa tarafsızlıkla anlatacak Yazar okumamıştım karşı cenahtan. Hakkımı yemesin, Turgut Özakman’ın Türklerin çılgınlığına atıfta bulunduğu kitabını okumak için paraladım kendimi. “Gözyaşları eşliğinde okudum” diyen Okurlara diyecek sözüm yok, ben başaramadım ve bütün iyi niyetime rağmen bitiremedim o kitabı. Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” isimli kitabını yarıladım bu aralar. Ortak noktalar bulabilmek adına her iki kitabın da satırlarını çizdim, önemli pasajları işaretledim.
Falih Rıfkı’dan çok şey öğrendim: Bandırma Vapurunun salaş olmadığının teyidini aldım, İsmet İnönü’nün Samsun’a çıkmamak için ayak sürüdüğünü öğrendim, “orduya dayanan bir partinin halkın teveccühüne mazhar olamayacağını” dillendiren Mustafa Kemal’i öldürmek için İttihatçıların tetikçi tuttuklarını öğrendim. Henüz bitiremediğim için “Çankaya” hakkında konuşmak için erken. Belki bir dahaki sefere bahsederiz. Bugün “Yanlış Cumhuriyet” hakkında konuşalım.
Bir Tarihçi olmaması hasebiyle iddiasız olduğunu önsözünde belirtmesine rağmen Kitap bir anlamda ‘tanıdığım kadarıyla’ Yazarının kişiliğini yansıtmakta: İnatçı değil belki ama kendinden emin. Şöyle ki “galat-ı meşhur” denilen bir deyim vardır Osmanlıcada. Türkçeye çevirirsek “gerçeğin yerine kullanılan ünlü yanlışlar” şekline bürünen deyim. Yazar, büyük oranda mesaisini herkesin üzerinde üç aşağı beş yukarı ittifak ettiği yanlışları sorgulamaya ayırmış kitabında. Birkaç örnek vermek gerekirse; Cumhuriyet demokrasinin vazgeçilmezi midir, Türkiye Cumhuriyeti Laik midir, Atatürk’ün kurduğu rejim demokrasi midir, Osmanlı teokratik midir, Milli mücadeleye karşı çıkanlar vatan haini midir gibi sorular önemliydi benim için.
Kitabın yazım tarihi 1993 olmasına rağmen yayımlamak için 2007 kışına kadar bekliyor Yazar. Kitabı yayımlamaya onu iten sebepse Hrant Dink’in öldürülmesi oluyor. Yazar, kendi ifadesinde “Türkiye’nin toplumsal yaşamını karartan büyük gölge ile yüzleşmenin, bir kişisel tercih ya da temayül meselesi değil can alıcı bir yurttaşlık görevi olduğunu 19 Ocak 2007’den sonra daha iyi idrak etme imkânı buldum” diyor. Toplumun önemli bir kesimini ilgilendiren böylesi bir konunun, geçen 14 kocaman yıla rağmen güncelliğinden bir şey yitirmemesi de sorunlarımızın çözümünde ne kadar durağan bir seyir izlediğimizin göstergesi.
522 sayfalık bir kitabı tanıtmanın zorluğu esas alındığında içeriğe gelince, Yazar ilk sorusu olan ” M. Kemal, dünyada eşi olmayan bir anlayışın temsilcisi midir?” sorusuyla başlıyor. O yılların analizini yapan Yazar, Avrupa’nın tümünde bir diktatörler geçidinin yaşandığını örnekleriyle vererek, çevre etmeninin tek adamlığa zaten müsait olduğunu belirtiyor. Kanıt olarak da CHP’nin olmazsa olmazı olan altı okundaki umdelerin, diğer dikta yönetimleriyle paralelliğine işaret ediliyor. Cumhuriyet’in kuruluşunu idrak ettiğimiz bugünlerde çevrenin de etkisiyle Mustafa Kemal’in demokratik macerası anlatılıyor ilk bölümlerde. Şu paragrafta olduğu gibi: ” M. Kemal Paşa iktidara seçimle gelmemiş, yaşamı boyunca gerçek ve serbest hiçbir seçime katılmamıştır. Kurduğu Parti, cumhuriyet tarihinin ilk serbest seçimlerinde hezimete uğramış ve daha sonra girdiği her seçimde de yenilgiyle çıkmıştır.”
Yurdun her yanını demir ağlarla örmek konusundaki iddialara da dudak bükmekte Yazar. Okuru rakamlara boğmamak adına şu kadarını söyleyelim, Abdülhamit döneminde demiryolu artış oranı % 324, 1950’ye kadar Cumhuriyet’in yekûnu % 87. Bu rakamlar kaybedilen imparatorluk toprakları çıktıktan sonra esas alınmıştır. Savaşın diğer mağdurları olan Almanya ve Sovyetler Birliği’ne oranla kalkınma hızının mütevaziliği de bir başka iddia.
