RSS Feed for This Post

Helalleşin, helalleşin…

CHP siyasi bir partiden fazlası, bir gelenek olarak Türkiye’nin iskeletini (ayakta tutma manasında değil, şekil veren bir iskelet) oluşturan bir oluşumdur. Bu iskeletten memnun olmayan sessiz çoğunluklar yani Dindarlar, Kürtler, Ermeniler ve hatta Aleviler olarak teker teker azınlık sayılsak dahi kesinlikle hakları gasp edilmiş çoğunluklarız.

Dersim’de CHP’nin kurucusu Atatürk’ün emriyle katledilen canlardan sonra CHP’nin başında Kemal Kılıçdaroğlu gibi Alevi kökenli birinin olması gerçeği karşısında “CHP’den rahatsızlık duyan Aleviler” cümleme takılmış olabilirsiniz, takılmayın emin olun en çok rahatsız olan Alevilerdir. Bunun yanı sıra sevgili ağbim Cafer Solgun’un “Alevilerin Kemalizim’le İmtihanı” kitabında belirttiği üzere Aleviler arasında oluşan Stockholm Sendromu yahut Baskın Oran’ın bahsettiği üzere psikolojideki Kaçış Psikolojisi gerçekleri de mevcuttur. Ancak toplumsal bir sonucun tek bir adı olamaz buna bağlı olarak Alevilerin verdiği psikolojik tepkiler olabileceği gibi CHP’yi eleştirmek gibi reel gerçekler de mevcuttur.

  Şu durumda toplumsal sonuçlara dikkat kesildikten sonra Stockholm Sendromu, Kaçış Psikolojisi tespitleri yapabiliriz ancak orada nokta koyamayız. Zira mağdur edilmiş insanların durumlarına salt isim koymak çözüm değildir, sadece dikkat çekiştir. Bunun yanında Dersim Olaylarında yaşananlar adına bir “yüzleşme, bir özür” boynumuzun borcudur.

  Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Devlet adına Alevilerden özür diledi. Bu kimilerine göre siyasi kaygı, kimilerine göre ise bir gereklilik sonucu ortaya çıkan bir sonuçtu. Bunun üzerine, Türkiye’de Devlet kıyımı çok olduğundan “Ermenilerden de özür dileyecek misiniz? 6-7 Eylül Olaylarıyla yüzleşecek misiniz? İstiklâl Mahkemeleri tutanakları da sorgulanacak mı?” soruları ortaya çıktı.

  Özellikle 1990’dan evvel doğanlar ilköğretim ve lise hayatlarında müfredata, sisteme bağlı olarak ve resmi ideolojiye bağlı olarak “Türkiye’nin en güzel ülke, Dünya’daki tüm ülkelerin kendisinden korktuğu, kendisini kıskandığı ülke ve Türklerin en akıllı, en misafirperver, en yardımsever, en çalışkan millet” olduğuna inandırılarak yetiştirildi. Oysa Avrupa’dan gelen gurbetçi aileler, en büyük aşkımız televizyon bizde bir çeşit “çarpışma” yarattı ve aslında bunun böyle olmadığını fark ettik. Bizden eğitim, maddiyat, kültür, nezaket, medeniyet noktasında daha ileri olan toplumların çoğu kez umurunda bile değildik, millet aya gitmişti ve biz hala darbelerin olduğu, insanların sobadan zehirlendiği, faili meçhul cinayetlerin olduğu, yerlerde tükürüklerin olduğu bir coğrafya olarak kalmıştık. Buna bağlı geliştirdiğimiz kompleks bir tür güvensizlik yarattı ve kendimizi sevmeyen, sadece görüntüde kendiyle fazlasıyla övünen aslında ciddi güven problemi yaşayan bir toplum olduk. Ve bunu huy haline getirdik. Bundan kaynaklı olarak “yüzleşmek, özür dilemek, hatamızı kabul etmek” gibi aslında erdem olan davranışlar bizim için yüz kızartıcı kabul edildi. Nasıl olurdu, biz yapmış olamazdık!

