Köpek bulunan eve melek girmez*
By Aisha Benghazi on Kas 15, 2011 in Alimler ve alimcikler
Sunuş: Alim yetiştiremeyen toplumlar cehaletin boşluğunu bile elde etmiyorlar. O boşluğu alimcikler dolduruyor. Zırvayla, safsatayla, soytarılıkla. Asırlar önce yetişen alimler bu gün neden yetişmiyor?
Alimciklerin sözleri
… Ve bir alimin sözü:
Hz. Musa ayakkabıları çıkar emrinden iki alemi [Dünya ve Ahiret] kalbinden at manasını anladı. Ayakkabılarını çıkararak zahiri emre uydu ve iki alemi terk etmekle de batıni emre uydu. İşte zahirden sırra intikal etmek budur. Rasullah’ın (S.A.V) “içinde köpek bulunan eve melek girmez” hadisini işitip de evinde köpek beslemeye devam eden ve “bu sözden murad zahir değildir, murad kalp evini gazap köpeğinden uzak tutmaktır. Çünkü meleklerin nurlarından hasıl olan marifete engel olur. Çünkü gazap aklı örten şeydir” diyenle; bu emre zahiren uyup kalpteki kötü huyları temizleyen ve “köpek yalnız surette köpek değildir, esas olarak mânâsıyla köpektir. O mânâ da yırtıcılık ve et yiyiciliktir. Şu halde kişinin varlığının ve bedeninin meskeni olan ev köpeğin suretinden uzak tutmak vacip olduğuna göre kalp evini -ki hakiki ve has cevherin meskenidir- de köpeğin şerrinden uzak tutmak daha önemlidir” diyen arasında fark vardır. Kim ki zahir ile batını birleştirir, o kâmildir. “Kâmil odur ki marifetinin nuru vera’ının nurunu söndürmez” sözüyle de bunu kasdetmişlerdir. Bundan dolayı kâmilin, kemâl-i basiret sahibi olmasına rağmen Şeriat’ın her hangi bir emrini terk etme konusunda nefsine müsamaha etmediğini görürsün. Burası öyle bir hataya düşme yeridir ki bazı sâlikler zahirî hükümler sergisini dürerek her şeyin mübah olduğu yanılgısına düşmüşler, öyle ki bazısı sırrının daima namazda olduğunu zannederek namazı terk etmişlerdir. Burası ibâhîlerden bazı ahmakların düştüğü bir hatadır ki bunlar “ALLAH bizim amelimize muhtaç değildir”, “Bâtın pisliklerle doludur, temizlenmesi imkânsızdır” gibi hezeyanlara tutunurlar. […] Bizim anlattığımız ise cins atın sürçmesi kabilinden, şeytanın aldattığı sâlikler hakkındadır. (Mişkatü’l Envar, Gazâlî Hazretleri)
*Müslüm, Tirmizi, Buhari
… Komşu mevzularda kitap okumak için …
Müslüman’ın Zaman’la imtihanı
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.
Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.
4 Yorum
Yazan:MY Tarih: Kas 15, 2011 | Reply
Bu konuda iki güzel yazi:
Oruç Bozdum (O günah, bu günah dini)
Organik dinimi geri istiyorum
Yazan:çuvaldız Tarih: Kas 15, 2011 | Reply
Denk gelmiş…Z. Beyaz’ın video kaydının ardından “ezan okunduğunda köpeğin de havlamaya başlaması” konu edilmiş alimler ve alimcikler mevzunun ortasına cuk oturmuş.
Ezan okunduğunda insan sesini takliden bir köpeğin havlamaya/ ulumaya başlaması ne kadar manidarsa alimlerin seslerinin halen daha duyulabildiği yerlerde alimciklerin ses çıkarması çok da şaşılası bir durum değil aslında. Alimciklerin üzerine konuşup ses çıkarabildiği hadisler de bugün hâlâ duyulabilen ezan seslerinden.
“Asırlar önce yetişen alimler bugün neden yetişmiyor?”
“Kalp evinden gazap köpeğini uzak tutmak.” Gazap köpeğini teşhis edip tanıyabildiği için evine almamış olan biri onu nasıl uzak tutacağı bilgisine de vakıftır. Bu bilgilere vakıf ol(a)mayan birinin evine sızarak, konuçlanmış gazaptan kurtulabilmesi için önce onu doğru teşhis edebiliyor olması gerekir; “Çünkü gazap aklı örten şeydir.”