Peki yaşadığımız günlerin yükselen değerlerinden olan demokrasi ve özgürlükler konusunda nasıldır Kemalizm’in performansı Yazar’a göre? Pek iç açıcı olduğu söylenemez. Rakamlarla ifade etmek gerekirse, 1908-1914 yılları arasında sadece İstanbul’da yayımlanan gazete ve dergi sayısı 798’dir. Bir bu kadar rakam da taşra baskısına ilave edilebilir. Cumhuriyet Rejiminin 1922-1925 yılları arasında aldığı önlemler sonucunda İstanbul’da dört, Ankara’da bir gazete kaldığını belirtiyor Yazar. Bir başka çarpıcı rakamsa sivil toplum örgütleri hakkında gelmekte; “…1908’den itibaren Türkiye’de kurulmuş olan siyasi parti ve dernekleri saymak imkânsızdır. Örneğin sadece İstanbul’da ve sadece kadın haklarına ilişkin olarak kurulan dernek sayısı Tunaya’ya göre 14, başka araştırmacılara göre 23 veya 29’dur. Cumhuriyetin ilanını izleyen yıllarda ise devlet partisi dışında hiçbir siyasi parti ve derneğin kurulmasına izin verilmemiş; 1924’de kurulan muhalefet partisinin kanlı bir şekilde yok edilmesinden, ve en son 1931’de Türk Ocakları’nın feshinden sonra Türkiye’de CHP dışında nitelikli hiçbir siyasi kurum kalmamıştır…”
Rejimin uzun vadede başarısını da sorgulayan Yazar bu konuda da ümitsiz: “…Yakınçağda din özgürlüğü yerine ikame edilmeye çalışılan düşünce özgürlüğü kavramı, buna oranla pek cılız bir alternatiftir. Çünkü, düşünce özgürlüğü toplumun çok dar bir alanını kapsayan elit kesimi ilgilendirir; oysa dini inanç en mütevazi insanların bile ortak malıdır. Siyasi düşünceleri için hayatlarını feda edecek insanlar nadir çıkar; oysa dini inançları için tarihte yüz binlercesi kendini seve seve aslanlara atmıştır. Düşüncenin neşrini yasaklamak kolaydır: Kitap ve gazete toplatılır, bir süre protesto edilir, unutulur. Oysa kutsal kitapları yasaklamayı ya da kilise, havra ve cami kapatmayı deneyip, uzun vadede başarılı olmuş bir rejimi tarih henüz kaydetmemiştir…”
Kitapta bu şekilde altı çizilesi pasajlar ziyadesiyle mevcut. Güzel tarafı da Yazar’ın bir ideolojiye hizmet amacıyla bu satırları yazmayıp, aksine Araf’ta durmaya özen göstererek iddialarını rakamlarla, kaynakçalarla temellendirme gayreti. Yazar’ın “Kişiye tapınma geleneği” hakkında açtığı bölüm ve bu geleneği Atatürk heykelleriyle ilişkilendirdiği bölüm de bunlardan biri. “Kişiye tapınma geleneğinin bir Osmanlı geleneği” olup olmadığını soran Yazar devam ediyor: “…1871’de Fuller’e yaptırılan ve Beylerbeyi sarayının büyük salonuna yerleştirilen, Abdülaziz’in atlı heykeli dışında, yanılmıyorsak, Osmanlı Padişahlarına ait heykel yoktur. Türkiye’de bir devlet başkanının kamusal alana dikilen ilk anıtı, Gazi’nin emir ve takdirleriyle 1926’da Sarayburnu’na dikilen Atatürk anıtı olmuş ve bunu diğerleri takip etmiştir. Atatürk’ün heykel konusuna duyduğu ilgi, genellikle Batı Kültürünü benimseme çabasının bir parçası olarak değerlendirilse de yapılan işin Batı Kültürel geleneği içindeki konumu sanıldığı kadar net değildir.”