  Bu ülkeye kırgınım, bu ülke canımı çok yaktı ancak bu ülkeyi çok seviyorum, buraya aitim, hepinizden bir parçayım yahut hepiniz birer parçamsınız, tüm yazdıklarım ağır gelebilir, niyetim gocundurmak değil, niyetim olumsuz şeyleri önünüze yığmak da değil…

  Alınmayın ve gocunmayın, lütfen bir kez sağ tarafınızla dinleyin; biz tahammülsüz bir toplumuz, biz ne kendimizde, ne karşımızda hatayı affedemeyen bir toplumuz. Biz trafikte korna ile küfreden, sonra arkamızdaki araçta hasta mı var, ağlayan bir bebek mi var diye düşünmeden, aracımızı yol ortasında bırakıp, bize korna çalan aracın sahibi dövmeye çıkan bir toplumuz; yalansa yalan deyin.

  Bizim için özür ağırdır. Özür dilememiz gerektiğinde, dilimiz özre varmaz. Hele hele Müslüman bir coğrafya olarak yıllarca zulmü altında kaldığımız laik sistem bizi alttan alta öyle oydu ki, dini bir öncelik olan “helalleşmeyi” dahi unuttuk. Müslüman çoğunluğun altında kaldığı totaliter laik sistem bize bir güzel ahlak örneği olan “helalleşmeyi” unutturdu. Aynı sistemin eğitim-öğretim yönü ise “özür dileyecek, hatamızı kabul edecek” bir erdemli hal, bir kendine güven bırakmadı.

  Özür dilemek size ağır gelebilir, nefsinize dokunabilir. Ancak bir yol vardır, bir yöntem vardır onunla hem kendinizi, hem nefsinizi iyileştirirsiniz; helalleşmek.

  “Bana her türlü günah ile gel affederim ancak kul hakkı ile gelme, onun affı sahibindedir.” diyor Allah.

  Cennete gitmek isteyen Müslümanlar, arınmak isteyen biz günahkâr kullar, Rasulullah efendimize komşu olmak isteyenler, Allah biz bunlara varabilelim diye bunlarla birlikte bunlar için sebep yarattı, o sebeplerden biri helalleşmek.

  Özür, kuru, kof, dünyalı, gel-geç, pek yabancı bir kavram ama helalleşmek öyle mi? O peşine düşülen bir eylem, o oldukça canlı, onda pişmanlık var. Helalleşin; Ermenilerle, Kürtlerle, Alevilerle ve dahi zulmettiğiniz dindarlarla, başörtülü kadınlarla, helalleşin.

  Toplumun çok büyük yaraları var daha fazlasına ihtiyacımız yok, karşılıklı birbirimizle helalleşmekten, karşılıklı affetmekten başka seçeneğimiz de.

  Toplum “özgürlük, özgürlük, özgürlük” diye bağıran bir toplum, kaybettiğinin özgürlük olduğunu sanıyor, oysa biz hiç özgür olmadık, özgürlüğü kaybetmedik. Ancak biz hikmet ve erdem sahibiydik, Allah bizi öyle yarattı; hikmet ve erdem Müslümanın yitik malıdır, biz onu kaybettik, kazanmak için; helalleşin, helalleşin… Unutmayın sonunda yek kulun rızası yok Allah’ın da rızası var.

 

 

… Biraz okumak için…

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

 

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Trackback URL

  1. 7 Yorum

  2. Yazan:MehmetSalihDemir Tarih: Kas 30, 2011 | Reply

    Kaleminize sağlık Cemile Hanım. Meselenin can damarını yakalamışsınız.
    İçinde politik binlerce kaygının bulunma ihtimali çok yüksek, samimiyeti şüpheli içi boş özürlerin yerine, uhrevi yönü de olan gönülden bir helalleşmenin bu ülkenin önündeki bütün tıkanıkları gidereceğine inanıyorum. Çünkü içten bir helalleşme her şeyden önce birbirimize yol bulamamıza engel olan yüreğimizdeki tıkanıklıkları giderecektir.

  3. Yazan:cemile b. Tarih: Kas 30, 2011 | Reply

    Allah razı olsun Mehmet Salih bey, inşallah baktığımız noktaları, referanslarımızı hakkaniyet yönüne çevirirsek helalleşeceğiz.

  4. Yazan:taxi driver Tarih: Ara 2, 2011 | Reply

    İstanbul’u fethettiğimiz için de Bizansla helalleşecek miyiz?

  5. Yazan:cemile b. Tarih: Ara 4, 2011 | Reply

    Taxi driver,

    “helalleşme” bahsinden hiç mi bir şey anlamadınız?