Yazan:MY Tarih: Kas 16, 2011 | Reply
“İşte zahirden sırra intikal etmek budur” Bu sözde dikkat edilmesi gereken bir mânâ var: Ünlü Alman düsünürü Martin Heidegger siir için söyle bir ifade kullanmis: “mekandaki bir varligin oraya sigMAyacak, daha büyük bir varliga açilmasi”
Gerçekten de “Kâinat’in siiri” diyebilecegimiz bir doku/olgu/yapi var. Pozitif bilimlerin gayet güzel, analiz ederek, parçalayarak “bildigi” esya ikinci bir tür “bilgi” sunuyor nazarlarimiza. Ancak bunu “bilmek” ya da “bulmak” için parçalamak degil, tersine birlestirmek gerek. Büyük bir tabloyu görmek için nasil geriye dogru bir kaç adim atiyorsak bu da öyle.
Meselâ kurumus yapraklar kimyasal olarak birbirinin ayni. Ama hepsinin rengi farkli. Kimi biraz yesil kalmis. Kimi kizarmis, egilip bükülen var, kuruyup gerilen var…
hepsine birden bakinca sadece … “ah, ne güzel” diyebiliyor insan. Kuru yaprak olmanin 1000.000.000 sekli var. Bir böcek ya da deniz kabugu olmak da böyle. Bu renk ve sekil çesidi bir imkân kapisi açiyor. Özgürlük degil, imkân. “Böyle de olur, böyle de…” Bu imkân da bir harf gibi; mânâsi ise Özgürlük.
Nota sayisi sinirli. Ama besteler? Harf sayisi sinirli. Dilbilgisi kurallari belli. Ama kim diyebilir ki “Mümkün olan bütün romanlar ve siirler yazildi, artik edebiyat bitti, yeni bir sey yazilamaz!” Böyle bir çilginlik kim düsünebilir?
Peki sonsuz siirler ve romanlar 29 harfe nasil sigiyor? Sonsuz besteler o DO-RE-Mi-FA’nin içine nasil giriyor? – ya da bu kadar tavsan o sapkadan nasil çikiyor 🙂
Sonlu esya, bir cisim olan beden, yanabilen, kirilabilen, böceklere yem olacak olan et ve kemik nasil oluyor da bunlari düsünebilen, bölünmez, ölçülmez, sonsuz(?) bir BEN’i tasiyor?
Kainat’in siirine bakinca insan ister istemez Muhyiddin Ibn Arabî Hazretleri’ni hatirliyor: Varlık bir harftir, sen onun anlamısın!
Yazan:çuvaldız Tarih: Kas 16, 2011 | Reply
29 harfin değişik versiyonları olan kelimeler, cümlelerle yazılmış bir metin tablosunu gözlerimle okudum 🙂
Bu okumalarda geriye doğru atılan adımın gerçekteki istikameti bakılandan geriye doğru gibi görünse de aslında bakılana dahil olabilmek için ileriye doğru. Bir oku ileriye doğru fırlatabilmek için yayı aksi istikamete doğru germeye benzetilebilir.
İnsan da kendini içinde bulduğu toplum ile kurmak durumunda kaldığı beşeri ilişkilerine, tabiat dediğimiz aleme, evrene doğru daha iyi anlamak, bütününü görebilmek için attığı her adım da geriye doğru atılmış gibi. Dahil olunan çevrenin içine, daha derinlerine doğru olan bu yöneliş, insanın kendini tanıma, bulma, keşfetme yolculuğuna dönüşüyor. Yabancı olduğu özünü yaklaştıkça bilmeye başlıyor.
İnsan arayıp bulmakla mükellef kılınmış; Oku! İnsan, görerek, dokunarak, koklayarak, hissederek, akladerek kısaca tüm yaratılış özellikleriyle gördüklerini, dokunduklarını, kokladıklarını, duyduklarını kısaca temas edebildiği her şeyi OKUyabilir.
Okuyabilmek ise insanın 7.duyusu gibi. Cehaletinden kurtulabilmiş, ceset kabuğundan soyunabilmiş olan bu insan da artık geriye doğru değil de sadece ileri doğru yönelebilmeyi bilen alimdir.
İnsanın yerçekimine, toprağa, suya havaya, soluk alıp vermeye mecbur insan bedeninden soyunup İnsan kalabilmek çabasız, gayretsiz, sebatsız….. o kadar da kolay olmasa gerek!