Bu pasajın ardından “heykel” konusunun tarihsel sürecini sıkmadan anlatan Yazar, Türkiye’deki durumun bir ölçüde Sovyet pratiğiyle özdeşleştiği sonucuna varır. “…Eğer ilk Stalin anıtları gerçekten 1926’dan önce yapılmışsa, iktidardayken kendi anıtını yaptıran, a) 20. Yüzyılın ikinci siyasi lideri ve b) Tarihin ilk Cumhurbaşkanı olmak ayrıcalıkları Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına ait olmalıdır. Avrupa’nın 20.yy. tarihinde bu hadisenin bir başka örneğine rastlayamıyoruz. Mussolini ve Hitler’in özel koleksiyonlarındaki birkaç eser dışında anıt-heykelleri yapılmamıştır. Keza, Türkiye Cumhuriyeti’nin yer adlandırma politikası da Sovyet patiğiyle örtüşmektedir. Ankara Hükümetinin onayıyla 1922 Eylülünde Kemalpaşa, Mustafakemalpaşa, Kemaliye ve Mustafapaşa adlarını alan Nif, Kirmasti, Eğin ve Sinasos kasabaları, Türkiye tarihinde ideolojik gerekçelerle ( somut bir bayındırlık eseri sözkonusu olmaksızın) iktidardaki devlet reisinin adını alan ilk yerleşim birimleridir…”
Kitaptan çok şey öğrenmek mümkün. Mesela, CHP’nin 1935 tarihli programı neden sözlükle birlikte yayımlanmış, Nutuk neden Osmanlı Türkçesinin başyapıtlarından biri sayılmalı, Yüzyılın başında 83400 kelimelik Türkçe bugün nasıl 26500 rakamlarına geriledi, Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekten okul ve öğrenci sayısında bir artış oldu mu, Türkiye’nin bazı açılardan diğer İslam ülkelerinden ileri oluşu Kemalist rejimin eseri midir, Batı uygarlığı tek dişi kalmış canavar mıdır gibi sorular ve cevaplarını bu kitapta kıyaslamalarla, rakamlarla bulabilirsiniz.
İşin ne denli zor olduğunu en başından belirtmiştim. Bu kadar hacimli bir kitabı, bu kadar dar bir çerçeveye sığdırmak imkânsız. Kitap, 51 soruya sıkmadan, delillere dayanarak 51 cevap arıyor. Meraklısına yazılmış bir kitap değil, Yazarının bir tarihçi edasıyla değil de entelektüel bir bakış açısıyla yazdığı bir kitap olduğu izlenimi verdi bana. “ben bilirim” anlayışından ziyade “sakın yanlış biliyor olmayasın” üzerine bir çalışmanın ürünü büyük ölçüde “Yanlış Cumhuriyet”.
… Kemalizm, laiklik, Türk Solu, Darbe vb konularda okumak için…
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.
8 Yorum
Yazan:şivan Tarih: Kas 2, 2011 | Reply
hocam resim çok iyi ya, koptum wallahi :))
kitabi okumustum, ibrahim beyin eline, zihnine saglik, saptamalar çok yerinde.
Yazan:Manisalı Kemalistler Tarih: Kas 2, 2011 | Reply
Yüce Ata’mıza dil uzatan bir ermeniyi bu kadar öve öve bitiremiyorsunuz. « ibrahim » takma adıyla yazan siz de ancak bir ermeni olabilirsiniz.
Yazan:Manisalı insanlar Tarih: Kas 2, 2011 | Reply
fotograftaki göbek kaşıyan adam olmalı. Hiç bir şeyden çekmedi kemalistlerden çektiği kadar.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Kas 3, 2011 | Reply
Yanlış Cumhuriyet kitabında yazılanlara itiraz edebilen bir yazı kırıntısına bile rastlamadım. Bunun yerine yazarının Ermeni olduğunu vurgulamayı yeğliyorlar. Faşist olmayanları da güya kendileri bu konularda çok hassasmış gibi karı-koca kavgasında yaşananları gündeme getiriyorlar.
Aynı Ataları gibiler.
Yazan:ali duman Tarih: Kas 3, 2011 | Reply
T.C.’yi “ya istiklal, ya ölüm” parolasıyla yola çıkan Anadolu halkları kurmuştur, ancak ne var ki iş iktidar olmaya gelince cumhuriyeti kanı ve canı pahasına kuran asli ve kurucu unsur olan anadolu halklarına bu çok görülmüş ve bin türlü hilelerle iktidara mandacı ve teslimiyetçi istanbul sermayesi çöreklenmiştir.
tek parti diktatörlüğü de, darbeler de, katliamlar da, muhtıralar da sırf bu mandacı ve hortumcu istanbul sermayesinin iktidarının sürdürülmesi için yapılagelmiş alçaklıklardır.
bu alçak mandacı ve hortumcu sermaye sınıfı çankaya’ya hiç bir zaman halktan birinin oturmasına müsaade etmemiş, en nihayet bu hortumcu, mandacıların iktidar olma gücü 2002 tarihi itibariyle sonlandırılmıştır.
sol ve sosyal demokrat geçinen ancak istanbul sermayesinin asli partisi olan chp’nin bir kez dahi işçi, emekli, işsiz, çalışan, esnaf haklarını savunduğuna tanık oldunuz mu?
tüm dünya üzerindeki sol partiler işçi,emekçi, emekli, yoksul ve işsiz hakları için mücadele ederken, sol geçinen chp’nin elinde bir takım dosyalarlar ile uyduruk yolsuzluk masalları anlatıyor olması nedendir? (sakın bu takiyeci oluşundan olmasın? sakın bu asli görevini yapmaktan kaçındığından olmasın?)
tüm bunlar istanbul sermayesinin partisi olmasından kaynaklanmaktadır, kemalizm bundan böyle maskesi düşmüş, yenilmiş ve miadını doldurmuş bir saplantı halidir. o denli çağ dışındadır ki, soğuk savaşın bittiğinin, duvarların yıkıldığının dahi farkına varamamış, varmakta istemektedir.
Yanlış cumhuriyet, aslında çarpık ilişkinin çocukları elinde, onu kurulması için bir emeği geçmeyenlerin, onu haketmeyenlerin elinde yanlış cumhuriyet haline gelmiştir, bu cumhuriyet onun kurucuları olan asli unsurlarının hakimiyetine geçmek zorundadır, zira bu hem haktır, hem de demokratikleşmenin gereğidir de, en nihayet gidişat bu yöne doğrudur, halen cumhuriyeti kendi şahsi malı olarak gören şarlatanlara, bu cumhuriyetin kimin malı olduğunu hatırlatmak gerekiyor, bu cumhuriyet, onu hortumlayarak zenginliğin en zirvesine çıkmış mandacı ve hortumculardan çok “ya istiklal, ya ölüm” diyerek, şehit olan, gazi olan anadolu halklarının, ya da o alçakların yakıştırmasıyla “göbeğini kaşıyan”larındır, “bidon kafalı”larındır.
bu cumhuriyetin talihsizliği 80 yıl boyunca haksız bir şekilde iktidara çöreklenen mandacı, hırsız ve hortumcu istanbul sermaye sınıfının varlığıdır, buna karşı anadolu halklarının göbeğini kaşıyanlarıyla ve bidon kafalılarıla ne kadar övünsek azdır, iyi ki varlar, iyi ki bu cumhuriyeti kurmuşlar.
şimdi yanlış cumhuriyeti, “yanlış sınıf”ın elinden almak ve demokratikleştirmek zamanıdır, zira bunu yapacak asli irade kurucu ve asli unsur olan anadolu halklarında fazlasıyla vardır.
Yazan:A.Gürkan Tarih: Kas 5, 2011 | Reply
Yanlış Cumhuriyet, cumhuriyet dönemine dair okuduğum en güzel eleştiri eserlerinden birisi ve Sevan Nişanyan’ın muazzam entelektüel kapasitesinin de bir alameti. Saygıdeğer İbrahim Becer de kitabın özünü oldukça net aktarmış.
Cumhuriyet’in kuruluşunu salt bugünün sosyo-kültürel değerleriyle değil, kendi zamanının ruhuyla da ele alabilmiş olan Nişanyan, okuyucuyu aslında toplumun kolektif bilinciyle de buluşturuyor. Okullarda, dairelerde, askerlikte ne söylenirse söylensin hatalarla birlikte toplum aslında ne olduğundan gayet emin. Neyin doğru olduğu konusunda tepkisellikten ve maniplasyondan ötürü sık sık perspektif hatasına düşse de toplum, neyin “yanış” olduğundan da emin.
Şunu da hatırlatmadan geçmeyeyim, aslında Nişanyan’ın, eğitim politikasıyla birlikte Abdülhamit’in bir diğer projesi demiryollarını T.C. ile kıyaslamasında T.C. aleyhine bir durum pek de söz konusu değil. Orada bir değerlendirme hatası olduğu kanaatindeyim. Gözardı edilen şu ki Osmanlı devinde demiryollarının yapımının kime verileceğine dair epey ciddi bir emperyalist mücadele söz konusudur: İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya bu dönemde birbirlerini yerler ihaleyi ben alacağım diye. Fakat bu hususta mesele “ihaleden para kazanmak” değildir. İşin özü, demiryolu güzergahlarının çevresindeki yeraltı yataklarının paylaşımıdır. Anlaşmalar böyle bir maddeyi içermektedir. Nitekim Başta Bağdat demiryolu olmak üzere Abdülhamid döneminde yurdun demirağlarla örülmesinde bir hayr aramak, en azından Abdülhamid’in evliya olduğunu sanmak kadar safdilliktir diye düşünüyorum.
Aynı sorunla 1950’den sonra da sık sık tekrar etmiştir maalesef…
Yazan:Ale Tarih: Tem 11, 2016 | Reply
Merhaba,
Siteniz ve emekleriniz için teşekkür ederim. Önemli bazı metinlere ulaşma olanağı buldum. Eğer site email haber grubu varsa beni ekleyebilirsiniz. Tekrar teşekkürler.
İyi günler dilerim.
Ale
Yazan:my Tarih: Tem 11, 2016 | Reply
selamlar
Bizi FaceBook ve Twitter’dan yakip edebilirsiniz
https://www.facebook.com/myilmaz.fransa
https://twitter.com/DDGrubu