  6. Yazan:taxi driver Tarih: Ara 4, 2011 | Reply

    En azından helalleşmeden sizin ne anladığınızı iyi anladım cemile b. Sanırım anlaşılması gereken de bu.Müslüman Türk ve sünni olanlar herkesten özür dileyecek ve helalleşecek.Halbuki yüzyıllar boyunca cephelerde kanI dökülen bizlerdik.Ermenileriniz ve diğer gayri müslimlerinizin Anadolu’da kapitaline sermaye eklensin ve bitleri kanlansın diye öyle değil mi?…Balkan savaşlarında yunan ve bulgar komitacılarca bire kadar kırılan ırzına geçilen camileri domuz ahırına çevrilen de bizdik.1. dünya savaşında bir milyon şehid veren de bizlerdik.Haydi son bir gayret deyip Kurtuluş Svaşına’da omuz verenler de bu milletin asli-otokton unsuru olan müslüman türklerdi.Öyle asil bir topluluğuz ki aramızda asırlarca yaşayıp hiçbir kötü muamele görmeyen gayrı müslim teba Pera’da işgalcileri İngiliz ve Fransız bayraklarıyla karşıladığında bile kimsenin malına canına dokunmadık.Öyle bir milletiz ki 30 senedir halkımız malum bir topluluğun fertlerince öldürüldükleri halde kimsenin kılına bile zarar gelmedi.Üstelik pkkdan bahsederken ısrarla Kürtler diyen beyaz-türk sosyalistler veya ahmet altan oral çalışlar gibi ülkeyle görülmemiş hesapları olanların- kışkırtmalarına rağmen.
    Savaş kötüdür savaş zulümdür cemile b.Ama biz bize yapılanları konuşmaya başlasak davası on yıllarca bitmez.Çankırı valisine bir suikast düzenlenmişti teröristler tarafından ama makam aracı o sırada rutin saatinde oradan geçmediği için bir lise öğrencisi kız havaya uçmuştu.Cenazesinde babası ne diyordu biliyor musunuz?Allah cc bunu yapanları da hidayet versin islah etsin.Böyle bir millet yok cemile b. böyle bir millet yok….
    Çok yabancıyla tanıştım ve konuştum ben.Ne dresdeni keyif içim bombaladığı ya da hiroşimaya atom bombası atıldığı için üzülen bir Amerikalı görmedim cemile b.Çok arayın asla bulamazsınız.Hutular Tutsileri kestiği için vicdan azabı çeken bir Fransız da görmedim.Her savaş yanında zorlukları getirir.Psikolojilerde onulmaz yaralar açar .Sizin helallik vicdan vb kavramlarınız hep nalıncı keseri gibi tek bir tarafı kesiyorsa o zaman iyi niyetinizden fazlaca şüphe edilir.

  7. Yazan:çuvaldız Tarih: Ara 6, 2011 | Reply

    …Bunun yanında Dersim Olaylarında yaşananlar adına bir “yüzleşme, bir özür” boynumuzun borcudur. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Devlet adına Alevilerden özür diledi.

    Buna bağlı geliştirdiğimiz kompleks bir tür güvensizlik yarattı ve kendimizi sevmeyen, sadece görüntüde kendiyle fazlasıyla övünen aslında ciddi güven problemi yaşayan bir toplum olduk. Ve bunu huy haline getirdik. Bundan kaynaklı olarak “yüzleşmek, özür dilemek, hatamızı kabul etmek” gibi aslında erdem olan davranışlar bizim için yüz kızartıcı kabul edildi. Nasıl olurdu, biz yapmış olamazdık!

    Bizim için özür ağırdır. Özür dilememiz gerektiğinde, dilimiz özre varmaz. Hele hele Müslüman bir coğrafya olarak yıllarca zulmü altında kaldığımız laik sistem bizi alttan alta öyle oydu ki, dini bir öncelik olan “helalleşmeyi” dahi unuttuk. Müslüman çoğunluğun altında kaldığı totaliter laik sistem bize bir güzel ahlak örneği olan “helalleşmeyi” unutturdu. Aynı sistemin eğitim-öğretim yönü ise “özür dileyecek, hatamızı kabul edecek” bir erdemli hal, bir kendine güven bırakmadı.

    Özür dilemek size ağır gelebilir, nefsinize dokunabilir. Ancak bir yol vardır, bir yöntem vardır onunla hem kendinizi, hem nefsinizi iyileştirirsiniz; helalleşmek.

    Toplum “özgürlük, özgürlük, özgürlük” diye bağıran bir toplum, kaybettiğinin özgürlük olduğunu sanıyor, oysa biz hiç özgür olmadık, özgürlüğü kaybetmedik. Ancak biz hikmet ve erdem sahibiydik, Allah bizi öyle yarattı; hikmet ve erdem Müslümanın yitik malıdır, biz onu kaybettik, kazanmak için; helalleşin, helalleşin…

    * *

    Stockholm sendromu yaşayan sadece Aleviler değil. Yukarıdaki satırlarda koyulaştırdığım kısımlara bakarak toplum olarak, dikte edildiği üzere devlet ile bir birey olarak kendimizi özdeşleştirdiğimizi yanılgı payı olmaksızın rahatlıkla söyleyebiliriz. Hâlâ daha her Türk asker doğar diye tekmil verenlerin bedelli tercihini tiye alıp aşağılamasından bile bunu anlayabilmek mümkün.

    Bir siyasi partinin başkanı bu eda ile 28 yaşında artık kendi kararlarını alabilecek bir yetişkin olan oğlunun askerliğini nasıl yapacağını bile söyleyebiliyor, edeple “tercih de karar da kendisine ait, nasıl isterse” diyemiyor ne yazık ki. “Baba” olarak görülen devletin özrünü anlamayıp, bir takım muhtemel senaryolar üreterek bu özre karşı çıkmak/zora sokmak isteyen, terbiye edilmiş muti evlatların verdikleri tepkilerin bu tedaviye muhtaç hastalıklı ilişkiden kaynaklandığını teşhis edip, söyleyebilmek için uzman olmak gerekmiyor.

    Stockholm sendromunda rehin alınanlar, kilitli kaldıkları mekanda isteseler de istemeseler de kendilerini rehin alanların gerekçelerini dinlemek mecburiyetindeydiler. Bir zaman sonra ise kendilerini esir alan insanların haklı olduklarına inanmışlardı. Belki bugün de bazı insanlar isyan eden dedelerinin başlarına gelenlere bakarak ders alanlar hayatlarını bağışlayıp, kendilerini adam eden “baba” olarak gördüklerine sadakatle sahiplenerek vefa/can borçlarını ödediklerini ve böylece “helalleşmekte” olduklarını düşünüyor olabilirler.

    Vatandaşım dediği insanlara karşı her daim güven problemi olan bir devletin Bursa nutkunu harfi harfine yansıtan bir anlayışla uygulamaya koyduklarıyla toplumun güvensizlik zehri ile felç edildiği muhakkak; botokslanmış diğerkâm kaslar!

    İnsanlar kalpleri ile buğz etseler de elleriyle, dilleriyle isteseler de kolay kolay tepkilerini gösteremiyorlar.

    Yazıda da devlet- birey(ben/biz) birbirine karışmış maalesef. Bu özre devletin gereğini yaptığını(helalleşme) düşünerek destek vermekle yukarıdakine benzer bir tepkiyle “devlet ben özdeşleşmiş özne” diliyle sahip çıkmak arasında oldukça büyük bir fark var. Kendi olabilecek kadar özgür olamamış devletleşmiş(eli, kolu, dili olmuş) nefslerden müteşekkil toplum özür dile(ye)mez. Nefs gibi sahip çıktığı Devlet dilerse de olup bitenin ne anlama geldiğini kolayca idrak edemez. İşin özü bir tür sfenks gibi insandevlete dönüşmüş İnsan kendisi ile hesaplaşmadan diğeriyle kolay kolay helalleşemeyi bilemez.

  8. Yazan:çuvaldız Tarih: Ara 6, 2011 | Reply

    Hepimiz devletten korkacakken, hepimiz birbirimizden korkuyoruz. Devletin bizi korkutamaması için bizim birbirimizi iyileştirmemiz lazım.

    http://www.haber7.com/haber/20111206/Aleviler-ve-Sunniler.php

  1. 1 Trackback(s)

  2. Eki 23, 2014: Alaturka Alevîlik: Kerbalâ’yı hatırla, Dersim’i unut, CHP’ye oy ver!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin